ADİGE
FOLKLORUNUN DERLENMESİ ÜZERİNE BAZI BİLGİLER
Öncelikle şu noktayı üzülerek belirtmek durumundayız: Biz
Kafkasya'daki Adige varlığını, öteden beri abartmış,
olduğundan fazla göstermiş ve çok şey ummuş durumdayız.
Bunun bir
sonucu olarak, folklorumuzun tamamının Kafkasya'da da bulunduğu,
gerekli derlemelerin zaten orada yapıldığı ve yapılmakta olduğu,
bizim ayrıca derlemeler yapmamızın fazlaca bir önem taşımayacağı
gibisine yanlış sanılara (zehaba) kapıldık ve derleme
çalışmalarında edilgen (pasif) kaldık. Oysa Kafkasya'da, ülkenin
boşaltılmış olması nedeniyle, Adigelerin, dolayısıyla folklorun
sadece bir bölümü kalmıştı. Çünkü bazı Adige toplulukları,
neredeyse toptan Türkiye’ye transfer olmuşlardı. Abzegh, Natuhay,
Shapsugh, Wubıh, Besleney, Mehoş, Abaza, vb. Diğer topluluklar da,
küçücük Kabardey ve Bjedugh yöreleri dışında, iyice ufalanmış ve
birbirinden kopuk tek köy ya da küçük köy kümeleri biçiminde
dağılmışlardı. Şimdiki terimlerle, 1897'de Kafkasya’da 98 bin 500
Kabardey, 13 bin Şerces, 30 bin de Adige ve
Shapsugh, 12 bin 500 de Abaza kalmıştı. Bu küçücük
kümeler, nüfus azlığı nedeniyle, önemli kültürel sorunların
altından kalkamıyorlardı. Kuzey Kafkasya kültürleri, 1864 yılı
öncesinde 2 milyonu bulan büyük Adige nüfusundan ve onun ürettiği
kültürel kaynaktan yararlanıyorlardı. Politik (dini) nedenlerle,
son dönemlerde bazı topluluklar (Dağıstan gibi) Adige kültüründen
oldukça uzaklaşmış, Arap ya da İran, kısmen de Gürcü etkisi
(örneğin Abhazlar) altına girmişlerdi.
Böylesine küçük ve zayıf toplulukların (nüfusu en azından 1 milyon
dolayında olmayanların) devletleşmedikleri ya da güçlü bir devlet
desteği almadıkları sürece, kültürlerini, dahası dillerini yeniden
üretmeleri ve geliştirmeleri olanaksızdı.
Diaspora’da da (Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, vb) benzeri bir
durum vardı. Ancak din birliği (Sünni/Hanefi İslam) nedeniyle
diğer topluluklarla karışma ve asimilasyon durumu, daha erken bir
tarihte gündeme gelmiştir. Türkiye’de ustaca politik taktiklerle
halkın modern anlamda kendi kültürel sorunlarını ele alması
önleniyordu.
Bütün bu olumsuzluklara karşın, Kafkasya’da yetişmiş, çok değerli
bir öncü edebiyat bilimcisi ve derlemecisi olan Şaban K’ube
(К1убэ Шэбан), diasporaya, bir Hızır gibi erişti. Şaban K’ube
(1890-1974), 1950’lerde Suriye ve Ürdün Adigeleri arasından
çok sayıda folklorik ürünü derledi ve yayınladı. Böylece
Adige-Kafkas kültürüne büyük bir hizmette bulundu ve çok sayıda
ürünün yok olmasını da önlemiş oldu. Bu, dünya kültürüne de büyük
bir hizmetti. Ancak Türkiye'ye gelmesine karşın, buradaki
antikomünist ve ırkçı/faşist atmosferin engeline takıldı, korkudan
Türkiye’de kimse ona sahip çıkamadı ve sonunda ABD’ne göç etti. (O
dönemlerde Adige sorunu ile ilgilenmek bölücülük ve komünistlikmiş
gibi algılanabiliyordu.)
Sonuç olarak, folklorun asıl gövdesinin bulunduğu Türkiye'deki
kültürel varlık, yeterli derlemeler yapılmadığı için, büyük çapta
mezara gömülmüş oldu, bu büyük bir kayıptır. Sadece 1930’larda
Fransız Prof. G. Dumézil’in, şimdiki Kocaeli ve Sakarya
illeri ile sınırlı Adigece ve Wubıhça derlemelerinden söz
edebiliyoruz. Şimdilerde derleme yapmak ise, eskisine göre çok
zorlaşmıştır, bunun birçok nedeni vardır, folklorik ürünler
azalmış ya da iyice sise gömülmüştür; özellikle televizyon kültürü
folkloru öldürmüş gibidir. Bu koşullarda uzman kişiler tarafından,
yine de bazı derlemeler yapılabilir. Kafkasya’dan gelen bazı
ekipler derlemelerde bulunmuşlardır. Derleme için destek ve uygun
ortamlar yaratmak, bilen kişilerle disiplinli olarak bir araya
gelmek gerekir. Bu gibi yöntemlerle, Kafkasya’da bulunmayan ve
boşluğu doldurmaya yarayacak olan bazı folklorik kırpıntılar
yaşlılar arasından derlenebilir. Ancak Adige toplumu hala soğuk
savaş dönemi etkilerinden tam kurtulabilmiş değildir, CHP
gericiliğini, emekten yana bir görüş olan “sol” görüşle
karıştırmakta ve özdeşleştirebilmektedir. Bu da Adige kültür
emekçilerinin başarıya ulaşmalarını, özellikle ekonomik kaynak
(finansör ya da sponsor) bulmalarını zorlaştırmaktadır. Diaspora,
kendi aydınları ile yeni yeni tanışmaya başlamış gibidir.
ADİGE FOLKLORU, YARATICI ve UYGULAYICILARI
Adige
folkloru, daha yukarıda da değindiğimiz gibi bütün Adigelerin
ortak malıdır. Hangi lehçede ya da ağızda söylenmiş olursa olsun,
Abzegh, Kabardey, Besleney, Bjedugh, Shapsugh ya da K'emguy, bu
gerçek değişmez. Bu nedenle bütün bölgesel ya da diaspora kökenli
Adige edebiyatlarının çıkış yeri, bütün bunların kaynaklandığı yer
de Adige folklorudur. Adige folkloru, Adige ulusunun ruhunu
yansıtmaktadır.
Yazılı edebiyatları bulunan ulusların edebiyatlarının ve basının
gördüğü işleri ve görevleri yerine getiren ve Adige ulusunun güçlü
bir ideolojik (korunma) silahı olan sözlü halk yaratıcılığı,
yazılı Adige edebiyatlarının ortaya çıkışı dönemine ulaşmıştır.
Edebiyata adım atan genç ve deneyimsiz Adige yazarları, var olan
bu sözlü gelenekten alabildiğine yararlandılar. Bu gelenek Adige
halkına ataların bıraktığı bir varlıktır.
Tarihsel boyutuyla Adige halk geleneği, tarihöncesinden
(prehistorya), Taş Çağı'ndan, Meot (Мыут1), Sind, Zih, Kasoglardan,
dış istilacılarla ve istilacı Ruslarla savaşan yurtseverlerden
20’nci yüzyıla değin uzanan geniş bir zaman dilimini içeriyordu.
Anlaşılacağı gibi, bu geleneğin yaratıcısı ve sürdürücüsü halktır,
özellikle de halkın kendi sanatçıları olan "Geguak'o-Vısak'o
toplulukları" (Джэгуак1о-усак1о купхэр), yani "Halk Şarkıları
ve Dansları Toplulukları" idiler. Adige Ülkesi’nde böylesine
yüzlerce topluluk bulunuyordu. Bu topluluklar erkeklerden
oluşurdu. Ancak eğlentilerde (gegu/джэгу), duruma göre değişmek
üzere, her yaştan insanlar ve kızlar da yer alabilir, danslara
katılabilirlerdi. Bu arada kadın şarkıcı ve çalgıcıların da
bulunduğu, birçok beste ve şarkının kadınlara ait olduğu da
bilinmelidir.
Bizim burada sözünü ettiğimiz topluluklar yöresel olmayıp bütün
Adige yörelerini, sözgelişi Abzegh (Aбдзах) yöresinden çıkıp diğer
Adige yörelerini, K’emguy’u, Kabardiya’yı, Abazaları, dahası
Nogay, Karaçay, Balkar, vb gibi Adige/kültür eklemli yöreleri de
gezebilen profesyonel topluluklardır. Bunlar köy köy bütün ülkeyi
(Çerkesya'yı), çoğunca mevsimlik olarak dolaşıp dururlardı. Yaz ya
da kış fark etmezdi. Topluluklar her taraftan çağrı alırlardı ve
armağanlarla ödüllendirilir, çoluk çocuklarının geçimi sağlanırdı.
Yani sanatçı için kuru bir teşekkürle (Adige parası ile)
yetinilmez, ciddi destekler sağlanırdı.
Bir toplulukta değişik enstrümanları (çalgıları) en iyi bir
biçimde çalan çalgıcılar (pşınave/пщынао), ozanlar
ve besteciler (vısak'o/усак1о ya da ğıbzevıs/гъыбзэус),
şarkıcılar (veredao/орэда1о) ve dansçılar (qyecvakvo/къеш1ак1о,
qecuakvo/къэшъуак1о, qefakvo /къэфак1о) yer alırlardı. Nefesli
enstrümanları çalanlara sırınapşe (сырынапщэ;borucu, flütçü),
kamılapşe (къэмылапщэ;kavalcı), karakamılapşe (къэрэкъэмылапщэ;başka
bir kaval türü çalan, gırnata gibi) ve nakırapşe" (нэкъырапщэ;dilsiz
kaval-ney çalan) gibi adlar verilirdi. Darbuka ya da davula da
ş'ont'ıp' (шъонт1ып1) denirdi, ayrıca yardımcı enstrüman
olarak ph’eç’ık (пхъэк1ыч; şakşak; elle çırpılan ve bir
yerinden birbirine bağlı küçük tahta demetler ya da küçük
sopalarla vurularak ses çıkarılan üst üste büyükçe iki tahta)
kullanılırdı.
Adige halkı, bu sanatçılarına paha biçilemez bir ölçüde değer
verir ve onları el üstünde tutardı. (Bu tür bir topluluk örneği
derlememiz için Bkz. "Geguak'o-vısak'o toplulukları ve bir
şarkı şöleni", internet.)
Adigeler arasında sanata ilgi, yaşamın vazgeçilmez bir parçası
gibiydi ve bu ilgi geguak'o-vısak'o toplulukları ile de sınırlı
değildi. Yukarıda da değinildiği gibi, kadınlar başta olmak üzere,
her yöre ve her köyde çok sayıda sanatçı kişi ve sanatla
ilgilenenler bulunurdu. Bu kişiler ustalaştıkça topluluklara
alınırlardı ya da kendileri yeni topluluklar oluştururlardı ve
sürekli bir yenilenme olayı yaşanırdı. Bu böyle devam edip
giderdi. Sanki zaman durdurulmuştu.
GEGU* (ДЖЭГУ)
Adigeler arasında düzenlenmekte olan en büyük sanat
gösterilerinden birine gegu (dans gösterisi) denirdi. Gegu
bazan at gösterileri, savaş dansları, pehlivan güreşleri ve
sportif yarışmalar da eklenerek şölene (ещхэ-ешъо)
dönüşebilirdi. Gegu törenleri düğünlerde (nısaşe/нысащэ),
savaşlarda, at yarışlarında, güreşlerde, konuk ağırlamada, iş
esnasında ve yaşamın birçok değişik alanında, örneğin İslamiyet
öncesi dinsel törenlerde (thatlevu/тхьэлъэ1у) düzenlenirdi.
Yörelere göre farklılıklar içermelerine karşın, gegu’yu yönetene
hatıyak’o (хьатыяк1о;yönetmen) ya da geguak’o
(джэгуак1о), dansçılara yine geguak’o (oyuncu, dansçı),
qecuakvo/kaşüak’o (къэшъуак1о/dansçı) ya da
qyecvakvo/kyaşak’o (oyuncu/къеш1ак1о) gibi adlar
verilirdi. Halka açık olan b u oyunları herkes oynayabilirdi,
ancak oynayacak olanları, bir disipline, bir sıraya göre, erkek ve
kız hatıyak’o seçerdi, oyunu da o yönetirdi. Kimse kendi
dilediğince davranamaz, karşı oyuncuyu kendi belirleyemezdi.
Oyunlar o an orada en uygun durumdaki kişi tarafından yönetilirdi,
bunun için profesyonel bir hatıyak’o olmaya da gerek yoktu.
Profesyonel dans ve şarkı toplulukları ülkeyi köy köy dolaşır,
bildikleri en güzel şeyleri öğretir, gittikleri yerlerde
gördükleri her güzel şeyi de öğrenmeye çalışırlardı. Bu gezginci
topluluklar aracılığıyla, sanat tüm ülke boyutuna yayılmış ve
çeşitlenmiş olurdu. Örneğin Kabardiya’da söylenen bir şarkı (vered/орэд),
kısa bir süre sonra Shapsugh ya da Bjedugh yörelerinde, o yerlerin
lehçelerine dönüştürülmüş olarak söylenmeye başlanırdı…
ADİGE SANATÇILARININ VE ADİGE FOLKLORUNUN NİTELİĞİ
Bu tür profesyonel sanatçı toplulukları dünyanın pek az ülkesinde
görülmüştür. Türkiye’de yerel çalgıcı ve şarkıcı topluluklardan,
gezginci ve saz çalıp şarkı söyleyen tek tek ozanlardan söz
edilebilir, davul, keman ve gırnata eşliğindeki köçekli
topluluklar ve saz çalan gezginci şarkıcılar, Karacaoğlan
gibi.
Kafkasya dışında, çoğu durumlarda sanatçı, genellikle halkın
hizmetinde değil, egemen sınıfların hizmetindeydi. Bu nedenle, o
tür öykü ve destanlarda halktan yana öğeler hep ikinci planda
kalmış; edebiyat ve sanat, aşk konulu öykü ve şarkılar, üst
sınıftan ya da din adamlarına ilişkin övgülerle (ilahilerle)
sınırlı kalmıştır. Bu nedenle, özellikle doğulu toplumlarda
başkaldırı edebiyatı diye bir şey yoktur ya da gelişememiştir.
Kırgızların Manas destanı vardır, ancak bu destan yabancı
(İranlı) istilacılara karşı Kırgızların verdiği mücadeleye
odaklıdır ve Kırgız yerelliğini yansıtır. Manas’ta istilacılara
karşı bir başkaldırı niteliği vardır. Ancak Manas, Adige Nart
destanı gibi evrensel anlayışta bir beğeniyi değil, dar bir
çevre (ulus) yerelliğini ve Manas’ın şahsında Kırgız
kahramanlığını yüceltmekte, ulusa moral vermektedir. Nart
destanında böylesine ulus (ırk/milliyetçilik) övgüleri
bulunmamakta, sadece kötülerle iyileri ve bunların karşılıklı
mücadelelerini konu edinmektedir. Ya da temelde sınıfsal bir bakış
yatmaktadır. Bu bakımdan bütün iyi ve duyarlı insanlara hitap
etmekte ve herkes tarafından ilgi ve beğeniyle izlenmektedir,
enternasyonalisttir (uluslarüstüdür).
Doğulu gezginci ozanlar (aşıklar), yönetimi açıktan eleştiremez,
yönetime ve egemen sınıflara övgü düzmek, aşk ve kahramanlık
şiirlerini dile getirmekle yetinirlerdi. Çünkü eleştiriyi ya da
kurallara karşı çıkmayı engelleyen çok sert kural ve yaptırımlar
vardı. Örneğin, Babil yasalarına göre, birinin kölesini
öldürmenin cezası, yerine bir köle vermekti, ama birinin kölesinin
kaçmasına yardım etmenin cezası idam idi. Yani üst sınıfın politik
çıkarı konusunda ödün yoktu. Sınıf çıkarı söz konusu olduğunda
esneklik diye bir şey kalmıyordu. Bu kural, doğu ve batı (Roma)
“hukuk” kurallarının çıkış noktası (esprisi) olarak kabul
edilebilir. İnsanlık bu katılığı yumuşattığı ölçüde rahatlamış ve
en sonunda da demokrasiyle tanışmıştır. Adigelerde ise, demokrasi,
en başından itibaren vardı.
Sözünü ettiğimiz o tür toplumlarda kısıtlayıcı ve yasakçı kurallar
geçerliydi. Adige ülkesinde ise, yasaklar kamu vicdanına aykırı
düşmemek zorundaydı. Yani diğerlerinin tersine, hem bireyi ve hem
de toplumu gözeten gelişmiş ve dengeli bir anlayış vardı, özgün
biçimiyle kimseye ayrıcalık tanınmıyordu.
Bu söylediklerimizden Adige dışı toplumlarda özgürlük savaşçıları
bulunmadığı gibisine bir anlam çıkarılmamalıdır. Zulmün olduğu her
yerde adalet arayışı daima var olmuştur ve pek çok kahramanlar
çıkmıştır. Bu bir doğa ve toplum kuralıdır. Örneğin Roma’da
Spartakus, Türkler arasında da Pir Sultan Abdal,
Köroğlu ve Dadaloğlu gibi özgürlük savaşçıları
görülmüştür. Ancak bunlar çok ağır bedeller ödemişlerdir.
Despotizmin hüküm sürdüğü eski doğu ve batı toplumlarında, sanatçı
toplulukları, daha çok saraylarda ve varlıklı kişilerin
konaklarında ve üst sınıfların emrinde hizmet görmüşler, oralardan
beslenmişler ve ona göre de yapıtlar ortaya koymuşlardır. Bu tür
sanatçıların yapıtları uzlaşmacı ve edilgendirler, öze, içeriğe
değil, söze ve süse öncelik verir, kişileri övgü niteliğinde
yüceltirler, ırkçı, milliyetçi ya da din ayırımına dayanan
özellikleri yansıtırlar.
Anlaşılacağı gibi, Adige sanatçı toplulukları, bazı istisnalar
dışında, üst sınıftan kişilerin ve yöneticilerin değil, emekçi
halkın (фэкъол1/лъхукъол1) hizmetinde olmuşlardır. Çünkü
Adigelerde halk egemenliği vardı. Herkes halk çoğunluğunu dikkate
almak zorundaydı. İslami toplumlarda nasıl şeriat hükümleri
(dinsel hukuk kuralları) geçerli idiyse, Adigelerde de geleneksel
kurallar ya da khabze (Хабзэ;yasa) kuralları geçerliydi.
Derebeyleri de Adige geleneğini çiğneyemezlerdi, o güç onlarda
yoktu. Kavgalar ve iç savaşlar derebeylerinin gelenek/хабзэ
kuralları dışına çıkma eğilim ve davranışları yüzünden patlak
verirdi, örneğin Kabardiya’daki birçok ayaklanmanın temelinde,
derebeylerinin köylüleri (лъхукъол1/фэкъол1) köleleştirme (пщыл1ы
yapma) ve Adige geleneğine aykırı olarak insan ticaretini,
Tatarlar dönemindeki gibi, yeniden başlatmaya kalkışma nedenleri,
vb yatmaktaydı. Shapsugh, Natuhay, Hak’uç, Wubıh ve Abzeghler
arasında derebeyi (пщы) sınıfı yoktu ve bu topluluklar Adige
nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Ayrıca feodal
bölgelerde de emekçiler (köle olmayan köylüler/фэкъол1 ve köle
köylüler/пщыл1ы) çoğunluktaydı ve bunlar dayanışma içindeydiler,
gerektikçe birlikte baş kaldırıyorlardı. Yarı feodal yörelerde,
derebeyleri, emekçileri kızdırmama politikaları uygularlardı. Aksi
takdirde yakın bölgelerin emekçileri de -ki aralarında akrabalık
ve kardeşlik (ныбджэгъугъэ) bağları vardı ve böyle şeyler Adigeler
için çok önemliydi- derebeylerine ve zulme karşı birleşip baş
kaldırabilirler ve derebeylerini (пщы-оркъ) kovabilirlerdi. Bunu
önlemek için adil davranmaya çalışmak ya da tersine, fırsat
çıktığında hileli yollarla emekçileri bölmek, onları birbiriyle
çatıştırmak ve bir bölümünü egemen sınıfın yanına almak gibi
yollara başvururlardı. Özellikle ana Adige topluluklarından uzağa
düşmüş ve izole kalmış olan Kabardey emekçileri daha zayıf ve daha
zor durumda idiler, çünkü yardım bulma şansları çok kısıtlıydı.
Kabardey derebeyleri, emekçilere karşı olan politik entrikaları
Tatar ve Ruslarla ilişkileri sonucu ve onlarla dayanışarak daha da
çeşitlendirmişlerdi. Bu tür konular Adige folklorunda geniş yer
tutmaktadır. Sözün kısası, derebeyleri halktan çekiniyor,
dalavere ve entrikalar çeviriyorlar, en acımasız cinayetleri
işleyebiliyorlardı. Aydemirkan (Андэмыркъан) destanı
derebeyi acımasızlığını konu edinmektedir. Kim olursa olsun, halk
ve halkın içindeki yiğitler haksızlık karşısında sessiz kalmazdı,
boyun eğme anlayışı Adige karakterinde ve folklorunda yoktu
ve Adigelerin Ruslar karşısında yok olmalarının ana nedeni de
budur: Boyun eğmeyi bir türlü kabullenememek. Nitekim Adigeler
arasında, bazı istisnalar dışında, boyun eğme ve üst sınıfa övgü
düzme biçiminde edebiyat (folklor) yapıtları yoktur.
Atatürk’ün “Türk ulusuna uşaklık yaptırmayı başaramadım” gibisine
bir deyişi vardır, bu deyiş tam da Adigeleri, Adige emekçi halkını
(feqolv/фэкъол1 toplumunu) tarif etmektedir. Adige emekçi halkı
uşak değil, kendi kendisinin efendisi idi.
Despotik doğu toplumlarında ülkeyi yöneten sultanı ulu orta
eleştirmek, eğer o sultan başta ise, sanatçı için çok zor, dahası
olanaksızdır. Buralarda olsa olsa, kişisi (süjesi) belirsiz bir
hiciv (yergi) edebiyatından söz edilebilir. Darbe günlerinde Evren
Paşamız eleştirilebilir miydi?
Adige sanatçısı içinse, korkma gibi bir kaygı ve eleştirememe gibi
bir sorun yoktu, çünkü Adige yörelerinde kitleler haklının ve
doğrunun (adaletin) yanında daima yer alırdı, ülke boyutunda tam
bir eşitlik anlayışı vardı, derebeyinin köle olmayan köylüleri (feqolv)
bile, diledikleri yerlere yerleşme özgürlüğüne sahiptiler.
Demokratik toplum bireyleri ise, derebeylerini kendilerinden üstün
olarak görmezlerdi. Yarı feodal ve ataerkil köleci
topluluk ve ailelerin varlığına karşın, bütün bir Adige ülkesi
(Çerkesya tamamı) düzeyinde, egemenlik halk çoğunluğuna aitti,
halk eşit haklı bireylerden oluşuyordu ve sanatçının arkasında da
özgür halk (fekol’/фэкъол1’lar) gücü vardı, zulüm, yapanın yanına
kar olarak pek bırakılmazdı. Derebeyleri bu yüzden, yani kendi
çıkarlarını koruma ve güvenlikleri bakımından, sık sık dış
güçlerle (düşmanla) işbirliği yapma ve dayanışma gereği
duyuyorlardı. Örneğin Kabardey derebeyleri çıkarları gereği,
birçok dış güçle, en son olarak da Tatarlarla, ardından Ruslarla
(1557) çıkar ilişkileri kurmuş, 1739’da Büyük ve Küçük Kabardey
bölgelerinin bağımsızlaşmaları üzerine de Ruslar geri
çekildiklerinden, derebeyleri açık Rus desteğinden yoksun
düşmüşlerdi, bunu bir sonucu olarak emekçi başkaldırıları
başlamış, biri 1754’te (Dameley Mamsırıko), diğeri
de 1767’de (Kalebek Kip, Musa Pşığotıj
ve Marem Bıç’e/Быщ1э Марэм
önderliğinde) olmak üzere, iki önemli emekçi ayaklanması yaşanmış,
hemen ardından, 1774’te Kabardiya’nın Rusya’ya ilhakı ile
derebeyleri yaslanacak bir “ağabey” (Rus) bulmuşlardı. 1796’da da
Shapsugh ve Abzegh köylülerin desteğiyle Bjedugh emekçileri,
Ruslardan yardım alan kendi derebeylerini yenip topraklarından
kovmuşlardı. Böylece Adigeler özgürlük doğrultusunda büyük bir
adım atmışlardı.
Bu arada Adige sanatçıları, yolculukları boyunca, her olasılık
düşünülerek asla bir başlarına bırakılmaz, yeterli sayıda
refakatçi eşliğinde uğurlanırdı, yerli dilde buna dek’oten
(дэк1отэн/uğurlama) denirdi. Çünkü derebeyleri halkın
sanatçılarını hiç sevmezler, öç almak için gizlice fırsat
kollarlardı. Halk bunu biliyordu. Tehlikeli durumlarda, bir
topluluk, başka bir dek’oten grubu bulunup güvenli ellere teslim
edilene değin yalnız bırakılmazdı. Ayrıca sanatçıya uzanacak el de
hemen kırılır, asla bağışlanmazdı. Bu sert kurallar gereği, hem
derebeyi zulmüne geçit verilmez ve hem de sanatçıya saygı ve
koruma sağlanırdı. Sanatçı, bu sayede gerçek bir sanatçı olurdu:
Zalimleri, korkakları ve kötüleri, ister derebeyi (пщы-оркъ),
ister özgür köylü (фэкъол1), kim olurlarsa olsun, hiç çekinmeden
yaptıkları ile birlikte ve ad da sayarak şarkıya (vered ve
ğıbze’ye) katarlardı. Böylesine bir duruma düşmekten
derebeylerinin, kötülerin ve korkakların ödleri kopardı. Çünkü
böyle kişilere kimse konuk olarak gitmez, kapısına ayak basmaz,
kimseler onları çağırmaz, arasına almaz ve öyleleri bir tür
afaroza uğramış olurlardı. Öylelerine yaklaşmak kişinin
saygınlığını düşürürdü. Sanatçının duracağı yeri ve sınırı, kamu
vicdanı ve oluru belirlerdi. Böylesine bir özgürlük ortamında,
sanatçı, düşmanı da nesnel (objektif) bir anlayışla ele alırdı.
Örneğin, düşman safındaki yiğitleri, örnekçe davranışları
yüceltir, Adige safındaki hataları, varsa yenilginin nedenleri bir
bir sayılır, bütün bunlar ders alınması ve daha dikkatli olunması
için ortaya dökülürdü. Yani Adige sanatı, dar bölgeci ya da
milliyetçi, bir ulus yerelliğinin övgücüsü değil, bütün düzgün
insanlara hitap eden, gerçekçi ve enternasyonalist (evrenselci)
karakterde bir akademi çalışanı gibiydi. Bu nedenle Adige folkloru
komşu halklar tarafından da kolayca benimsenmiş ve evrenselci
yapısı nedeniyle de beğenilmiş ve hızla yayılmıştır. Örneğin Adige
Nart destanları ** bütün Kuzey Kafkasya halkları ve
Gürcistan’ın Svan (Сонэ) halkı arasında da bulunmaktadır.
Az sayıda da olsa, derebeylerinin konaklarında (haç’eş/хьак1эщ)
barınan besleme şarkıcılar da vardı. Bunlar ciddiye
alınmaz, alay konusu yapılır ve arkalarından gülünürdü.
Bir de işin başka bir yanı vardır.
(*) Gegu
ve geguak’o’daki “ge” sesi, Kafkasya’daki Adige edebiyat
dillerinde “ge” sesi bulunmadığından “ce” (ceguak’o) biçiminde
okunur. ”Ge” sesi, 1945 öncesi Shapsugh edebiyat dilinde
bulunuyord, şimdi dilbilimi çalışmalarında ve Diaspora’da
(Türkiye’de) kullanılıyor. -HCY
(**) Nart destanları için Bkz. Vikipedi-Nart destanları,
ayrıca “Nartlar”, internet, ”Asker Hadeğal, Nartlar”, Jineps
gazetesi, sayı 20-30. |