Çerkeslerin içinde yaşadıkları toplumların sosyal, siyasal,
ekonomik, sanatsal ve kültürel varlıklarına yaptıkları büyük
katkılar tartışma götürmez bir gerçektir. Bütün bu farklı
konulardaki faaliyetlerin dikkatle incelenmesi ve belgelenmesi
de biz Çerkeslerin görevidir.
Türkiye’de yaşamaktan kaynaklanan nedenlerle bu ülkede Çerkeslerin
belirtilen alanlarda bu ülkeye yaptıkları katkıları da daha çok
biz Türkiyeli Çerkeslerin araştırması ve belgelemesi
gerekmektedir.
Bu
günkü konumuz olan ‘’Türk Edebiyatında Çerkesler ve Çerkes
Teması’’ alanında soydaşlarımızın katkılarını araştırmış ve sunuma
hazırlamış bulunuyorum.
Türk
Edebiyatında Çerkesler denince hemen aklımıza gelen iki yazar
vardır ki; bu iki yazar: Türk Edebiyatı’nın en büyük yazarları
olmakla birlikte aynı zamanda verdikleri eserlerin niteliği
bakımından da Türk Edebiyatı’nda birer ilk olma özelliği
taşımaktadırlar. Bu iki isimden biri; ilk ve büyük romancı Ahmet
Mithat Efendi diğeri ise ilk ve büyük hikayeci Ömer Seyfettin’dir.
AHMET MİTHAT EFENDİ
Ahmet Mithat Efendi’den önce roman yazan bir kadın yazar vardır
ki; o da yazarlık hayatı boyunca sadece bir roman yazan Zafer
Hanım’dır ve 1877 yılında yayımlanan Aşk-ı Vatan adlı tek romanı
mevcuttur. Bu nedenle Ahmet Mithat Efendi ilk romancı olarak
anılmaktadır. İkinci kadın yazar ise Fatma Aliye Hanım’dır ki; bu
yazarın beş romanı olduğu için ilk kadın romancı olarak anılır.
Fatma Aliye Hanım’dan o sıralar Tercüman-ı Ahval adıyla çıkardığı
gazetede Ahmet Mithat Efendi övgüyle bahsedilmiştir.
Ahmet Mithat Efendi aynı zamanda ilk romancı olmakla birlikte ilk
romantik yazardır da… Edebiyatta romantizmi ilk o işlemiştir. 1844
Yılında çok sayıda Çerkes göçmenin oturduğu Tophane semtinde
dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta babasını kaybetmiş Mısır
Çarşısı’nda bir aktarda (baharatçı) çalışmış, ilköğrenimini
Tophane Sıbyan Mektebi’nde tamamlamıştır. 17 yaşında Niş’te
bulunan ağabeyinin yanına giderek burada Rüştiye’yi (ortaokul)
bitirmiştir.
1863
Yılında Rusçuk’ta mektup katipliği yaparken Bulgar asıllı
Çankof’tan Fransızca dersleri almıştır. İlk yazılarını 1868
Yılında Tuna Gazetesi’nde yayımlamış, burada tanıştığı Tuna Valisi
Mithat Paşa kendisine Mithat adını vererek tayin olduğu Bağdat’a
götürmüştür. Bu yıllarda Ahmet Mithat Efendi Bağdat’ta Vilayet
Basımevi’ni kurarak Zevra Gazetesi’ni çıkarmaya başlamış aynı
zamanda Fransızca ve Arapça’sını da ilerletmiştir. İlk kitapları
olan Hace-i Evvel ve Kıssadan Hisse burada basılmıştır.
1871
Yılında ağabeyi ölünce zorunlu olarak İstanbul’a dönmüş ve 1872
Yılında Ceride-i Askeriye ve İbret Gazetesi’nde yazıları
yayımlanmıştır. O dönemde ortaya çıkan fikir akımlarından Yeni
Osmanlıcılık akımına mensup olan Namık Kemal’le dostluğunu
ilerletmiştir.
Bir
basımevi kurarak kendi eserlerini burada çıkarmaya başlayan Ahmet
Mithat 1872 yılında Dağarcık Dergisi’ni daha sonra da Devir ve
Bedir Gazetelerini yayımlamaya başlamıştır. 1872 yılında Dağarcık
Dergisi’nde yazdığı Duvardan Bir Ses yazısı nedeni ile Yeni
Osmanlılarla birlikte (Namık Kemal ve Ebuzziya Tevfik) mahkum
edilerek Rodos’a sürgün edilmiştir. Orada da boş durmamış
Kırkambar Dergisi’ni çıkarmış 1873 yılında ise Medrese-i
Süleymaniye’yi açmıştır.
Hüseyin Fellah, Yer Yüzünde Bir Melek, Hasan Mellah, Felatun Bey
ve Rakım Efendi adlı romanlarını da burada kaleme almıştır. 1876
yılında İstanbul’a dönmüş ve yeni padişah Abdülhamit’le iyi
geçinmiştir. 1875 yılında karantina başkatibi olmuş 1877 yılında
da devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vakayi’nin ve devlet
basımevinin olan Matbaa-i Amire’nin müdürlüğüne atanmıştır.
İttihat ve Tercüman-ı Hakikat gazetelerini de bu arada
çıkarmıştır. Bir çok eserini tefrikalar halinde Tercüman-ı
Hakikat’te yayımlamıştır.
1908
yılında merkezi İstanbul’da olmak üzere kurulan Çerkes İttihat ve
Teavün Cemiyeti’nin (Çerkes Birleşme ve Yardımlaşma Derneği)
kurucuları ve aktif çalışanları arasında yer almıştır.
Ahmet Mithat ilk romancı ve ilk romantik yazar olmakla birlikte, o
dönemde insanlara okuma zevkini kazandıra ilk yazar yani; Hace-i
Evvel (İlk Öğretme) ve ’’kırk beygir gücünde bir yazı makinesi’’
olarak da anılmıştır. Çevirileriyle birlikte 208 adet basılmış
eseri bulunmaktadır. Kafkas tarihini incelemek ve belgelemek için
de çalışmalar yapmış, bu amaçla bir de kurul oluşturmuştur. Kafkas
adlı roman ve Çerkes Özdenleri adlı tiyatro eseri de bu
çalışmaların bir ürünüdür. Çerkes Özdenler adlı tiyatro eserinin
sahnelendiği ilk gece İstanbul’da olaylar çıkmış ve o gece Osmanlı
Tiyatrosu yakılmıştır.
Bu
konuyla ilgili olarak oğlu Kamil Yazgıç doğumunun yüzüncü yılında
“Ahmet Mithat’ı Anıyoruz” adlı sunumunda bu konudan şöyle söz
etmektedir.
“Ahmet Mithat Efendi’nin Çerkes Özdenleri adlı piyesini en sona
bıraktım. Çünkü Çerkes Özdenleri’nin tiyatro tarihimizde mühim bir
yeri vardır. Kısaca izah edeyim: Bu örf ve adet piyesinin gördüğü
telakki baş katip Ali Rıza Paşanın mabeyinden Bab-ı Aliye
gönderdiği, şimdi aynen okuyacağım 1884 tarihli tezkereden güzelce
anlaşılmaktadır:
“Gedikpaşa’da kain Osmanlı Tiyatrosu’nda Çerkes Özdenleri ve Çengi
namlarıyla icraya lübiyat edilmiş manzuru alii hazreti padişahı
buyurulmuş olan Tercüman-ı Hakiykat Gazetesi mündericatında
müsteban olmuştur. Tiyatrolarda icra edilen lübiyatın ahlak-ı
ahali üzerinde olan tesirat-ı maddiye vü maneviyesi ve bu
oyunların ne gibi esbaba müstenit olarak icra olunduğu taraf-i
eşref-i cenab-i tacidarinden geçende irad buyurulmuş olan
mülahazat-i isabet ayattan iktibasla dahi nezd-i sami-i
fahimelerinden musaddak olup çünkü bir memlekette tiyatrolarda
icra olunan lübiyatın mürettiblerince asla nazar-ı ehemmiyete
alınmayarak hürriyet kelimesinin dahi haddi maruf ve meşruunu
tecavüzle bir takım münasebetsiz oyunlar icra olunmakta olduğuna
binaen bundan böyle bu misüllü mugayir- i adab ü adat ve mifsid-i
ahlak oyunların külliyen men’ine fevkalade dikkat ve itina
edilmesi… talep olunmaktadır.”
’’Gedikpaşa’da mevcut olan Osmanlı tiyatrosunda Çerkes Özdenleri
ve oyuncu namlarıyla tertip edilmiş oyunlar görüldüğü gibi büyük
sultana sunulan Tercumanı Hakikat gazetesi içeriğinden de konu
açıkça anlaşılmıştır. Tiyatrolarda sergilenen oyunların halkın
ahlakı üzerinde maddi ve manevi etkileri ve bunların hangi
sebeplere dayanarak oynandığı geçmiş günlerde en şerefli yüce
hükümdarlık makamından yayınlanan çok isabetli görüşleri içeren
duyurudan da alıntıyla ve onların yüksek anlayışlarının
doğrulandığı üzere bir memlekette sergilenen eğlenceli oyunların
tertipleyicilerince hiç dikkate alınmadan hürriyet kelimesinin
bile bilinen ve yasal sınırlarını aşarak bir takım uygunsuz
oyunlar sergilenmekte olmasından hareketle, bundan böyle buna
benzer genel ahlak kurallarına aykırı ahlak bozucu oyunların
tamamen yasaklanmasına ve bunda olağanüstü dikkat ve özen
gösterilmesi istenmektedir. (CC Notu: Yukarıdaki paragraf SSHALXHO
Ragıp tarafından günümüz Türkçe’sine çevrilmiştir.)
Çerkes Özdenleri konusu sükunet bulacak yerde gün geçtikçe
şiddetlendiğinden müdahale kati oldu. ‘Tebaa-i devlet‘ arasına
nifak soktuğu için menolundu. Hatta o gece zarfında Osmanlı
Tiyatrosu yıktırıldı”.
Ahmet Mithat Efendi’nin kökeniyle ilgili de sık sık tartışmalar
olmuştur. Doğumunun 100. yılı olan 1944 yılında anısına bastırılan
“İdeal Gazeteci Efendi Babamız AHMET MİTHAT” adlı kitapta Hakkı
Tarık Us “Ahmet Mithat’ın Kronolojisi” adlı sunumunda şöyle
demektedir: “Kuzey Kafkasya’da Karadeniz’in doğu kıyısında
Anapa’da bir aile, Çerkeslerin Adige-Shapsugh kabilesi Havcir
kolundan Hüseyin adında bir zat aynı koldan nefise hanımla
evlidir. Yıl 1244-1828. Dört yaşında bir oğulları var: İbrahim.
Ruslar bu Müslüman Abaze yurduna çoktan göz koymuşlardır: Anapa
Kalesi 41 günlük bir muhasara ve muharebeden sonra düşman eline
düşüyor ve 14 Eylül 1829 Edirne Muahedesiyle Anapa’yı terk
ediyoruz. Hüseyin Bey savaşı bırakmayanlar safındadır; bu
sıralarda çocuklarını -Mevlana gibi- Horasan’dan çıkma ve
Konya’dan gelme bir Türk olduğu rivayet edilen Süleyman adındaki
kahyasına emanet ederek göçmenler kafilesine katılıyor. Kendisi ya
orada kalıp orada ya da ölmüştür. Nefise Hanım gebedir de…
Ağlayarak bin bir güçlükle Sinop’a oradan İstanbul’a geliyorlar.
Tophane’de Lüleciler caddesinde, Kumbaracılar yokuşundan çıkarken,
Hacı Mimi mahallesinin Örtme Altı sokağında bir eve yerleşiyorlar.
Nefise Hanım çocuğunu ilerde Sultan Abdülmecit’in ikinci
mabeyincilerinden Hilmi Efendi’ye eş ve Ahmet Mithat’ın
eserlerinde imzasını gördüğümüz Beyoğlu Belediye Dairesi Müdürü
Mehmet Cevdet’e anne olacak Fatma’yı burada doğuruyor.
Süleyman Ağa (sonraları Hacı Süleyman) evin alt katında
oturmaktadır ve onun hizmetindedir; varlıkları erimeye yüz
tutmuştur. Nefise Hanım bekar çamaşırları dikmekte, Süleyman Ağa
da bu gibi şeylerin satışıyla meşgul olmaktadır. Konu komşu Nefise
Hanım’ın onunla evlenmesini uygun buluyorlar. Yapılan nikaha
rağmen Süleyman’la beyinin hanımı bir müddet karı koca hayatı
kuramıyor. Nihayet bu yeni birleşmeden, tahminle, (1832) yılında
Halime Şerife adı verilmiş kızı, 1834’te de İsmet adlı oğlu
1840’da Hafize adındaki kız, 1844’te de kendi ifadesiyle annesinin
16. ve son mevludu olarak Ahmet ‘in doğumu” ( s. 229).
Aynı
kitaptaki “Ahmet Mithat Efendi’nin Hal Tercümesi” adlı sunumunda
Kazım Nami şöyle diyor: “ Ahmet Mithat Efendi’nin Süleyman Ağa
namında bir Çerkes’in oğlu olduğunu İstanbul’da dünyaya geldiğini
Ebu Ziya Tevfik Bey’den öğreniyoruz. Halbuki kendi pederinin
Çerkes değil halis Anadolulu Türk olup ancak üvey babası ve Hafız
Paşa’nın pederi Çerkes olduğunu ailesi bildiriyor. Hangi tarihte
doğmuştur? Validesi kimdir? Bu suallerin cevabını ne Ebu Ziya’nın
makalelerinde ne de Ali Muzaffer Bey’in “Teracim-i Ahval-i Meşahir”
inde bulabiliyoruz.” (s. 221).
Bütün bu reddiyeler ve tartışmalar arasında Ahmet Mithat
Efendi’nin oğlu Kamil Yazgıç tarafından kaleme alınan “Ahmet
Mithat Efendi’nin Hayatı Hatıraları” adlı kitapta babasının
kökeniyle ilgili şu sözlerine göz atalım:
“Ben, ön beş, on altı yaşındaydım. Bir gün babamla birlikte Mısır
Çarşısı’na gitmiştik. Ahmet Mithat viran bir aktar dükkanının
önünde durdu. Ben uzayan bu tevakkufa bir mana verememiştim. Babam
garip bir dikkat ve ısrarla önünde durduğumuz dükkana bakıyordu.
Ben
de bakışlarımı o viran dükkan ile babamın yüzü arasında
dolaştırıyor, orada sokağın orta yerinde duruşumuzun sebebini
kestirmeye çabalıyordum. Hele babamın ufak siyah gözlerinin
ıslandığını görünce duyduğum masum meraka, tuhaf bir de hayret
karışmıştı. Ahmet Mithat: “Ben, çocukluğumda şu gördüğün dükkanın
uşağı idim…” dedi.
Daima vakur bir heybet içinde görmeye alıştığım babamın bu
sözleri, benim hayretimi büsbütün artırmıştı... Ahmet Mithat ve
uşak… Küçük havsalam bu iki kelimeyi bir türlü bir arada
yaraştıramıyordu. Babamın çocukluğunu o gün o tevakkuftan biraz
sonra girip oturduğumuz bir kahvede kendi ağzından dinledim:
‘’Biliyorsun, senin deden, ninen, Kafkas muhacirlerindendir.
Onların İstanbul’a gelişinden bir müddet sonra, ben Lüleciler
sokağında küçük ahşap bir evin basık tavanlı odasında doğmuşum”
Dört, beş yaşımdaki hatıralarımı hayal, meyal, ondan sonrakileri
ise vuzuhla hatırlıyorum” (s. 4- 5).
Babamın bizlere bıraktığı en kıymetli miraslardan birisi de
kütüphanesidir: Çerkesce,Arapça, Fars ve Fransızca’yı kendi ana
dili gibi konuşan, okuyan ve yazan Ahmet Mithat, İngilizce,
İtalyanca, Bulgarca, Latince,ve Yunanca’yı da okur, anlar, fakat
sadece iyi konuşamazdı. Bunun içindir ki, onun kütüphanesi de
bütün bu dillerde yazılmış eserlerle doluydu. Birçok kütüphanelere
aboneydi ve her hafta ona dünyanın muhtelif yerlerinden kocaman
paketler halinde kitaplar, mecmualar, gazeteler gelirdi. O bu
kitapları bir çok yerlerini çizerek, dikkatle okur, sonra onları
numaralar, ve bir ev kadını itinası ile, kütüphanesinin raflarına
yerleştirirdi. Kitapları hayattaki en çok sevdiği şeyler
arasındaydı. İcap ettiği zaman herhangi bir mevzu etrafında
aradığı malumatı ihtiva eden kitabı şaşılacak bir sürat ve
kolaylıkla bulurdu” (s. 56).
Oğlu
Dr. Kamil Yazgıç’ın bu sözlerinden sonra, Ahmet Mithat Efendi’nin
ana dille yazmış olduğu bir esere elimizde olsaydı bu tartışmalara
kendisi çok etkili bir cevap vermiş olacaktı. Türkçe yazan
yazarlarımızın aynı zamanda anadille de eser vermiyor olması bu
gün de hala karşımızda bir sorun olarak dura gelmektedir. Ne yazı
ki yazarlarımız bu konuda hala ihmalkar davranmaktadırlar.
ÖMER
SEYFETTİN
Türk Edebiyatı’nda hikaye denilince akla gelen ilk isim de Ömer
Seyfettin’dir. HATKO adlı bir Adige ailesinden Binbaşı Ömer Şevki
Bey’in oğludur. 1884 yılında Gönen’de doğmuştur. İlköğrenimini
Gönen’’de yaptıktan sonra İstanbul Eyüp Baydar Rüştiyesi’nde,
Edirne Askeri İdadisi’nde öğrenim görmüş. Teğmen olarak İzmir’de,
Üsteğmen olarak Rumelin’de askeri görevlerde bulunduktan sonra
1910 Yılında ordudan ayrılmıştırır. 1912 Yanya Savunması’nda
Yunanlılara esir düşmüş, serbest bırakılınca İstanbul’a gelerek
Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlamıştır. 1920
Yılında ölene kadar bu okulda çalışmıştır.
Ömer
Seyfettin Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan fikir
akımlarından Türkçülük’ü benimsemiş ve bu doğrultuda yayın yapan
Türk Dünyası adlı dergide Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem ile
birlikte bu fikir akımının öncülüğünü yapmışlardır.
Kabataş Sultanisi’nde arkadaşı olan Farsça öğretmeni Hüseyin Sami
Bey yazarın babasından bahsederken şöyle diyor: “Ömer Şevki Efendi
ve benim babam birlikte Kuban’dan, Shapsugh bölgesinden 1864
yılında göçerek gelmişler, Ömer Şevki Efendi bir süre sonra orduya
girmiş, teğmenliğe yükseldiği sırada 93 Harbine katılmış…”
Ali
Canip yazılarında Ömer Seyfettin’in babasından söz ederken
Kafkasya’dan ya da Dağıstan’dan olduğunu söyler. Yine başka bir
kaynağa göre Ömer Şevki Bey’in babası karısı öldükten sonra Hac’ca
gitmek üzere Kafkasya’dan İstanbul’a gelmiş oğlu Ömer ile kızı
Fatma’yı Sultan Tepesi şeyhine emanet ederek Hac’ca gitmiş fakat
ölümü dolayısı ile geri dönememiştir. Küçük yaşta yetim kalan
çocukları şeyh büyütmüş ve önce Ömer Seyfettin’in halası Fatma
Hanımı oğlu ile evlendirmiştir. Ömer Seyfettin’in babası Ömer
Şevki Bey 17 yaşına geldiği zaman şeyhten ayrılmış, subay olmak
için bir birliğe katılmış ve asker olmuştur. Pek çok kaynaklar
buradan yola çıkarak Ömer Seyfettin’in babasının Kafkasya
Türklerinden ya da Dağıstanlı olduğunu söylerken bazıları da
Çerkes olduğunu iddia etmiştir. Ancak yazarın zaman zaman gündeme
gelen bu son iddiaya şiddetle karşı çıktığını görmekteyiz.
“Ömer Seyfettin Yaşamı Kişiliği Sanatı Dili Seçmeler” adlı
eserinde İ. Güven Kaya 1918 yılında yayımlanan Sebilülreşad adlı
derginin 15. sayısının 375. sayfasından da alıntı yaparak Ömer
Seyfettin’in kökeniyle ilgili şu bilgileri veriyor: “Savaşın son
yıllarına doğru, Ömer Seyfettin’e yönelik saldırılar daha değişik
boyutlar kazandı. 1919 yılının başında eleştiriler, dedikodu
düzeyini de aşarak kişiliğine yönelik saldırılara dönüştü.
Mütareke yıllarında hece şiirinin yerine yeniden aruz şiirinin
ağırlığını koymaya başlaması, aslında İttihat ve Terakki’nin
zayıflayıp Hürriyet ve İtilafçıların güçlenmesiyle ilgiliydi.
Çünkü Hürriyet ve İtilafçılar İslamcılarla birleşince daha da
güçlenmişlerdi. Üstelik Türk milliyetçiliğini savunanların aslında
Türk olmadıklarını söylüyorlardı. Sebilülreşad dergisi bu işin
lideri durumunda idi. Eşref Edip, bir yazısında açıktan açığa Ziya
Gökalp ve Ömer Seyfettin’i hedef alarak şöyle diyordu: “(…) Her
biri ayrı kavmiyetlere mensup oldukları halde Gökalp Bey’in
etrafına toplanan Türkçülerden Çerkes Ömer Seyfettin Bey 20
Teşrinevvel tarihli akşam gazetesinde neşrettiği bir makalede
Türkçülerin siyasi mefkurelerini hulasa ediyor…” (89) dedikten
sonra ağır suçlamalar ve aşağılamalarda bulunuyordu. Ömer
Seyfettin çeşitli şekillerdeki cevaplarında Çerkes olmadığını
ispatlamaya çalışıyor ama pek etkili olamıyordu.
Bu
sıralarda yalnız Yeni Mecmua’da değil çeşitli dergilerde de
öykülerinin yayımlanması, Sebilürreşat’ın yanı sıra başka
dergilerde de kişiliğine yönelik eleştirilerin ortaya çıkmasına
neden oluyordu. Nitekim Şair Dergisi’nde:
“Ömer Seyfettin baş sermayeleri
Kabak tadı verdi hikayeleri…”
denilerek öyküleri ile alay edilmeye başlanmıştı. Tüm bu
eleştirilerle yergiler Ömer Seyfettin’in zevkle okunan öykülerinin
yavaş yavaş ilgi görmemesine neden olmaya başlamıştı.” (91)
Ömer
Seyfettin, Servet-i Fünun Edebiyatı’nın zor anlaşılan
Osmanlıca’sının yerine halkın konuştuğu dilden yazmanın
gerekliliğini savunuyordu. Bu savunmayı Genç Kalemler Dergisi’nin
ilk sayısında milli edebiyat akımının kuruluş manifestosu
sayılacak olan Yeni Lisan adlı yazısıyla yaptı. Ziya Gökalp ve Ali
Canip Yöntem ile birlikte milli edebiyat akımının öncüleri
arasında yer aldı. Eserlerinde çocukluk anılarından,
gözlemlerinden, tarihten ve bir takım menkıbelerden faydalandı.
140 kadar hikaye yazmıştır. Bu eserler 1917- 1918 yılları arasında
Yeni Mecmua 1918- 1919 yılları arasında şair, 1918-1920 yılları
arasında Vakit, Türk Dünyası, Akşam Dergisi, ve gazetelerinde
yayımlandı. Öyküleri Efruz Bey, Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek
Ökçeler, Kurumuş Ağaçlar, Yalnız Efe, Falaka, Aş Dalgası, Beyaz
Lale, Gizli Mabet… Ömer Seyfettin’in şiirleri ölümünden sonra
derlenerek bir kitap halinde yayımlanmıştır.
Ömer
Seyfettin’in Güneş adlı şu şiirinde onun Türkçü fikirlerini açık
bir şekilde görmek mümkündür.
GÜNEŞ
Aydınlıksız nihayetsiz bir gece…
Turan dalmış bir granit uykuya
Düşman sarmış her tarafı gizlice
Hep çöl olmuş mamureler… Dağ, kaya
Orman ırmak… Bütün varlık bir hiçe
Dönmüş! Ölüm kanat salmış itaya
Eski
Hanlar, hakanlıklar batarak,
Bozkurt esir düşmüş Beyaz Ayı’ya,
Tanışmıyor Uygur, Tatar, Sart, Kazak.
Türk
milleti karanlıkta şaşırmış.
Afyon yutmuş, uçuruma yatarak,
Silahını mağlupları aşırmış.
Bu
karanlık böyle sürmez… Bir sabah
Güneş doğar aydınlanır ortalık
Uyanınca Turan çekmez artık ah…
Şimdi bilebile çocuğumuz uyanık
Gün
doğarsa birbirini unutan
Bu
kardeşler kalır mı hiç dağınık?
Birleşirler, öç alırlar… Hepimiz
Kurtuluruz bu kabuslu uykudan
Ey
güneş doğ, ey güneş doğ da biz
Uyanalım şu granit uykudan!
Ömer
Seyfettin
AHMET MİTHAT EFENDİ ve ÖMER SEYFETTİN’İ KİMLİK – KİŞİLİK
KAVRAMLARI AÇISINDAN KARŞILAŞTIRMA
Bu
karşılaştırmayı yapmadan önce kimlik ve kişilik kavramlarının ne
anlama geldiğini kısaca açıklamaya çalışayım: Kimlik, bir kişinin
mensubiyeti, içinden geldiği kültürü, etnik aidiyeti veya
milliyetidir. Dil kimliğin en önemli unsurudur.
Kişilik ise bir insanın nev-i şahsına münhasır özellikleridir.
Ahlaka dair kişilik: Dürüst, tutarlı, sözde durma, ahde vefadır.
Yunus’un deyişiyle kişilik: “İlim bilmektir, kendin bilmektir”.
Mevlana’nın deyişiyle kişilik: “Hataları öretmekte gece gibi
olmaktır”, “marifetleri göstermede güneş gibi olmaktır”, “ya
olduğun gibi görünmek, ya da göründüğün gibi olmaktır”.
İnsan sevgisine dair kişilik; “o nice insanlar ki; üzerinde elbise
olmayan” ve “o nice elbiseler ki; içinde insan olmayan”ları
görmektir.
Ahlaka mugayir kişilik: ”Kendini bilmez okumuş”, yalancı,
düzenbaz, entrikacı, arsız, hırsız, yobaz, müfteri, olmaktır.
Cesarete dair kişilik: Korkusuz, atak, cesur, inatçı, doğru
bildiğinden geri adım atmayan, haklı olduğu savaştan kaçmayan,
arkadaşını yarı yolda bırakmayandır. Atalarımızın deyişiyle
cesarete dair kişilik;” psem yipe nape”dir (yüz akı (onur) candan
öte).
Cesarete mugayir kişilik: Korkak, pasif, ezik, sinik, silik,
çıkarı için kraldan çok kralcı, en önemlisi de aslına münkir
olmaktır.
Dahası da vardır. Kişilik kısaca budur.
Kendi gerçeğini inkar eden (aslına münkir) Ömer Seyfettin,
kimlik-kişilik ilişkisi çerçevesinde tutarsız, inkarcı, kraldan
çok kralcıdır. Mensup olduğu Çerkes toplumunun sorunlarına sahip
çıkmak, kaygılarını paylaşmak yerine; kaleme aldığı bir yazısında;
“ben Çerkes değilim” demek suretiyle kimlik-kişilik ilişkisi
açısından bulunduğu noktayı ayan ve beyan etmiştir.
Bunun üzerine çalışmış olduğu gazeteye, hemşeri ve tanıyanları
tarafından tepki yazıları postalanmış, bu mektuplar çalışmış
olduğu gazetede aynen yayımlanmıştır. Bu mektuplarla ilgili
Beyazıt’taki ve Vefa’daki kütüphanelerde yapmış olduğum taramalar
bir netice vermemiştir. Ancak bu kütüphanelerde Ömer Seyfettin’in
de yazmış olduğu Genç Kalemler Dergisinin birçok sayısına
ulaşamadığımı, kütüphanelerde çalışan görevlilerin fazla
yıpranmış olduğu için bu sayıların okurlara verilemediğini
gerekçe gösterdiklerini de belirtmek isterim. Bu nedenle bu
mektuplardan birinin tercümesini burada göstermek ne yazık ki
mümkün olmadı.
Ahmet Mithat Efendi ise tam aksine bilgisini ve emeğini Çerkes
milletinden esirgemeden, Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin
çalışmalarına aktif olarak katılırken bir yandan da Çerkeslerle
ilgili Kafkas romanını ve Çerkes Özdenleri adlı çok önemli
tiyatro oyununu kaleme almıştır.
Bununla birlikte Ahmet Mithat Efendi birçok eserinde Çerkes
karakterlerini romanlarında işlemiş ve bu karakterlerin hep
çalışkan, dürüst, cesur, güvenilir, ahde vefalı, iyi ahlaklı ve
kişiliği ile çevresindeki insanları etkileyen,toplumda saygı ve
sevgi gören karakterler olmalarına özen göstermiştir.
Çerkes kimliğine sahip çıkarak Ömer Seyfettin’le alamet-i
farikasını ortaya koymuştur.
DİĞER YAZARLAR ve ESERLERİ
Abdullah Zühtü, Eserleri:
Güller ve Dikenler, Rehgüzar-ı Matbuatta ( Matbabadan Geçen Yolda
), Şikeste Beste (Kırık Beste ), Sara, Kadın Hisleri, Muharririn
Zevcesi, Bahr-ı Müncemid-i Şimalide, Madmazel Yüz Milyon.
KOZBA Hasan Amca, Eserleri:
Nizamiye Kapısı, Doğmayan Hürriyet, Yarıda Kalan İhtilal.
ARIDBA Asan Arıt, Eserleri:
“İşlerde Bozukluk Var” adlı radyo oyunu ile 1966 TRT Sanat
Ödülleri Yarışması’nda birincilik. “Beberuhiler” adlı oyun ile
mansiyon, “Kuş” adlı oyun ile TRT 1970 sanat ödülleri ve TV Çocuk
oyunu başarı ödülü, Diğer eserleri Siyamlı İkizler, Sapıklar, Bal
Sineği, Aya Bir Yolcu, Uçamayan Kuşlar Tutulur, Güneşi
Parlatanların Gölgesinde.
ARIDBA Fikret Arıt, Aserleri:
TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışması’nda radyo ve tv. Çocuk
dallarında iki ödül, Özgürlüğe Doğru adlı eseriyle 1984 Sıtkı Dost
Çocuk edebiyat ikincilik ödülü.
Romanları: Manlisa, Güzel Yuana, Maziden Gelen Sesler, Bu Hayatı
Yaşamak Lazım, Muhtar, Kader Böyle İmiş, Hep Bu Topraklar İçin.
Çocuk Romanları: Küçük Fedailer, Garip, Transfer Ahmet, Tutsak
Doğanlar, Uçan Kleopatra,
Aysel Alpsal, Eserleri:
Alaca Karanlıkta adlı bir romanı ve Sıkıntı adlı bir hikaye kitabı
vardır.
E
Şevket Avaroğlu Eserleri:
Nevres Baba ve Aşkın Ölümü adlı iki romanı ile Köse Fuat ve
olamyan Şeyler adlı iki hikaye kitabı vardır. Bir de ,
Şeriatçasına adlı tiyetro oyunu mevcuttur.
Kemal Bilbaşar Eserleri:
Romanları; Deniz Çağrısı, Ay Tutulduğu Gece, Cemo, Memo, Yeşil
Gölge, Yonca Kız ( çocuk romanı), Başka Olur Ağaların Düğünü,
Kölelik Dönemeci, Bedoş, Zühre Nine,
Hikayeleri: Anadolu’dan Hikayeler, Cevizli Bahçe, Pazarlık, Pembe
Kurt, Üç Boyutlu Hikayeler, Irgatların Öfkesi.
Ratip Tahir Burak, Eserleri:
Şanlı Plevne, Koca Yusuf, Cem Sultan, Saray Kadınları, Lale Devri,
Bir Yemin Uğruna, Sihirli Kaftan, Cinci Hoca, Bize Barboroslu
Derler, Kırk Şehitler Kalesi ( resimli roman ), Karikatür Albümü,
Hapishane Hatıraları…
CARIM Nimet Arzık, Eserleri:
İblisi Çiçeği, Ölü Şerif Arzıktan Mektuplar ( taşlama ), Kulun
Elinde Kul, AP’nin Romanı, Oy Ver Bana Altındağ, Patçiçek, Siyam
Kralına Mayonu Taşıtma ( tiyatro ), Ak Altının Ağası ( Hacı Ömer
Sabancı’nın hayatı ), Osmanlı Sarayında Yabancı Kadın Sultanlar.
Nihat Eruz, Eserleri:
Çuvalın Yanındaki Adam, Yumma, Gül Hırsızı, İnsanca, Bamteli.
Ergin Günçe, Eserleri:
Genç Ölmek, Türkiye Kadar Bir Çiçek ( şiir ),
Kandemir Konduk, Eserleri:
Tiyatro: Yüzsüz Zühtü, Dök İçini Rahatla, Deli Deli Tepeli,
İnsanlığın Lüzumu Yok, Yasaklar, Şuna Buna Dokunduk.
Atiye Keskin Kubanlı, Eserleri:
Romanları: Kader Köprüsü, Cezayir Mektupları, Şeytanlı Değirmen,
Karıncanın Öğütleri ( piyes ).
DİŞNOY Ayla Kutlu, Eserleri:
Romanları: Göçmen Bir Kuştu O ( 1986 Madaralı Roman Ödülü ), Hoşça
Kal Umut ( 1987 Rüştü Koray Roman Ödülü ), Sen de Gitme
Triyandafilis ( 1991 Sait Faik Hikaye Ödülü ), Merhaba Sevgi (
çocuk romanı ), Kaçış, Islak Güneş, Cadı Ağacı, Tutsaklar, Hüsn-ü
Yusuf Güzellemesi, Kadın Destanı.
DİŞNOY Tarık Cemal Kutlu, Eserler:
Tozlu Köy Yolu, Memede Götür Ağa ( Son Havadis Gazetesi Üçüncülük
Ödülü ), İmam Mansur, Umar Ela’nın Hünerleri, Taymi Bibolat, Üç
Kardeş, Dili Edebiyatı ve Tarihiyle Çerkesler ( kolektif eserin
Çeçenler ile ilgili bölümü 1993).
Mahmut Sadık, Eserleri:
Romanlar: Rüşvet, Sevda, Kalb-i Şeyda, Tekamül, Makaleler,
Takvimden Yapraklar.
Çetin Öner, Eserleri:
1981, Radyo Televizyon Muhabirleri Yılın Televizyon Yıldızı Ödülü,
1982 Çağdaş Gazeteciler Derneği Yılın Yayıncısı Ödülü, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Film Dalında Başarı Ödülü, Gulibik adlı çocuk
romanı ile Berlin Festivalinde En İyi Çocuk Filmi Ödülü, ABD,
İspanya, Yugoslavya’da benzer ödüller.
Zübeydet Şhaplı, Eserleri:
Kafkas Aşkı (1944), Abrek ( aynı kısa romanın yeni baskısıdır.
İstanbul 1977), Dört Kafkas Hikayesi ( bu kitapta yazarın “
L’sclave: Köle adlı hikayesinin Türkçe çevirisi bulunmaktadır (
Ankara 1971 ).
Aytunç Altındal, Eserleri:
Şiirleri: Partizan, Dinmeyen, Anılan, İhanet Şiirleri, Otellerde.
Osman Numan Baranus, Eserleri:
Şiir Kitapları: Toygan, Sevmek, Egemen, Ağrılar Toprağı,
Tuzhurmatu, günberi, Külünk, Apansız Panayır, Alaza Kesen Yürek,
,Zor Yol, Gebe Gece, Dinago Triosu, Huahualar, Utkulu Kulvar,
Haykular ve Beyitler, Bergamut, Geriye Saymak, Yıkanık Irıplar,
Kıyıda Horata, Günadın Soyundan, Tanatımmı, Sın Adlı Ulu Yaya,
İnceleme ve Deneme Sohpetleri: Zihni Hazinedaroğlu, Ana Damar,
Okulsuzculuk…
Hikmet Erhan Bener, Eserleri:
Romanları: Acemiler, Gordium, Loş Ayna, Ara Kapı ( 1962 Türk-
Fransız Kültür Derneği Roman Ödülü ), Baharla Gelen, Yalnızlık,
Bir Büyük Bürokratın Romanı, Sisli Yaz, Ortadakiler, Tekilleşme,
Anafor, Elifin Öyküsü, Böcek, Ölü Bir Deniz.
Hikayeleri: Aşk-ı Muhabbet Sevda ( 1992 Yunus Nadi Öykü Ödülü,
Haldun Taner Öykü Ödülü ), Gece Gelen Ölüm, Hızır Doktor ( 1979
Muhsin Ertuğrul Ödülü.
Vüsat O. Bener, Eserleri:
Ihlamur Ağacı (1963 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü ), İpin Ucu (
1980 Abdi İpekçi Ödülü ), Siyah Beyaz ( Sedat Simavi Edebiyat
Ödülü ve Yunus Nadi Öykü Ödülü ).
Romanları: Bozuk Çağın Virüsü, Bay Muannit Sahtegi’nin Notları.
Hikayeler: Dost, Yaşamasız, Siyah Beyaz.
KAYNAKÇA
1) İdeal Gazeteci Efendi Babamız Ahmet Mithat (Doğumunun
100. Yılı anısına )
2) Ahmet Mithat Efendi’nin Hayatı Hatıraları (Oğlu Dr.
Kamil Yazgıç).
3) Ömer Seyfettin’in Yaşamı Kişiliği Sanatı Dili Seçmeler
(İ. Güve Kaya).
4) Kafkas Diasporası’nda Edebiyatçılar Yazarlar Sözlüğü
(Sefer Berzeg) |