İshak Meşbaş,
ünlü bir şair ve yazardır. Aldığı, ama hak ederek aldığı ödül
sayısı da az değildir. Sağlık ve esenlik içinde çalışmalarını
sürdürmesi ana dileğim. Yazar ya da eleştirmen değilim. Bu
bakımdan onun yapıtlarını değerlendirecek konumda değilim.
Ancak
benim her şeyden üstün tuttuğum diasporanın anayurt toprağına
kavuşma özlemim bağlamında, Meşbaş’ın bazı şiirlerinin bende
yaratmış olduğu anı ve izlenimlere değinmeden de yapamıyorum.
Meşbaş
adıyla ilk kez 1967 yılında karşılaştım. O yıl liseyi bitirmiş,
tıp fakültesi giriş sınavı için Ankara’ya gitmiştim. Orada
köyümüzden öğrenci ağabeylerimizin kaldığı bir yere konuk
olmuştum. Yaşça benden biraz daha büyük olan bu gençler
Türkiye’nin başka yerlerinden gelmiş bir iki öğrenciyi de
yanlarına alıp bir apartman katını kiralamışlardı. Bu kat yeni
gelen gençlere devredilerek sekiz yıl süresince kiramızda
kalmıştı. Burası sadece Türkiyeli Adigelerin değil, ulusal soruna
duyarlı her ülkeden gelmiş Adigelerin de uğrağı olmuştu. Bu yer,
anayurt dahil, birçok ülkeden gelme Adige/Çerkeslere de ev
sahipliği yapmıştı. 1970’li yıllardaki ulusal uyanışın ve anayurt
özleminin gelişmesinde bu yuvanın da önemli bir payı olmalıdır.
Bu
yerdeki ilk gecemde köyümüzden Kemal Çetav, elime yeşil
kaplı bir kitapçık tutuşturmuştu. Sefer Berzeg’in bir
derlemesi olan kitapçığın adı “Хэгъэгу гупшыс/Vatan Düşüncesi”
idi. Gördüğüm Adigece yayınlardan farkı, Şaban Kube’nin
Latin alfabesiyle yazılmış olmasıydı. Birkaç ünlü ozanımızın
şiirlerine yer veren kitapçık, Sefer Berzeg’in bir şiiriyle
başlıyordu:
Хэгъэгу гупшыс/Anayurt Özlemi
Kınamayın beni böyle yakınıyorum diye.
Adige halkının geleceği dışında bir kaygı yok
içimde.
Ben Kafkasya’nın acılı günlerinin bir çocuğuyum,
Yok oluyor ulusum, işte bunu katlanamıyorum.
Adigelik uğruna canla başla çalışmak ana görevim.
Ömrüm bu yolda sonlanacaksa şimdiden ölmeye
hazırım.
Adigelerin başına gelen yıkım yakıyor içimi,
Bakıyor, bakınıyorum, bulamıyorum bir umar, bir
çıkar yol.
Adigelerin el ele uğraş vermeleri tek özlemim.
Toplanıp yeniden anayurdumuzda bir araya gelmemiz
tek özlemim,
Ölürüm bu yolda korkusuzca yazılmış ise alın yazım,
Adigelik uğruna canla başla çalışmak ana görevim.
Git kardeşlerin arasındaki yerini al,
Halkın için çalış,
Ter dökmeden ne elde edebilirsin ki,
El kapısında hizmetkarlık yakışmamalı sana.
Anayurt
dışına düşmüş Adige/Çerkeslerin ulusal özlemlerini yansıtan
Seyın Tıme’nin “Yakarış” (Тхьаусыхэ) şiirinin yer
aldığı kitapçıkta, İshak Meşbaş’ın şarkılaşmış bir şiiri de
bulunuyordu. Şarkıyı yıllarca dinledim, yine zevkle dinliyorum.
Hele o zamanki benim yaşımda ve üstelik de Çerkes olup şarkıdan
etkilenmemek olacak şey miydi? Kişinin yüreğine yerleşen bu
şarkıyı sessizce ya da haykırarak söyleyecek durumlarla
karşılaşmamak olacak şey miydi?
Ne yapardım bilemiyorum sen benim olmasaydın,
Sensin sevdiğim, sensin dünyam benim.
Ne yapardım bilemiyorum sen benim olmasaydın,
Sensin sevdiğim, sensin dünyam benim.
İshak
Meşbaş’ın yaratıcı yeteneği ile ikinci kez 1971’de karşılaştım.
Toprağı bol olsun Tsuşha İzzet Aydemir, bana ilk kez bir
Adige alfabesi verdi ve Meşbaş’ın bir şiirini özgün metninden
okumamı sağladı. O sıralar “Kafkasya Kültürel Dergi”yi
yayınlıyordu Aydemir. Ona destek çıkan birkaç genç içinde ben de
vardım. Büyüğümüz Mefevıd Mevlüt Kazbek’in (Мэфэуд
Къазбэк)
Meşbaş’tan çevirdiği “Xıvaye/Deniz Dalgası” adlı uzun
şiirinin, özgün metnini görmeden, özgün adını ve yazarını
bilmeden, metnin Türkçe düzeltmelerini yapmıştım. Mevlüt ağabey,
ünlü şarkıcımız Mefevıd Hayri’nin babasıdır. Mevlüt, bu
uzun şiiri “Bulutlar Çöküyor” başlığı altında ve düzyazı
biçiminde çevirmişti. O sıralar “Deniz Dalgası” uzun
şiirinin Adigecesi ile henüz tanışmamıştım. Kafkasya’ya
yerleştikten sonra “Deniz Dalgası”nı özgün biçimiyle de okuma
olanağım oldu.
Peki
hangi durumda şiir okuyucusunu en çok etkiliyor ve ona zevk
veriyor? Bana göre, yazarla okuyucunun bakış açıları çakıştığında,
uyuştuğunda, işte bu bir
sevinç pınarı
oluyor...
Seni kaygılandıran,
seni darmadağın eden sorunların çözüm yolları gösterildiğinde
asıl mutluluğu yaşıyorsun. . . Farkında olmadığın duyguları sana
yaşattığında da sevince boğuluyorsun.
“Bulutlar Çöküyor”
başlığıyla Türkçe'ye
çevrilen “Deniz Dalgası”nı okuduğumda, Şamset
tiplemesinin beni sarsmış, sarmalamış olduğunu, çok etkilendiğimi
ama bunu açıklamakta zorlandığımı anımsıyorum. Etkilenmez olur
muydum hiç, ulusal duyarlığı oluşmuş gençlerden biriydim çünkü.
Bir ulus, bir Çerkes toplumu olarak ayakta kalmayı savunuyordum,
oysa yaşadığımız ülkede bize bir etnik kimlik bile çok görülmüş,
yadsınmıştık, bunun
bilincindeydim.
Anadilimiz okullardan dışlanmıştı, radyolar Çerkesçe’ye
yasaklıydı. Türkiye’deki Adige/Çerkes sayısının Kafkasya’dakinden
dört kat daha fazla olduğunu söylüyorduk. Ama anayurdu ayakta
tutan azıcık sayıdaki soydaşımızın sahip olduğu hak ve
olanaklardan bütünüyle yoksunduk.
Bu
nedenle,
“Bulutlar Çöküyor”u
okudukça, içimde bir sızı ve bir anayurt özlemi oluşmuş, yer
etmişti. İçimde farklı yeni duygular oluşmaya başlamıştı: “Vay,
canına yandığım, keşke Şamset gibilerine kulak verilse de çoğunluk
yurdunda kalsaydı. Biz de anayurtta doğmuş olsaydık. . .
Anadilimizle gazete okur, şarkılarımızı dinleme olanağımız olurdu.
. . Atalarımızın yurtlarından sürüldüklerini ve binbir zorlukla
karşılaşmış olduklarını bilmeyen biri değildim. Yine de “Keşke
Şamset’i dinleselerdi” demekten de geri kalamıyordum.
Birçok ülkeye
savrulmuş olmamızın sorumluları dedelerimiz olabilir miydi?
Hayır, bunu
söyleyemeyeceğim. Tanrı kimseyi öyle zor ve umarsız bir duruma
düşürmesin.
Zora düşen bir insan
için çıkış yolu
bulmak kolay bir şey midir?
Evet,
özgün adını bile
bilmeden “Deniz Dalgası”nı çok, sık sık okudum. Çeviri metninin
son birkaç sözcüğünü, anayurda ulaşmayı ve orada yeniden doğmayı
umarak/özleyerek, son sözcüklerini iri harflerle yayınlatmayı
başarmıştım:
ONUN
ULUSUNU ISITACAK OLAN GÜNEŞ NE ZAMAN DOĞACAK? DÜNYAYI DEĞİŞİK
RENKTE ÇİÇEKLERLE BEZEYECEK VE YEŞİL ÇİMENLERLE YENİLEYECEK OLAN
BAHARIMIZ NE ZAMAN GELECEK?
Bugün de
“Deniz Dalgası”nı okuyorum, her okudukça da
yeni düşünce
ufuklarına doğru kulaç atıyor gibi oluyorum.
Böylesine beni sarsan ve sarmalayan düşünceleri 1956 yılında,
anayurtta dile getirmek, yürek gerektirirdi, Meşbaş'ınki
gerçekten bir cesaret işiydi. Bense o sıralar henüz sekiz
yaşındaydım:
-Şamset’in-
Gece yarısı
karanlığında uyukladığı bir sırada,
Pür
telaş içinde eve dönmüştü Kazbek.
Lafını geveliyor, ağzından değişik sözcükler dökülüyor,
“Türkiye’ye gidiyorum!. . ”-diye mırıldanıyordu kendi kendine. -
Rusya
toprağı kime yar olur ki bundan sonra!. .
Çar’ın/Rus’un bize çektirdikleri yetti artık!
Babam
gavur süngüsüyle can verdi,
Kardeşim de gavur mermisiyle toprak oldu.
Müslüman toprağını bir göreyim,
İyi
bir yer bulurum orada her nasılsa,
Ben
de bir Müslümanım sonunda,
Tek
bir kazma bulsam bile yeter orada bana...”
Şamset
Türkiye’ye göç edenlerle birlikte yola koyulmayı kafasına koyan
kocasına şöyle seslenir:
-Kazbek, böyle yanlış yapma,
Yaşamını anlamsız kılma.
Nasıl
dökülebiliyor böylesine sözler ağzından?
Ülkeni nasıl değiştirebiliyorsun el toprağıyla?
Doğduğun ve içinde büyüdüğün
Bu
saz damlı baba evin bile gitme diyor sana,
İlk
adımlarını attığın evininin
Toprak döşemesi bile dön diye sesleniyor sana.
Çocukluğunda tırmandığın bahçendeki bu ağaçları
Bırakıp nereye gideceksin
ki böyle?
Bunları yaban ellere nasıl
bırakır,
Ayak
altı olmalarına göz mü yumarsın?
Kazbek,
bir baksana, sen de görüyor musun!
Mezar taşları
sallanıyorlar mı ne?
Yanılıyor
muyum, öyle mi görüyorum yoksa ben?
Kazbek,
çok yanlış yapıyorsun!. .
Şair sadece bu
duyguları sunmakla kalmıyor “Deniz Dalgası” şiirinde.
Düzgün/demokrat bir Rus’un ulusumuza karşı işlenmiş olan bu
insanlık suçunu, bu zulmü algılayabileceğini, onun da bizim
adımıza üzülebileceğini ve kendi imparatorunu/çarını
kınayabileceğini olası görüyor:
Göğe tırmanan
yüksek dağ doruklarının ardından
Yolunu şaşırmış
biri gibi ay yavaş yavaş görünmeye başlıyor.
Kaygılar içinde
iki atlı köye geliyor:
-Adige mi onlar, diye soracak olursan eğer,
Bizi
düşman eden şeyin nedenini anlıyorum, -
Bindikleri eğerlerinden indirmeye başladığımızda,
Kendilerini uzakta tutuyor, -sizden değiller onlar diyorlar.
Onların düşünce ve duyguları uzaklara
Rus
kırlarına doğru yayılıyor.
Zalim
çarı iç içe kınıyor,
Tutuşuyor, yürekleri yanmaya başlıyor.
-Nereye gideceksiniz ki? Ölüm yoluna
Koyulduğunuzun farkında mısınız siz?
Adige
toprağı insansız, öksüz toprağa dönüşüyor,
Nasıl
da kıyıp terk ediyorsunuz bu canım toprakları?
Ruslar
arasında böylesine ahlaklı, dürüst ve demokrat kişiler
bulunmasaydı, bugünkü kazanımlarımız gerçekleşir miydi hiç,
Kosava’da yaşayan soydaşlarımızı Rusya Federasyonu güvencesi
altında anayurda getirilebilirler miydi hiç?
Meşbaş
“Deniz Dalgası” yapıtında dönemin bize getirdiği yıkımı,
atalarımızın katledilişini anlatıyor, oluşan yeni yaşamın ise,
bizleri dost/kardeş yapabildiğini de dile getiriyor:
Dedesini düşman gördüğünüz Rus genci
İle
birlikte bugün dağları görmeye gitmiştim.
Gezerken yan yana, birbirine çok sokulmuş
İki
mezarla karşılaştık.
Rus’un
ve şeriatın
kurşunlarıyla
Kazılmış bu iki mezara uzunca bir
süre bakıp
durduk...
Şimdiki yeni yaşam
(*) ikimizi de
Bir
araya getirdi tek bir anadan doğmuş iki kardeş gibi.
Şamset
ile Kazbek’in oğlan çocuklarının geleceğine ilişkin
kaygıları. . . Günün birinde anayurda kavuşma, orada yenide
yaşama, oraya dönme özlemleri içimde beliriyor aşağıdaki parçayı
okuduğumda. Bugün dünyaya gözünü açan her bir Adige/Çerkes
bebeğini o güzel sözlerle, o şarkı ile büyütebilmenin, bu konuda
titremenin, zamanı gelmiştir diyemez mi?
Bireyi olduğun ulusu ısıtan
Hangi
güneş doğacak senin üzerinde?
Bahar
mevsiminin gelişiyle yeryüzünün süslenişi gibi
Ne
zaman Adige toprağı da yeniden bezenecek/donanacak?
Meşbaş’ı
ilk kez 1978 yılında gördüm. Kabardey-Balkarya’nın çağrılısı
olarak, Türkiye’deki dernekleri temsilen dört kişilik bir grup
halinde Kafkasya’ya gitmiştik. Nihat Bedanıko, İsmel Özdemir
Özbay, Fahri Huvaj ve ben. Nihat dışındaki bizler ilk kez ata
toprağına ayak basıyorduk. O sıralar Türkiye’de ulusal sorunun bir
yükseliş dönemi yaşanıyordu. “Bir ulus olarak ayakta kalmak
istiyorsak, Kafkasya’ya dönmeliyiz” diyenlerle, ulusal duyarlığı
olmayanlar, Çerkesleri ve kendilerini Türk sayıyor olanlar
dışında, bir de kendilerini sosyalist ve komünist
olarak adlandıranlar da bize karşıydılar. Türkiye’de gerçekleşecek
olan bir devrimin her halk için olduğu gibi, biz Çerkesler için
de özgürlük getireceğini, bu nedenle bir etnik varlık olarak
Türkiye’de de ayakta kalabileceğimizi, bu nedenle anayurda
dönmenin zorunlu/şart olmadığını söylüyorlardı. “Peki, dili
yaşatmamız gerekmez mi? ” dediğimizde de, “Enternasyonalizme
yönelmedik mi, tek bir dilde buluşmayacak mıyız sonunda? ”
diyorlardı bize. Uluslar olmadan enternasyonalizmin de
olamayacağını kavratamıyorduk ya da kavramak istemiyorlardı bu
gençler (**).
Nalçik’ten gelecek bir yazar grubunu karşılamaya giderken, bir
patika yolda karşılaşmıştık Meşbaş ile. Selamlaştıktan sonra
Türkiye’deki Çerkes sosyalistlerin sözlerini aktardığımda, “Halt
etmişler. En azından ben yaşadığım sürece Adige dili de yaşayacak”
demişti bana. Dönüşü destekleyen güçlü bir dayanak olarak bu
sözleri Türkiye’deki söyleşilerimizde sık sık aktarmıştık. Sadece
bunu değil, bir ulus olarak ayakta kalmayı amaçlayan, anayurda
dönüşü zorunlu gören dış ülkeler Çerkesleri olarak, Meşbaş’ın bu
sözlerinden esinlemiş ve çok da yararlanmıştık. Anayurda dönmeden
de Adige olarak yaşanabileceğini düşünen, diasporadaki yaşamın
anayurda oranla daha üst düzey bir yaşam olduğunu söyleyen ve daha
fazla ayakta kalınabileceğini iddia edenler de az değildi. Sözünü
ettiğimiz bu görüşlerin karşısına,
“Yamçı”
dergisinde Meşbaş’ın “Dinleyin” (ШъукъэдаIу)
şiirini çıkarıp yayınlamıştık. Bugün bile bilgili, anayurdunu
seven, ama diasporadaki yaşamı daha kaliteli gören insan sayısı
hiç de az değildir. Böylelerinin karşısına çıkarıyorum “Dinleyin”
şiirini:
Dinleyin
Mutlu
olduğunuz yolunda ne denli çok mesaj yollasanız bile,
Yabancı/göçmen diyor ve bu adı layık görüyorlar sonunda size.
Hangi
yöne gitseniz usulca,
Yaban
toprağının ayaklarınızın altında soğuk soğuk gıcırdadığını
duyuyorsunuz.
Kuru
dalların ağaçlardan kopup düşmesi gibi,
Sizler de bizden kopmuş ve dört bir yana savrulup kalmışsınız.
Yabancı diyarlarda içiniz yanarak,
Enerjinizi tüketip duruyorsunuz sadece.
Dış bir
ülkede doğmuş olmak kişinin kusuru olamaz, ancak yaşadığı yeri
sahiplenen ve anayurduna dönmemek için bahaneler uyduran ve zor
durumlara düşmedikçe anayurdunu anımsamayan kişiler de çoktur,
böylelerine yönelik olarak da Meşbaş’ın şu sözlerini sunuyorum:
Kendi
öz toprağından
Daha
değerli bir hazine, bir yiğitler barınağı bulunabilir mi?
Bir
anayurt bakışın, oraya yönelik bir hedefin olursa
Toprak da seni
soğuk karşılamaz.
Kolunu ve
dirseğini kemirerek
Kimlik
değiştiren çok kişi de gördüm ben,
Birinin bir
dalı oldun mu
Erişebileceğin
şey de sadece bir kuru ağaç olabilir.
“Ata Toprağına
Dönün”
(Шъукъеблэгъэжь) dediğimizde diasporada kendisini aşağılanmış gibi
görenler de az sayılmazlar. Dönenler içinde bile geldiği ülkeye
özlem duyanlar çıkabiliyor. Meşbaş böylelerini de şiirinden
dışlamıyor:
...Gecesi
karanlık, gündüzü bulanık, sis içinde
Dersem doğru
olmaz, yalan söylemiş olurum.
Ama bilemiyorum
dönüşüme uğramış, yozlaşmış halde
El toprağında
yaşamanın ne demek olduğunu...
Meşbaş’ın
“Selam Aleyküm” şiirini (***) Türkiye’de olduğumda ve
anayurda döndüğümde çok okumuşluğum vardır. Bu şiiri okurken ya da
dinlerken Adige dilinin güzelliğini ve tatlılığını anlıyorsun. Bir
zamanlar atalarımızın egemen toprakları olan anayurtta yeniden bir
ulus olarak dirilme duygusunun bu şiirde içselleştirildiğini
algılıyoruz.
Сэлам
алейкум/ Selam Aleyküm
Sevinç gözyaşları bir çiğ gibi süzülerek
Dökülüyor gözlerden, dökülüyor gözlerden.
Bir
zamanlar egemen ataların yurdu olan topraklar,
Selam
aleyküm, selam aleyküm!
Selam
aleyküm gizli kalmış mezarlar,
Yankılanıyor vadilerde sesim.
Selam
aleyküm, erimeyen karlar,
Dans
ediyormuş gibi yankılanıyor sesim.
Size
geldim, bembeyaz/karlı dağlar.
Konuk
muyum ben, yoksa ev sahibi miyim bilemiyorum...
Selam
aleyküm Leğo-Naka yaylaları,
Yaşamımdan ayrı tutamam sizi!. .
Selam
aleyküm, akyüzlü güzel dağlar,
Sıradan bir konuk delikanlı imişim gibi karşılamayın beni!
Selam
aleyküm, görkemli karlar,
Sizler gibi ben de özgürüm şimdi!. .
Ata
yurduna dönüşü zorunlu bulup aramıza katılan ünlü ozanımız
Yenemıko Mevlüt Atalay, Meşbaş’ın bu şiirini kuşkusuz benden
çok okumuştur. Aşağıdaki şiirini yazmasında Yenemıko’ya esin
kaynağı olan da, kuşkusuz “Meşbaş’tır, onun Adige şiirinde açtığı
çığır ve farklı tekniği olmalıdır” diye düşünürüm sık sık:
“Kimlerdensin” deme bana!
Değişik yüzyılları aşıp da buralara
Gelmişim.
Ata
toprağına dönüşüme şaşırma.
Korkma benden,
Kardeşiz biz...
“Kimlerdensin” deme bana!
Yaban
yanlarım/davranışlarım
Ağır
basıyor olabilir, ama
Yüzüme bir bakarsan Adige olduğumu anlar,
Tanış
çıkarsın benimle,
Ben
de senin gibi bir Nart çocuğuyum...
“Kimlerdensin” deme bana!
Bir
sabah vakti ansızın
Kapını çalabilirim, çünkü
Yabancı değilim
sana...
Üzücü
olsa da Adigece’nin zayıflamakta olduğunu söyleyen insan sayısı
anayurtta da az değildir. Böylelerinin karşısına Türkiye’deki
Çerkeslerin Adigecelerinin zayıflamış olduğuna ilişkin olarak
Meşbaş’ın bir şiirini çıkarmak isterim. O şiiri sözünü ettiğim
“Yamçı” dergisinde de yayınlamıştık. Bu şiir, bir başına,
anadilimizin köklü ve güçlü bir dil olduğunu kanıtlamaya yeter.
Meşbaş, bu şiirinde, sadece kendi ulusu için değil, bütün uluslar
ve bütün bir insanlık için de kaygılanıyor.
Gök
kubbe altında özgürlük bayrağını/özlemini taşıyan
Bütün uluslar benim ulusdaşlarım/kardeşlerimdir,
Umudu
kaması, yüreği eğeri üzerinde olanlar
Hepiniz dost
olun ve birleşin.
Ne yararı olur
ki evimizde
Söyleşiler
içinde vakit öldürüp,
Bacak bacak
üstüne atıp insanların mutlu olduğunu
Söyleyip
durmanın, mutlu olmamız için yetmemeli bu bize.
Yurdumuzda
barış içinde yaşıyor olsak da,
Üzüntü ve
kaygılarımız son bulmuş olmuyor ki.
Özgürlük uğruna
can verenlerin mezar taşlarının,
Bize rehber,
yol gösterici olduklarını anlamalıyız.
Temiz bir
atmosferi soluduğumuzda, işte o zaman
Hayat saçan
güneşimiz de özgür sayılır ancak,
İnsan soyu
mutluluğa erdiğinde
Tüm insanlar
özgür olurlar ancak.
Meşbaş’ın ulusu, anayurdu ve diaspora
(хэхэс) üzerine onca şiirini, şarkısını bir makalede dile getirmek
olanaklı mıdır? Ancak Suriye’de iken, oradaki Çerkeslerin
karşılama şarkılarına bir yanıt niteliğindeki bir şiirinden alıntı
yapmadan da geçemeyeceğim:
Güzel
ilkbaharımızda toprağımızı sürüyoruz-
Tarlalarımızda bereketli ekinlerimiz yeşeriyor.
Yaşıyor. Büyüyor. Çift sürüyor. Mutlu oluyoruz.
Tek
yoksun olduğumuz şey sadece sizlerden ayrı düşmüş olmamız.
Şiiri
dinleyenlerin çoğunluğunun gülümsediğini, sevinilecek bir durumda
olmadığımızı kavradıklarını sanıyorum. Şiirin günümüzün havasını
yansıtmadığını söyleyecek kişiler de çıkabilir. Haykırarak
“Yanılıyorsunuz” diyorum onlara. Kişi yaşamının sürekli mutluluk
içinde geçemeyeceği, ta başından belli değil midir? Ulusların
yaşamı da öyle bir şeydir. Uluslar da tıpkı bireyler gibi zor
durumlara düşmüyorlar mı? Ancak ulusunun sorunlarını paylaşmanın
ayrı bir ayrıcalığı, ayrı bir değer anlayışı, ayrı bir güzelliği
olmaz mı? Bu nedenle dün olduğu gibi bugün de diasporaya
Meşbaş’ın o sunduğumuz şiiriyle yeniden sesleniyorum:
Yaşıyor. Büyüyor. Çift sürüyor. Mutlu oluyoruz.
Tek
yoksun olduğumuz şey sadece sizlerden ayrı düşmüş olmamız.
Şimdi
yazımı/sözlerimi Meşbaş’ın çok sevdiğim şiirlerinden biriyle
bağlamak istiyorum. Bu şiiri çok sevmemin nedenini de söyleyeyim.
Şiir seni derin düşüncelere götürüyor, umutlu haykırışlara
boğuyor. . . Umudu, özlemi üste çıkarıyor da ondan. . .
Kavurucu Soğuk
Dondurucu soğuk. Mevsim kış.
Tipi.
Bizden
başka kimsecikler yok
Yolda.
Her taraf kar,
Durmadan yağıyor.
Bulunduğumuz yer
kır,
Umut.
Her iki yandan
rüzgar
Üfürüyor, ötüyor,
Çıkardığı sesler
Ürkütücü.
Her taraf, yollar
alt üst -
Kocaman
bir balta gibi (Ощ
тыку).
Bir iniyor, bir
kalkıyor
Yüreğimiz.
Ağlıyor, inliyor
Ocak ayı,
Soğuk, titretiyor
Her yeri.
Yuvarlanan kar
yumakları
Çarpıyor
birbirine.
En çok
neyi istersin,
Bil
bakalım şimdi.
Kaygılıyız ikimiz de.
Yürüyoruz yine de.
Umut çok
şeye
Üstün
geliyor.
Her taraf kar,
Durmadan yağıyor.
Bulunduğumuz yer
kır,
Umut!. .
NOTLAR:
(*) “Yeni yaşam” deyiminden
sosyalist yaşam (Sovyet yaşamı) anlaşılmalıdır. -HCY
(**) Sayın yazarın Türkiye’de
sosyalistlerin “Tek dilde bütünleşmeyi” savundukları biçimindeki
görüşlerine katılamıyorum. Türkiyeli demokrat ve sosyalistler, her
zaman için özgürlükleri ve her topluluğa kendi dilinde eğitim
görmesi hakkını savunmuşlardır. “Tek dilde bütünleşme” görüşünün
patenti, öncelikle Stalin’e, partisine ve yönlendirdiği Sovyetlere
aittir. Türkiye’nin demokrat ve sosyalistleri, bazı bireysel
çıkışlar dışında, halkların özgürlüğünü, her halkın kendi
anadilinde eğitim hakkını savunuyorlar, Çerkes kökenli
sosyalistler de öyleydiler. Örneğin parlamenter demokrasiyi ve
halkların özgürlüğünü savunan TİP, komünistlikle
suçlanamadığından, “bölücülük”;öğretmen örgütü TÖB-DER de her
topluluk için “Anadilinde eğitim hakkı” talebini öne sürüp
programına aldığı gerekçesiyle 1971 ve 1980 darbeleri sonucu
kapatılmış, yöneticileri ve birçok üyeleri o zamanki faşist
askerler tarafından işkencelerden geçirilmiş, hapsedilmiş, birçoğu
öldürülmüş, dahası birçok sosyalist genç darağacında can
vermiştir. Bunların bir bölümü de lider düzeyinde Adige idi. Bütün
bu olguları görmezlikten gelen sayın yazarın bu tutumunu son
derece yakışıksız buluyorum. -HCY
(***) “Selam Aleyküm” şiirinin
Be-Ra-Ba imzasıyla tarafımdan yapılmış eski bir çevirisi için de
bkz. “Kafkasya
Kültürel Dergi”,
Ankara, 1970, sayı 27, s. 16. -HCY |