Latin Amerika Edebiyatı
Latin Amerika'da İspanyolca ve Portekizce yazılmış edebiyat
yapıtlarını kapsar. İlk yazılı metinler Yenidünya'nın İspanyol
fatihlerinin İspanya'ya gönderdikleri raporlardı.
İspanyolların atılganlığı ve Amerika Yerlilerinin yiğitliği
pek çok yazıya ve şiire esin kaynağı olmuştur.
Bunların en ünlüsü İspanyol Alonso de
Ercilay Zúñiga'nın (1533-1594), Şili Yerlilerinin soylu direnişini
ve şairin bu dönemdeki acılarını dile getiren ‘La Araucana’dır. 20
binin üstünde koşuktan oluşan bu şiir yeni topraklardan fışkıran
ilk gerçek edebiyat ürünüdür.
1600'de artık fetihler sona ermiştir. Avrupalı işgalciler efendi,
Yerliler ise çoğunlukla köleydi. Zenginler hâlâ İspanya ve
Portekiz'i anayurtları olarak görüyordu. Yazılanlar ise
Amerika'yla ilgili olmakla birlikte Portekiz ve İspanyol
edebiyatının kötü bir taklidi olmaktan öteye geçemiyordu ama
bunlar içinde Meksikalı bir rahibe olan Juana Inés de la Cruz
(1651-1695) gerçekten edebiyat değeri olan şiirler ve oyunlar
yazdı. Portekiz sömürgesi olan Brezilya'nın en ünlü yazarı José
Basilio da Gama (1740-1795) ilk kez şiirlerinde Yerlilerin
yaşamını işledi.
Özgürlük ve Romantizm
İspanyol sömürgelerinin özgürlük mücadelesi aynı zamanda kültürel
bağımsızlık mücadelesinin de başlangıcıdır. Bu tarihten başlayarak
yazarlar İspanyol ve Portekizlilerin torunları olarak değil Latin
Amerikalı bilinciyle yazdılar. Yapıtlarında toplumsal sorunlara
eğildiler. Baskıcı ve acımasız yönetimler altında özgürce
yazmaları hiç de kolay olmadı. Savaş yılları sırasında siyasal ve
yurtsever edebiyat öne çıktı. Ekvatorlu José Joaquín de Olmedo'nun
(1780-11847) La victoria de Junin: Canto a Bolivar (1825) adlı
kahramanlık destanı Simón Bolívar önderliğindeki güçlerin
İspanyollara karşı kazandığı zaferin anısına yazılmıştır ve bugün
hâlâ değerini korumaktadır.
|
José Joaquín Fernández de Lizardi |
Latin Amerika'nın gerçek anlamda
ilk romancısı Meksikalı José Joaquín Fernández de Lizardi
(1776-1827), 19. yüzyıl başındaki Meksika toplumunu canlı bir
biçimde anlatan El periquillo sarniento'yu (1816) yayımladı.
Kitabın baş kişisi bir picaro ya da serseridir. Lizardi bu
yapıtında toplumun gelenek ve törelerini eleştirir. Bu kitap
Meksika'da bugün de en çok okunan kitaplar arasındadır.
Latin Amerika'da savaşlar ve askeri diktatörlükler birbirini
izliyordu. Bunların içinde en çok nefret toplayanlardan biri
Arjantin diktatörü Juan Manuel de Rosas idi. Kanlı yönetimi
sırasında birçok yazar sürgüne gönderildi. Bu yazarlar,
kalemleriyle komşu ülkelerden Rosa'a savaş açtılar. José Pedro
Crisólogo Mármol'un (1817-1871) ilk Arjantin romanı kabul edilen
ünlü yapıtı Amalia (1851) Rosas yönetiminin korkunçluğunu
sergiler. Domingo Faustino Sarmiento (1811-1888) ise Facundo
(1845) adlı uzun denemesinde, altüstlüklerin yaşandığı
toplumların, diktatörlüklere yol açtığını anlatır.
Sarmiento ve Mármol, Avrupa'daki Romantizm Akımı'ndan etkilenen
yazarlar arasındadır. Bu yazarlar çoğunlukla konularını
ülkelerinin tarihinden ve sıradan insanların yaşamlarından
seçtiler. Tarihsel romanların en güzellerinden biri Dominik
Cumhuriyeti'nden Manuel de Jesús Galván'ın (1834-1911), Amerika
Yerlilerine İspanyolların uyguladıkları kıyımı anlatan Enriquillo
(1882) adlı yapıtıdır. Amerika Yerlilerinin destanlarından ve
sınır savaşlarından esinlenilerek pek çok öykü ve şiir
yazılmıştır.
Latin Amerika Romantizmi pampalarda sığır güden goşo'ları
şiirlerde ele aldı. Arjantinli José Hernández'in (1834-1886) en
ünlü yapıtı, özgürlüğünü yok eden topluma karşı başkaldıran
goşonun mücadelesini anlatan El gaucho Martin Fierro (1872) adlı
şiiridir.
Gerçeklik ve Doğalcılık
Avrupa'da olduğu gibi Latin Amerika'da da gerçekçi ve doğalcı
yazarlar çıktı. Yapıtlarında kent yaşamını, toplumsal değişimleri
ve insanı anlattılar. Romantikler gibi gerçekçi yazarlar da halk
kültürünün tiplerinden yararlandılar. Bu yapıtlarda yasalar ve
düzen, orta sınıf değerleri, onurlu ve güvenilir olmak el üstünde
tutulurken, açgözlülük ve yalancılık yerildi. Doğalcı yazarlardan
Arjantinli Eugenio Cambaceres (1843-1888) çağdaş değerleri, Sin
rumbo (1885) adlı yapıtında kıyasıya yerer. Brezilya'da yayımlanan
ilk önemli doğalcı roman, Rio de Janeiro sokaklarındaki yaşamı
anlatan, Manuel Antônio de Almeida'nın (1831-1861) Memorias de um
Sargento de Milicias (1854) adlı kitapıdır. Brezilyalı gerçekçi
romancı ve öykü yazarları içinde belki de en önemlisi olan Joaquim
Maria Machado de Assis'in (1839-1908) en güzel romanı Dom
Casmurro'dur (1899). Euclydes da Cunha (1866-1909) kuzeydoğunun
çorak topraklarında hayvancılıkla geçinen insanların unutulmuşluğu
üzerine bir protesto niteliğinde olan Os Sertoes i (1902) yazdı.
1888'de Nikaragualı şair Rubén
Darío'nun düzyazı ve şiirlerden oluşan Azul (1888) adlı kitabı
büyük yankılara yol açtı. Bu, Modernizmi tam anlamıyla içeren bir
kitaptı. Yeni biçim arayışları, dilin yeni ve heyecan verici bir
biçimde kullanılması, yeni bir bilinci ve duyarlılığı
gerektiriyordu. Modernizm, çeşitlilik gösteren bir akımdı.
Kolombiyalı yazar José Asunción Silva (1865-1896) ve Meksikalı
Manuel Gutiérrez Nájera (1859-1895) bu akımın içinde yer aldılar
ama bu alanda en başarılı yapıtları, çok işlek bir dille yazan
Rubén Darío, Arjantinli Leopoldo Lugones (1874-1938) ve Uruguaylı
Delmira Agustini (1886-1914) verdiler.
Başlangıçta şairler duygularını ince ve müzikli bir dille şiire
döktüler. 1898 İspanya Amerika Savaşı'ndan sonra ise, kendi
ülkelerinin güzelliklerinden ve sorunlarından söz etmeye
başladılar.
20. yüzyılda toplumsal adaletsizlikler ve Amerika Yerlileri'nin
uğradıkları haksızlıklar Latin Amerika edebiyatının temel konuları
oldu. Mariano Azuela (1873-1952) Meksika Devrimi'nin acılarını ve
dehşetini anlatan Los de abajoyu (1916) yazdı. Kolombiyalı yazar
José Eustasio Rivera (1889-1928) La vorágine'de (1924) Amazon
ormanlarında çalışan kauçuk işçilerinin yürekler acısı, çetin
yaşamlarını anlattı.
Venezuelalı Rómulo Gallegos (1884-1969), büyük çiftlik sahibi
acımasız bir kadını konu alan Doña Bárbara (1929) adlı yapıtıyla
Amerika'nın önde gelen romancıları arasına katıldı. Uruguaylı
Horacio Quiroga (1878-1937), Arjantin'in kuzeyindeki tropikal
bölgede geçen öykülerinde, doğa güçleri karşısındaki insanı konu
aldı.
İlgi çekici bir roman olan Don Segundo Sombra (1926) Arjantinli
Ricardo Güiraldes (1886-1927) bir taşra kasabasından kaçan öksüz
bir çocuğun öyküsünü anlattı. Arjantin'in ulusal simgesi goşo'yu
efsanevi bir halk kahramanı olarak ele aldı.
Brezilyalı yazarlar çok geniş olan ülkelerinin çeşitli
bölgelerinde, özellikle de kuzeydoğuda, kültürlerini korumanın
önemini vurguladılar. José Lins do Rego Cavalcanti (1901-1957)
Ciclo de Cana de Açucar adını taşıyan roman dizisinde, plantasyon
yaşamından kesitler verir. Érico Lopes Veríssimo (1905-1975) O
Tempo e o Vento (1949-1962) adlı üçlü romanında, Rio Grande do Sul
yöresinin tarihini olağanüstü bir sevecenlikle yeniden yaşatır.
João Guimarães Rosa (1908-1967), Grande Sertao: Veredas (1956)
adlı epik romanında Brezilya'nın kuzeydoğusundaki uzak, barınmaya
elverişsiz ve çorak topraklardaki yaşamı anlattı.
Şiir
Modernizm Akımı'nın ardından çok yetenekli şairler yetişti. Nobel
Edebiyat Ödülü'nü kazanan Şilili kadın şair Gabriela Mistral
(1889-1957) sade ve dolaysız anlatımıyla ilgi çekti. Çocuklarına
olan özlemini dile getiren güldestesi Desolación (1922),
etkileyici bir duyarlılık taşır. César Vallejo (1892-1938)
İspanyol dilinin en büyük ustalarından biridir. Şiirleri insanın
çektiği acılarla yüklüdür. Ölümünden sonra, 1939'da yayımlanan
Poemas humanos'ta, daha güzel bir geleceğe olan umudunu yansıtır.
Vallejo, İspanyolca'yı cesur ve şaşırtıcı biçimlerde kullandı.
1930'larda Peru'nun bir taşra kentindeki kapalı aile yaşamını terk
ederek, komünistlerin safında İspanya İç Savaşı'na katıldı.
Şilili şair Pablo Neruda da
komünistti (1904-1973). Şiirleri, özellikle de büyük epik yapıtı
Canto General (1938) yaşam deneylerinin coşkulu bir anlatımıdır.
Neruda ezilenlerin ve sömürülenlerin şairidir. Meksikalı Octavio
Paz (1914) çok yönlü bir yazardır. Libertad bajo palabra (1968)
adını taşıyan yapıtında, şiirin bir uyanış olduğu ve insanlığın
kurtuluşunun önünü açtığı görüşünü savunur.
Portekizce konuşulan Brezilya'da Modernizm Akımı 1920'lerde
başladı. En çok Sao Paulo'da kök salan bu akımın öncüsü şair ve
romancılar, Portekiz ile bağlarını koparmaktan yanaydılar. Oswald
de Andrade'nin (1890-1954) Memorias Sentimentais de Joao Miramar
(1924) adlı romanı bu akımın tipik bir örneğidir. Jorge de Lima
(1895-1953) ise Avrupa geleceğinden koparak Kuzeydoğu Brezilya'nın
bölgeci şiir hareketine katıldı.
Roman
Yenilikleri denemekten korkmayan Latin Amerikalı yazarlar,
edebiyat alanında uluslararası üne ulaştılar. Edebiyat yaşamına
1920'lerde, Buenos Aires'in aydın çevresi içinde başlayan Jorge
Luis Borges (1899-1986), öykü ve denemelerinde insanın doğasını
keşfetmeye çalıştı. Çağdaş Arjantin edebiyatında çok önemli bir
yeri olan Borges, İspanyol dilinin en usta yazarlarından biridir.
Guatemalalı Miguel Angel Asturias (1899-1974), başyapıtı Sayın
Başkan da (El senor presidente; 1946) diktatörlüklerin neden
olduğu yıkım ve acıları anlatır. Paraguaylı Augusto Roa Bastos
(1917) Hiji de hombre da (1960) benzer bir konuyu irdeler, ama
daha yumuşak ve dokunaklı bir üslubu vardır.
Meksikalı Juan Perez Rulfo'nun (1918-1986) Pedro Paramo (1955)
adlı bir kısa romanı ve Kızgın Ova (El Ilano en Ilamas; 1953)
adında, öykülerini topladığı bir kitabı vardır. Kitaplarındaki
olaylar ıssız ve sıcak bir vadide geçmektedir.
Kolombiyalı roman ve öykü yazarı Gabriel Garcia Marquez (1928),
1982 Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir. Ünlü romanı Yüzyıllık
Yalnızlık'ta (Cien anos de soledad; 1967) küçük bir kasabanın
tarihiyle sınırlı kalmayıp Güney Amerika'nın, dünyanın, hatta
evrenin geçmişini gözler önüne serer. Kitabın kahramanları sevgi,
tutku, savaş, devrim, bolluk ve yoksulluk içinde yuvarlanır.
Anlatılanlar düşsel olduğu kadar gülünç ve acıklıdır.
Meksikalı Carlos Fuentes'in (1928)
romanları ve öyküleri büyük, büyüleyici bir ülkenin insanlarının
derinlemesine incelemesidir. Terra Nostra adlı romanında ülkenin
kültür mirasını keşfetmeye çalışır. Perulu romancı Mario Vargas
Llosa (1936) Kent ve Köpekler (La ciudad y los perros; 1963) adlı
kitabında bir askeri akademideki insanlıktan uzak yaşamı
anlatırken, Peru toplumunun zayıflıklarını irdeler.
Brezilya edebiyatı, yerel gelenekler ile modernleşme arasındaki
çatışmayı yansıtır. Graciliano Ramos (1892-1953) Infancia (1945)
adlı anı kitabında yoksulluk koşullarında kendini nasıl
yetişdirdiğini anlatır. João Cabral de Melo Neto (1920) ise Morte
e Vida Severina şiirinde, geleneksel kökler ile çağdaş yaşam
arasındaki çelişkileri sergiler.
ARAP EDEBİYATI
Anadili Arapça olan kavim ve ulusların ortaya koymuş oldukları
edebiyat yapıtlarını kapsar. Arapça Arap Yarımadası'nda
ilkçağlardan beri kullanılan bir dildir. İslam dininin ortaya
çıkışından sonra yayılarak İspanya 'Cahiliye Dönemi’ adı da
verilen İslam Öncesi Dönem'de Arap edebiyatında şiirin özel bir
yeri vardı. Devesinin sırtında uzun çöl yolculuklarına çıkan
Bedevilerin söyledikleri türküler Arap şiirinin kaynağını
oluşturur. Yiğitliği, sevgiyi, çöl yaşamını anlatan bu türkülere
deveci türküsü anlamına gelen hida denir. Göçer çöl insanının
söylediği bu türküler kentlerde söylenmeye başlanınca belli
değişikliklere uğrayarak kesin ölçüler kazanmıştır.
İslam öncesi Arap şiirinden günümüze kalan en önemli örnek el-Muallakatü's-Seb'a'dır
(Yedi Askı). Bu şiirler Ukaz panayırında düzenlenen bir şiir
yarışmasında beğenilerek Mısır ketenine yazılmış ve Kâbe'ye
asılmıştı. Hidalarla benzer konuları işleyen bu şiirlerde gelişmiş
bir dil ve anlatım görülür. Hangi yıllarda yazıldığı kesin olarak
bilinmeyen Yedi Askı şiirlerini İmruü'l-Kays, Tarafe ibnü'l-Abd
(539-564), Haris bin Hilliza, Amr bin Kulsum, Antere bin Şeddad,
Züheyr bin Ebu Sulme, Lebid adlı şairler yazmıştır.
Yedi Askı şairleri dışında ünü günümüze kadar gelmiş başka şairler
de vardır. Koltuğunun altında uzun bir bıçak taşıdığı için Teabata
Şarran adıyla bilinen şair bunlardandır. Şiirlerinde üstüne
binerek dolaştığı koçundan, hayal ettiği korkunç yaratıklardan söz
eder. Kurnazlığı ve savaşçılığı üzerine birçok öykü anlatılan
Şanfara, karşılıklı söyledikleri yergilerle ün kazanmış Evs el-Hadıra
ile Zebban İslam öncesi dönemin başlıca şairlerindendir.
Bu dönemde muamma (bilmece), hayvan masalları, efsane ve halk
öyküleri gibi düzyazı türleri de gelişmiştir. Samar adı verilen ve
kent dolaşılarak anlatılan söylence ve öyküler daha sonra yazıya
geçirilmiştir.
İslam'ın İlk Dönemi ve Emeviler [değiştir]İslamiyet'in kurucusu
Muhammed'in döneminde, ölçülü ve uyaklı bir dili olan Kuran'ın
özel bir yeri vardı. Seci denen uyaklı Kuran dili özellikle ilk
surelerde şiir düzeninde, çok duygulu ve etkileyicidir. Önceleri
şairlere karşı tavır içinde olan Muhammed daha sonra toplumdaki
etkilerini görerek onlarla iyi ilişkiler içine girmiş,
İslamiyet'in savunuculuğunu yapan şairlerle dostluk kurmuştur.
Bunlardan Hassan bin Sabit Peygamber'in şairi sanını almıştır.
Emeviler döneminde şiir dinsel konuların dışına çıkarak gündelik
yaşamla da ilgilenmeye başladı. Ömer bin Abdullah, Haris bin Halid,
Abdullah bin Ömer Cerir ve Ferezdak gibi şairler günlük yaşamla
ilgili şiir ve yergileriyle ün kazandılar.
Abbasiler Dönemi
Abbasiler döneminde Bağdat bir kültür ve sanat merkezi oldu.
Arapça çok geniş bir alana yayılarak kültür dili haline geldi.
Halife ve zenginler bilgin ve sanatçıları desteklediler.
Zenginlerin koruması altına giren şairler efendilerini öven
şiirler yazıyordu. Şairlerin bir araya gelerek aralarında
yarışmalar düzenlemeleri de şiirin gelişmesinde katkıda bulundu.
Beşşar bin Bürd ve Ebu Nuvas zevk ve eğlenceyi konu alan şairlerin
önde gelen temsilcileridir. Halid ve Sibeveyhi gibi dilciler
Arapça'nın dilbilgisi kurallarını saptadılar. Yunanca'dan yapılan
çeviriler yabancı kültürlerle ilişki kurulmasını sağladı.
Bu dönemde, Bağdat dışında da önemli şairler yetişti. Çoğunlukla
geleneğe bağlı olan şairlerden Mütenebbi (905-965) şan ve şöhret
duygularını dile getiren şiirler yazdı. Ebu Temmam (804-845),
kendinden önceki şairler üzerine Hamse adlı büyük bir derleme
hazırladı.
Araplar'ın yazın gözde şairlerinden biri olan Ebu'l-Âlâ el-Maarri
(973-1057) Suriye'de yaşadı, saray şiirine karşı bir şiir anlayışı
geliştirdi. Şiirlerinde dönemin toplumsal adaletsizlik, acı ve
ölüm gibi sorunlarını ele aldı. Bilgiye ulaşmanın yolu olarak iman
yerine aklı savundu. İslam'ın cennet-cehennem anlayışını yergi
diliyle eleştirdi ve saray şairlerini cennet-cehennem bekçileri
diyerek alaya aldı.
Türk edebiyatını da etkileyen Tasavvuf şiiri de bu dönemde doğdu.
Dinsel kurallar karşısında hoşgörü ve inanç özgürlüğünü savunan
Tasavvufçular, halifelerce hoş görülmeyerek cezalandırıldılar.
Tasavvuf şairlerinin en ünlülerinden Hallac-ı Mansur (858-922)
Tanrı'nın kendisinde yansıdığını söylediği için öldürülerek derisi
yüzüldü.
Abbasiler döneminde seci denen
ölçülü, uyaklı düzyazı yapıtları da hızla çoğaldı. Öncelikle Kuran
ayetlerini ve hadisleri yorumlamak amacıyla yazılan düzyazı,
savaşları anlatan yapıtlarla gelişti. Bu dönem yazarlarının en
tanınmışları Ebubekir el-Harizmi (935-993) ve Hemedani'dir
(969-1008). Hariri (1054-1122) makale türünün Arap edebiyatına
girmesini sağladı. Bu dönemde Basra ve Kûfe okulları ile Nizamiye
medreselerinde dilbilim çalışmaları yapıldı. İlk Arapça dilbilgisi
kitabı bu dönemde yazıldı. Dilbilim alanında çalışmalarıyla ünlü
yazar Ebu Hayyan Türkçe üzerine de dört kitap yazdı. bunlardan bir
tanesi Farabi idi.
GERMAN EDEBİYATI
Birinci Altın Çağ (1150-1250)
Alman Destanları: Alman destanları birinci altın çağdaki ana
edebi ürünlerdir. Bunların en ünlüsü 12 bin dizelik intikam ihanet
ve sadakati anlatan büyük olasılıkla Passau Avusturya'da yazılan
Nibelungların Şarkıları'dır (Nibelungenlied).
Romans: Kahramanlar ve asıl gerçekleri anlatan Romans (Romance)
bu dönemdeki başka bir ana edebi yazın biçimidir. Antik edebiyatın
başyapıtları olarak sayılan önemli romanslar Wolfram von
Eschenbach'in Parzival'i (1200-1210) Gottfried von Strassburg'un
Tristan ve Izolde'sidir (13.yy başları). Parzival uzun süre
şövalye olmak için uğrasan ama bunun için uzun yargılamalardan
geçen ve sonunda Kutsal Toprakların kralı olan birisidir. Tristan
ve Izolde'de Gottlieb aşkları ölümleriyle biten iki gencin aşkını
anlatır.
|
Walther von der Vogelweide |
Şövalye Edebiyatı ve Minnesang:
Eski Alman Edebiyatı dönemine damgasını vuran bir başka şey de
Şövalye Edebiyatı'dır.Bir şövalyenin tek özelliği savaşması
değildi. Şövalye beğenisi yüksek olan sanat ve edebiyatla uğraşan
bir insandı. Minnesanglar onların elinden çıkmıştır. Bu Minnelerin
çoğu aşk ve kavalyeliği anlatan Fransız troubadorların
şarklılarının lirik şairlerini taklit etmişlerdir. Kadına duyulan
aşk anlatılmaktadır. Burada anlatılan kadın saray kadınıdır. En
ünlü troubador Walther von der Vogelweide'dir. Şair traubadorların
samimiyetsiz ve soğuk şiirlerini sıcak ve orijinal aşk
yorumlamalarına çevirmiştir. Walther'in aynı zamanda o dönemde
Papalıkla uzun süren güç savasına giren Orta Avrupa'daki Germen
asıllı Kutsal Roma İmparatoru'nu öven ve savunan eserleri de
vardır.
Altın Çağlar Arası (1250-1750)
Popüler Edebiyat Dönemi: 1250'den 1600'e kadarki bu dönem
Alman şehirlerine artan ticari büyüme ve zenginlik getirmişti ve
yeni bir ekonomik-sosyal sınıf olan Orta-sınıf ortaya çıkmıştı.
Orta-sınıf kültürel liderliği ele geçirmişti. Bu aşkın aristokrat
tanımı orta sınıf gerçekliği taslaması ve ciddiyetine yol
açmıştır. Bahçıvan Wernherin Meier Helmbrecht'i (yaklaşık
1250-1280) gibi destanlar şövalyeliğin düşüşünü anlatmaktaydılar.
Pratik dersleri öğretmek için fabllar önem kazandı ki, bunları
satirik destan Tilki Reynard (1487) Sebastian Brant'in ahlaki ve
satirik şiiri Aptallar Gemisi (1494) ve komik hikayeleriyle Till
Eulenspiegel'de görürüz (1500). Nüremberg'li ayakkabı ustası Hans
Sachs antik şarkıcıları taklit ederek yüzlerce oyun ve şarkı
yazmıştır. Redentin Easter Play (1464) ve Oberammergau Passion
Play (1634) gibi dini oyunlar dinsel duyguları saf mizahla
birleştirmiştir.
Rönesans Almanya'ya insanların dünyevi yeri ve doğasını anlama
vurgusunu getirdi. Bu entelektüel alim hümanizm olarak bilinir.
Alman Rönesansı'nın hümanizmi Avrupa tarihindeki en önemli değişim
hareketlerinden birine Reform'a yol açmıştır.
Alman Hümanizmi: 1350 yılında üniversitelerin kurulmasıyla
Bohemya'da başlamıştı. Bu dönemim en bilinen Alman eseri Johannes
von Tepl (Johannes von Salz olarak da bilinir) tarafından yazılan
ve ölümle vasat bir çiftçi arasındaki diyalogu anlatan ''Bohemyalı
Çiftçi''dir (1400). Hümanizm doruk noktasına 1480'den 1530'a kadar
geçen süre içindedir. İnsanlık için yeni idealler arayışı içinde
hümanistler Eski Yunan'ın tarih ve felsefesini keşfe çıktılar.
Eserlerinin çoğunu Almanca'dan çok Latince yazdılar. En ünlü Alman
hümanistleri İbranice'nin önde gelen ustalarından Johannes
Reuchlin ve Reform'u başlatmada Martin Luther'in baş yardımcısı
Philipp Melanchton'dur.
Reform: 1517'de başlayan
Reform Hareketi Alman kültür ve yaşamında hala etkisini gösteren
bir etki bırakmıştır. Reformca etkilenen edebiyatın çoğu dinsel
yazınlar ve bildirgelerdi. Reform lideri Martin Luther İncil'i
Saksonya Almanca'sına çevirmişti. Luther'in 1534'de bitirdiği
İncil çevirisi Alman edebiyatının en etkileyici olaylarından
biridir. İncil'in Kral James versiyonu İngiliz yazarları ne kadar
etkilemişse Luther'in Almanca versiyonu da Alman yazarları o
derece etkilemişti. Bu çevirisinin yanı sıra Luther daha birçok
dini ve politik metinler yazmıştı.
Barok Edebiyatı: Barok edebiyatı genellikle fazla
şişirilmiş ve abartılarla doludur. Barok şiiri ise inanç ve
çaresizlik maddecilik ve maneviyat şiddet ve erdem arasında gidip
gelmiştir. Andreas Griphius Alman barok çağının en büyük lirik
sairi olarak tanımlanır. İlahi yazarları ise en ünlü Alman
ilahilerini bu dönemde yazmıştır.
Hans Jakob Christoffel von Grimmelshausen'ın Simplicissimus
(1668)'u çok canlı ve gerçekçi bir romandır. Alman nüfusunun üçte
birinin yaşamını yitirdiği Otuz Yıl Savaşları'ndaki (1618-1648)
acıyı resmeder. Romanın kahramanı Simplicius Simplicissimus en
başta aptaldır ancak acı deneyimlerle zamanla erdem kazanır ve en
sonunda dini bir keşiş olarak yaşamak için dünyadan elini çeker.
İkinci Altın Çağ (1750-1830): 1700'lerin sonuyla 1800l'erin
başı Germen dünyasında “Alimler Çağı” olarak bilinir. Wolfgang
Amadeus Mozart ve Ludwig van Beethoven gibi besteciler ve Immanuel
Kant ve G. W. F. Hegel gibi filozofların çalışmalarıyla felsefe ve
müzikte ilerleme kaydedilmiştir.
Diğer Avrupa yazarlarının ötesinde Alman yazarlar sanatı eğitime
giden bir yol olarak gördüler. Büyük Alman dramatisti Friedrich
Schiller görüşlerini sanatın kişiyi ve toplumu değiştirme gücüyle
ifade eden Mektup Serilerinde İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine
(1795)'de belirtmiştir. Aynı ruhla Immanuel Kant da modern
estetiğin kuruluş yazını olarak kabul gören Yargılamanın
Kritiği'nde (1790) bu şekilde davranmıştır.
Neden Çağı (Aydınlanma):
Neden Çağı ya da Aydınlanma gerçeği anlamanın en iyi yolunun
nedenleri kullanma ve sorgulama olduğuna vurgu yapan tarihsel
dönemdir. Bu çağ Almanya'da Fransa ve İngiltere'de olduğundan daha
kısa sürdü (1700'lerin ortası). Aydınlanmış reformların ruhu Alman
edebiyatının milli gururu yükselttiği gibi onu Fransız etkisinden
de çıkarmıştır.
Almanya'nın ilk önemli edebiyat eleştirmeni Gotthold Efraim
Lessing 1700'lerin sonunda başlayan Alman milli edebiyatının hızlı
gelişiminin temellerini atmıştır. Lessing ilk önce antik Yunan ve
Roma klasiklerini taklit eden Fransız Neoklasizm fikirlerini
reddederek ise başlamıştı. Bunun yerine kendi oyunlarını İngiliz
oyun yazarı William Shakespeare'in dramları üzerine modelledi.
Lessing'in en bilinen oyunu -Bilge Nathan (1779)- dinsel toleransı
tartışmaya açmıştı.
Alman Preromantizmi: Alman Preromantizmi ya da daha iyi
bilinen tanımıyla Fırtına ve Baskı Hareketi 1770'de başladı ve
otoriteye karşı güçlü arzu orijinallik ve başkaldırıya vurgu
yaptı. İsa Mesih'in yaşamını anlatan Friedrich Klopstock'un Mesih
(1748-1773) adlı dini destanı bir başyapıttır.
Fırtına ve Baskı orta sınıf sosyal değerlerine geleneğine ve
politika siyaset ve teolojideki otoritesine karşı isyankar genelde
kaotik bir hareketti. Genç Schiller ve Johann Wolfgang von Goethe
bu akimin iki önemli dramatistiydi. Schiller'in ilk romani
Soyguncu (1781) iki kardeşin hikayesini anlatır. Kardeşlerden biri
babasını öldürmeyi hedefler diğeri ise bir soyguncu çetesi kurar
ve ormanları gezer. Schiller'in diğer gençlik romanları baskıcı
sosyal kuralları tiranlığı ve politik yozlaşmayı anlatır. Bir
fahişeyi seven asilin hikayesini anlatan Merak ve Aşk (1784) bir
İspanyol prensinin babası Krala karşı duyduğu nefreti anlatan Don
Carlos (1787) bu eserlerdendir. Goethe'nin melankolik ilk romanı
Genc Werther´in Acıları (1774-1787'de tekrar gözden geçirildi)
Avrupa'da fırtınalar estirdi. Romanın çoğunluğu Werther adındaki
genç bir adamın evli bir kadına yazdığı umutsuz aşk mektuplarından
oluşmaktaydı.
Bu akımın felsefi ilham kaynağı Goethe'nin de hocası büyük filozof
ve tarihçi Johann Gottfried Herder idi. Herder Alman yazarlarını
eski Yunan trajedilerini taklit eden Fransız Neoklasistlerin'in
etkisinden çıkarmaya çalışmıştı. Shakespeare'nin doğanın
kanunlarını anlayan bir alim olduğunu düşünüyordu. Herder tüm
dünyadan şiirler toplayıp onları Almanca'ya çevirip her birinin
kendi essiz gücünü kanıtlamasına yardımcı olmuştur.
Alman Klasizmi: Alman Klasizmi Goethe Schiller ve
Almanya'nın en büyük lirik şairi Friedrich Hölderlin tarafından
idare ediliyordu. Klasizm yaklaşık 30 sene boyunca gelişti; ta ki,
1787'de Goethe'nin İtalyan klasik antiklerini incelemek icin
yaptığı iki senelik bir geziye kadar.
Goethe'nin Wilhelm Meister'in
Çıraklığı (1795-1796) romanı aktör ve oyun yazarı olarak doyuma
ulaşmaya çalışan Wilhelm üzerine yoğunlaşır. Kitap Wilhelm'in
olgunluk kendini tanıma ve sosyal sorumluluk bilinci kazanması
yolunda geçirdiği yavaş ve bazen sancılı süreci anlatır. Bu
çalışma kişisel gelişim romanlarının ilk örneği sayılır.
Shakespeare'in yapıtları İngiliz edebiyatında ne ise Schiller'in
büyük tarihsel dramları da Alman edebiyatında Klasik tarz olarak
sahneden kalmıştır. Schiller'in sonraki oyunları çok tartışılan
felsefi konuları Avrupa tarihinin çalışmalarının karmaşık
anlamasını arı düşünceleri ve büyük bir edebi tarzı
birleştirmişti. En ünlü oyunları tarihsel dramalardır: İskoç
hükümdarı Mary İskoç Kraliçesi'ni anlatan Mary Stuart (1800);
Fransız kahramanı Joan d'Arc'i anlatan Orleans Kızı (1801); ve
efsanevi İsviçreli kahramanı anlatan William Tell (1804).
Hölderlin'in şiiri şiirsel güzelliği felsefi derinlikle
birleştirir. Ekmek ve Şarap (1800-1801, yeniden düzenlemesi
ölümünden sonra 1894'te yapılmıştır) ve Patmos (1801-1803) gibi
klasik güfte ve ağıtları eski Yunan stilini ve ruhunu
canlandırmıştır.
Romantizm: Romantizm 1790'ların sonunda önemli ve
etkileyici bir hareket olarak ortaya çıkmıştı. Romantikler düş
gücünü ve güçlü duyguları konu alıp edebi ifadenin daha özgür
biçimlerini ele aldılar. Belki de Romantiklerin en iyisi Novalis
takma adıyla yazan Friedrich von Hardenberg idi. Yardımcısı
Friedrich Schlegel ile beraber Novalis insani imgeleminin gücünü
keşfe çıkmışlardı. Geceye İlahiler (1800) şiirlerinde geceyi ölen
nişanlısı ve Tanrı arasındaki ruhani birliğe giden eşik olarak
gördüğü ölüm ve sonsuzluk sembolü olarak görüyordu.
Diğer romantik yazarlar özellikle
Friedrich Tieck ve E.T.A. Hoffmann da bilinçsizlik dünyasını
irdeliyorlardı. Bu iki yazar 1800'lerin sonunda ortaya çıkan
modern psikanalizin Avusturyalı babası Sigmund Freud'un öncelleri
olarak kabul edilirler.
Çoğu romantik lirik şiirler yazdı. Novalis'ten sonra bu şairlerin
en ses getireni Joseph von Eichendorf'tu. Yüzeyde şiirleri çok
basitti ancak dikkatli incelendiğinde oldukça derindi.
Eichendorf'unkilerin yanı sıra Wilhelm Müller gibi romantiklerin
diğer romantiklerin şiirleri içlerinde Franz Schubert'in de
bulunduğu Alman romantik bestecilerince sıklıkla müziğe
geçirilmiştir. Bu sanat şarkıları günümüzde de hala popülerdir.
Alman romantizminin önemli bir özelliği de yazarların tümünde
görülen sıkı bir milliyetçiliktir. 1800'lerin başında Jakob Grimm
ve Wilhelm Grimm tarafından derlenen Alman efsaneleri yalnızca
Alman milliyetçiliğini değil aynı zamanda romantiklerin efsaneler
ve folklora ilgisini de ifade etmiştir. Grimm kardeşler aynı
zamanda linguistik (dil bilimi) çalışmalarının da kurucuları
olarak kabul edilen bilgelerdi.
Diğer Yazarlar: 1800'lerin başlarındaki bazı yazarlar
öylesine kişisel yazılar yazmışlardı ki, onları belli bir
sınıflandırmanın içine koymak çok da mümkün değildir. Bu
yazarların içinde Goethe Heinrich von Kleist ve Georg Büchner de
vardır. 1808'de Goethe başyapıtı Faust'un ilk bölümünü bitirmişti.
İkinci bölümü ise öldüğü 1832'de bitirmiştir. Faust 1500'lerde
ruhunu şeytana sihirli güçler karşılığında satan bir teolog
efsanesinin Goethe versiyonudur.
Goethe aynı zamanda iki zor roman da yazmıştı: Evli bir çiftle iki
arkadaşları arasındaki trajik ilişkiyi inceleyen Seçme Yatkınlık
(1809) ve Wilhelm Meister'in Ciragi'nin devamı olan Wilhelm
Meister'in Seyyahlık Yılları (1821 1829'da gözden geçirildi).
Kleist felsefi yansımanın psikolojik derinlikle biçimsel
mükemmellikle birleştirilmiş dramalar da yazmıştır. Penthesilea
(1808) Amazonların kraliçesi Penthesilea ile antik Yunan'ın en
cesur savaşçısı Archilles'in arasındaki aşk hikayesini resmeder.
Kleist'in Homburg'lu Prens Friedrich (1810) dramının kahramanı
askeri emirlere uymayı reddederek idama mahkum edilen bir prensin
hikayesidir. Kleist intikam pesindeki üçkağıtçı bir at tüccarının
hikayesi Michael Kolhaas (1808) ve nasıl olduğunu bilmeden hamile
kalan bir asil kadını anlatan Fahişe Markizi (1808) gibi oldukça
kısa romanlar da yazmıştır. Buchner'in draması Danton'un ölümü
(1835) Fransız Devrimi'ni resmeder. Woyzeck (1835-1837) romanı ise
üstlerince aşağılanan ve bu nedenle deliren bir ordu komutanını
anlatır.
Yükselen Alman milliyetçiliğinin aksine Goethe yaşamının son
yıllarında Asya edebiyatına dönmüştür. Çin romanlarını takdir
etmiş ve eski Pers şairi Hafız'ın şiirlerini taklit eden şiirler
derlemesi Doğu-Batı Divani'ni (1819) yazmıştır.
1830'dan 1880'e Alman Edebiyatı
Genç Almanya: Genç Almanya hareketi 1830'larda etkin hale
gelen ve edebiyatı politik düşünceleri ifade etmede kullanan
radikal Almanlarca oluşturulmuştu. Bu yazarlar dönemin muhafazakar
prensi Klemens von Matternich'in politikalarını şiddetle
eleştiriyorlardı. Birçok Genç Alman başarısız 1830 ve 1848
devrimlerinde rol almıştı. 1848'de kurulan ve Almanya'yı birleşik
ve liberal bir demokrasi yapmak isteyen seçilmiş konsey Frankfurt
Birliği'ni desteklemişlerdi. Bu birlik sonradan dağıtılmıştır.
Bu dönemin en tanınan şairi Heinrich Heine'dir. Alman kültürünü o
kadar aşağılık görüyordu ki, yaşamının çoğunu Paris'te geçirmişti.
Heine Almanya'yı Almanya: Bir Kış Masalı (1844) gibi genişçe
okunan ve tercüme edilen çalışmalarında şiddetle eleştirmiştir.
Heine aynı zamanda mükemmel bir lirik şairdi.
Gerçekçilik: Gerçekçilik (Realizm)
günlük yaşamı inanılır kişiler ve her zamanki olaylar aracılığıyla
olduğu gibi resmetmeyi amaçlar. Alman edebiyatında gerçekçilik
çoğunlukla Şiirsel Gerçekçilik biçimini almış ve günlük yaşamın
sanatsal görünümünü yaratmayı amaçlamıştır.
Avrupa'nın diğer yerlerinde gerçekçilik özellikle kent
toplumlarının gerilim ve çelişkilerini yakalamayı hedeflemişti.
Alman Gerçekçiliği ise geniş ölçüde kırsal ve bölgesel kalmıştır.
Gerçekçiler Adalbert Stifter'in bilim adamı olmayı hedefleyen bir
gencin hikayesi olan Hint Yazı (1857) gibi romanlarla
Bildungsroman'a devam etmişlerdi. Bir diğer gerçekçi Bildungsroman
Gottfried Keller'in İsviçreli bir ressamın mücadelesi ve
gelişimini anlatan Yeşil Henry'dir (1854-1855). Bu dönemin tipik
güçlü bölgeciliğine atıfla Stifler ve Keller'in romanları
sırasıyla Avusturya ve İsviçre köylerinde geçer.
1890'dan 1945'e kadar Alman Edebiyatı
Naturalizm [değiştir]1890'dan sonra gerçekçilik sosyal
adaletsizlik suç varoş koşulları ve kalıtımın insani gelişimindeki
rolünü konu alan edebi hareket olan Naturalizm'e yol vermiştir.
Gerhart Hauptman'in Dokumacılar (1893) romanı belki de bu
dönemdeki Naturalist dramın en iyi yapıtıdır.
Empresyonizm Neoromantizm Sembolizm: Empresyonizm
(İzlenimcilik) Neoromantizm (Yeni romantizm) ve Sembolizm gibi
resimde daha çok bilinen kavramlar aynı zamanda yazın biçimlerini
tanımlamada da kullanılmıştır. Empresyonistler nesnelerin ve
olayların izleyici üzerinde yarattığı etkilenimlere baskı yaparak
bir tavır ve beyin hali yaratmaya çalışmışlardı. Neoromantikler
insani duyguları ve tutkularını takdir eden Romantik hareketi
yeniden canlandırmışlardı. Sembolistler ise şiirsel semboller
fanteziler ve psikanalizden büyülenmişlerdi. Doğrunun mantıksal
düşünüşle resmedilemeyeceğini ancak sembollerle önerilebileceğini
öne sürmüşlerdir. Bu dönemin terimleri bulanıktır ve yazarları ise
eleştirmenlerce yalnızca bir kategoriye konamamaktadır.
Huge von Hoffmansthal ve Rainer Maria Rilke'nin şiirleri o
atmosferi çağrıştırdığı için empresyonisttir. Hoffmansthal aynı
zamanda bir neoromantik olarak kabul edilir çünkü naturalizme
karşı çıkmıştır.
Hoffmansthal büyük ölçüde Alman besteci Richard Strauss'un yazdığı
opera -özellikle Der Rosenkavalier (1911)- librettoları (söz) ile
tanınır.
Thomas Mann'ın romanları geniş ölçekli biçimler ve temaları sunar.
İlk sosyal romanlarından Buddenbrooks (1901) tüccar bir ailenin
yaşamını anlatmasıyla tamamen gerçekçidir. Mann'ın Bildingsromani
Sihirli Dağ (1924) daha felsefidir ve hem empresyonist hem de
sembolist olarak tanımlanabilir. Kitapta tüberküloz
sanatoryumundaki hastaları 1900'lerin başlarındaki Avrupa
toplumunun çatışan tavır ve politik inançlarını sembolize eder.
Arthur Schnitzler'in Viyana'da yazdığı empresyonist dram ve
hikayeler kısa romanı Rüya Hikayesi'nde (1926) cinsel kıskançlığı
anlattığı gibi insani hislerinin psikolojisini keşfe çıkar.
Schnitzler'in çalışmaları Freud psikanalizinin derinliklerini
edebiyata ithal etme denemelerini temsil eder.
Ekspresyonizm: Ekspresyonizm
tüm sanat dallarındaki ana bir hareketti. Ekspresyonistler yaşamı
gerçeğin kendi kişisel yorumlamalarınca değiştirilmiş olarak
resmetmeye çalışmışlardı. Ekspresyonizm Birinci Dünya Savaşı'na
(1914-1918) ve geleneksel sosyal ve politik yapıların çözülmesi
sonucu ortaya çıkan kaosa tepki olarak sahneye çıkmıştı.
Expresyonist eserlerin çoğu kabus gibi bir niteliğe sahipti. Her
şeyin ötesinde Ekspresyonizm tüm geleneksel sanat standartlarının
reddedildiği radikal bir deneysellik hareketiydi.
Belki de en büyük ekspresyonist yazar Franz Kafka'ydı. Onun
hayalsi stili garip görüntüler kılık değiştirmiş referanslar ve
psikolojik işkence ile yanıltıcı basitlikteki betimlemeleri
harmanlar. Sonuç ise edebiyat tarihindeki essiz bir stil olmuştu.
Kafka'nın Duruşma (1925) romanında bir adam gizemli bir mahkeme
tarafından tutuklanır suçlanır ve idam edilir.
Bertold Brecht bir kitap kapağında görülüyor.Ekspresyonist
dramların en iyi örneklerinden bazıları da Bertolt Brecht'in
özellikle 1940'larda yazdığı piyesleridir. Bunların içinde Otuz
Yıl Savaşları'nın tarihi kaydı niteliğindeki Cesaret Ana ve
Çocukları (1941) ve İtalyan astronom Galileo ile onun bilimsel
teorilerini dini temelde suçlayan Roma Katolik kilisesi arasındaki
savaşımı anlatan Galileo'nun Yaşamı da (1943) vardır.
Brecht'in yanı sıra Georg Kaiser ve Ernst Toller de önde gelen
ekspresyonistlerdendir. Bu dönemin şairlerinden Georg Trakl ve
Gottfried Benn'de sahiptir.
Nazi Döneminde Edebiyat: Adolf Hitler'in Nazi Partisi
Almanya'daki iktidarı 1933'te ele geçirdi. Naziler hiç zaman
geçirmeden ahlaksız ve siyasetin güvenilmez buldukları
ekspresyonistleri yargılamaya giriştiler. Yaptıkları ilk islerden
biri ekspresyonist kitapları Berlin'de bir kütüphanenin avlusunda
halkın gözleri önünde yakmak oldu.
Hitler'in Üçüncü Reich'i (1933-1945) bitmek tükenmek bilmeyen
propagandanın yanında çok az değerli edebi eser üretebilmiştir.
Özellikle bu dönemde Leo Weisgerber düşünceleri en çok tutulan ve
Nazilerce yüceltilen dil bilimci ve edebiyatçıdır. Bertolt Brecht
ve Thomas Mann gibi önemli yazarlar ABD'ye göç ettiler ve Almanca
yazmaya orada devam ettiler. Diğerleri ise yakalandılar ve toplama
kamplarında katledildiler.
Savaş Sonrası Alman Edebiyatı (1945-1990): İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra (1939-1945) Alman edebiyatı ana olarak savaşla
yerle bir edilen Almanya'nın psikolojik travmalarla dolu yaşamı
ile ilgilendi. Savaştan sonra Almanya SSCB tarafından kontrol
edilen Doğu Almanya ve Batı ve özellikle Amerika güdümündeki Batı
Almanya olmak üzere iki devlete bölünmüştü. Dönemin en önde gelen
Alman yazarları Heinrich Böll ve Günter Grass'ti. Böll'un
romanları Bayanla Grup Resmi (1971) ve Katharina Blum'un Kayıp
Onuru (1974) toplumdaki itibarların kaybetmiş kadınları anlatır.
Grass ise edebi biçimlerdeki korkusuz yorumlarıyla öne çıkmıştı.
Teneke Tekerlek (1959) Kedi ve Fare (1961) ve Köpek Yılları'ndan
(1963) oluşan Danzig üçlemesi şimdiki adı Gdansk olan Alman-Leh
şehrindeki savaş sonrası zenginlik ve Nazi iktidarının bir
taşlamasıdır.
Savaş sonrası edebiyat Almanya'nın
Nazi tarihiyle yüzleşmek için çaba sarfetmişti. Faust efsanesinin
Thomas Mann versiyonu Doktor Faustus'ta (1947) bir bestecinin aşk
ve ahlaki sorumluluğu sanatsal yaratıcılık uğruna reddedişini
anlatır. Hikayeleri Alman edebiyatının tüm geçmişinin Nazilerin
ortaya çıkmasında sorumlu olduğunu anlatmaya çalışır. Carl
Zuckmayer'in Şeytan'ın Generali (1946) dramı Nazi rejiminde
suçlanan Alman ordu kahramanı Ernst Udet'in yaşamı üzerineydi.
Rolf Hochhuth'un piyesi Vekil (1963) Papa 12. Pius'u Nazilerin
Yahudileri katletmesine göz yummakla suçlar.
Savaş sonrası drama yazarlarının en önemlileri Almanlar değil
İsviçreli Friedrich Durrenmatt ve Max Frisch ile Avusturyalı
Thomas Bernhard ve Peter Handke'dir. İsviçreli yazarlar Brecht
tarzındaki sosyal eleştiriyi devam ettirdiler. İki Avusturyalı ise
daha çok psikolojik dramlar yazmıştı.
Doğu Alman edebiyatı Batı'dakinden farklıydı. Doğu yazarları
genelde sosyalist bakış açısına sahiptiler ve Batı'nın değerlerini
eleştiriyorlardı. Christina Wolf'un romanı Cassandra (1983)
savaştan bitap olmuş şehri Doğu Almanya'ya benzeterek Troya'nın
düşüşünü yeniden anlatır. 1959'da Doğu Almanya'dan Batı Almanya'ya
geçen Uwe Johnson politik olarak bölünmüş Almanya'nın
yorgunluklarına işaret ediyordu. Johnson'un romanı Jakop
Hakkındaki Dedikodular (1959) Sovyet ajanlarıyla işbirliği yapmayı
reddeden bir adamın öldürülmesini konu eder.
Günümüz Alman Edebiyatı:
1989'da toplum baskısı nedeniyle Doğu Alman hükümeti çöktü.
1990'da Doğu ve Batı Almanya tekrar birleşti. Birleşmeden sonra
Wolfgang Hilbig Erich Loest Monika Maron ve Christa Wolf gibi eski
Doğu Alman yazarları otobiyografiler romanlar ve denemelerle
geçmişleriyle hesaplaşma içine girdiler. Maron'un Küllerin
Uçuşması (1981) romanında bir güç santralinin çevreyi kirlettiğini
keşfettikten sonra bir gazetecinin yüz yüze kaldığı ahlaki açmaz
konu edilir. Romanya'nın Almanca konuşan azınlığından Herta Müller
Komünist rejimdeki yaşamı romanları Yeşil Eriklerin Ülkesi (1994)
ve Randevu'da (1997) anlatır. Christoph Hein'in romanları Tango
Dansçısı (1989) ve Willenbrock (2000) kendilerini bir kabusun
içinde bulan normal insanları kaleme alır. |