Kont Lev Nikolayevic Tolstoy 28 Ağustos 1828'de Tulainde
Yasnaya Polyana'da doğdu. Annesini küçük yaşta kaybetti.
Babası ve kardeşleriyle yaşadığı aile topraklarında Rus kırsal
yaşamını erkenden tanımış oldu. On beş yaşında Voltaire'i ve
üstünde kalıcı bir etki bırakacak olan Rousseau'yu okudu.
1847'de üniversiteden ayrılarak köylülerine yararlı olmak
amacıyla dönüp, Yasnaya Polayana'ya yerleşti.
Genç
Tolstoy, dört yıl süren acılardan ve yaşamın anlamını
sorgulamalardan sonra 1851'de yaşadıklarından tatmin olmayarak
Kafkasya'ya gidip topçu teğmeni oldu. Edebiyat çalışmalarına da
gerçek anlamda burada başladı. O dönemde Kafkasya bir eğitim ocağı
ve aralarında Lermontov'un da bulunduğu pek çok Rus yazarı için
esin kaynağıydı.
Tolstoy'un yayımlanan ilk kitabı "Çocukluk"un ne Kafkasya'yla ne
de Kırım'la ilgisi vardır. Tolstoy bu kitapta çocukluk anılarına
geri döner, Yasnaya Polyana'daki yaşamdan sahneler canlandırır. Bu
hikayeyi gönderdiği Sovremennik dergisinin yönetmeni şair Nekrasov,
derhal yayımlamaya karar verir. Böylece ilk hikayesinin
yayımlanmasından sonra, peş peşe çıkan "İlk Gençlik" (1854) ve
"Gençlik" (1857) ile Tolstoy, dönemin en tanınmış yazarları
arasında yer alır. Nekrasov, Turgenyev'e şöyle der; "işte yeni bir
yetenek, hem de kesin görünen bir yetenek."
Bu üçleme içinde geçmiş yıllara duyulan özlemden, çocukluğun
masumiyetinden, dünyayı keşfedişteki tazelikten çok daha fazlasını
barındırır. Tolstoy'un gelecekteki eserlerinin taşıyacağı bütün
özgünlüğü, özellikle de özeleştiriye olan eğilimini tohum halinde
içerir. Delikanlılığında daima doğru hareket etmek amacıyla
entelektüel ve moral yeteneklerinin gelişmesi için bir program
hazırlamayı tasarlar. On dokuz yaşından başlayarak en küçük eylem
ve düşüncelerini didik didik edip eleştirdiği bir günlük (tüm
yaşamı boyunca sürecek ve binlerce sayfa olacak) tutar. Tolstoy'un
gelişim çizgisini defalarca saptıracak derin krizlere karşın, onun
kişisel ütopyası çok erken oluşur. Bu sayede bireyin manevi
mükemmelliğinin kötülük ve yalanla daha iyi baş edebileceği, çünkü
bu konuda toplumsal reformların bile yetersiz kalacağı, toplumun
insanı yozlaştırdığı şeklindedir. 1856'da bu aykırı düşünceyi
sonuna kadar götürerek, "sanat sanat içindir" görüşünü savunan bir
grup kuramcıyla yakınlık kurdu. Ertesi yıl, İsviçre'yi, Fransa'yı,
Almanya'yı dolaştı ve bu arada "İki Süvari Subayı" ve "Üç Ölüm"ü
yazdı. Rusya ile karşılaştırıldığında Batı Avrupa'da egemen olan
toplumsal özgürlük onu adeta çarptı, ama çok geçmeden madalyonun
öteki yüzünü, ilerlemenin olumsuz yanlarını da fark etti. Yasnaya
Polyana'ya dönüşü, kölelerin özgürleştirilmelerinden hemen önceye
rastlar.
Tolstoy, "Toprak Ağasının Sabahı" (1856) adlı hikayesinde genç
prens Nehliyudov'un kişiliğine kendi yaşamından pek çok ayrıntı
yükler. Tıpkı yazar gibi, genç prens de üniversiteyi terk eder.
Yaz tatilini geçirmeye gittiği kırdaki malikânesinde, oraya
yerleşip, köylülerin yaşamını değiştirmeye karar verir. Ama iyi
bir toprak sahibiyle köylüler arasında uçurum vardır. Tolstoy
burada kır hakkındaki derin bilgisini gösterir.
1853'ten 1863'e kadar, on yıl boyunca şiirsel eserlerinden biri
olan "Kazaklar" üzerinde çalıştı. Olenin adında soylu bir
delikanlı, sürdüğü yaşamdan son derece bezmiş olarak, 1851
ilkbaharında Kafkasya'ya gider. Tolstoy burada Doğu'yu konu alan
edebiyatın büyük çoğunlukla bulandığı egzotizmin tersine,
neredeyse etnografik bir ayrıntı zenginliğiyle bir Kazak köyündeki
yaşamı aktarır. Yazara çok benzeyen, kendisini büyüleyen bu
dünyaya karışmayı başaramayan ve ayrılık zamanının gelip çattığını
hisseden Olenin'le Tolstoy bir huzursuz kişilikler topluluğunun
ilk halkasını oluşturur.
Tolstoy, 1859'da bir bunalımın eşiğindedir. İyilik yapabilme
olanağına kavuşacağına inandığı huzurlu kır yaşamına olan özlemini
dile getirmeye çalıştığı, alaycı başlığıyla "Aile Mutluluğu"nun
yayımlanması, aslında cesaretini kırmıştır. 9 ekim tarihli
yazısında şunları itiraf eder: "Artık bir yazar olarak hiçbir
değerim yok. Yazmıyorum, "Aile Mutluluğu"ndan beri hiçbir şey
yazmadım ve sanırım yazamayacağım da."
Böylece, 1859'dan 1862'ye kadar tüm zamanını Yasnaya Polyana'lı
köy çocukları için okul kurmakla geçirdi. Bu arada Yasnaya Polyana
adlı pedagojik bir dergi çıkartmaya başladı. Tolstoy, köylü
reformları yılları süresince sulh yargıçlığı yaptı ve pek çok
anlaşmazlıkta köylülerle soylular arasında arabuluculuk görevini
üstlendi.
1862'de Sofya Andreyevna Bers'le evlendi ve üç çocuğu oldu.
Düğününden önce, aşklarla dolu geçmişini bilmesi için geline
günlüğü okutması bu evliliği tehlikeye soktu. Daha sonra Sofya
Andreyevna'da Tolstoy'un önerisi üzerine, neredeyse sadece onunla
ilişkilerine adanmış bir günlük tuttu. Eşler günlüklerini
birbirlerine okuttular, hatta Tolstoy eşinin defterine notlar
düştü. Sofya Andreyevna'nın, Tolstoy'un kitaplarının sansürce
yasaklanması üzerine, bizzat Moskova'ya çarın huzuruna çıkacak
kadar ailesine bağlılığını gösterdiği mutlu bir evliliğe karşın,
Tolstoy kendi dünya görüşüyle çelişen aile yaşamından soğudu.
1863'te on yıl sürecek olan "Savaş ve Barış"ı yazmaya başladı. Bu
anıt eser, yazarın Sivastopol Savaşı'nda Rus birliklerinin
uğradığı bozguna, bu birliklerin aptalca yok oluşuna tanık olduğu
bir dönemde tasarlanmıştı. Elbette bu dönemin seçilmesinde,
tarihten öç alma, Rusya'ya bir bozgun yerine zafer sunma isteğinin
yattığı gözden kaçmamaktadır. Tolstoy, Napolyon'a karşı yapılan
savaşın, halk içinde bulduğu desteği göstermek isterken, bu savaş
hakkında, zaman zaman tanıklıklarla bile çelişen yeni bir
değerlendirmeyi kabul ettirmeyi başarır. Tolstoy bu kitabına
başladığında, 1856'da geçen, Sibirya'ya sürülen Dekabristlerin
dönüşünü konu alan bir hikaye yazmayı düşünüyordu. Ama
başlangıçtaki tasarısından vazgeçerek sadece kahramanın yaşamında
bir dönüm noktası olan olayı değil (1825 ayaklanması) 1812
anavatan savaşıyla aynı döneme rastlayan gençlik yıllarını da
anlatmaya karar verir. Tolstoy hikayesine bir bozgunu anlatmakla
başlamayı tercih etti; romandaki olaylar 1805'te başlıyordu.
"Savaş ve Barış" alışılmış sınırlandırmaların dışında kalan bir
eserdir. Ne psikolojik, ne de tarihi bir romandır, ne sosyal bir
kronik ne de üst sınıfların yaşamının sergilenmesidir; hepsinden
bir şeyler vardır. Yayımlandığında çok çeşitli tepkilere neden
oldu. Gerçekleri çarpıtmakla suçlandı, Çar Aleksander bile
Tolstoy'un her şeyi birbirine karıştırdığını söyledi. Tolstoy'un
vatanseverlik ve kahramanlık anlayışına tepki gösteren savaş
gazileri romanı kınadılar. Tolstoy'un romanın biçimine hâkim
olamadığını ileri sürdüler. Bu arada ilericiler, kadının
bağımsızlığı yolundaki düşüncelere karşı çıkışı veya geçmişe olan
bağlılığı yüzünden onu şiddetle eleştirdiler. Yazar, "Savaş ve
Barış" ta halk fikrine, "Anna Karenina"da (1877) aile fikrine önem
verdiğini söyler. Bu "Savaş ve Barış" ta aile fikrine yer
verilmediği veya "Anna Karenina"nın sorunsalının sadece aile
içinden kaynaklandığı anlamına gelmez. İki roman arasında on
yıllık bir zaman farkı vardır; ne Tolstoy aynı Tolstoy'dur, ne de
Rusya aynı Rusya'dır. Yazar romanda ilerledikçe, başlangıçtaki
kendini mahva sürükleyen evli bir kadın fikri, genişleyip
derinleşir. Burada Tolstoy' a en yakın kişilik Constantin
Levin'dir. Tolstoy'da onun gibi köylüleriyle ekin biçecektir,
üstelik Levin'in arazisi de Yasnaya Polayana'ya çok benzemektedir.
İki kahraman (Anna ve Levin) neredeyse hiç karşılaşmazlar,
birbirlerine paralel mekanlarda yaşarlar. Bu da eleştirmenlerin
Tolstoy'u konuyu inşa etmede yetersizlikle suçlamasına yol
açmıştır. Tolstoy bu eleştirileri şöyle yanıtlar: "Tam tersine
eserimin mimarisinden gurur duyuyorum, tonozlar öylesine
kavuşuyorlar ki, şatonun nerede olduğu bile görülemiyor."
Tolstoy, 1880'de yeniden büyük bir ruhsal bunalıma yakalandı ve
bunu, "İtiraflarım" (1882) adlı hikâyesinde şöyle anlattı:
"Çevremizdeki yaşamla ilişkimi tamamen kestim." Toprağı işlemeye
başladı, malını mülkünü dağıttı, dünyanın değişmesinin bireysel
kol emeğiyle gerçekleşebileceğine inandı, şiddete karşı çıkıp,
barışı savundu, ve Yasnaya Polyana'dan hiç ayrılmadı. Bu dönemde
yazdıklarında gerçeği arayış en ön plandadır: "Efendi ile Uşak",
"Karanlığın Kudreti", "Sanat Nedir?", pek çok halk masalı, felsefi
ve ahlaki eserler, "Neye İnanıyorum", "Dogmatik İlahiyatın
İncelenmesi", "Kilise ve Devlet", "Tanrının Ülkesi Senin
İçindedir", "İvan İlyiç'in Ölümü" … Bu dizinin en başarılı
hikayesi kuşkusuz "İvan İlyiç'in Ölümü"dür. Kahraman bir memurdur,
hep herkes gibi yaşamayı isteyen bir adamdır. Ancak ölüm döşeğinde
hayatının ne kadar boş geçtiğini anlar. Tolstoy büyün hayatının,
işinin, ailesinin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını gören
bir insanın manevi acılarını sergiler.
Tolstoy, "Kröyçer Sonat" ta (1889) evliliğin gerçek duyguların
taklidinden başka bir şey olmadığı sıradan bir ailenin dramını ele
alır. Pozdnyçev'le karısın arasında körü körüne bir cinsellikten
başak hiçbir bağ yoktur. Pozdnyçev'in kıskançlığı onu cinayete
sürükler; karısını öldürür. Tolstoy'un o dönemde geliştirdiği ve
dünyadan el etek çekmeyi, bedeni reddi hatta bedenden nefreti
savunan cinsellikle ilgili kuramların, çelişki ve sınırlarını
görüyoruz. "Şeytan ve Serge Baba" adlı hikayelerde de aynı tema
sürer.
Tolstoy, 1890'ların başında dünyaya yeni bakışını dile getirme
ihtiyacını duydu ve uzun yıllar "Diriliş" adlı eseri üstünde
çalıştı. Kitap dokuz yıl sonra, 1899'da yayımlandı. Burada ana
konu, soylu sınıftan Nehliyudov tarafından baştan çıkarılıp terk
edilen Katyuşa Moslova adlı yoksul bir genç kızın yaşadıklarıdır.
Katyuşa'ya mahkemede rastlayan (kız hırsızlık ve cinayetle
suçlanmaktadır) Nehliyudov hayatını alt üst edecek bir sarsıntı
geçirir. Romanın ilk sürümünde Nehliyudov, Katyuşa'yla evlenir.
Son ve yayımlanan biçimindeyse, her iki kahramanda kendi
kurtuluşlarının arayışı içindedirler; Katyuşa sürgündeki bir
devrimci ile yakınlık kurarken, Nehliyudov kendini İncil okumaya
verir. Buna rağmen, 24 şubat 1901'de Yüksek Kilise Meclisi
Tolstoy'u sapkınlık ve ateizmle suçlayarak aforoz etmiştir.
1912'de ölümünden sonra yayımlanan ve son eserlerinden biri olan
"Hacı Murat"ta, Tolstoy, Kafkasya anılarına geri döner.
Gerçeği arayışı, yaşamının sonunda onu evinden ve karısından
kaçmaya ve Kafkasya'ya gitme niyetiyle trene atlama niyetine
sürükledi. Ama çok hastalandı ve kırsal kesimde bir tren
istasyonunda, Astapovo'da 7 kasım 1910'da öldü. Cenaze töreni,
ülkenin dört bir yanından gelen on binlerce insanın bir araya
geldiği ulusal bir gösteriye dönüştü.
Tolstoy sadece yazar olarak değil, düşünür olarak da insanları
derinden etkilemiştir. Onun ilkesine göre yaşamak için Tolstoy'cu
topluluklar oluştu, ne var ki bunlar devrimden sonra zulme uğradı.
"Hikayelerimin kahramanı, yüreğimin bütün gücüyle sevdiğim, bütün
güzellikleri içinde anlatmaya çalıştığım ve hep güzel olan, güzel
kalan ve hep güzel kalacak olan gerçektir" Lev Nikolayeviç
Tolstoy, ülkesinde köylüler yararına yaptığı sosyal ve pedagojik
çalışmalarına hiç ara vermeden, Rus edebiyatına "Savaş ve Barış",
"Anna Karenina" gibi iki en güzel şaheser kazandıran zengin edebi
yaratılarında, ahlaki mükemmellik idealini bu sözlerle dile
getirmeye çalışıyordu… |