Edebiyatın anası olan halk söylencelerimizi bir kenara
koyarsak, halkımız yazılı sanat ve edebiyat diline sahip olalı
çok zaman geçmedi.
Henüz bir asrı doldurmuş değiliz bu konuda.
“Kötü zamanda doğduk” sözünü doğrular gibiydi durumumuz. Baskı ve
zulümle geçen yılları ve bunun etkilerini çok kısa sürede telafi
etme zorunluluğu doğdu edebiyatımızın önünde.
Geçmiş dönemde; edebiyata başlangıcı anadilinde yapmak isteyen pek
çok genç yazar ve şair, daha edebiyat yaşamlarının ilk adımında
bir çok gerçek dışı suçlamalarla tutuklanarak baskı gördü,
hapishanelerde çürütüldü, hatta kimileri öldürüldü.
Geriye kalanlar ise aynı akıbete uğramamak için sakınarak,
korkarak üstü kapalı değinmelerle yazmak zorunda kaldılar veya
yazdıklarını ister istemez mevcuda uyumlu (!) hale getirdiler.
Dolayısıyla hayatın gerçeklerini gözler önüne seremediler.
Geride bıraktığımız yüzyılın ikinci yarısının sonlarına doğru
yazarlarımız ve edebiyatçılarımız biraz daha özgür ve gerçekçi bir
biçimde yazabilmeye başladılar ve ancak ondan sonra “gide gide yol
aldık, çoğaldık, geliştik” türünde anlamsız ve samimiyetsiz
ifadelerin peşini bırakarak tepelerine çöreklenmiş gölgenin
altından çıkabildiler.
Önündeki bütün zorluklara ve engellere rağmen geçen zaman
içerisinde edebiyatımız uzunca bir yol katetti.
Şu anda bir çok önde gelen gelişmiş edebiyatın çok da gerisinde
olduğumuz söylenemez.
Hatta bundan sonra daha hızlı bir gelişme ve güçlenme olacağı
ümidimiz de vardı.
Şimdi rahat bir yola girdik,her şey daha iyi olacak gelişeceğiz,
büyüyeceğiz derken şanssızlık zavallı edebiyatımızın yakasını
bırakmadı ve şimdi de yeni engeller çıktı karşımıza.
Yeni dönemde maalesef yazan da yazılan da insanlar tarafından
umursanmıyor, zerre kadar da değer verilmiyor.
Bundan daha kötü ne olabilir ki?
Siz fedakarca tüm gayretinizi ortaya koyarak büyük bir çaba sarf
ediyorsunuz, fakat adına çabaladığınız insanların hiçbir şey
umurunda değil, yaptığınızın yazdığınızın hiçbir değeri yok.
Bu kadar kısa sürede böylesine çetin bir problemi yaratan neden ne
olabilir?
Bunun nedeni, sadece bireyin ekonomik kaygılar içerisine ve günlük
yaşam telaşına düşmesi değil.
Asıl neden başka yerde aranmalı bence; eskiden komünist sistemde
idarenin pek çok uygulaması insanlardan gizlenen, hakkında yazılıp
çizilemez, bahsedilemez meseleler olarak yazarlar için birer
yasaklanmış konu idi.
Yönetim kendi varlığını sürdürmek için, zulüm ve yalanlarını
örtbas etmek için bütün yazar çizer takımını kontrol altında
tutmaya azami özeni gösterdi.
Bu gün artık her şey göz önünde, her şey serbest.
İstediğini yaz, istediğini söyle,üstelik hemen o anda da insanlara
ulaşabilme imkanı var. Fakat artık öyle bir noktaya gelindi ki,
insanlar yazdıklarınızı söylediklerinizi umursamıyorlar bile.
Eğer kendileri için somut bir çıkar görmüyorlarsa hiçbir şekilde
ilgilerini çekmiyor ve edebiyatın geleceği vs. gibi kaygılar
içerisinde de değiller.
Ciddiye aldıkları, zaman ayırdıkları şeylere edebiyatı üstün
kılmak bu karışık dönemde ve kötü zamanda neredeyse imkansız gibi.
Durum ne yazık ki ürkütücü.
En ismi anılır yazarlar şairler bile, bir elinde kalem varsa diğer
eliyle bir şekilde yaşama tutunmaya çalışıyor.
Yazmayı tamamen bırakan ve yaşama derdine düşen insanlarımız da
var ve bu şaşılacak bir durum da değil açıkçası. Çünkü insanların
yazdıklarından kazandıkları çok komik meblağlar.
Söylediklerimizin anlaşılabilirliği için bir kısa örnek verelim:
Bir yazarın iki- üç yıl emek vererek ortaya koyduğu bir eserden
kazanacağının on katını, sıradan futbolcu kısa sürede çok
rahatlıkla kazanabiliyor.
Ayaklar kafadan daha değerli günümüzde.
Sporseverler “bu şimdi niye bize musallat oldu” demesinler ama bu
cumhuriyette mısır hastalığı !olan dönem kısa bir süre önceydi.
(Kruşçev
döneminde,ilgili ilgisiz herkesin, neredeyse cumhuriyetin top
yekun mısır yetiştirme işine zorlandığı dönem. Y.N.)
Şimdi de aynı şekilde spor hastalığı başladı.
Biz spora cephe almış falan değiliz elbette,spor mutlaka gerekiyor
fakat insanın eğitimi yetiştirilmesi kültürel gelişimi göz ardı
edilebilir mi?
”Vücudu gelişirse gerisi bir şey olur” mu diyorlar acaba
idarecilerimiz?
Elbette gerisi bir şey olur.
Oluyor da bedenen gelişen insanlar zihnen de gelişmez ise, kültür
ile bu gelişim desteklenmez ise ne olacağını 2005 yılında gördük
Nalçik şehrinde.
Kabardey edebiyatının ilgisizlikten yok olmasından korkuyorum.
Burada “korkmak” sözcüğünü öylesine laf olsun diye kullanmış
değilim, durumu kısaca matematik değerlerle ifade edeyim ben size:
Cumhuriyetin yazarlar birliğin üye edebiyatçıların arasında şu
anda eserlerini Adige dili ile yazan 50 kişi var. Bunların
arasında emeklilik yaşını geçmiş, emekli veya emekliliği çok yakın
olmayan insan sayısı sadece beş altı kişi. Bu beş altı kişinin
içerisinde de edebiyatla ilgisini kesmiş ve çok uzun zamandır
hiçbir eser vermeyen kimseler var.
Şimdi bir kıyaslayın; bizim edebiyat alanına girdiğimiz 60’lı
yıllarda genç şair ve yazarların sayısı 40’ın üzerindeydi ve
aramızda 30 yaşın üstünde insan sayısı azdı.
Eğer bu günkü durum devam ederse; Kabardey de Adige dili ile yazan
ve üreten hiçbir yazar/şair kalmaması ihtimal dışı değil.
Bütün bu söylediklerimizi bir araya getirip tekrar durumu gözden
geçirdiğimizde; edebiyatımızın geleceği konusunda çalışmak gereği,
bu görevin ciddiyeti ve aciliyeti bir kez daha ortaya çıkıyor.
Biz bu tespiti yaptığımız için Şıhulhağue (Samanyolu) Edebiyat
Derneği'nde biraz daha öne çıkan gelecek vaat eden yazar ve
şairlerimizle birlikte çalışmalar yürütmeye gayret ediyoruz.
Faaliyetlerimizi şimdilerde daha sıkılaştırmış olsak da 1989
yılından bu yana ayda bir kez olmak üzere hiç aksatmadan
toplanıyoruz. Bu 20 yıl içerisinde neredeyse bir çığır açtığımızı
söyleyebilirim. Edebiyat sanatının bütün alanlarını kapsayacak
biçimde, tarihimizi, dilimizi, geleneklerimizi hepsini bir arada
ele alan ve eğiten bizden başka bir kurum cumhuriyette yok.
Her toplantıda edebiyatın bir konusu üzerine dersler veriyoruz, o
alanda ünlü kişileri çağırıyoruz yetkin isimlerle gençlerimizi bir
araya getiriyoruz, mevcut ve yeni yayınları tek tek ele alıyoruz,
fakat bu sadece bizim çabamızla olacak bir iş değil.
Bizim edebiyat derneğimizden yetişen gençlerimizden bazılarından
iyi yazarlar şairler yetişti, hatta bazıları R.F. yazarlar
birliğine kabul edildiler. Anlaşılacağı üzere bize gelen herkes
yazar şair olmuyorsa da onlar anadilini seven dili ile ilgili
kimseler olarak yetişiyor, hayata atılıyorlar en azından. Şu anda
cumhuriyetteki gazetelerde dergilerde çalışmaları yayınlanan
kitapları basılan genç edebiyatçı üyelerimiz de mevcut ve
çalışmalarımız Moskova’dan fark edilmiş olmalı ki “edebiyat
gazetesi” dergisi bizimle bir geniş röportaj yaparak yayınladı.
Bütün bunlar anlık gözlem yaptığınızda iyi hoş şeyler fakat
detaylıca düşünürseniz durumumuz hiç iç açıcı değil. Bu gün övgü
ile bahsettiğimiz genç yazarlarımızdan hiç birisi için henüz tam
olarak “yazar/şair” tanımını kullanamayacağım.
Onlar henüz yolun başındalar ve yazının başında şikayetçi olduğum
yaşam kaygısı ve kavgasının onların yönünü değiştirmeyeceğine,
başka alanlarda faaliyete yöneltmeyeceğine dair bir garantimiz
yok. Bir iki kitapları yayınlandıktan sonra uzun zamandır hiç
sesleri çıkmayan ve ortadan yok olan bir çok genç yazarımız var.
ABAZOQUE Qantemir, LIUP Aslan, LHOSTEN Muze, ĞUŞ’O Zarif, PŞIWUK’
Latmir ve diğerleri.
J’IQUE Wumar ilk kitabında çok yetenekli bir şair olarak ortaya
çıkmıştı, fakat onu yazarlar ve edebiyatçılar birliğine alalı
yirmi yıl geçmesine rağmen hala bir tek satır yazmış yayınlamış
değil. Bu insanların hepsi, herkes gibi “yaşama telaşına düşmüş”
durumdalar. İşte bu nedenle şu anda çalıştığımız genç yazarlarımız
için de böylesine tereddütlü konuşmak zorundayım.
Bizim bu yürüttüğümüz çalışmalar için maddi güce ihtiyacımız var,
fakat cumhuriyetin yazarlar birliği gördüğü itibara orantılı
olarak maddi güçten de yoksun olduğu için, bize sadece şu anda
kullandığımız mekanı vermek dışında hiçbir yardım yapamıyor.
Bu gençlerin bir aşamaya gelenlerinin çalışmalarını basmak
yayınlamak gerekiyor, onlara destek olmak gerekiyor fakat ne yazık
ki her şey para ile oluyor artık.
Yazarlar birliği, son on yıllık çalışma programlarına her
defasında genç yazarlar toplantısı yapmayı koymasına rağmen, bunu
sadece bir kez 2003 yılında gerçekleştirebildi. Keşke onu da
gerçekleştiremeseymiş dedirtircesine, hükümetin bakan yardımcısı
kültür bakanlığının ilgilileri, bürokratlar, hepsi birlikte
toplanarak fotograf makineleri ve kameralar eşliğinde cumhuriyetin
genç yazarlarına nasıl yazmaları gerektiği konusunda “nasihatler”
ederek dağıldılar. Eskiden iki üç gün süren bu tür toplantılar üç
saate sığdırıldı. 11’de başlayan toplantı saat 13’de dağılmıştı.
Daha sonra günlerce televizyonlarda gazetelerde radyolarda bu konu
haber yapılarak bir ay boyunca bu içi boş toplantı haber konusu
edildi.
KBC’nin eli boş cebi boş yazarlar birliği ve ona bağlı olanların
son on yılda genç yazarlar için yürüttükleri çalışma bundan ibaret
ne yazık ki.
Faydası olmayan zararlıdır!
Onların bu saçmalıktan ibaret genç yazarlar! Toplantısından sonra
derneğimiz genç yazarlarından İWAN Aksana, QARTSEY Albert, ĞUTIJ
Anzor, BOREN Janna, TX’EZEPL Anzor, K’UEK'UK Zaline faaliyetlerden
çekildiler ve biz bu yetenekleri kaybettik. Sanırım “bizim
içerisine girmeye çalıştığımız bu mudur” demiş olmalılar.
Bu
gün böylesine zor duruma düşen ve hiç kimsenin umursamadığı
edebiyatımız aynı zamanda bizim tarihimizdir, kültürümüzdür,
geçmişimiz ve gelecek umudumuzdur, töremiz ve dilimizdir.
Edebiyatın toplum yaşamındaki yeri saymakla bitecek gibi değildir
anlayan için.
Edebi sanat dilin gelişmişliği ve kabiliyetidir, dilin
temizliğidir.
Müzik, resim ve benzeri diğer sanatların hiç birisi edebiyat
sanatının toplum yaşamına kattıklarını katamaz. Çünkü edebi sanat
aynı zamanda dilin muhafızıdır,dil ise toplumun canıdır.
“Dil yok olursa ulus yok olur” sözü öyle laf olsun diye
söylenmiyor, Wubıh halkının başına gelenler bu sözün en açık
kanıtıdır. Dilleri muhafaza olmuş olsaydı bu gün Wubıh halkı da
var olacaktı, dil yok oldu onlar da yok oldu. Yok olup nereye
gittiler? Tabii ki hiçbir yere. El ele tutuşup bu dünyayı terk
etmediler onlar, yer yarılıp içine de girmediler. Dilleri yok
olunca başka halkların içerisinde eriyip onlara karıştılar!
“Edebiyatımız yokken de dilimiz vardı” diyebilirsiniz. Doğrudur;
fakat o zamanlar şimdiki gibi yabancı lisan gelip baş köşemize
kurulmamış, yaşamımızı ve yeni neslimizi tahakkümüne almamıştı.
Geride bıraktığımız asrın şimdiki zamanlarında halkımız sadece bir
dil konuşurdu, Adigebze. Bu gün artık öyle değil, eğer Adigelerin
edebiyatı yok olursa, sözlüklerini sözcüklerini ellerinden
alırsanız bunun getireceği tek sonuç halkımızın yok oluşudur.
Tıpkı Wubıhlar gibi!
Eğer edebiyatımız bu günkü gibi devam ederse bizim de başımıza
gelecek olan da budur.
O
nedenle en kısa sürede bu durum mutlaka düzeltilmeli ve gereken
tedbirler alınmalıdır. KBC yazarlar birliğinin yakında yapılacak
olan 12. dönem toplantısında bu tehlikenin görüleceğini ve gereken
tedbirlerin alınacağını ümit ediyoruz.
Dilerim Tanrı bizi yanıltmaz. |