-Bir dağ ki, insanların
anadilleriyle büyümeleri gerektiğini hatırlatır;
Bir dağ ki, kalbe giden yolun dilden geçtiğini öğretir;
Bir dağ ki, her topluluğu anadiline sahip çıkmaya çağırır;
Bir dağ ki, kavimlerin ancak dilleriyle var olabileceğini
savunur;
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden tüm dillere özgürlük diye
haykırır.-
Hepsi de birbirinden güzel yüzlerce
ülkenin bulunduğu yeryüzü coğrafyasında, her ülkenin de
birbirinden güzel onlarca doğal ve mimari eseri vardır. Her ülke,
sahip olduğu bu güzellikleriyle haklı olarak gurur duyar ki,
bunlar, o ülkelerin özellik ve kimlikleri hakkında öncüller sunan
simge ve kodlardır, aynı zamanda.
Ülkeler dış dünyada bu simge ve kodlar
öncüllenerek tanınır. Ülkelerin tanıtımında, ülke hakkında ilk
bilgiler elde edilmesinde, bu güzellikler bir çeşit “sembol” gibi
kullanılarak, Almanca’da “Wahrzeichen” denilen bu
“semboller” üzerinden o ülkeler yabancı insanlara tanıtılır.
Seçilen “sembol” üzerinden aynı zamanda, o ülkenin, en çok hangi
yönüyle gurur duyup ön plana çıkarmaya çalıştığı da rahatlıkla
çözülebilir.
Ancak bir ülke, ne kadar fazla doğal
veya mimari güzelliğe, yani simge ve kodlara sahip olursa olsun,
bunlar arasından en güzelini ve kendince en önemlisini seçerek,
dış dünyada bunu “sembol” (Wahrzeichen) olarak kullanır ve artık o
ülke, dünyada, hangisi olduğu bilinen o “sembol” üzerinden
tanınır.
O ülkenin turizm bakanlığı veya dış
ülkelerdeki temsilcilikleri, seyahat acenteleri, kültür
dernekleri, ülkesinin tanıtımını yaparken, bunu o “sembol”
üzerinden gerçekleştirir. Çünkü reklam ve imaj dünyasında,
semboller sözcüklerden daha kuvvetlidir. Dünyanın her
ülkesindeki okullarda da, ilkokul çocuklarına coğrafya dersi
verilirken, dünya haritasındaki ülkeler üzerine bu “sembol”
çizilerek öğretilmeye çalışılır. Çocuklar, gösterilen ülkenin
hangisi olduğunu o “sembol”e bakarak anlarlar.
Dünyanın en güzel coğrafyasına ve en
bereketli topraklarına sahip olan ülkemizin dış dünyadaki
“sembol”ü, Kapadokya coğrafyamızda bulunan Peri Bacaları’dır.
Turizm bakanlığı, dış ülkelerdeki temsilcilikleri, seyahat
acentaları ve kültür dernekleri tarafından Avrupa ülkelerindeki
sokak ve meydanlara asılan ve üzerinde “Turkey / Türkei / Turquie
/ Turquía / Turchia / Turkije / Turkiet”
yazan tüm afiş ve panoların üzerinde Kapadokya fotoğrafı veya
çizilmiş resmi vardır.
Bununla biz, yabancı ülkelerdeki
insanlara karşı, ülkemizin farklı din ve medeniyetlere ev
sahipliği yapmış topraklar üzerinde bulunduğunu, köklü bir
tarihsel geçmişe, zengin bir toplumbilimsel çeşitliliğe ve semiz
bir kültür birikimine sahip olduğunu, ayrıca, ülkemizi ziyaret
etmeleri, seyahat veya tatil tercihlerini ülkemizden yana
kullanmaları halinde kendilerini adeta ayrı bir dünyada, farklı
bir gezegende hissedeceklerini anlatmaya çalışırız. Her ne
kadar ilk baştaki vurguları son yüz yıllık yakın geçmişimizle,
hiçbir farklılığa müsamaha göstermeyen ve göstermediği gibi yaşama
hakkı da tanımayan karakteristiğimizle bizzat kendimiz hiç hak
etmiyorsak da (bu topraklardaki tüm coğrafi isimleri haritadan
silip yasaklayan şoven siyasa, muhtemeldir ki, bunu yaparken
“Kapadokya” ismi aklına gelmemiş; gelmiş olsaydı, emin olun, bunu
da yasaklardı), özellikle ikinci kısımdaki vurgularımızda yerden
göğe kadar haklı olmadığımızı kim iddia edebilir? Dünya üzerinde,
bizim ülkemizden, yaşadığımız topraklardan daha güzel bir ülke,
daha güzel bir coğrafya var mıdır?
Aynı anda dört mevsimin birden
yaşandığı, üç ayrı kıt’a bölgesinin (Ortadoğu, Kafkasya ve
Balkanlar) tam ortasında bulunan, bir üçgenin “hipotenüsü” gibi bu
üç dünyayı birbirine bağlayan, ayrıca iki ayrı kıtaya da ait olan,
üç dış bir de iç denizi, onlarca gölü olan, topraklarında her
renkten akarsuyun aktığı, hem mavi (Fırat), hem yeşil (Manavgat),
hem sarı (Çoruh), hem beyaz (Borçka), fakat ne yazık ki hem de
“kan kırmızısı” (Zilan) nehirlerin aktığı, topraklarında envai
çeşit meyve ve sebzenin yetiştiği, Avrupa kıtasının tamamında 11
bin bitki türü bulunurken tek başına 9 bin bitki türüne sahip olan
böyle bir ülke, her türlü övgü ve iltifatı hak etmemekte midir?
İşte bunun içindir ki, dünya üzerinde hiçbir coğrafya, üzerinde
yaşadığımız coğrafya kadar şairlere, ozanlara, edebiyatçılara ve
sanatçılara ilham kaynağı olmamıştır.
Bunun gibi, örneğin;
- Almanya’nın dış dünyadaki “sembolü”, Bavyera’nın güneyinde
bulunan görkemli Neuschwanstein Şatosu,
- Liechtenstein’in “sembolü” Vaduz’a tepeden bakan Vaduz Şatosu,
- İtalya’nın “sembolü” Toskana ilindeki eğri (ve gittikçe de
eğrilen) Pisa Kulesi,
- Fransa’nın “sembolü” Paris’teki Eyfel Kulesi,
- Belçika’nın “sembolü” Brüksel’deki Atomium,
- Hollanda’nın “sembolü” Rotterdam yakınında bulunan ve tam 19 yel
değirmeninin yan yana dizildiği Kinderdijk köyü,
- Danimarka’nın “sembolü” Kopenhag’da Køge Bugt suları üzerinde
bulunan ve sevgili çocukların “masal babası” Hans Christian
Andersen’in aynı adlı masalından esinlenerek yapılan deniz kızı
Den Lille Havfrue,
- Macaristan’ın “sembolü” başkent Budapeşte’de Avrupa’nın en uzun
ikinci akarsuyu Tuna Nehri üzerinde bulunan ve şehrin “Buda”
kesimi ile “Peşte” kesimini birbirine bağlayan “zincir köprüsü”
Széchenyi Lánchíd,
- Yunanistan’ın “sembolü” Atina’da bulunan Akrópolis,
- Rusya’nın “sembolü” Moskova’nın kalbinde bulunan Kremlin
Sarayı,
- Çin’in “sembolü” dünyanın en uzun surları olup uzaydan
görülebilen yegane “insan eli” yapıt olan, ancak ne yazık ki tüm
dünyada çok kabaca ve basitçe bir isimlendirmeyle “Çin Seddi”
olarak anılan Çang-Çeng,
- Malezya’nın “sembolü” Kuala Lumpur’da bulunan Menara Petronas
ikiz gökdelenleri,
- Kamboçya’nın “sembolü” Angkor bölgesinde bulunan “şehir
tapınağı” Angkôr Vôtt,
- Tayland’ın “sembolü” Bangkok’un Yai semtinde bulunan “sabah
kızıllığı tapınağı” Wat Arun,
- Hindistan’ın “sembolü” Babür İmparatorluğu’nun 6. hükümdarı Şah
Cihan tarafından o zamanki imparatorluğun başkenti olan Uttar
Pradeş eyaletinin Agra şehrinde Jumna Nehri kıyısında yaptırılmış
olan Tac Mahal,
- Pakistan’ın “sembolü” İslamabad’da Margalla Dağları’nın
eteklerinde bulunan, minareleri Pakistan’ın en büyük övünç kaynağı
olan kendi üretimleri “Şahin füzelerini” simgeleyen,
Tunceli-Pertekli Kürt mimar Vedat Ali Dalokay tarafından yapılan
Faysal Mescidi (dünyaca ünlü Dersimli mimar Vedat Ali
Dalokay, Pertek’te dünyaya gelmiş ama Elazığ’da büyümüş, siyasetin
içinde de yer almış, 1973-77 arası CHP’den Ankara belediye
başkanlığı yapmıştır; Pakistan’ın başkenti İslamabad’daki Faysal
Mescidi’nin haricinde, yine buradaki Başbakanlık Kompleksi ve
Pakistan Ulusal Anıtı, İstanbul’da şu andaki Taksim Meydanı ve
Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindeki İslam Kalkınma Bankası Genel
Merkezi gibi eserlere imza atmıştır; bunların hepsi 1991 yılında
kaybettiğimiz sevgili Dalokay’ın eserleridir),
- Özbekistan’ın “sembolü” Malatya vilayetimizle “kardeş şehir”
olan Buhara şehrinde bulunan ve mavi rengiyle daha ilk görünüşünde
bile insana tarifsiz bir manevi huzur veren Buhara Mescidi,
- Irak’ın “sembolü” Samarra kentinde bulunan ve helezon (spiral)
mimarisi nedeniyle “El- Malwiye” olarak da anılan Samarra
Mescidi (Irak’taki 852 tarihinde inşa edilen Samarra
Mescidi’nin mimarisi, İslam dünyasındaki hiçbir caminin mimarisine
benzememektedir; ancak kendisinden 30 yıl sonra Mısır’ın başkenti
Kahire’de inşa edilen İbn-i Tulun Mescidi’nin mimarisi Samarra
Mescidi’ne benzetilmeye çalışılmıştır; Ahmed ibn-i Tulun
tarafından Kahire’de inşa edilen İbn-i Tulun Mescidi’nin yeri de
öyle gelişigüzel değil, özel olarak seçilmiştir; İbn-i Tulun
Mescidi’nin şu anda bulunduğu yer, hem Hz. İbrahim’in oğlu
İsmail’i kurban etmeye teşebbüs ettiği, hem de Hz. Musa’nın
Allah’ın yardımıyla Fir’awn’ın emrindeki sihirbazların sihirlerini
bozduğu yerdir),
- Mısır’ın “sembolü” ise başkent Kahire ile arasında dünyanın en
uzun akarsuyu olan Nil Nehri geçen Cize şehrinde bulunan, Xeops,
Xefren, Mikerinos ve üç tane de kraliçe piramidi olmak üzere
toplam 6 piramit ve bir sfenskten oluşan Cize Piramitleri’dir.
Pakistan’daki Faysal Mescidi’nden
tutun da Mısır’daki Cize Piramitleri’ne varıncaya kadar, yine
Mısır’daki İbn-i Tulun Mescidi’nden tutun da Fransa’daki Eyfel
Kulesi’ne varıncaya kadar, Almanya’daki Neuschwanstein Şatosu’ndan
tutun da Liechtenstein’daki Vaduz Şatosu’na varıncaya kadar,
yukarıdaki listede pek çoğunu sizler için gidip gezdiğimiz ve bu
platformda anlatıp tanıttığımız, fotoğraflarını da çekerek sizlere
gösterdiğimiz, oturduğunuz adrese kadar getirdiğimiz bu eserler,
işte bulundukları ülkelerin dünyadaki “sembolleri” sıfatlarını
taşırlar.
Dünyanın neresinde olursa olsun, bu
“sembol”lerden birini gören herkesin aklına o ülke gelir. Hatta bu
simge ve kodlar, o derece sembolleşmişlerdir ki, tam tersine,
yanınızda bu ülkelerin isimleri zikredildiğinde aklınıza ilk
olarak bu eserler gelir.
Eserler ülkesini hatırlatır, ülkeler
de eserini.
Alplerin güzel ülkesi, süt ve çikolata
memleketi İsviçre’nin “sembolü” ise, ülkenin güneyinde, İtalya
sınırı yakınında bulunan Matterhorn isimli bir dağdır. Dağın
Almanca adı “Matterhorn”, Fransızca adı “Le Cervin”,
İtalyanca adı ise “Monte Cervino” şeklindedir.
Matterhorn, İsviçre’nin güneyinde
Almanca ve Fransızca konuşulduğu için resmi dilleri de Almanca ve
Fransızca olan Wallis kantonundadır. Kantonun Almanca adı “Wallis”,
Fransızca adı “Valais”, İtalyanca adı “Vallese”,
Retoromanşça adı “Vallais”, Arpitanca adı ise “Valês”
şeklindedir. (Retoromanşça, İsviçre’nin yerlisi olan Romanş
Çingeneleri’nin konuştuğu Çingene dili, Arpitanca ise memleketleri
Fransa’nın güneyi olup oraya göç etmiş Arpitan Çingeneleri’nin
konuştuğu Çingene dilidir)
Matterhorn (Le Cervin) adlı bu dağ,
Wallis (Valais) kantonunun Visp (Viège) ilçesine bağlı 5 bin 828
nüfûslu Zermatt köyünde bulunur. Dağın dibinde Riffel
Gölü vardır. Köyün Almanca adı “Zermatt”, Fransızca
adı ise “Praborgne” şeklindedir. (Fransızca adı, köyün çok
eski tarihlerdeki Latince adı olan “Pratobornum” isminden
türemedir.)
Alper’in en yüksek dağlarından biri
olan Matterhorn’un yüksekliği 4 bin 478 m’dir. Bu dağ,
İsviçre’nin dünyadaki “sembolü”dür ve bu özelliğinden dolayı,
dünyanın en meşhur dağlarından biridir. İsviçre’nin en çok turist
çeken yeri de bu dağdan ötürü Zermatt köyüdür. Yıllık milyonlarca
turist tarafından ziyaret edilmekte, dünyanın çeşitli ülkelerinden
insanlar sırf bu dağı görebilmek için bu köye gelmektedirler.
“Saat ve çikolata ülkesi” olan İsviçre’nin ürettiği ve dış
ülkelere ihraç ettiği tüm saat ve çikolataların üzerinde bu dağın
resmini görmeniz mümkündür. Hatta öyle ki, diyelim marketten bir
çikolata aldığınızda, onun İsviçre çikolatası olup olmadığını
anlamak için üzerinde “Made in Switzerland” ibaresini aramanıza
gerek yoktur; çikolatanın üzerinde bu dağın resmini görmeniz
yeterlidir.
Bu dağ, Matterhorn, İsviçre’nin
“sembolü” olduğu için, İsviçre bu dağı bir “marka “olarak
kullanmakta, ürettiği mamullerin ambalajının üzerine resmini
yapıştırmaktadır.
İmdi; bu haftaki sohbetimizin can
alıcı sorusu şu: Avrupa’nın, hatta dünyanın en güzel ülkelerinden
biri olan İsviçre’nin onlarca doğal güzelliği, hepsi de
birbirinden güzel onlarca göl ve şelalesi, kanyonları, yaylaları
olduğu halde, neden hiçbir özelliği olmayan bu kupkuru dağı
kendine “sembol” olarak seçmiştir? Hakikaten çok ilginç, değil mi?
Sohbetimizin başında da ifade
ettiğimiz üzere, bir ülke, ne kadar fazla doğal veya mimari
güzelliğe, yani simge ve kodlara sahip olursa olsun, bunlar
arasından en güzelini ve kendince en önemlisini seçerek,
dış dünyada bunu “sembol” (Wahrzeichen) olarak kullanır ve artık o
ülke, dünyada, hangisi olduğu bilinen o “sembol” üzerinden
tanınır. Seçilen “sembol” üzerinden aynı zamanda, o ülkenin, en
çok hangi yönüyle gurur duyup ön plana çıkarmaya çalıştığı da
rahatlıkla çözülebilir.
İsviçre mimari güzellikler, yani
“insan eli” eserler bakımından oldukça fakirdir; değişik veya
özgün herhangi bir yapıtı yoktur. Ancak doğal güzellikler
bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir.
Avrupa’nın en büyük şelalesi olan Ren
Şelalesi (Rheinfall) bu ülkededir mesela. Aynı şekilde, benzer
güzellikte olanlarına ancak Amerika kıtasında rastlanabilecek olan
Via Mala adlı kanyon da bu ülkede, yine Ren Nehri üzerindedir.
Bunun gibi, anlatmakla bitiremeyeceğimiz daha pekçok doğal eseri
vardır. Fakat İsviçre, bunlardan hiçbirini kendine “sembol” olarak
seçmemiş, tercihini Matterhorn adlı bu kupkuru dağdan yana
yapmıştır.
İsviçre’nin onlarca doğal
güzelliği, hepsi de birbirinden güzel onlarca göl ve şelalesi,
kanyonları, yaylaları olduğu halde, neden hiçbir özelliği olmayan
bu kupkuru dağı kendine “sembol” olarak seçmiştir?
Neden?
Neden?
Neden?
Alpler’in güzel ülkesi İsviçre’nin tam
4 tane resmi dili vardır ve bu anayasanın 4. maddesinde
belirtilir. Bu diller Almanca, Fransızca, İtalyanca ve
Retoromanşça’dır.
İsviçre’de hiçbir dilin diğer bir
dile, hiçbir kavmin diğer bir kavme, hiçbir ırkın diğer bir ırka
herhangi bir üstünlüğü yoktur. Ülkedeki yerli halklar
tarafından konuşulan bütün ana diller “resmi dil” statüsündedir;
ülkede ne kadar dil konuşuluyorsa devletin de o kadar resmi dili
vardır.
İsviçre’de, bir şehirde veya köyde
yaşayan halk hangi dili konuşuyorsa, o şehir veya köyün ismi de o
dildedir. Bu durum ülkeyi bölmek bir yana, bilakis bölünme
gibi tehlikelere karşı bir emniyet sübabıdır. Hiç kimse kendisini
bu toprakların asıl sahibi, yekdiğerini de bir sığıntı, yabancı
olarak görmez. Kimse de aslını inkar edip kendisini başka bir
kavme nispet etmeye zorlanmaz. Herkes kendisidir ve üst kimliği
“İsviçreli” olmaktır. Bir kantonda veya şehirde halk hangi dili
konuşuyorsa, o bölgenin veya kentin resmi dili odur.
İsviçre dış dünyaya karşı en çok da
bu yönüyle övünmekte, bütün anadillere özgürlük sağlamış ve tüm
kavimler, etnik topluluklar arasında adalet ve eşitliği sağlamış
olmasıyla gurur duymaktadır.
İsviçre’nin aslında övünç vesilesi
yapabileceği pekçok olumlu özelliği vardır. Dünya haritasında,
tarihte hiç savaş yapmamış tek devlet olması, şu anda dünyadaki en
zengin ülkelerden ve en refah toplumlardan biri olması, “tarafsız
ülke” olarak dünya siyaset sahnesinde rol oynaması, tüm
uluslararası kuruluşların merkezinin burada olması, ilk etapta
aklımıza gelen önemli özellikler. Fakat İsviçre bunların
hiçbiriyle değil, asıl olarak, ülkede konuşulan tüm anadilleri
devletin resmi dili yapmış olması, ülkedeki tüm etnik kesimler
arasında gerçek kardeşliği, adalet ve eşitliği sağlamış olmasıyla
övünmektedir.
Şimdi, “Bunun Matterhorn ile ne
alakası var” diye soruyorsunuz, hiç şüphesiz.
Bu dağın fotoğrafına dikkatlice
bakarsanız, ne alakası olduğunu belki kendiniz de çözebilirsiniz.
İsviçre’de bu dağın halk arasındaki
lakabı “Zunge” olup, bu sözcük Almanca’da “dil”
demektir. Dağa dikkatlice bakınız lütfen: Bu dağ, Matterhorn,
tıpkı bir “dil”e benzemektedir.
Bu dağın gerçekte hiçbir özelliği
yoktur ve kupkuru bir dağdır. Fakat dağın şekli çok ilginçtir;
Matterhorn, tıpkı bir “dil”e benzemektedir ve o dağın eteklerinde
yaşayan halk da dağı “Zunge” (dil) diyerek çağırır.
Tam 4 resmi dili olan ve bunu
anayasasında da belirten, hiçbir dilin diğer bir dile, hiçbir
kavmin diğer bir kavme, hiçbir ırkın diğer bir ırka herhangi bir
üstünlüğünün bulunmadığı, ülkedeki yerli halklar tarafından
konuşulan bütün ana dillerin “resmi dil” statüsünde olduğu, ülkede
ne kadar dil konuşuluyorsa devletin de o kadar resmi dilinin
olduğu, ülkede doğan her çocuğun ilkokuldan üniversite bitimine
kadar kendi anadiliyle eğitim gördüğü İsviçre’ye bundan daha çok
yakışabilecek bir “sembol” olabilir miydi ki?
Matterhorn İsviçre’yi hatırlatır,
İsviçre de Matterhorn’u.
... ve ikisi, bu ülke ve bu dağ, tüm dünya ülkelerine, tüm
insanlığa, kavim ve toplulukların ancak anadilleriyle kimlik
sahibi olabileceğini, anadiliyle yaşamayan ve anadilini
yaşatamayan kavim ve toplulukların özgürlüğünden ve kimliğinden de
söz edilemeyeceğini hatırlatarak, her insanın, kişilik ve kimlik
sahibi her bireyin kendi diline sahip çıkması gerektiğini öğretir.
Matterhorn...
Bir dağ ki, insanların anadilleriyle
büyümeleri gerektiğini hatırlatır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, kalbe giden yolun dilden
geçtiğini öğretir...
Matterhorn...
Bir dağ ki, her topluluğu anadiline
sahip çıkmaya çağırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, kavimlerin ancak
dilleriyle var olabileceğini savunur...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
İtalya’ya bakar ve “Sardunca’ya, Furlanca’ya ve Ladince’ye
Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Fransa’ya bakar ve “Korsikaca’ya, Oksitanca’ya ve Bretonca’ya
Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
İspanya’ya bakar ve “Katalonca’ya, Baskça’ya, Galiççe’ye ve
Aranezce’ye Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Britanya’ya bakar ve “Galce’ye ve İskoçça’ya Özgürlük!”
diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Almanya, Hollanda ve Danimarka’ya bakar ve “Frizce’ye
Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Norveç, İsveç ve Finlandiya’ya bakar ve “Laponca’ya Özgürlük!”
diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Rusya’ya bakar ve “Karelce’ye, Adigece’ye, Kabardince’ye,
Osetçe’ye, Çeçence’ye, İnguşça’ya, Kalmukça’ya, Mordvince’ye,
Çuvaşça’ya, Marice’ye, Tatarca’ya, Udmurca’ya, Başkurtça’ya,
Komice’ye, Altayca’ya, Hakasça’ya, Tuvince’ye, Yakutça’ya,
Koryakça’ya, İtelmence’ye ve Evence’ye Özgürlük!” diye
haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden Çin’e
bakar ve “Moğolca’ya, Uygurca’ya, Tibetçe’ye, Kantonezce’ye,
Zhuangca’ya, Buyeyce’ye, Dongca’ya, Tai Lüce’ye, Tai Nüaca’ya, Tai
Pongca’ya, Lazahça’ye ve Yice’ye Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Hindistan’a bakar ve “Bengalce’ye, Teluguca’ya, Marathice’ye,
Tamilce’ye, Urduca’ya, Gujaratça’ya, Kannadaca’ya, Malayalamca’ya,
Oriyaca’ya, Pencabi’ye, Asamiyaca’ya, Maithilice’ye, Santalice’ye
ve Keşmirce’ye Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Pakistan’a bakar ve “Sindce’ye, Belucca’ya, Hunzakutça’ya ve
Nagarca’ya Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Gürcistan’a bakar ve “Abhazca’ya, Acarca’ya ve Margalca’ya
Özgürlük!” diye haykırır...
Matterhorn...
Bir dağ ki, Alplerin zirvesinden
Türkiye’ye bakar ve “Kürtçe’ye ve Lazca’ya özgürlük!” diye
haykırır... |