’’Eyvaah, eyvah!...’’ Dövünüp duruyordu Çerkes Apti...
Köye dönemezdi, eve ocağa uğrayamazdı artık... ‘’Tuh
tuh. tuh... vah yandım ki, nasıl...’’
Oturdu yol ağzındaki Ulupınar yalağının taşına, derin
düşüncelere daldı.
’’Düşmanlarımız, evet, evet düşmanlarımız Çerkes'in
adını at hırsızına
çıkarmışlar. Çerkes'in at çaldığı yalan, tövbe yalan...
Çerkes at çalmaz
da, ya atını çaldırır mı? Vay başıma!... Hangi kahpe
dölü çaldı atımı... At değil kü-heylan... Akıtma'sına
kurban olduğum... Tek ayağı sekili yanık
al atım!... Çerkes Apti atını çaldırmış, derler de
tefe-kor çalarlar. Ulan Çerkes kısmı atını çaldırır mı
hey eşek Apti, hey Avanak Apti... Ulan, sen Çerkeslerin
de adını batırdın. Nedir başıma gelen!... Ulan, at çalar
diye
yalan yere Çerkes'in adını çıkarmışlar, düşmanın gözü
kör olsun... Şimdi
de bu Çerkesler bir ata sahip olamıyor diye-kabilemizi
rezil ettik...’’ Çerkes Apti ağlayacak gibi oldu, başını
iki avucumun arasına almış, dirseklerini dizlerine
dayamış acı acı düşünüyordu.
’’Kendimi öldürürüm, kıyanın canıma, var mı başka
yolu!... Karlıkaya
doruğundan atarım kendimi uçuruma,, bin parça olurum,
her parçamı bin
kuzgun bölüşür... Ardımdan, vah yiğit, gece karanlığında
atı nasıl yel gibi sürdü ki uçuruma düştü, derler.
Yaşamak bana haram. Köyde kasabada kimi kimsenin yüzüne
bakamam... Bakıp bakıp, atını çaldıran avanak Çerkes
işte bu, diye herkes beni birbirine gösterir de eğlenir.
Çoluk çocuğa maskara olduk gitti... Bırak onu sen, atı
çaldırdığım duyuldu mu, kan evin eşiğinden adımımı
attırmaz... Tuh, namusum iki paralık oldu...’’
Çerkes Apti oturduğu yerde iki yana sallanıp duruyordu.
’’Ölüm bişey değil, hadi kıydım canıma... Ulan, bizim
çalınan alyanık donlu
kısrağı bir gören olmayacak mı!... İşte, Çerkes Apti'nin
kısrağı, diyecekler. Hayır, ölmek olmaz, ölüm çare
değil...’’
Derin düşüncelere dalan Çerkes Apti kararlıydı. Ne yapıp
edip namusunu
temizleyecek; ellere, Çerkes delikanlısı atım
çaldırtmış, dedirtmeyecekti.
Ta uzaktan yankılanan nal sesleri duyuldu. Geniş yalak
taşının üstüne
uzanıp, sırtını da çeşme taşına dayayıp uyur gibi yaptı.
Nal sesleri yaklaştı, yaklaştı. Atlı göründü. Çerkes
Apti,. uyur gibi yaparak alttan doğru, yalakta su içen
ata baktı. Hayır, hiç beğenmedi bu atı... At değil
eşek... Köye gidince, benim kısrağı işte bununla
değiştim dese, herkesi kendine güldürürdü. Beklemeliydi,
elbet bir kısmet çıkardı, iyice uykuya verdi kendini...
Adamın verdiği selamı bile duymazdan geldi. Atlı adam,
sürdü atını gitti.
Ondan sonra iki üç atlı daha geldi, atlarına su
verdiler. Çerkes Apti bunları da beğenmediği için
uykudan uyanmaz göründü. İçinden, ’’Ya kısmet...’’
diyordu.
Derken bir nal sesleri duydu ki, Çerkes kulakları hemen
dikildi; at dediğin nalının sesinden bellidir. Ulan, bu
atın nal sesiyle, yedi köyün Çerkes kızları oyuna
kalkar. Vay bu nasıl nal sesi... Nal sesi böyle olmaz,
bu bir duyulmamış Çerkes çalgısı... Bir de kişnemez mi!
Çerkes. Apti, göz kuyruğundan atı görmesiyle yüreği küt
küt atmaya başladı. Kır kısrak kişneye kişneye yalağın
başına gelince, yerinde duramayan Çerkes kızları gibi ön
ayaklarıyla toprağı eşeliyordu. Yattığı yerden alttan
yukarı ata bakan Çerkes Apti, sanki atın kişnemesinden
uyanıp sıçramış gibi yaptı. Atın üstündeki adam, öbür
atlılar gibi selam verdi: - Selamünaleyküm...
Çerkes Apti sanki selamı hiç duymamış gibi yumruklarıyla
gözlerini uğuşturup karşısındaki atlı adamı alttan
yukarı şaşkınlıkla süzdü. Kendi kendine söylenip
duruyordu:
- Aman bu ne? Bu ne Allahım!... Bu nasıl şey? Yoksa ben
rüyada mıyım? Bu nedir böyle? Adam,
- Ne var, neye şaştın? dedi. Çerkes Apti,
- Şaşılmaz mı, dedi. Bu ne hikmet! Aman yiğit, sorması ayıp
olmasın,
sen anandan bu kıbalde mi doğdun? Adam şaşırdı:
- Ne dersin bre herif... O ne demek? Sen hiç ömründe at
görmedin mi?
- Ne? At mı? Demek at dedikleri bu öyle mi? Şimdi bu at mı?
Çerkes Apti mırıl mini dualar okuyor, adam da onun
aptallığına kıs kıs gülüyordu.
- Bre oğlum, dedi, anadan doğalı hiç at görmedin mi?
- Töbe görmedim...
- Ulan, köyünüzde de at yok mu?...
- At mı, ne gezer... Bizde gayet bol eşek bulunur...
- Ulan, sen hiç mi köyünden dışarı çıkmadın hey avanak?
- İlk çıkışım ağa... Hey Allah, şimdi bu at öyle mi?
- Ne sandın, at ya...
- Allah, Allah... Demek bu at denilen meret su da içer, öyle
mi?
- İçmez mi? Kör müsün, içiyor işte...
- Evet... Lıkır lıkır içiyor... Hey Allah nelere kadir
değilsin... Aman yiğit, bu senin at dediğin ne olur? Bu
aptallığa pek keyiflenen adam,
- İşte böyle binilir, dedi.
- Demek binilir?
- Binilir ve at koşar, kuş gibi uçar... Yaya beş saatte
gittiğin yere, bununla bir cıgara içesiye gidersin.
- Deme... Yaa... Vay vay vay... Üstünden düşülmez mi ki? Adam
attan indi.
- Gel, bin de gör, dedi.
- Aman, ben binemem!
Adam kahkahalarla gülüp iyice eğleniyordu. Şu aptalı ata
bindirir de, attan tepetaklak olursa bir güzel
keyiflenecekti.
- Gel, gel!
- Aman etme yiğit, ben o canavarın üstüne çıkamam...
- Gel, hele sen... Kolay... Çerkes Apti ata yaklaştı.
- Üzengiye ayağını bas!
- Ne dedin, üzengi mi?
- He ya, işte basacak yere üzengi derler...
- Üzengi öyle mi? Heleee... Buna üzengi derler öyle mi?
- Öyle denir... Korkma, koy ayağını!
- Ya düşersem?
- Korkma yahu, ben tutuyorum...
Çerkes Apti, ayağını üzengiye değdirip çekti:
- Yok yiğit, bu iş benim harcım değil...
- Yahu koy ayağını... Tut şu dizgini!
- Dizgin mi dedin? Dizgin de ne?
- İşte buna dizgin denir... Sıçra eyere...
- Eyer öyle mi?
- Eyer ya... Sıçra!
- Sıçranacak, he mi?
- Atla ulan!
- Aman yiğit, sıkı tut, ardımdan it... Aman haa!... Yahu,
minare gibi...
Çerkes Apti eğerin üstüne oturmuş, korkudan titriyor:
- Gözünü seveyim, bırakma yiğit, diye yalvarıyor, kasıklarını
tutarak
gülen adam da kahkahadan kırılıyordu.
- Aman bırakma! Şimdi n'olacak yiğit?
- Vur ayaklarını hayvanın karnına!...
- Deme!...
- Gider o, bırak sen!...
- Demek gider.
Kır kısrak, başını dikmiş, eşelenerek kişnemeye
başlamıştı. Çerkes Apti,
-
Aman! diye feryat etti... Adam,
-
Korkma ulan! diye bağırdı.
Kır kısrak binicisini bulmuş, kanatlanmış uçuyordu...
Kahkahadan yere yuvarlanan adamın birden gözleri büyüdü,
kır kısrağın nallarından yükselen toz bulutuna baka
kaldı. |