...................
...................

MEZARLIKTAKİ EV

ATSHAN Ruslan

Çeviri: Ergün Yıldız
Şiirler ve Hikayeler Kitabından

                         
...................
 
...................

Yabancı ülkede yaşayan bir arkadaşımın konuğuydum. Evsahibimin penceresi hemen yakınındaki mezarlığa bakıyordu. Ben çocukluğumdan beri mezarlıklardan ürker, ürpermeden hiç bir zaman bakamazdım. Oysa şimdi ister istemez pencereden her bakışımda doğrudan mezarlığın içini görüyordum. Ancak bu kez gördüğüm ilginç manzara bana mezarlığın soğuk yüzünü unutturmuştu.

 

Mezarlığın ortasında küçük alçak bir bina vardı. Ben ilgiyle arkadaşıma bunun ne olduğunu soruyorum.

- Zavallı yaşlı bir adam yapmıştı o evi, diyerek kısa bir yanıtla geçiştiriyor arkadaşım.

 

Onun konuyu kısa kesmek istediğini hissettiğim için tüm ilgime karşın ben de üstelemiyor, başkaca bir şey sormuyorum bu konuda.

 

Ertesi gün bu merakımı daha fazla dizginleyemiyorum ve mezarlığın orta yerindeki bu evin öyküsünü öğrenmek istediğimi söylüyorum arkadaşıma.

Hiç bir şey söylemeden diğer odaya geçiyor ve kağıtlarla yine odaya döndükten sonra hiç konuşmadan elindeki bir tomar eski kağıdı okuyor sessizce. Ben de hiç ses çıkartmadan öylece oturmuş bekliyorum. Belli ki bu kağıtların benim sorumla bir ilgisi var. Arkadaşım kağıtları okuduktan sonra sanki beni dener gibi gözlerini bana dikip bir süre öylece yüzüme bakıyor. Bu şekilde bana çok uzun gelen bir zaman geçiyor.

-Görüyormusun? diyerek söze giriyor arkadaşım.

-İnsan canın vücuttan ayrılışını gözleri ile gördükten sonra yaşama başka gözle bakmaya başlıyor. Daha doğrusu o can ki vücuttan hiç ayrılmadı ama artık birbirlerine ulaşamaz oldular ve işte ben böylesini gördüm.

 

Arkadaşım anlattıklarından hiç bir şey anlamadığımı sezince sözlerinin devamını getiriyor.

-O mezarlıktaki evi yapan ihtiyar bizim yakın komşumuzdu. Bu ihtiyarın eşi öleli oldukça uzun bir zaman olmuştu ve kendisi tek oğlu ile birlikte yaşıyordu.


Tanrının yazdığı kader bu olmalı ki adamın tek oğluda bir trafik kazasında öldü ve bu kazadan sonra adam hiç evinden çıkmaz oldu. Elbette komşular ihtiyarın durumunu merak ettikleri için evine gidiyorlar sık sık, ancak, yaşlı adam hiç kimseye kapısını açmıyor.


Komşular pencereden içerisini görüyorlar. İhtiyar gözlerini tavana dikmiş öylece yatıyor. Kalkıp kimseye kapısını açmıyor, hiç kimse ile konuşmuyor. Madem sağ ve sağlığı yerinde zamanla alışır, Allahtan geleni kabullenmekten başka ne yapabilirki diyerek komşular bir süre bu şekilde dışarıdan izliyorlar ihtiyar adamı.

 

Uzun zaman geçtikten sonra bir gün ihtiyar evinden çıkıyor, zavallı adam o kadar zayıflamışki neredeyse bir deri bir kemik kalmış vücudunu güçlükle taşıyabiliyor bacakları. İhtiyar evinden çıktığı gibi doğruca mezarlığa yöneliyor, oğlunun mezarı başındaki boş alanı adımlayarak ölçmeye başlıyor.


Onu uzaktan izleyen komşular ihtiyar adamın öldükten sonra gömüleceği mezar yerini seçtiğini düşünüyorlar önce.

 

İkinci gün ihtiyar adam köyün dışında bir yerde o güçsüz bitkin vücuduna karşın kerpiç dökerken görülüyor. İhtiyar adam yanına giden hiç kimse ile konuşmuyor, sağır ve dilsiz gibi hiç kimseye hiçbir şey söylemeden kan ter içinde işini yapıyor. Komşulardan bazıları onun yeni bir ev yapacağını düşünerek boş kaldıkça yanına gidip ellerinden geldiğince yardımcı oluyorlar bu zavallıya. Ancak adam kerpiçler kuruyunca hepsini alıp mezarlığa getiriyor, birazda taş getirip döküyor mezarlığın içine. İnsanlar onun ne yapmak istediğini bir türlü anlayamıyorlar ve kendi aralarındaki konuşmalarda çoğu kimse bu zavallı ihtiyarın delirdiğini ima ediyor acıyarak.

 

Adam tüm gerekenleri toparladıktan sonra evi inşa etmeye başlıyor. Mezarlığın içine ev yapıldığını duyan köyün hocası telaşla ihtiyarın yanına geliyor onunla konuşmaya ne yaptığını anlamaya çalışıyor ancak boşuna. Kendisine tek sözcük yanıt vermeyen bu ters ihtiyara iyice öfkelenen hoca bağırıp çağırıyor bir süre ve sonra çaresizce mezarlığı terkedip gidiyor.

Ben uzaktan olanları izliyordum. Adama acıyor onu o durumu ile kan ter içinde çalışırken gördükçe yüreğim parçalanıyordu, ancak korkudan mezarlığa da giremiyordum.

 

Bir zaman böyle kendimle savaştıktan sonra bir gün tüm cesaretimi toplayıp mezarlıktan içeri giriyorum.


Giriyorum ama korkudan bacaklarım titriyor yüreğim sanki yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyor heyecanla.


Tabii küçücük bir çocuğum o zamanlar ve herşeye karşın korkumu yenmeye çalışıyor tüm cesaretimi toplayarak bir kerpiç kucaklayıp sürükleyerek ihtiyara götürüyorum. Yaşlı adam sevgi ile gözlerimin içine bakıyor ve uzanıp kerpiçi alıyor elimden. Ben korkumu unutuyorum bir an ve koşarak ikinci kerpiçi getirmek için gidiyorum. Artık zaman zaman yanına gidip ona yardım ediyorum. Bir süre sonra evi bitirip demir karyolasını taşırken de yardım ediyorum ona.


Herkes ihtiyar adamın artık delirdiğini düşünüyor. Acıyan ifadelerle onun hakkında türlü yorumlar yapıyorlardı.

 

Yalnız ben görüyordum onu, sürekli yanına gidiyordum ve bu zavallı ihtiyarın davranışlarında hiç bir delilik hali olmadığını çok iyi biliyordum. Zaman zaman parmaklarını saçlarıma daldırır öylece gözlerimin içine bakardı, morarmış dudakları titrer gözlerine yaşlar yürürdü. Sonra beni bağrına basar dakikalarca öylece kalırdı, ancak asla konuşmaz ve ağzından tek bir sözcük bile çıkmazdı.

 

Şimdi bunca zaman geçtikten sonra düşünüyorumda yaşlı ile çocuğun yüreklerinin buluşması ne kadar kolaymış, anlaşmaları ne kadar kolaymış. O ihtiyarın mezarlıktaki evinde geçirdiği ilk geceyi asla unutamadım. İşte bu gördüğün pencerenin önünde o yaşlı adam için endişelenerek geçirdim bütün geceyi.


Ben pencereden bakmaya korkarken o nasıl oluyorda mezarlıkta kalabiliyordu? Mezarlığın ürpertici karanlığında onun alçak penceresinden sızan zayıf ışık oğlunun mezar taşına yansıyordu. Onu evin içerisinde gezinirken görünce biraz olsun rahatlıyordum.

 

Bir zaman sonra bu pencere artık geceleri yüreğimi o yaşlı adamın yüreğine bağlayan, hatta bunun da ötesinde benim için arş'a ve ölüler dünyasına açılan bir pencere durumuna gelmişti. Çaresizlikten, bahtsızlıktan ölülerin ve öte dünyanın bekçisi haline gelen bu ihtiyara yoldaş olmuştum artık. Sabahları telaşla onun yanına koşardım. Sessizce eve yaklaşır kapıdan içeri süzülürdüm, ihtiyar adam beni gördüğünde yüzüne bir gülümseme yayılır oturmamı işaret ederek divanın kenarını gösterirdi. Kendisi öylece yatar ve açık kapıdan gökyüzünü izlerdi hiç konuşmadan. Onu bugün bile o durumuyla anımsıyorum.

 

Bir akşamüstü içimdeki korkuya karşın tüm cesaretimi toplayıp ihtiyar adamın yanına gittim. Hava iyice kararmadan dönerim diye düşünürken fazlaca oyalanmış olmalıyımki gece karanlığına kaldım mezarlıktan geçip eve gelmeye korkuyorum ve ne yapacağımı bilemez bir halde telaş içindeyim. O anda hiç umulmadık bir şey oldu ve ihtiyar adam sanki geceleri dili çözülürmüş gibi ilk defa benimle konuştu.

 

Geceyarısına kadar birlikte oturduk ve yıldızları seyrederek sohbet ettik. Çok yavaş ve çok az konuşan bu ihtiyarın anlattıklarının çoğu arş'a ve öteki dünyaya ilişkin şeylerdi, anlattıklarının bir kısmını anlayamasamda cankulağı ile dinliyordum onu, artık gecenin soğuğunu sırtımda duymaya ve ürpermeye başlamıştımki ihtiyar adam elimden tutarak beni mezarlığın duvarına kadar getirdi ve orada durarak ben evimizin kapısından içeri girinceye kadar bekledi.

 

Artık akşamlarıda adamın yanına gidiyor onunla oturup konuşuyor anlattıklarını dinliyordum.


Eve döner dönmez onun söylediklerini bir kağıda not ediyor adeta günlük tutar gibi herşeyi yazıyordum. Aslında niçin böyle yaptığımı bende bilmiyordum ama yine de yazıyordum işte. Arkadaşım burada sözünü kesip derin bir iç geçirdikten sonra elindeki kağıt tomarını bana uzattı.

-İşte bu gördüğün kağıtlar o zaman tuttuğum notlardır. Ben defalarca okudum bunları şimdi sana veriyorum. İnan bunlar benim için çok değerlidir, enazından çocukluğum kokusu sinmiş üzerlerine ama yinede sen bir yazar olduğuna göre bu kağıtlar benden çok senin işine yarar, bu yüzden al bunları.

 

Uzanıp sabırsızlıkla sararmış kağıt tomarını alıyorum elinden ve acele ile açıp okumaya çalışıyorum ancak arkadaşım uzanıp elimi tutarak engel oluyor ve "hayır şimdi değil, evine döndüğünde sakin kafa ile zaman ayırarak okursun" diyor. Olayın sonunu tahmin etmeme karşın “Peki sonra ne oldu?” diye soruyorum arkadaşıma. Arkadaşım yüzüne yerleşen üzüntü ile gözlerime bakıp anlatıyor.

-İhtiyar adam bir kaç yıl daha yaşadı. Sonra onu vasiyet ettiği üzere içerisinde yaşadığı o evin zeminine gömdüler.

 

Misafirlikte kaldığım sürece günlerim arkadaşımın anlattığı bu haberin etkisinde geçti, günlerce düşündüm bu olay hakkında. Daha sonra eve döndüğümde yavaş yavaş sıyrıldım bu etkiden ve o kağıtlarıda bir köşeye koydum sonrada unuttum gitti.

Aradan yıllar geçip ölümü de daha iyi anlamaya başladıktan sonra, bir gün o kağıtları buldum yeniden, tekrar tekrar okudum tüylerim ürpererek. Zavallı ihtiyarın yüreğindekiler bir çocuğun yüreğinden kurulan köprü ile kağıda dökülmüştü.
 

Ben ona fazladan ne ekleyebilirdim ki ?