Yabancı ülkede yaşayan bir arkadaşımın konuğuydum.
Evsahibimin penceresi hemen yakınındaki mezarlığa bakıyordu. Ben
çocukluğumdan beri mezarlıklardan ürker, ürpermeden hiç bir zaman
bakamazdım. Oysa şimdi ister istemez pencereden her bakışımda
doğrudan mezarlığın içini görüyordum. Ancak bu kez gördüğüm ilginç
manzara bana mezarlığın soğuk yüzünü unutturmuştu.
Mezarlığın ortasında küçük alçak bir bina vardı.
Ben ilgiyle arkadaşıma bunun ne olduğunu soruyorum.
- Zavallı yaşlı bir adam yapmıştı o evi, diyerek
kısa bir yanıtla geçiştiriyor arkadaşım.
Onun konuyu kısa kesmek istediğini hissettiğim için
tüm ilgime karşın ben de üstelemiyor, başkaca bir şey sormuyorum
bu konuda.
Ertesi gün bu merakımı daha fazla dizginleyemiyorum
ve mezarlığın orta yerindeki bu evin öyküsünü öğrenmek istediğimi
söylüyorum arkadaşıma.
Hiç bir şey söylemeden diğer odaya geçiyor ve
kağıtlarla yine odaya döndükten sonra hiç konuşmadan elindeki bir
tomar eski kağıdı okuyor sessizce. Ben de hiç ses çıkartmadan
öylece oturmuş bekliyorum. Belli ki bu kağıtların benim sorumla
bir ilgisi var. Arkadaşım kağıtları okuduktan sonra sanki beni
dener gibi gözlerini bana dikip bir süre öylece yüzüme bakıyor. Bu
şekilde bana çok uzun gelen bir zaman geçiyor.
-Görüyormusun? diyerek söze giriyor arkadaşım.
-İnsan canın vücuttan ayrılışını gözleri ile
gördükten sonra yaşama başka gözle bakmaya başlıyor. Daha doğrusu
o can ki vücuttan hiç ayrılmadı ama artık birbirlerine ulaşamaz
oldular ve işte ben böylesini gördüm.
Arkadaşım anlattıklarından hiç bir şey anlamadığımı
sezince sözlerinin devamını getiriyor.
-O mezarlıktaki evi yapan ihtiyar bizim yakın
komşumuzdu. Bu ihtiyarın eşi öleli oldukça uzun bir zaman olmuştu
ve kendisi tek oğlu ile birlikte yaşıyordu.
Tanrının yazdığı kader bu olmalı ki adamın tek oğluda bir trafik
kazasında öldü ve bu kazadan sonra adam hiç evinden çıkmaz oldu.
Elbette komşular ihtiyarın durumunu merak ettikleri için evine
gidiyorlar sık sık, ancak, yaşlı adam hiç kimseye kapısını
açmıyor.
Komşular pencereden içerisini görüyorlar. İhtiyar gözlerini tavana
dikmiş öylece yatıyor. Kalkıp kimseye kapısını açmıyor, hiç kimse
ile konuşmuyor. Madem sağ ve sağlığı yerinde zamanla alışır,
Allahtan geleni kabullenmekten başka ne yapabilirki diyerek
komşular bir süre bu şekilde dışarıdan izliyorlar ihtiyar adamı.
Uzun zaman geçtikten sonra bir gün ihtiyar evinden
çıkıyor, zavallı adam o kadar zayıflamışki neredeyse bir deri bir
kemik kalmış vücudunu güçlükle taşıyabiliyor bacakları. İhtiyar
evinden çıktığı gibi doğruca mezarlığa yöneliyor, oğlunun mezarı
başındaki boş alanı adımlayarak ölçmeye başlıyor.
Onu uzaktan izleyen komşular ihtiyar adamın öldükten sonra
gömüleceği mezar yerini seçtiğini düşünüyorlar önce.
İkinci gün ihtiyar adam köyün dışında bir yerde o
güçsüz bitkin vücuduna karşın kerpiç dökerken görülüyor. İhtiyar
adam yanına giden hiç kimse ile konuşmuyor, sağır ve dilsiz gibi
hiç kimseye hiçbir şey söylemeden kan ter içinde işini yapıyor.
Komşulardan bazıları onun yeni bir ev yapacağını düşünerek boş
kaldıkça yanına gidip ellerinden geldiğince yardımcı oluyorlar bu
zavallıya. Ancak adam kerpiçler kuruyunca hepsini alıp mezarlığa
getiriyor, birazda taş getirip döküyor mezarlığın içine. İnsanlar
onun ne yapmak istediğini bir türlü anlayamıyorlar ve kendi
aralarındaki konuşmalarda çoğu kimse bu zavallı ihtiyarın
delirdiğini ima ediyor acıyarak.
Adam tüm gerekenleri toparladıktan sonra evi inşa
etmeye başlıyor. Mezarlığın içine ev yapıldığını duyan köyün
hocası telaşla ihtiyarın yanına geliyor onunla konuşmaya ne
yaptığını anlamaya çalışıyor ancak boşuna. Kendisine tek sözcük
yanıt vermeyen bu ters ihtiyara iyice öfkelenen hoca bağırıp
çağırıyor bir süre ve sonra çaresizce mezarlığı terkedip gidiyor.
Ben uzaktan olanları izliyordum. Adama acıyor onu o
durumu ile kan ter içinde çalışırken gördükçe yüreğim
parçalanıyordu, ancak korkudan mezarlığa da giremiyordum.
Bir zaman böyle kendimle savaştıktan sonra bir gün
tüm cesaretimi toplayıp mezarlıktan içeri giriyorum.
Giriyorum ama korkudan bacaklarım titriyor yüreğim sanki yerinden
fırlayacakmış gibi çarpıyor heyecanla.
Tabii küçücük bir çocuğum o zamanlar ve herşeye karşın korkumu
yenmeye çalışıyor tüm cesaretimi toplayarak bir kerpiç kucaklayıp
sürükleyerek ihtiyara götürüyorum. Yaşlı adam sevgi ile gözlerimin
içine bakıyor ve uzanıp kerpiçi alıyor elimden. Ben korkumu
unutuyorum bir an ve koşarak ikinci kerpiçi getirmek için
gidiyorum. Artık zaman zaman yanına gidip ona yardım ediyorum. Bir
süre sonra evi bitirip demir karyolasını taşırken de yardım
ediyorum ona.
Herkes ihtiyar adamın artık delirdiğini düşünüyor. Acıyan
ifadelerle onun hakkında türlü yorumlar yapıyorlardı.
Yalnız ben görüyordum onu, sürekli yanına
gidiyordum ve bu zavallı ihtiyarın davranışlarında hiç bir delilik
hali olmadığını çok iyi biliyordum. Zaman zaman parmaklarını
saçlarıma daldırır öylece gözlerimin içine bakardı, morarmış
dudakları titrer gözlerine yaşlar yürürdü. Sonra beni bağrına
basar dakikalarca öylece kalırdı, ancak asla konuşmaz ve ağzından
tek bir sözcük bile çıkmazdı.
Şimdi bunca zaman geçtikten sonra düşünüyorumda
yaşlı ile çocuğun yüreklerinin buluşması ne kadar kolaymış,
anlaşmaları ne kadar kolaymış. O ihtiyarın mezarlıktaki evinde
geçirdiği ilk geceyi asla unutamadım. İşte bu gördüğün pencerenin
önünde o yaşlı adam için endişelenerek geçirdim bütün geceyi.
Ben pencereden bakmaya korkarken o nasıl oluyorda mezarlıkta
kalabiliyordu? Mezarlığın ürpertici karanlığında onun alçak
penceresinden sızan zayıf ışık oğlunun mezar taşına yansıyordu.
Onu evin içerisinde gezinirken görünce biraz olsun rahatlıyordum.
Bir zaman sonra bu pencere artık geceleri yüreğimi
o yaşlı adamın yüreğine bağlayan, hatta bunun da ötesinde benim
için arş'a ve ölüler dünyasına açılan bir pencere durumuna
gelmişti. Çaresizlikten, bahtsızlıktan ölülerin ve öte dünyanın
bekçisi haline gelen bu ihtiyara yoldaş olmuştum artık. Sabahları
telaşla onun yanına koşardım. Sessizce eve yaklaşır kapıdan içeri
süzülürdüm, ihtiyar adam beni gördüğünde yüzüne bir gülümseme
yayılır oturmamı işaret ederek divanın kenarını gösterirdi.
Kendisi öylece yatar ve açık kapıdan gökyüzünü izlerdi hiç
konuşmadan. Onu bugün bile o durumuyla anımsıyorum.
Bir akşamüstü içimdeki korkuya karşın tüm
cesaretimi toplayıp ihtiyar adamın yanına gittim. Hava iyice
kararmadan dönerim diye düşünürken fazlaca oyalanmış olmalıyımki
gece karanlığına kaldım mezarlıktan geçip eve gelmeye korkuyorum
ve ne yapacağımı bilemez bir halde telaş içindeyim. O anda hiç
umulmadık bir şey oldu ve ihtiyar adam sanki geceleri dili
çözülürmüş gibi ilk defa benimle konuştu.
Geceyarısına kadar birlikte oturduk ve yıldızları
seyrederek sohbet ettik. Çok yavaş ve çok az konuşan bu ihtiyarın
anlattıklarının çoğu arş'a ve öteki dünyaya ilişkin şeylerdi,
anlattıklarının bir kısmını anlayamasamda cankulağı ile
dinliyordum onu, artık gecenin soğuğunu sırtımda duymaya ve
ürpermeye başlamıştımki ihtiyar adam elimden tutarak beni
mezarlığın duvarına kadar getirdi ve orada durarak ben evimizin
kapısından içeri girinceye kadar bekledi.
Artık akşamlarıda adamın yanına gidiyor onunla
oturup konuşuyor anlattıklarını dinliyordum.
Eve döner dönmez onun söylediklerini bir kağıda not ediyor adeta
günlük tutar gibi herşeyi yazıyordum. Aslında niçin böyle
yaptığımı bende bilmiyordum ama yine de yazıyordum işte. Arkadaşım
burada sözünü kesip derin bir iç geçirdikten sonra elindeki kağıt
tomarını bana uzattı.
-İşte bu gördüğün kağıtlar o zaman tuttuğum
notlardır. Ben defalarca okudum bunları şimdi sana veriyorum. İnan
bunlar benim için çok değerlidir, enazından çocukluğum kokusu
sinmiş üzerlerine ama yinede sen bir yazar olduğuna göre bu
kağıtlar benden çok senin işine yarar, bu yüzden al bunları.
Uzanıp sabırsızlıkla sararmış kağıt tomarını
alıyorum elinden ve acele ile açıp okumaya çalışıyorum ancak
arkadaşım uzanıp elimi tutarak engel oluyor ve "hayır şimdi değil,
evine döndüğünde sakin kafa ile zaman ayırarak okursun" diyor.
Olayın sonunu tahmin etmeme karşın “Peki sonra ne oldu?” diye
soruyorum arkadaşıma. Arkadaşım yüzüne yerleşen üzüntü ile
gözlerime bakıp anlatıyor.
-İhtiyar adam bir kaç yıl daha yaşadı. Sonra onu
vasiyet ettiği üzere içerisinde yaşadığı o evin zeminine gömdüler.
Misafirlikte kaldığım sürece günlerim arkadaşımın
anlattığı bu haberin etkisinde geçti, günlerce düşündüm bu olay
hakkında. Daha sonra eve döndüğümde yavaş yavaş sıyrıldım bu
etkiden ve o kağıtlarıda bir köşeye koydum sonrada unuttum gitti.
Aradan yıllar geçip ölümü de daha iyi anlamaya
başladıktan sonra, bir gün o kağıtları buldum yeniden, tekrar
tekrar okudum tüylerim ürpererek. Zavallı ihtiyarın yüreğindekiler
bir çocuğun yüreğinden kurulan köprü ile kağıda dökülmüştü.
Ben ona fazladan ne ekleyebilirdim ki ? |