Kapıdan içeri girer girmez küçük oğlu
karşılamıştı onu. Koşarak yanına gelen çocuk, babasının
bacaklarına sarılıp oynaşarak neden üzgün olduğunu
soruyordu.
Ancak içeriden fırlayıp gelen annesi,
çocuğu yeniden diğer odaya gönderiyor öfke ile.
Küçük çocuk babasına gitmek için tüm
sesini koyvermiş yırtınırcasına ağlıyor, annesi ise
hışımla üzerine yürüyüp onu odanın bir köşesine
oturtuyor söylenerek “yerinden kalkmayacaksın” diye
bağırarak uyarıyor bir kez daha.
Adam kendi odasından içeri giriyor ve
yorgunluktan bitkin bir şekilde çöküveriyor olduğu yere.
Diğer odada bağırıp çağıran kadının sesini duymamak,
şikayetlerini söylenmelerini işitmemek için son
zamanlarda sürekli yaptığı gibi kulaklarını pamukla
tıkıyor. Bir yandan da eşi ile aralarındaki bu
anlaşmazlıkların nedenini düşünüyor, son zamanlarda
niçin herşeyin böylesine kötüye gittiğini bir türlü
anlayamadığı, bu mutsuzluğa neyin neden olduğunu bir
türlü bulamadığı için canı sıkılıyor öfkeleniyor kendi
kendine.
-Ne kadar bahtsızmışım, ne kadar kara
yazılı bir insanmışım, meğer tanrı seni bana eş olarak
gönderdiğinde ocağım sönmüşte farkında değilmişim.
Kadın durmaksızın söyleniyor öfke ile
-Seninle evlendiğimden beri aynı elbise
ile dolaşıyorum, o elbise de geldiğimde zaten üstümde
olan kıyafet, hiç mi sıkılmıyorsun, diğer insanların
nasıl giyindiklerini görüp hiçmi utanmıyorsun?
Adam bir an dalıp gidiyor çok uzaklara.
Çocukluğunda kolunu kırdığı günü anımsıyor, o gün
arkadaşlarıyla ormanda yüksekçe bir yamaçtaki üzüm
ağacının asmalarına tutunup salıncak niyetine
sallanıyorlardı boşluğa doğru.
O gün sallanırken tutunduğu asmanın
koptuğunu ve düşüp kolunu kırdığını anımsıyor. Ancak
tutunduğu dal tam yamaçtan boşluğa sallanıp geriye
dönerken koptuğu için şans eseri ağacın dibine
düştüğünü, eğer ileriye doğru sallanırken düşmüş olsa o
keskin yamaçta parçasının bile kalmayacağını düşünüyor
ve sanki o anı yaşıyor yeniden.
Bunca yıl sonra bir an ürperiyor oturduğu
yerde “yinede allah korumuş” diye geçiriyor içinden.
Ağacın dibinde bir süre baygın yattıktan
sonra gözlerini açtığında arkasından birisinin kendisini
sertçe ittiğini anımsıyordu yalnız . Ayıldığında
başucuna toplanan çocukların hepsini uzaklaştırıp
yanıbaşında diz çökerek başucuna oturan o zayıf narin,
küçücük kızın yüzündeki acıyı ve üzüntüyü hiç bir zaman
unutamıyor, bu olayı her anımsadığında sanki o anı
yeniden yaşıyordu.
Küçük kız dalın kopmasından kendisini
sorumlu tutar gibi vicdan azabı içerisinde büyük bir
kederle gözlerinin içine bakıyordu. Kendiside her gün
birlikte oynadıkları ve sürekli yanıbaşında gözünün
önünde olan bu kızı sanki ilk kez görüyormuş gibi
bakıyordu gözlerinin içine ve sanki kırık kolunun
acısını unutmuş şimdi tatlı bir heyecan duyuyor, o an
onun ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Küçük kızın
üzülüp telaşlanması sanki ruhunu okşuyor onu mutlu
ediyordu.
O andan başlayarak kendisi için o küçük
kızdan daha değerli ve önemli hiç bir şey yoktu
yeryüzünde.
Artık zaman içinde kolu iyileşmiş, bu kez
çok daha acı veren bir ağrı belirivermişti yüreğinde.
Sürekli o kızı düşünüyor,onu hayal ediyordu. Yağmur
yağsa onu ıslatacağından, güneş yükselse onu
yakacağından endişe eder duruma gelmişti. Eline bir
şeker geçse onu acele ile o küçük kıza götürüyor
yaşadığı her anında onu düşünüp ona ilişkin düşler
kuruyordu.
Onun bu durumu diğer arkadaşlarına komik
geliyor, zaman zaman onunla şaka yollu eğleniyorlardı
ancak genç delikanlının hiç bir şey umurunda değildi.
Uzunca bir süre geçmişi düşünerek dalıp
giden adamın yüzündeki belli belirsiz gülümseme ansızın
yok oluvermişti yüzünden.
Kendi kendine mırıldandı umutsuzluk
içerisinde “peki şimdi ne oldu, ne oldu da bu kadar
büyük bir aşk ile çocukluğundan bu yana bağlı olduğu
kadın böylesine değişiverdi?”
Bir an iç geçirerek “o eski günlere
dönebilmek için yeniden kolumun kırılmasına razıydım”
diye düşündü.
Çocukluklarından, gençliklerinden bu yana
sanki birbirleri için tek bir vücut, tek bir ruh olarak
yaşayagelen ve çok güzel günleri paylaşan bu iki insanın
yeniden o günlere dönebilmesi için adam pek çok şeyini
feda etmeye hazırdı.
Ancak kadın hiç bir şekilde uzlaşmaya
yanaşmıyor, olur olmaz herşeyden bir neden yaratarak
sürekli kavga çıkartıp sorun yaratıyordu. Ne
istediğini,neye katlanamadığını oturup doğru dürüst
söylese bir çözüm bulunabilirdi belki ama kadın sürekli
çevresindekiler ile yarış içerisinde ve sürekli bir
kıskançlık krizine tutulmuş gibi sudan nedenlerle sorun
yaratıp hem kendini hem adamı bunaltıyordu.
-En azından çocuğu niçin düşünmüyor? diye
söylendi adam.
Diğer odada kadın hala söyleniyor
aralıksız şikayet ederek bağırıp çağırıyordu. Adam
kulağına tıkadığı pamuğa karşın yinede eşinin bu zehir
gibi acı sözlerini işitiyor her sözcük bir hançer gibi
yüreğine saplanıyordu sanki. Herşeye karşın sakin olmaya
çalışıyor onun karşısına geçip yanıt vererek daha fazla
büyütmemek için sabrediyordu. Kaç kez kendi kendine söz
vermişti aldırmayacağım, olabildiğinde duymazdan,
görmezden geleceğim diye ama olmuyordu işte. Kadın hala
söyleniyordu.
-Elalemin seviyesinde bir tek gün
yaşamadım, burnunu silmekten aciz adamlar altlarında
yabancı arabalar, eşlerinin üstünde son moda giysilerle
günlerini gün ederken benim eşim elalemin pisliğini
taşıyor onlara uşaklık ediyor. Herkese akıl dağıtılırken
sen neredeydin, elalem okurken eğitim alıp meslek sahibi
olurken sen neredeydin. Elbette! Heryerde var böylesi
zavallı adamcıklar biriside sensin işte…
Adam eşinin bu sözleri nasıl
söyleyebildiğini düşündü bir an. Çocuklukları birlikte
geçmişti, diğerleri okurken meslek sahibi olurken onun
nerede olduğunu ne yaptığını en iyi eşi biliyordu oysa.
Genç yaşta babasının öldüğünü ve zorunlu olarak onun
yerine geçtiğini, sürekli hasta olan yaşlı annesinin hiç
bir şey yapabilecek gücü olmadığını, dolayısıyla tüm
yükün daha gencecik yaşta onun üzerine yıkıldığını böyle
oluncada bütün bu sorunların arasında eğitimini
tamamlayamadığını oysa o dönemde kendi yaşıtları
arasında en zeki çocuk olduğunu. Bütün bunları en iyi
eşi biliyor ancak buna karşın hala bu acı sözleri
söylemekten geri durmuyordu.
Adam bütün bunları düşündü yeniden
olaylar perde perde gözünün önüne geliyordu bir tiyatro
sahnesi gibi. Daha sonrasında evlenmişler ancak eşinin
ısrarı ile köyü terkedip kente taşınmışlardı. Evleri
yoktu ve ortaklaşa yaşanan bir binada tek bir odaya
yerleşmişlerdi. Ancak çocukları olunca buradan da çıkmak
zorunda kaldılar. Çünkü bu zamanda hiç kimse ortaklaşa
yaşanan bir ortamda bir başkasının çocuğunun ağlamasına
geceyarıları herkesi ayağa kaldırmasına katlanmak
istemiyordu.
Adam salt, bir an önce çalışacağı kurumun
lojmanlarından birine yerleşebilmek için bir yerde hamal
olarak çalışmayı kabul etmişti. Oysa pek öyle ağır
yüklerin altına girebilecek iriyapılı güçlü biri de
değildi.
Artık bir eve yerleşmişlerdi işten
ayrılsa bile yeni bir ev buluncaya kadar burada
kalabilirlerdi, ancak adam evi alır almaz işten
ayrılmayı kendine yakıştıramamış bunun dürüstçe bir şey
olmayacağını düşünerek burada bir süre çalışmaya karar
vermişti.
İşte eşindeki ani değişiklik bu dönemde
başlamıştı.
Kente gelmeleri ve bu tür vücutla
çalışmayı gerektiren bir işe girmesi ile birlikte eşi
inanılmaz bir kıskançlık krizine tutulmuş, gözünü mal
mülk para ve gördüğü herşeye sahip olma hırsı bürümüştü.
Aslında kadın, eşinin çok becerikli, toplumda öne çıkan
kendisini bir şekilde gösterip tanıtan aktif birisi
olmamasına eskiden beri tahammül edemiyordu. Adam bu
durumu evlendikten çok sonraları farketmişti ancak artık
bu son dönemde eşi bunu açık açık başına kakar, her
fırsatta yüzüne vurarak aşağılar olmuştu.
Mobilyalar, elektrik süpürgesi, çamaşır
makinesi, çeşit çeşit giysiler. Kadın sürekli bir şeyler
alıyor gördüğü herşeyi istiyordu inanılmaz bir hırsla ve
sahip olduğunda aldığı o eşyanın bir değeri kalmıyor
sürekli yeni şeyler peşinde gün boyu çarşı pazar
dolaşıyor, bazan aldıklarını geri satıp yeni şeyler
alıyordu.
Elbette bütün bu koşturmacanın içerisinde
artık çocuklada gereği gibi ilgilenmiyor ve onun
gereksinimlerini karşılayıp anne sevgisi göstermiyor
oğlunu da sürekli ihmal ediyordu.
Adam kapının çarpılması ile sıyrılıyor
daldığı düşüncelerden, eşinin dışarı çıktığını anlayınca
diğer odaya geçiyor. Bir köşede yerde kıvrılıp
uyuyakalan oğlunu kucağına alıp uyandırmamak için
sakınarak divana yatırıyor. Eğilip çocuğunu
yanaklarından öpüyor sevgi ile, çocuk o derin
uykusundayken elini atıp babasının boynuna sarılıyor
gözlerini açmaksızın.
Adam oracığa divanın dibine çöküveriyor
ve kendiside kolunu atıp çocuğa sarılıyor ve bu şekilde
oğlunu izlerken uyuyakalıyor yorgunluktan.
Adam eşinin bağırıp çağırmaları ile
uyanıyor daldığı derin uykudan.
-Lütfen çocuğu uyandırma, diyerek rica
ediyor ancak kadın daha çok hiddetlenip sesini daha çok
yükseltiyor. Adam çocuğunu kucaklayıp diğer tarafa
geçiyor. Kadın da söylenerek, bağırıp çağırarak
arkasından geliyor,
-Para değilsin, mülk değilsin, bilgi
değilsin, nesin sen? Kadının acı sözleri birer şamar
gibi patlıyor adamın suratına ve o an artık bu işin
yürümeyeceğini bu evliliğin bittiğini kesin olarak
anlıyor. Bir an çocuğu geliyor aklına, yüreği
parçalanıyor sanki, o an eşinin söylediklerini bile
duymuyor üzüntüden. Ne yapalım diye düşünüyor kendi
kendine “belki ileride büyüdüğünde beni anlar ve yeniden
bir araya geliriz. şimdilik yine elimden gelen herşeyi
yaparım onun için mümkün olabildiğince ve kadın izin
verdiğince arada bir de olsa gelir görürüm çocuğumu.”
Adam bütün bunları düşünerek dışkapıya
yöneliyor ve bir daha dönmemek üzere gitmek için kapıyı
açıyor.
Kadın “git git yaman erkek, aman çok şey
kaybederim sen gidersen” diyerek itiyor sırtından ve
arkasından kapıyı öfke ile çarpıyor .
Adam bir an donmuş gibi kımıldamadan
kalakalıyor kalıyor kapının önünde. Yüzünde tarif
edilemez bir ifade ile düşünüyor durduğu yerde ve acı
ile gülümsüyor bir an çocukluğunda salıncaktan düşüp
kolunu kırdığında sırtından hızla kendisini iten el ile
şu an kapıdan çıkarken kendisini iten elin aynı olduğunu
anlıyor, her ikisinin de aynı dokunuş olduğunu
duyumsuyor ve kederli bir gülümseme ile mırıldanıyor.
“Şimdi anladım. Evet aradan bunca yıl geçti ama ben
şimdi farkına vardım gerçeğin” o gün hoşlandığı çocuğu
diğerlerinden üstün kılmak, daha uzaklara, daha
yükseklere çıkarak diğerlerinin önüne geçmesini sağlamak
için çocuksu bir hırsla kendisini sırtından iten el az
önce sırtında hissettiği el idi. |