Bir arkadaşım var. Kendisi çok iyi bir
araştırmacı ve usta bir yazardır.
Bu arkadaşımın Adige tarihi üzerine bir
dinletisine gitmiştim. Pek çok kişi gelmişti onu
dinlemek için. Üstelik aralarında Adige giysileri ile
gelenler bile vardı.
Bir büyük gün sanırdınız o kalabalığı
gördüğünüzde. Halkımızın uyanışından aldığım cesaret ve
mutlulukla gelenleri izliyor insanların yüzlerine
gözlerinin içine bakıyor etrafı izliyordum sürekli.
Hemen yanımda arkadaşımın eşi oturuyordu.
Onun davranışlarında bir huzursuzluk sezinlemiştim.
Önceleri onunda ben gibi bu büyük
kalabalıktan etkilendiğini, huzursuzluğunun bu
heyecandan kaynaklandığını düşünmüştüm, ancak
yanıldığımı çok geçmeden anladım. Ona hissettirmeden
izlediğimde biraz ilerimizde oturan genç ve temiz yüzlü
bir kadına sürekli baktığını ve her geçen dakikada
öfkesinin giderek arttığını farkettim.
Bir an yüreğimde bir acı ile onun baktığı
bu kadının arkadaşımın sevgilisi olduğunu ya da en
azından kadının böyle düşündüğünü ve o yüzden de
böylesine öfkelendiğini hissettim.
Böylesi anlarda kıskanan kadının neler
yapabileceğini tahmin ettiğim için, arkadaşım şimdi
rezil olacak, herkesin diline düşecek diye
telaşlanıyorum bir an.
Arkadaşımın eşinin yüzü her geçen dakika
daha çok asılıyor, öfkesi daha çok kabarıyor. Şimdi o
bir dişi arslan gibi sanki bir anda ileri atılıp
karşısındakini parçalayacak sanırsınız. Nefes alıp
vermeleri o kadar hızlanıyorki, bir an ciddi ciddi
korkmaya başlıyorum onun bu durumundan. Kadıncağız
dizginlenemez bir hırsla burnundan soluyor otuduğu
yerde. Diğer kadın ise kendini dinletiye kaptırmış
herşeyden habersiz öylece oturuyor yerinde. Ben de
telaşla bu duruma bir çare arıyorum ama aklıma hiç bir
çözüm yolu gelmiyor o an.
Hemen bir şeyler yapmak gerekiyor, ama ne
?
-O yalan, dönüp fısıldıyorum yanımdaki
kadının kulağına.
-Nedir yalan olan? Arkadaşımın eşi öyle
bir bakıyorki, beni ilgilendirmeyen bu işe burnumu
sokmama pişman edercesine sanki bakışları ile bir tokat
patlatıyor suratıma.
Onun bakışından “sen de arkadaşından daha
iyi birisi değilsin” anlamı çıkartıyorum. Arkadaşımın
eşi bir an, çalışmaktan mı yoksa öfkeden mi bilmediğim
nasırlı ve kızarmış avuçlarına bakıyor ellerini
inceliyor, sanki diğer kadının çenesine dayadığı
bembeyaz ve yumuşacık elleri ile bir karşılaştırma
yapıyor gibi.
Sonra bir anda hiç ummadığım şekilde
toparlanıyor. Anlıyorumki gözpınarlarına yürüyen
gözyaşlarını gizlemeye çalışıyor zavallı kadın.
Tam o sırada arkadaşım eski zaman Adige
kadınının ahlak ve namus anlayışı üzerine bir bölüm
okumaya başlıyor. Arkadaşımın eşi gözucuyla diğer kadına
bakarak kırgın bir ses ile söyleniyor.
-Şimdikiler de öyleler.
Diğer genç kadın okunanlardan etkilenmiş
gibi başını önüne eğiyor hafifçe, sanki bir an ellerinin
titrediğini görüyorum.
Dinleti bitmişti. Ancak hala konuşmak
isteyen dinleyiciler arkadaşımın etrafını sarmış onu
bırakmıyorlardı bir türlü. Arkadaşımın eşi de kocasını
kalabalığın arasından çıkartabilmek, bir an önce buradan
götürebilmek için o tarafa yanaşıyor yavaş yavaş.
Ben onları beklemeden hemen gitmeye karar
verdim, bir taraftan da bu akşam arkadaşım ve eşi
arasında olması olası bir tartışmaya tanık olmayayım
diye düşünüyorum. Çıkış kapısına doğru ilerlediğimde
arkadaşımın eşinin bütün gece öfke duyduğu diğer kadının
orada beni beklediğini gördüm. Kadın yanıma geldi ve
selam vermeye bile gerek duymadan doğrudan bir soru
yöneltti bana
-Onun eşi yanında oturan kadın mıydı?
Hayatımda görmediğim, tanımadığım kadının
damdan düşer gibi sorduğu bu soru karşısında ne
diyeceğimi şaşırıyorum bir an. İşte o an arkadaşımla bu
kadının arasında bir şeyler olduğundan ve arkadaşımın
eşinin buna boş yere diş bilemediğinden emin oluyorum
gerçekten.
Sanırım aramızdaki arkadaşlıktan haberdar
olduğu için doğrudan yanıma geldi. “kadına bak sen,
adını bile söyleme gereği duymadı” diyerek kendi kendime
bunları düşünürken kadın sanki düşüncelerimi okumuş gibi
“lütfen beni ayıplama” diyor ve devam ediyor.
-Arkadaşlığınızı bildiğim için bundan
cesaret alarak yanına geldim. Beni evime bırakamaz mısın
acaba?...
Ben şaşkınlıkla kadına bakıyorum bir an,
onun bu ricasını arkadaşımın nasıl karşılayacağını
düşünerek ona doğru dönüyorum; yanındakilerin omuzları
üzerinden bize bakan arkadaşımın çaresiz bakışları ile
karşılaşıyorum o anda. Sanki “lütfen bir an önce onu
buradan uzaklaştır” der gibi bakıyor bana.
O dakikada yüreğime nefrete benzer soğuk
bir duygu çörekleniyor sanki. Bu isteneni yapmaktaki
gönülsüzlüğümden midir nedir, dışarıdaki soğuk ve
yağışlı hava geliyor aklıma, yollar kar çamur içerisinde
diye düşünüyorum.
Kadın sanki bu defa da benim ne
düşündüğümü anlamış gibi,
-Telaşlanma çok uzağa gidecek değilim,
diyor.
Yol boyunca kadın sessizce yürüyor hiç
bir şey söylemeden. Ben de onun ne soracağının merakı
içerisinde hiç konuşmadan sessizce eşlik ediyorum ona.
Ancak kadın sonradan düşünüp pişman mı oldu nedir tek
kelime konuşmuyor ve bu şekilde hiç konuşmadan evine
kadar geliyoruz. Kadın kapıda teşekkür etmek için elini
uzatıyor.
-Lütfen beni bağışla, diyor.
-Arkadaşını… Kadın sözlerini
tamamlayamıyor. Sözcükler boğazına düğümlenmişçesine bir
süre öylece sessiz kalıyor ve bir an önce uzaklaşmak
ister gibi hızla arkasını dönüp gidiyor.
Ben ne yapacağını bilmez bir halde öylece
kala kalıyorum bir süre. Bu arada bütün bu sorunların
nedeni olan arkadaşıma öfke duyuyorum içimden.
Yüreğimde büyük bir sıkıntıyla eve
dönüyorum. Arkadaşımın eşi gözlerimin önüne geliyor bir
an ellerine bakışını anımsıyorum, daha sonra diğer genç
kadının yüzündeki üzüntüyü, yüreğinden gözlerine
yansıyan özlemi düşünüyorum yol boyunca.
Eve döndükten bir saat kadar sonra
arkadaşım telefon etti.
-Götürdün mü? diyerek sordu hemen.
Sesinden anlıyorumki eşinden habersiz gizli konuşuyor şu
an.
Sesimdeki kırgınlığı farkeden arkadaşım
sesini daha da alçaltıyor ve “yarın sana her şeyi
anlatırım” diyerek sözü uzatmadan telefonu kapatıyor.
Ertesi gün o bana geldi. Gözlerinin
altındaki morluklardan bütün gece uyumadığı
anlaşılıyordu. Bir süre hiç bir şey söylemeden elindeki
tütünü ufalayıp oturdu öylece. Kendisine doldurduğum
çaya dokunmadı bile.
-Doğrudur, o benim sevgilimdir, diyor
arkadaşım başını yerden kaldırmaksızın önüne bakarak.
Sonra ekliyor,
-Hayır, düzeltiyorum o yüreğimdeki
sevgilidir. Bu ikisi aynı şey değil.
Gücün, yiğitliğin ve dürüstlüğün timsali
gibi yaşamış olan arkadaşım büyük bir suçluluk
içerisinde şu an sanki cezasını bekleyen bir çocuk gibi
sessizce başı önünde susuyor yeniden. Sonra derinden iç
geçirerek devam ediyor konuşmaya,
-İnsanlar kimbilir neler söylüyorlardır
hakkımızda ama emin ol yatağının kenarına bile oturmuş
değilim bu güne kadar. Hem toy bir delikanlı gibi bir
kadının peşine düşüp düşmeyeceğimi sen bilmiyor musun?
-Biliyorum, zaten bu yüzden şaşkınlık
içerisindeyim ya.
-O kendisi bana geldi. Eğitimlerini
verdiği ve çok sevdiği öğrencilerini benimle tanıştırmak
istedi ben de kıramadım onu. Sen de biliyorsun benim
çocukları ne kadar sevdiğimi, bütün yaşamım çocuk özlemi
içerisinde geçti gitti, bunuda en iyi sen biliyorsun.
Sefalet içerisindeki çocukluğumun bütün
yazdıklarımda belirgin olarak öne çıkmasının nedenide
budur ve kitaplarımda anlattığım bu sefalet içerisindeki
çocuğa geldi o kadın. Sanırım anladın ne demek
istediğimi. İşte o çocuklara gittiğimiz akşam tanıdım bu
kadını ve tanıdıkça da ne kadar iyi ve ne kadar mükemmel
bir insan olduğunu farkettim. Ne yalan söyleyeyim o an
bu kadından bir çocuğum olması için canımı bile
verebilirdim. Bu düşüncelerimden sonradan utanç
duyacağımı bildiğim halde yinede bu şekilde düşündüm ve
bunu çok istedim. Ancak kendime engel oldum ve bu
aklımdan geçenlerin hiç birini ona hissettirmedim. Daha
sonraki günlerde arada bir görüşür olmuştuk, bazanda
görüşmek için nedenler yaratıyorduk belkide. Dostluğumuz
ilerledikçe kadın da bana yakınlaşmış ve sırlarını özel
yaşamını anlatacak kadar güvenmeye başlamıştı. Sanırım
beni bir dost bir arkadaş gibi görüyordu. Belki de beni
bir baba gibi görüyor diye düşünüyordum zaman zaman.
Ancak aramızda o kadar büyük bir yaş farkı da yoktu. O
beni böyle görürken ben onun hakkında nasıl başka
şekilde düşünüyorum diye kendimi ayıplıyordum bazan. Bir
kaç kez geçmişine ilişkin bir şeyler sormak istedim
ancak onu incitebileceğimi düşünerek çekindim. Sonunda
bir gün kendisi anlattı geçmişini. Birisiyle evliymiş
ancak kocası çocuk istemediği için, aralarında aşılamaz
bir sorun durumuna gelmiş ve ayrılmışlar. Öylesine
huzursuzlanmış ve öylesine umutlanmıştımki o zaman,
anlatamam sana. Elbette ben de ona yaşamımı anlattım,
çok özel duygularımı, acılarımı, özlemlerimi… Herşeyi
anlattım işte.
O kadar benziyordukki birbirimize. Ancak
aramızda tek fark vardı: Bizim çocuğumuz olmamıştı.
Allahtan gelen bu şey için ben eşimi silip atamazdım
elbette, yinede yüreğimdeki çocuk özlemi beni eritip
bitiriyordu işte.
Onun eşi ise çocuk istemediği için kadın
bir çocuk sahibi olamamıştı ve aynı özlemle o da yanıp
tutuşuyordu.Bizi birbirimize yakınlaştıran buydu
aslında.
Ben eşim hakkındaki düşüncelerimi ona
anlattığımda o an onun yüzündeki ifadeyi görmeni
isterdim. Sanırım ilk kez o kadının beni sevdiğini o
zaman hissettim .
Ne yalan söyleyeyim bu kadar çok
istediğim şeyin olması olasılığı belirince beni bir
korku aldı. Sanırım çok istediğin bir şeye ulaşman olası
olduğunda ayağına gelen fırsatı nasıl değerlendireceğini
bilmediğin anlar oluyor yaşamda.
Benim işim çok daha zordu elbette.
Benim mutluluğum başkasının mutsuzluğuna
neden olacaktı ve ben bu duruma nasıl katlanabileceğimi
bilmiyordum doğrusu.
Günlerce düşündüm ve tek bir çözüm yolu
bulabildim. İşin içerisine yalan ve ihanet girmeksizin
eşimle açık açık konuşup ayrılmak için izin istemeye
karar verdim. Ancak hiç bir şey çıkmadı bundan. “Kendimi
öldürürüm, seni rezil ederim” gibi sözlerle tehdit etti,
ben de ürktüm itibarımın iki paralık olmasından ve o
kadını çok sevdiğim halde ilişkimi kestim.
Arkadaşımla bu konuşmayı yaptıktan sonra
çok fazla bir zaman geçmemişti ki, eşi öldü. Cenazede
-Hasta olduğundan hiç sözetmemiştin,
diyerek laf dokundurdum arkadaşıma.
-Bana söylediğini mi sanıyorsun, onca
sıkıntı ve acı çekmesine karşın benden de gizlemiş. Hiç
olmazsa doktor, ilaç ne gerekiyorsa bir çare arardık
ancak benden bile gizledi, güçlü ve sağlıklı görünmek
için her şeyi yapardı zaten öyle ilginç bir huyu vardı,
diyerek yanıtladı beni.
Aradan bir iki yıl geçtikten sonra
akrabalarının ısrarı ile arkadaşıma yeniden evlenmesi
için öneri götürmekle görevlendirildim. Ben de eski
günlerini ve bir sevdiği olduğunu anımsatarak bunu ona
söyledim ve o kadar özlemiyle yanıp tutuştuğu çocuk için
yeniden evlenmesi gerektiğine ikna etmeye çalıştım.
-Artık o iş olmaz diye yanıtladı beni
arkadaşım.
Sağlığında ona yalvardığımda izin
verseydi, ayrılmayı kabul etseydi belki bir çocuğum
olacaktı ancak artık olmaz.
Derince bir ah çekerek devam etti
sözlerine. “Atın en azgını bile bir ölünün üstünden
atlamaz bunu nasıl unutursun?” |