DEVLETİMİZİN DÖNÜŞÜ
1942 Şubat'ında Faşistler geriletildi, Adigey kurtarıldı.
Büyük küçük herkes sevinç içerisindeydi. Faşistlerin köyde
oluşturmuş oldukları yönetim de neye uğradığını bilemeden
dağılmıştı. Köy yaşlısı Tliptse Osman
önce tutuklanmış, sonra serbest bırakılmıştı. Polislik yapanlar
yakalanmışlardı. Kızılordu yaklaşırken Burgmistir Votesuko
Askerbiy ve çalışma arkadaşları kaçmak üzere yola koyulmuşlardı.
Psijhable’ye geldiler ama fazla kalmadan Cambeciy’e geçtiler.
Burada faşistlere hizmet edenler toplanmış, nereye gidecekleri
konusunda emir bekliyorlardı ama emir verecek biri de kalmamıştı.
Nereye gideceklerini bilemez halde, telaş içinde Cambeciy’de
bekliyorlardı.
Burgmistir ve arkadaşları Almanlarla birlikte gitmek istiyorlardı
ama kandırılmışlardı. Faşistler canlarının derdine düşüp, hızla
geri çekilirken kendilerine hizmet veren polisleri ortada
bırakmışlardı.
Kaçmak üzere toplanmış olan polis gurubunun hali içler acısıydı,
diye anlatıyor köy halkından Hunago Ahmet. “Yiyecekten yoksun, saç
ve sakalları karışmış, mecalsiz haldeydiler ve görüntüleri insanı
korkutuyordu. Geri çekilen faşistlerin ardından gidecek güçleri
dahi kalmamıştı.“
Kaçmaya çalışan gurup, başlarına gelenlerden dolayı Burgmistir
Votesuko Askerbiy’i suçluyorlardı. Askerbiy’in düşmanları her gün
daha da çoğalıyordu. Hainler gurubu aralarında anlaşmazlığa
düşmüş, birbirlerini kışkırtarak sonunda Votosuko’yu öldürmüşler,
sonra da her biri başını kurtarmak üzere dağılmışlardı.
Polislik yapmış olanlar başlarına geleceği bekliyorlardı.
Faşistlerle birlikte olanlara ne insanlar ne de devlet acımıyordu.
Her birine suçuna göre ceza veriliyordu. Kimine 25 yıl ceza
veriliyor, kimi de çalışma kampına gönderiliyordu. Orduya karşı
açıktan savaşmış olanlar idam ediliyordu. Daha dün bağırıp,
çağıran, dünya artık kendilerininmiş zanneden polislerin saltanatı
çabuk sona ermişti. Yaptıklarına pişman olmuşlardı ama iş işten
geçmişti.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Psijhable'den faşistlerle birlik
olanlardan kimseye bir zarar gelmemişti. Şaka ile söylenenleri bir
kenara bırakırsak haklarında hiçbir kötü olay anlatılmıyor. Ayrıca
polis olan bu kişilerin arasında eğitim görmüş kimse yoktu. Ancak
imzalarını atabiliyorlardı. Örneğin, Kohuj Tirkuj hiç eğitim
görmemiş, öküz arabası koşan biriydi ve kandırılarak polis
yapılmıştı.
Tirkuj iri yarı bir insandı ve ömrünce üzerine uygun bir kıyafet
bulamamıştı. Bir gün kız kardeşi Cebehan’ın evine gittiğinde
gereği gibi karşılanıp sofra kurulmuştu. Tirkuj iyice acıktığından
sofradaki yiyeceklere yumulmuştu. Kız kardeşi Cebehan ağzından laf
almaya çalışıyordu.
- A benim Tirkuj, ortalikta kötü haberler dolaşıyor,k omunistlerin,
komsomolcuların öldürülecekleri söyleniyor.
Cebehan’ın oğlu İbrahim
komünistti ve savaştaydı, kızı Zoya da komünist olup köydeydi. Her
an götürülecekleri korkusuyla yaşıyorlardı. Cebehan yine sözüne
dikkat ederek Tirkuj’e sordu:
- A benim Tirkujim, ne
olacağız, Almanlar bize ne yapacaklar? Sen içlerindesin, bir şey
söyle de içimi rahatlatsana. Boşuna mi aynı anadan doğduk...
- Öldürecekler, öldürecekler...
- Ne diyorsun sen Tirkuj, neden öldürecekler bizi, kim öldürecek,
diye Cebehan feryat etti.
- Ben, ben öldüreceğim sizi...
- Köpeğin doğurduğu seni, başka söyleyecek sözün yok muydu? Ben de
kardeşim polis onun sayesinde canımı kurtarırım diyorum, sense
ağzına geleni söylüyorsun. Çık buradan gözüme görünme, diyerek
Cebehan elindeki sopayı Tirkuj’in sırtına indirmişti. Tirkuj ayağa
fırlayıp eblek eblek kız kardeşinin yüzüne bakarak:
- Delirdin mi yahu, neler oluyor, şaka yapmakta yasak mı?
- Öyle mi şaka yaparlar? Birazcık aklın olsaydı elinde ibrikle
Hanuko’nun ardında koşturmazdın. Haydi gözüme daha fazla görünme.
Cebehan benim anne annem Himsad’in kardeşiydi. Akıllı ve sert bir
kadın olarak bilinirdi. Adige geleneklerini iyi uygular, gelinleri
kendisinden korkarlar, her dediğini yaparlardı. Dini severdi,
sofrası açıktı. 120 yıl yaşadı ve torununun torununun düğününü
gördü. Onun için büyük düğün yapılmış, Cebehan da Adige adetleri
gereği evin çatısından aşağıya atılmıştı. Atılmaktan öte yumuşak
iniş yaptırılmıştı. Bu amaçla bir araba ot getirilip evin önüne
dökülmüştü. Cebehan çatıya çıkarılarak büyükçe bir sepetin içine
oturtulmuş, sepetin kulpuna ip bağlanıp ipin her iki ucundan da
birer kişi tutarak sorulmuştu:
- Hazır mısın Cebehan?
- Hazırım, oğlum hazırım!
- Öyleyse sıkı dur, çatıdan aşağı atacağız.
Cebehan oradakiler duyacak
şekilde bağırmaya başlamıştı:
- Vo vu viv! Torunumun torunu
evleniyor, beni evden atıyorlar, marc yardım edin beni evimde
bırakın.
Bu esnada ipin ucunu tutanlar Cebehan’i yumuşak otların içine
atmışlardı. Etraftakiler yetişip yüz yaşını aşmış kadını otların
içinden çıkarıp evine götürerek yatağına oturtmuşlardı. Cebehan bu
tür geleneklerden hoşlandığı için kendisine yapılanlardan da
memnun kalmıştı.
Bu düğünü bu güne dek
unutamıyorum.
Tekrar polislere donelim. Devlet geri dönmüş, düzenini yeniden
kurmuştu. Bu durum düzenden yana olanlar için büyük sevinç, düzene
karşı olanlar için ise üzüntü kaynağıydı. Sovyet düzenine tekrar
kavuşunca, gökyüzü ikiye ayrılıp, ortadan güneş çıkmışçasına
sevinmiştik. İlçe merkezinde tüm devlet teşkilatı yeniden
oluşturulmuş ve göreve başlamıştı. İlçe Emniyet Teşkilatı’nın
başına da Vuneroko Hacbecir getirilmişti. Faşistlerle birlik
olanlara karşı acımadan mücadele veriyor, onları takip ederek bir
ormandan çıkarıp, öbür ormana sürüyordu. Bir kısmını yakalayıp
hapse attırmıştı.
Sadece Almanlara polislik yapanlar değil, görev yaptığı birliği
kaybettiğinde onu aramayıp evine dönmüş olanlar, canlarını
kurtarmak için düşmana teslim olanlar başlarını kurtarmak amacıyla
dağlara sığınmışlardı. Devlet bunlara müsamaha göstermiyordu.
Faşistlerin kısa zamanda geri dönecekleri haberleri de ortada
dolaşıyordu ve bazıları da buna aldanıyorlardı. Bir süre ormanda
saklanırlarsa faşistler geri geldiklerinde tekrar ortaya çıkmayı
umut ediyorlardı.
Vuneroko çetelerle tek başına savaşmıyor, devletten büyük destek
alıyordu. Kızılordu'dan büyükçe bir gurup emrine verilmişti ve
durmadan ormanları arıyorlardı.
Davur Mahmut, Avutle Dolceriy, Dathuj Hamzet, Dathuj Hazret,
Dathuj Ahmet, Tivu Husen, Cesebej His, Bzecejiko Kasbolet, Psij
Gumer, Baybek Yakup, Tigu His, Ceras Kasim, Avutle Bazruko, Lamuko
İbrahim kaçakların arasındaydılar.
Şahsen bu kişilerin hepsini tanıyordum, çalışkan ve iyi
insanlardı. Ama insan yanılacak oldu mu engel olmak mümkün
değildi. Talihsizliklerinden kaçak durumuna düşmüşlerdi.
Güzel bir Mayıs günüydü. Güneş gökyüzünden yusyuvarlak
yükselmişti. Tüm köy halkı diz boyuna gelmiş olan mısırları
çapalamak üzere araziye çıkmışlardı. Büyük ormanın çevresindeki
tarlalarda mısır çapalanıyordu. Mısır tarlalarının ortasında bir
fundalık vardı ve kaçaklar burada barınıyorlardı ama mısır
çapalayanlar bundan habersizdi. Kaçakların orada olduklarını
sadece yakın akrabaları biliyor ve geceleri kendilerine yiyecek
götürüyorlardı. Kaçakları takip edenler biri saklandıkları bu yeri
tespit etmiş ve askerlere bildirmişti.
Sabah saat on sularında büyükçe bir asker gurubu, yanlarında
birkaç araba olmak üzere köyden çıkmış geliyorlardı. Hepsi
silahlıydı ve başlarında emniyet amiri Vuneroko Hacbecir de atlı
olarak bulunuyordu.
Vunoroko en önde olmak üzere askerler çapacılara yaklaştılar.
Çapacılar onları görünce korkmuşlardı, ne yapacaklarını bilemez
tedirgin bir halde bekleşiyorlardı. Orta Asya’dan getirilmiş olan
çekik gözlü askerlerde merhamet olmadığını herkes iyi biliyordu.
Çapacıların arasında kaçaklardan birinin kız kardeşi vardı ve
askerleri görünce ödü kopmuş vaziyette şunları söyledi:
- Mahvolduğumuz gün demektir.
Korktuğum başıma geldi. Zavallı kardeşim Dolceriy. Zalim
Vunoroko’nun elinden kurtulamazsın. Elimden ne gelir ki? Allah'a
emanet ol...
Vunoroko’nun emriyle askerler çalılığı çevirdiler. Kaçakların
ellerinde silah yoktu. Karşı koymuyor, sadece saklanıyorlardı.
Kendilerine teslim olmaları için bir çağrıda yapılmadı.
Askerler yan yana dizilmiş
olarak çalılığın içine rasgele ateş ediyorlardı. Korkuya kapılan
çapacılar da panik içinde sağa sola koşuşturuyor, feryatları yeri
göğü inletiyordu. İçlerinden bir gurup çapalarını bırakmış köye
doğru kaçıyorlardı. Kalanlar ise fundalığa doğru bakıyorlardı.
Yarım saat sonra ateş kesildi. Askerler fundalıkta öldürdüklerini
sürüyerek çıkarıp bir araya topluyorlardı. Onlar:Avutle Dolceriy,
Ceras Kasım, Tivu Husen ve Dathuj Ahmet idiler. İçlerinden ikisi
hala canlı olmasına rağmen kimse yardım etmiyordu. Bu esnada
kaçaklardan Cesebej His kendiliğinden gelerek teslim oldu.
Vunoroko yüzüne bir tokat indirdi. Askerler ellerini bağlayıp
ölülerin yanına oturttular.
Bir süre sonra kaçaklardan Lamij İbrahim kendisine yemek getirmiş
olan on beş yaşındaki oğlu ile birlikte ayağa kalkıp teslim oldu
ve onunda elini bağlayıp His’in yanına oturttular.
Fundalıktaki kaçakların hepsi
ele geçmemişti. Baybek Yakup ve Psij Gumer kaçmışlardı. Bunlardan
ayrı olarak ismini belirleyemediğim birkaç kaçak daha kaçmayı
başarmış ve büyük ormana sığınmışlardı.
Olay çapacıların gözleri önünde olmuş, yakınları gözlerinin önünde
öldürülmüştü.
Vunoroko’nun emriyle dört
ceset arabaya konuldu. İçlerinden ikisi hala ölmemişti. İkinci
arabaya da teslim olanlar bindirildiler ve Hakurunhable’ye
götürüldüler. Yaralı olan iki kişi de yolda ölmüşlerdi. Askerler
cesetleri Kabihable ve Mamhig arasında kazdıkları çukurlara
gömdüler.
Yakup ile Gumer fundalıktan nasıl kaçtıklarını sonra bana
anlatmışlardı:
“Şu anda zengin sofralarda
oturuyoruz ama savaş zamanı öyle değildi. En çok sıkıntıyı kaçak
olduğumuz zamanlarda çektik. Kaçacak bir suçumuz da yoktu ama
birbirimizin sözüne uyarak doğru dürüst düşünmeden kaçmaya karar
verdik. Saklandığımız fundalıkta askerler ateş ederek iki kez
yanımızdan geçtiler. Şansımızdan bir tek kurşun dahi isabet
almadık. Askerler ateş ederek yanımızdan geçtikten sonra bir
kilometre kadar yerde sürünerek büyük ormana ulaştık.”
Kaçakların öldürüldüğü henüz
birkaç gün olmuştu ki, Psijhable kadınları bir gece vakti
toplaştılar. Yanlarında erkek olarak bir tek on dört yaşındaki
Avutle Ramazan olduğu halde el arabaları ile gidip, ölülerini
gömülü öldükleri yerden gece karanlığında çıkarıp köylerine
getirerek mezarlıkta defnettiler. Bu yiğitliği yapan kadınlardan
hiçbiri bugün yaşamıyor. Ölüleri gömdükleri yeri iyice
belirleyemediklerinden onların mezarlarının yerini de kimse
bilmiyor.
Psijhable kaçakları
öldürüldükten sonra askerler takibi daha da yoğunlaştırmışlar,
ormanları taramaya başlamışlardı. Bir süre sonra üzücü bir haber
daha ulaştı. Huvaj kardeşler ormanda öldürülmüş ve oraya
gömülmüşlerdi.
Bu haber kaçakların
cesaretlerini kırdı ve teslim olmayı düşünmeye başladılar. Daha
fazla ormanda kalamayacaklardı. Askerler kovalıyor onlar kaçıyor,
bir ormandan diğerine sığınıyorlardı. Kaçaklardan Baybek Yakup,
Bzecejiko Kaspolet ve Psij Gumer anlaşıp teslim oldular. Bir süre
hapis yatıp serbest bırakıldılar. Yakup Kolhozda arıcı, Gumer
değirmencilik yaptılar. Kaspolet de kolhozda çiftçi olarak
çalıştı.
Vunoroko başlarında olmak
üzere askerler yine bir gün Labe ormanına yöneldiler. Dathuj
Hazret orada yakalanmıştı ve köy Sovyet'inde kendisine yapılan
zulmü bugüne dek unutamıyorum. Sovyet binasının önünde Hazret
askerlerin ortasında duruyordu. Ünlü eşkıya dedikleri zayıf,
çelimsiz bir oğlandı. Görüntüsü insanı üzüyordu. Zavallı, gözleri
sönmüş, rengi sararmış, saçı sakalı birbirine karışmış bir
haldeydi. Açlık çekmiş olduğu halinden anlaşılıyordu.
Vunoroko Sovyet binasından
çıkıp büyük bir zafer kazanmış edasıyla gelip Hazret’a yaklaştı.
- Seni köpeğin oğlu, diyerek
yüzüne bir tokat indirdi. Mecalsiz düşmüş çocuk yere yıkıldı ve
inleli. Vuneroko cebinden çıkardığı beyaz bir mendile ellerini
silip tekrar Sovyet binasına girdi.
Hazret başını zorlukla
kaldırarak su vermeleri için yalvardı. Kendisine bir tas su
verdiler. Canlanıp ayağa kalktı. Askerler ellerini iple bağlayıp
arabanın arkasına bağladılar. Araba yürüdü ve arkasından da Hazret
sendeleyerek gittiler. Gözden kayboluncaya kadar peşlerinden
baktık.
Mahkeme Hazret’e on yıl hapis
cezası verdi. Sağ olarak cezasını bitirip döndü. Mobilya
atölyesinde işçi olarak çalıştı.
SON |