|
|
................... |
|
................... |
FATMA HANIM
|
Tolga Kaya |
|
|
................... |
|
................... |
Nevzat usta elime metreyi
tutuşturup, yukarıya çıkıp pencerenin ölçüsünü almamı istedi.
- Üniversite bitirmekle olmuyor bu işler, hadi bakiyim al
şunun ölçüsünü. Yaşlandım artık çıkamıyorum ben oralara. Yaşlı ustamız, eski boksör Nevzat
ustaya duyduğum saygıyla gülümseyip metreyle birlikte tırmandım
yukarıya, aldım pencerenin ölçüsünü.
- Yaz usta! Eni 1.20, yüksekliği 1.45
- Tamam yazdım, iyi ölçtün de mi bak sonra karışmam.
- Ölçtüm usta, merak etme.
Patronumuzun bağ evinin restorasyonunu yapıyoruz. Kayseri’nin
yerlilerinin bağ evleri ile dolu Hisarcık beldesindeyiz. Artık son
noktadayız, pencereleri takılınca bitecek bizim işimiz. Eve son
bir kez dönüp bakıyor Nevzat usta, gidelim, diyor. Biniyoruz pikap
dolmuşa.
- Fatma hanım hepimizi restorasyonu biten bağ evinde yemeğe davet
etti, gel olur mu?
Tamam usta, diyorum, gözümü yoldan ayırmadan.
Sıcak bir yaz günü arabanın içi sıcak, pencereyi açıyorum, kolumu
camın kenarına dayıyorum dirsek çeviriyorum akıp giden manzaraya,
sıcak bir rüzgar dolduruyor kısa kollu gömleğimin kolundan
bedenimi.
Masanın etrafında gülüşüp şakalaşıyoruz, yemek yenmiş, çaylar
içiliyor, koyu bir sohbet başlıyor. Fatma hanım çocukluğunun
anılarının yeniden hayat bulmasından son derece mutlu, bağ evinin
bölümleri hakkında bilgi veriyor. Kayseri’nin yerli eşrafının evin
bölümleri hakkında kullandıkları otantik kelimelerden konu
açılıyor. O zaman üniversite de bana boşuna açılmış bir bölümmüş
gibi gelen Halk Bilimi Bölümü’nün boşuna açılmamış olduğunu
anlıyorum. Kayseri’de sofaya ne denir? Evin bu bölümüne Urfa’da ya
da Karadeniz de ne ad verilir, bunun gibi soruların cevabını
veriyor bu bölüm. Kayseri’nin yerlisi olan ustalar bu sohbete
iştirak ediyorlar. Bu güne kadar hep ticari faaliyetleri ile
tanınan Kayserililerin yaşamlarında sanatsal ve kültürel
yanlarında olduğunu anlıyor, bir Kayserili olarak bundan sevinç de
duyuyordum.
Ev sahibemiz ustalarla yaşadığı komik maceralarla hepimizi
güldürüyor neşelendiriyordu. Çocukluğunu yaşadığı bu bağ evinin
yeniden hayat bulması sanki ona çocukluğunu geri getirmişti.
Çocukluğumuz hayatımızın en güzel en unutulmadık anları o günlere
geri dönebilseydik keşke…
Pencereden sızıp yüzüne vuran güneş ışığıyla uyandı. Dışarıdan
halı dokuyan kızların çıkardıkları tok sesler duyuluyordu. Yavaş
yavaş tatilin tadını çıkarır gibi çıktı yatağından. Penceren aşağı
halı dokuyan annesine ve kızlara bakıp daha hızlı bir biçimde
giyinmeye başladı. Aşağıya doğru indi, halı dokuyan annesine
arkadan yaklaştı ona sarıldı.
- Uyandın mı Çiçeğim?
- Günaydın annecim… Anne yaaa ben acıktım.
Annesi mutfağa doğru giderken Fatma halı dokuyan kızlardan birine
yaklaşıp;
- Ayşegül abla bu akşam kına gecen var de mi? Ben de geleceğim,
annem izin verirse tabi.
Mutfaktan elinde siniyle gelen annesi onlara yaklaşırken lafa da
giriverdi.
- Çok beklersin küçük hanım, uğraşamam senle ben oralarda,
erkenden yatacaksın sen.
- Ama anne Ayşegül ablanın kınasından yakacam elime.
- Gözünün üstüne istiyorsun kınayı sen bence.
Getirdiği siniyi küçük Fatma’nın önüne bıraktı. Bir yandan da
Fatma’nın çayını, bardaktaki kaşığı çıkarıp, çayı dikkatlice
kızına içirirken kahvaltısını yiyip yemediğini gözünün ucuyla
kontrol ediyordu. Birden bahçenin demir kapısının çalındığını
duydu annesi ve ev sahibesi olarak yerinden kalktı, kapıya doğru
gitti ve kapıyı açtı. Küçük Fatma dikkatlice kapıya baktı, kapıda
koyu takım elbiseli, kasketli, ince yapılı ve uzunca boylu biri
yaşlı diğeri genç iki adam gördü. Genç olanının elinde, içinde
yoğurt olduğu tahmin edilen bir bakraç ve bir küçük bidon süt
gördü. Annesi sevgiyle ama saygılı bir mesafeyi de koruyarak
gelenlere sarıldı. Küçük Fatma yemeği bırakıp kapıya doğru
yaklaştı. Annesi gelen adamlarla anlamadığı bir dilden
konuşuyordu. Fatma adamlara iyice yaklaşınca yaşlıca olanı ona
daha dikkatlice ama gülümseyerek baktı, yaşlı adam, Fatma yanına
gelip annesinin arkasına saklanıncaya kadar da ondan gözünü
ayırmadı. Yaşlıca adam anlamadığı dilden annesine bir şeyler
söyledi annesi aynı dille Fatma’ya bakarak konuşunca Fatma
kendinden bahsedildiğini anladı.
- Hı dude, gel bakalım buraya, tanıdın mı? Beni Sipse.
- Deden kızım o senin, bizi görmeye Pınarbaşı’ndan, köyden gelmiş.
Fatma, hafif çekingenlikle adama doğru yaklaştı. Deniz kabuğu gibi
nasırlı elleriyle, güneşten yanmış yüzüne, beyazlaşmış ince
bıyıklarına baktı. Yaşlı adam onu güçlü kollarıyla şöyle bir
havaya kaldırdı, sonra tütün kokan dudaklarıyla onu öptü. Fatma
yanındaki yakışıklı genç adama baktı, o da ona sevgiyle bakıyordu.
O da dayın kızım, dedenle beraber gelmiş.
Fatma’nın ellerini tuttu hiç görmediği dayısının. Yakışıklı, yanık
yüzünün ortasında iki tane çok zeki bakan gök mavisi gözleri
vardı. Fatma o gözlerin taa içine baktı .Çok sonra, yıllar sonra
göreceği Uzunyayla’nın boz kırını gördü o gözlerde. Yokluğa rağmen
ayakta kalmanın destanını yani. Dedesinin ceketinde yeni doğmuş
tayların kokusu vardı hala. Fatma kucağındayken hiç duymadığı bu
yabancı dille konuşa konuşa bahçedeki bir sedire oturdular. Halı
dokuyan kızlar uzaktan baktılar onlara, onların kim olduklarını
anlamaya çalıştılar. Annesi mutfağa doğru giderken hala dedesinin
kucağında olan Fatma indi oradan ve yaşlı adamın yüzüne dikkatle
bakmaya başladı.
- He Dudoş mektebe gidiyor musun sen?
Fatma’nın dayısı o yabancı dille dedesine bir şeyler söyledi,
dedesi onu onaylayarak başını evet anlamında salladı. Cebinden
çıkardığı tabakadan tütün sarmaya başladı.
- Hacı dedemde sarıyor onlardan, babamda içiyor cigara, dedi Fatma
- Vardır ya, dedi dedesi.
- Götürelim mi seni köye gelir misin bizle dedi dayısı.
- Yok ben gelmem Ayşegül ablanın kına gecesi var, dedi Fatma.
Annesi tepsi içinde bir şeyler getirdi ama sadece ayran içti
misafirler. Sodom ve Gomore’nin yok olacağını İbrahim ve Lut
peygambere haber vermeye gelen iki meleğe benziyorlardı. Bu
dünyaya ait değillerdi sanki. Fatma sürekli anlamadığı bir dilden
konuşuyor olmalarını yadırgamakla birlikte hiçte sıkılmadı
yanlarında. Sonra misafirler yavaş yavaş kalktılar önce dedesi
sonra dayısı sarıldı annesine sonra yaşlı adam Fatma’ya doğru
eğildi, o yabancı dille onun anlamadığı bir şeyler söyledi yüzüne
sevgiyle bakarak
- Anneni üzme oldu mu Dudoş, dedi ve ardına bir daha bakmadan
yürüdü.
Dayısı Fatma’yı kucağına aldı ve onu öptü
- Gel götüreyim seni,Gebz Haja ol köyde dedi.
İnşallah seneye dayısı, dedi annesi. Dayı dedesinin aksine
annesini öptü. Annesinin gözünde beliren yaşı görünce şaşıran
Fatma, annesine baka kaldı. Kaybolmak üzere olan dayısına;
- Anneme selam söyle diye bağırdı, annesi,
Dayı arkasını döndü, elini havaya kaldırarak ‘’Aleykümselam’’ der
gibi gülümseyerek baktı.
Fatma giriş kapısına yaslanıp kalan annesinin ağlamasına çok
üzüldü. Annesi Erciyes dağına doğru geride bırakıp geldikleri
Kafkas dağlarına son bir kez daha bakan muhacirler gibi gözünde
yaşlarla baktı. Çerkeslerin şehirlere kolay kolay gelin vermediği
bir zamanda Kayseri’ye Kayseri’nin yerlisi bir eve gelin gelmişti.
Bütün Çerkes kızları gibi gelin geldiği eve sadakatle ve görev
duygusuyla hizmet etmiş, çocuklar vermiş, gelin geldiği evi belki
de gelin çıktığı evden daha çok sahiplenmişti. Ancak bütün bunlar
şu an içinde bulunduğu boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Göz yaşını
sildi, Fatma’yı elinden tutup içeriye götürürken kapıyı geçmişinin
üzerine bir daha açmamak üzere örttü.
Biz artık kalkalım Fatma hanım dedik, bu ODTÜ mezunu zeki hanıma.
Biz gidelim artık sizin çocukluğunuzun geçtiği bu bağ evine bir
parça olsa da katkımız olduysa ne mutlu bize. Umarım bu evle
birlikte çocukluğunuzun o, saf ,temiz ve mutlu günlerine de
yeniden kavuşursunuz.
Tam arabaya binecekken Nevzat usta beni eliyle durdurdu.
Aldığın o ölçü yanlış çıktı, ustalar öldü onu takana kadar,
Kayseri’ye kadar yürü de aklın başına gelsin, dedi ve arabayı
çalıştırdı arabanın içindekiler kahkahayla gülerken geride beni
bırakıp gittiler.
Bir gözden kaybolan arabaya bir de Fatma hanımın bağ evine baktım,
sonrada Erciyes dağının karlı doruklarına. Yemyeşil kayısı
ağaçlarının arasından otobüs durağına doğru yürürken ve buram
buram çimen kokan bağ evlerinin önünden keyifli bir ıslık çalarak
geçerken hayatı gerçekten çok sevdiğimi düşünüyordum. |
|
|
|
|
|
|
|