|
|
................... |
|
................... |
BİR SÜRGÜNÜN YAŞAMINDAN
KESİTLER
|
YENEMIQUE Mevlüt
Kafdağı, Sayı: 13-14 Yıl:
Şubat-Mart 1988
|
|
|
................... |
|
................... |
Atlıların Gece Yürüyüşü
Kalabalık ve atlıydılar. Heybetliydiler atlarının üzerinde.
Simsiyah giysileriyle ölümün habercisi, gecenin bekçisi
gibiydiler. Gözleri karanlıktı. Bir ışık, bir kımıltı yoktu
gözbebeklerinde. Geç kalmamak, bir yere zamanında yetişmek
istemiyle at sürüyorlardı delicesine.
Köpük köpük ter içindeydi atlar. Bomboş olan atlıların
yürekleri de köpük köpük terliyordu tıpkı atları gibi. Kılıç
ve tüfekleri pırıl pırıldı. Yağlanıp temizlendikten sonra
özenle yerli yerine konmuşlardı. Kuşkusuz silah, düşman
içindi. Ama ne düşmanları, ne de dostları vardı atlıların.
Yine de atlıydılar ve silahlıydılar. Bozguna uğramış, cepheden
kaçan bir halleri vardı. Öylesine telaşlı ve tedirgindiler.
Doludizgin at sürüyorlardı, karanlığın içinde nereye
gittiklerini bilmeden. Yıllarca, on yıllarca at sürdüler.
Karanlığı öylesine kanıksamışlar, karanlıkla öylesine
özdeşleşmişlerdi ki gün ışığına gözlerini açamaz olmuşlar,
yarasalar gibi. Yıldızlara göz kırpıyorlar, "umut etmek belki
de gerçekten daha güzeldir" diyorlardı. Büyülenmişçesine
gözlerini yıldızlardan ayıramıyorlardı. Yorulduklarında,
acıktıklarında bir araya kümeleniyorlar, yıldızlar üzerine
masallar uyduruyorlar, öyküler anlatıyorlardı. Fakat zamanla
yıldızlardan da sözedemez oldular. Umudun, düşün, usun
oluşturduğu güzelim masalları unuttular.
"Keşke buralara gelmeseydik", dedi atlıların en arkasında at
süren delikanlı. "Hoş, aramak için gidiyoruz ya kaybettiğimizi
ama bu şekilde aramakla bulunabilir mi kaybedilen?"
Arkadaşının yüzüne baktı. Arkadaşı, gecenin karanlığına
gömülmüştü, göremedi. Sözlerinin etkisini öğrenmek istiyordu
ya sesi, gece karanlığında yankı bile yapmamıştı.
Tedirginliğini, umutsuzluğunu birileriyle paylaşmak istiyordu.
Arkadaşı, en yakın dostu da gizini paylaşmak istemedikten
sonra kime anlatabilirdi düşündüklerini. Geceyi, genizleri
yakan bir koku sarmıştı. "Her şey kokuşmaya başladı. Dostluk,
arkadaşlık, umut, sevgi... Hatta gece bile..." dedi genç atlı
içinden. Çaresizlik, genç atlının öfkesini kabartmaya
başlamıştı. Gözleri ışıldadı Geleceğe yönelik güzel düşler
kurma istemiyle usunu zorladı. Umutsuzluğun gizemli sınırına
gitti, geldi. Umutsuz olmamak, geleceğe sevgiyle bakmak
istiyordu. Karanlığın derinliklerinden ışıldayan, zaman
geçtikçe de gözbebeklerini delmek istercesine içine akan
düşlerinin gerçek ile ilgisi olup olmadığını bulmaya çalıştı.
Düşün gerçeğe, gerçeğin de düşe dönüştüğünü sandı. Gökten
kayan yıldızlardan yalımlanan ışıklara gözleri takıldı.
Gizemli bir sesin kendisine seslendiğini sandı. Ses, net ve
pürüzsüzdü. Ses, dünyadaki seslerin en güzeli ve anlamlısıydı.
İlk önce içini, tanımı imkansız bir korku kapladı. Pişmanlık,
utanma, küçük düşme, özlem, sevgi, kendini bulamamanın
ezikliğiyle doluydu bu korku. Korkuyu yenmek istemiyle atını
sesin geldiği yöne sürdü. Sevgiyle çağıran ses daha da
netleşmişti. Fakat atlı, sesin kendisine neler söylediğini
anlayamıyordu. Atlı, olduğu yerde, sesi içercesine içine
sindirdi: "Vıkezğuetejamığueguşeteme..." Atlı da içtenlikle,
özlemle "vıkezğuetejamığueguşeteme" dedi.
Bilinçsizliğin karanlığında yol alan atlılar öldü. Aydınlığa
çıkan genç atlılar bilginin ve bilincin yol göstericiliğiyle
yollarına hala doludizgin devam ediyorlar.
Ben de karşılaştım o genç atlılarla. Selam verdiler,
selamlarını aldım. Birbirimizi anladık. |
|
|
|
|
|
|
|