Ruhunun en
derinlerindeki acılarının izi vurmuştu, yıllar
içinde yüzüne, buruş buruştu. Bir türlü dinmeyen
yürek yangınının acısıydı onu bunca yıl hüzne boğan.
Tam tamına altmış yıldır taşıdığı yüktü çökerten
omuzlarını böylesine.
Diğer nuvejlere
benzemezdi, çok az konuşurdu. Fazla işi olmazdı köyün
diğer yaşlı kadın ve erkekleriyle. Varsa da yoksa da
gençlerleydi işi, bir eksik ya da hata gördüğünde
köyünün gençlerinde ya da duyarsa olmadık bir şeylerini,
vay halineydi onların. Hele hele gençlerden biri
karakola (!) sabıka kaydı bile almaya gitse, onlardan
önce oradaydı Asiyet nine.
Nenejin bütün derdi gençlerdi.
Onları görünmez tehlikelerden korumak istiyor gibi bir
hali vardı sürekli. Titrerdi üstlerine, kol kanat
gererdi. Karışırdı her şeylerine, sürekli
takip altındaydı gençler, nenejlerinin takibinden
kurtulamıyorlardı. Daha dün son nefesini verene kadarda
kurtulamadılar, koruyucu nenejlerinden.
Bugün seksen iki yaşında toprağa verdiğimizde Asiyet
nineyi, son kez
baktığımızda naaşına, yüzündeki derin izler sanki
biranda yok olmuş
gibiydi, gülümsüyordu naaşı, yılların yükünü çekip çöken
omuzları dikleşmişti birden bire. Geçmişin yok olan
izleri ve çöken omuzlarının dikleşen bu hali (!) altmış
yıl önceki haline dönmek ister gibi, belli ki mutluydu
bu gidişten, belli ki hasretinedir yolculuğu.
Ben hasretime kavuşmaya gidiyorum, der gibi. Hiç
evlenmeden yaşamış, yaşlanmış ve şimdi aramızdan ayrılan
nenejimiz. Naaşının ifadesinden anlaşılan, çok mutluydu
halinden. Bunu anlamamızı istiyordu sanırım, anlatmak
istediği son bir şeydi bu durumu. Yirmilerinde
anlatamadığını, şimdi bizlere anlatır gibiydi.
Asiyet nenej olmadan önceydi, henüz yirmi
birindeydi,çevrenin en sevilen en güzel kızlarındandı,
xhabzeyi çok iyi bilir, eline su döktürmezdi hiçbir
hasede Asiyet.
Kuğu gibi süzülürdü zefako oynarken, leperüşte ise benim
diyen
oyuncu, zorlanırdı ayak uydurmaya, Asiyet adeta
oynamıyor, uçuyor, yakıyordu yüreklerini delikanlıların,
figürleriyle, güzelliğiyle
Bir yandan da elinde adeta konuşturduğu pşınesiyle. Hiç
kimse çalamazdı onun gibi. İncecik parmaklarıyla adeta
can veriyor, dillendiriyordu, pşineyi.
Onunla konuşmaya çalışan çok delikanlı suya gitmiş,susuz
geri dönmüştü her seferinde.
Ağzı laf yapar, eli iş görür, yüreği bir tavşanınkinden
ürkek, bir o kadar taş
kesilebilen yapısıyla, gönlünün kapısını zorlayanlara
soğuk terler döktürürdü Asiyet.
Bir tek belalısı vardı, şahin bakışlı, sert yapılı,
aslan pençeli serserimi
serseri, deli mi deli ama dünyalar iyisi, adam gibi
adam, özü sözü
bir, kurnazlığı kadar saf, ağzı da iyi yapar laf
türünden, Asiyet için tam bir
muamma, zor delikanlı (!) Nurbiy.
Onca zeheste bir kerecik olsun Nurbiy'i terse
getirememişti. Ah bir açığını
yakalayabilse var ya!
Ciddi mi değil mi kestiremiyordu bir türlü. Bu ikilemden
kurtulabilse görecekti Nurbiy gününü, kalbi aklını, aklı
kalbini karıştırıyordu Asiyet'in.
Yüreği çoktan yenik düşmüş olsa da bu didişmede, aklı
hep acaba da bırakıyordu Asiyet'i. Her görüşmelerinde
eğuc istemesi Nurbiy'in anlaşılmaz bir durumdu. Bu kadar
kolay verilir miydi eğuc? Peki ama bu kadar da kolay mı
istenirdi (!) be mübarek adam. Her zeheste, her ceoguda,
şelame ister gibi eğuc istemek? Dağarje mi bu iki çevir
koy önüne.
Hop diye versen eğucu peşi sıra geçiverirse dalgasını,
ciddiye mi aldın be
Asiyet, derse bütün kızlarda peşinde malum.
Ne derlerdi sonra insana! Peki ama bu işin sonu nereye
varacaktı? Tam bir
deli oğlan, ele avuca gelmez, bunun ipiyle kuyuya
inilmez, çık çıkabilirsen
işin içinden.
Günler haftaları, haftalar zehesleri, zehesler ceogları
kovalaya dursun, bu
didişme devam ededursun.
Kurtuluş savaşından yeni çıkılmış, cumhuriyet ilan
edilmiş, yeni yeni
toparlanmakta ortalık. Kurumlar oluşmakta, devlet gücünü
ufak ufak hissettirme derdinde, halka.
Düzce sert yer, delikanlısı da sert olur, birde çoklar
bunlar burada. Göstermek gerek devletin gücünü ki,
bilinsin Devlet ne demektir.
Ahmet yüzbaşı biçilmiş kaftandır bu iş için. Genç
idealist, gözüpek subay
Ahmet.
Devlet vur dese o öldürmez mi! Hem de öyle bir öldürür
ki! Cümle alem şaşar kalır.
Demeye kalmaz;
Nurbiy'in Gediz, Simav cephelerinden silah arkadaşı, can
yoldaşı Murat (!)
kalpak giymek ve kama taşımak, yani kılık kıyafete
muhalif olmak ve delici
kesici alet bulundurmak suçundan, bir çevirme esnasında
tutuklanmak
istendiğinden, Murat direnir bu isteğe. Altı yedi tane
askerle Murat arasında itiş kakış başlar ve arbedeye
dönüşür tutuklama isteği. Bu arbede esnasında Murat'ında
askerlerinde üzerleri ve başları parçalanır kavgada.
Tutuklanmaktan kurtulamaz Murat!
Karakola getirildiğinde Murat !
Askerlerin üzerlerini ve başlarını görüp, askere yapılan
mukavemeti öğrenince genç subay Ahmet, çok ama çok
hayıflanır askerlerinin beceriksizliğine. Bir adamı
tutuklamak için altı yedi tane erimin geldiği hale bak,
diye düşünür.
Biz bunca cephelerde boşuna mı savaştık diye düşünür
yüzbaşı Ahmet.
Bu şehir haydutlarına mı bırakırdı meydanları. Ahmet'in
tek derdi eğitimsiz
askerleriydi.
Hani üsteğmenliğimde Gediz cephesinde savaşırlarken, bir
Yunan makinelisi kıstırdığında birliğimi, her şey bitmek
üzereyken, kayalıklardan bir panter gibi inip yunanın
arkasına, makineliyi susturan sonra bize yol açan,
kahraman asker gibi bir tane olsa, burada elimde, olur
muydu böyle, görürlerdi günlerini.
Ne askerlerdi, ne kahramanlıklardı onlar. Can borçluyuz
vatan borçluyuz bu kahraman askerlere. Şimdikiler şehir
eşkıyasından dayak yiyecek
neredeyse, askerlerim.
Lakin böylesi serserilere bildirmek lazım hadlerini, biz
bugünlere kolay
gelmedik. Öğrenmeliler Ahmet yüzbaşı kimmiş.
İstediği fırsatı yakalamıştır. Millete ders lazımdır
şimdi, Murat bunun en iyi
örneği olmalı, çevredeki bu denli kalpak ve kamayla
başka türlü baş
edilemez. Yasalara karşı gelmek neymiş görmeli bu ahali.
Bilmiyorlar mı bunların yasak olduğunu? Ulu önderimize
özentiyse bu kalpak işi, şimdi
kasket giyiyor önderimiz, özensenize kaskete. Kasket,
fötr giysenize be
cahiller.
Kalpakta neymiş! Giyenlerin budur akıbeti deme vakti
geldi geçiyor, ahaliye.
Yaka paça yatırır Murat'ı karakolun bahçesine. Falakayı
hazırlar ve bizzat
kendisi her anlamda soyunur bu işe Ahmet yüzbaşı. Başlar
falakada sopayı vurmaya.
Asmalı kahvede arkadaşlarıyla çay içip laflamaktadır
Nurbiy, cephelerdeki
anılardan, çektikleri sıkıntılardan, düşmanı nasıl
denize döktüklerinden
falandan filandan. Tam bu esnada haberini alırlar
Murat'ın başına gelenlerin.
Fırlarlar çay ocağından, ellerinde Bulgar lagantları,
Çerkes kamaları,
dalarlar karakolun bahçesine,altı delikanlı.
Ahmet yüzbaşı ve askerler fena hazırlıksız
yakalanmışlardır bu baskında. Çaresiz kalırlar ve Nurbiy
kaptığı gibi Murat'ı fırlarlar sokağa, sokak aralarından
sırra kadem basarlar. Yüzbaşı ne bilsin onlar kadar
Düzce'yi, çoktan yok olmuşlardır bile.
Devlete baskın haa; hem de ben Ahmet'in olduğu karakola
haa. Ben sizin!
Bunun hesabı feci şekilde sorulmalıdır. Kimdir bunlar
hemen öğrenilmeli. Düzce ufak yer, ufak yerlerin büyük
habercileri olur. Zor olmaz Ahmet yüzbaşı için, elebaşı
Nurbiy'in kimliğini, yerini yurdunu öğrenmek, her köşe
başında boşuna mı besleniyor bunca muhbir?
Asiyet'i afakanlar bastı sanki duyduğunda haberi.
Belliydi bunun böyle bir
halt yiyeceği? Hiç yerinde durmuyordu, acardı, sonunda
yaptı yapacağını. Kurtulur bu beladan da ne Nurbiy'dir o
benden başka kimse tanımaz
onun ne halt olduğunu, bilmezler, kurtulur bu işten,
savaş gazisi değil mi
canım! Ne yapacak devlet bir savaş gazisine? Hele bir
sıyırsın şu işten
hayırlısıysa!
Yarın akşam Nenduvlardaki mısır mecisine gelir, ben
gösteririm ona gününü.
Demeye kalmaz ertesi akşam Nenduvlarda baş köşededir
Nurbiy. Her zamanki gibi, sanki hiçbir şey olmamış gibi
semerkolarına devam etmekte. Her fırsatta Asiyet'in
kafasına fırlattığı mısır taneleri yüzünden, bir türlü
konsantre olamamakta Asiyet.
Yahu her şeyi duydum da mısır koçanından eğuc
istendiğini de ilk bu deli
oğlandan duydum. Allah'ım yarabbim nemenem bir
delikanlıdır bu çocuk? Dağılır meci
sabaha doğru Asiyet yapamadan
yapacaklarını,diyemeden diyeceklerini.
Teslim olsa, birkaç aylık bir sıkıntı en fazla ama bizim
önümüzde bir ömür
var, diyemedi punduna getirip o akşam bunu Asiyet.
Fırsat vermiyor ki laf
kalabalığından, semerkodan, deli fişek ne olacak?
Meciler, zehesler, Nurbiy her ortamı kovalıya dursun,
Ahmet yüzbaşı her geçen gün izine yanaşmakta Nurbiy'in.
Bir seferinde varlığını haber veren olmasa işini
bitirecek bu şehir haydudunun, lakin nasıl oluyorsa
benden önce gidiyor, baskın haberim.
Gerçi çok normal, ben nasıl alıyorsam onlar hakkında
haberi, onlarda alıyordur benim hakkımda. Yok, yok bu iş
böyle resmi elbiselerle olmayacak.Yarın akşamki ev
eğlencesine baskını sivil yapmalıyım ve son ana kadar
askerler dahil kimse bilmemeli. Kim bilir askerlerin
arasında da belki de aynı kültürün insanları vardır.
Belki de onlar uçuruyor haberi, ne de olsa hain Çerkes
Ethem'in kanındanlar. Evet evet yarın gece sağ gösterip,
sol vurmalıyım. O eşkıya kesin orada olacak hissediyorum
bunu.
Ertesi akşam yine bir evde, yine zeheste baş rollerde
Nurbiy, semerkolar, ceoglar kırıla gitmekte. Nefes
aldırmıyor yine Asiyet'e. İlerleyen vakitte bir gürültü
bir patırdı askerler evin giriş katını zorlamaktalar.
Mezceduvdan da çevik Nurbiy, ikinci katın penceresinden
atladığı gibi, mısır tarlasına, mısırların
arasında, yok olur gecenin karanlığında. Hiçbir askerin
göze alınamaz deyip, güvenlik oluşturmadığı evin arka
sarp taraftan sıvışıp gitmiştir Nurbiy.
Deliye döner Ahmet yüzbaşı.
Hane sahibini alır karşısına!
Seni üzmemi istemiyorsan, yardım ve yataklıktan (!)
Nurbiy'in atını bana
göster, birde hangi çizmeler onun? Çaresiz hane sahibi
Nurbiy'in çizmelerini ve atını teslim eder yüzbaşıya.
Bu da bir şeydir. Mutlaka bu iki kaybı onu bana
getirecek diye düşünür
yüzbaşı. Hepten elim boş değil bu kez ve iyi koz bunlar.
Bildiğim kadar
düşkünse bunlar bu değerlere (!) kokusu çıkar ve hata
yaptırır bu iş eşkıyaya. Şimdi sıra bende, koz bende,
göreceğiz eşkıyayı bakalım, neler olacak şimdi.Keşke
Gediz'deki kahraman asker bu birliğimde olsaydı, zor
kaçardı şehir eşkıyası Nuri.
Nurbiy ise böbürlenmekte askerleri atlattığından, aynı
Gediz cephesinde
savaşırken, tepeye koğuşlanan, arkasını kayalıklara
siper eden Yunan'ın
makinelisi, ölüm kusarken sıkışan birliğimizin üzerine,
kayalıklardan
arkalarına nasılda sarkmıştım, şaşkına çevirmiştim
Yunan'ı, onlarında aklı
ermemişti bu işe ve susturmuştum makineliyi, nasılda
kurtarmıştım sıkışan birliğimizi, beceriksiz komutanları
yüzünden onca vatan evladı yok olacaktı neredeyse, ne
yetimler ne dullar kalacaktı.
Çok benzemese de yinede benzerini nasıl yaptım ama nasıl
atladım onca
yüksekten. Olan atımla çizmelerime oldu ya (!) neyse
onlardan çok var ama benden bir tane var.
Yok başka Nurbiy, yalın ayak ve atsız kalsak da.
Gediz'de o kadar kurtardığımız canın hatırına Tha
nasibimizi açar elbet.
Hafta sonu Bigehable'deki zehes güzel olacağa benzer.
İlk defa koz verdik
Asiyet'e bakalım başımıza nasıl bir çorap örecek.
Aslanım Nurbiy biraz
zorlansan da, senin hakkından gelemez bu güzeller güzeli
Asiyet.
Ahh bee Asiyet! Ne diye vermedin şimdiye kadar bir eğuc,
yapardık düğün dernek gelmezdi bu işlerde başımıza. Ne
kadar zor bir kızsın be Asiyet.
Temkinli olmakta fayda var, bu yüzbaşı bize rahat
vermeyecek anlaşılan. Biran önce tayini çıksa da rahata
ersek bari. Bu akşamki zehese biraz geç gideyim, alışık
değil kimse zeheslere geç kalmama. Muhbirlerde vazgeçer,
gelmeyeceğimi düşünerek. Aslında bu aralar dikkatli
davransam iyi olacak, lakin nasıl dayanırım Asiyet'in
hasretine? Birkaç gün görmesem, içimden sanki bir şeyler
akıp gidiyor, kötü hissediyorum kendimi, yanıyor
yüreğim. Teslim olsam birkaç ayda çıkarım dışarı ama
nasıl dayanırım onca zaman Asiyet'in hasretine. Yok yok,
asla dayanamam ben bu hasretliğe.
Hadi aslanım ufak ufak düş yola, bu saatten sonra kimse
şüphelenmez.
Çalar kapıyı selam verir, girer zehese Nurbiy.
Ortalık bir anda neşelenir.
Nurbiy ile Asiyet'in karşılıklı atışmaları olmadan zevki
çıkmıyor zeheslerin. Nurbiy her zamanki muziplikleri ile
kırıp geçirmekte ortalığı, lakin bir hal var Asiyet'te,
eskiden olsa en çok o tebessüm ederdi bu semerkolara.
Hayırlısı inşallah, bir soralım bakalım nedir bu
tafraları?
Asiyet güzel kaşenim nedir bu buz gibi haller, hiç oralı
değilsiniz bu akşam varlığımdan. Hayır mıdır yoksa bana
eğuc vermeye karar mı verdin? Hadi ver şu eğucu da sende
kurtul, bende kurtulayım, yok başka çaresi bu işin.
Ne bilsin Nurbiy bu teklifin (!) hayatında yapabileceği
en büyük hata
olacağını! Her şeyin sonu olacağını.
Asiyet ağlamaklı, gözleri çakmak çakmak, dolu dolu, boş
boş anlam kargaşaları içinde, yutkunur Asiyet, bir
şeyler boğazına düğümlenmişçesine. Sonra yavaş yavaş...
Evet Nurbiy sana eğuç vermeye karar verdim, hazırlıklı
geldim. Çantasından özenle işlediği bir mendille, bir
kamçı çıkarır. Mendili kamçının sapına sarar ve uzatır
Nurbiy'e.
Buyur eğucumdur, hasedekilerde şahidimdir, eğuc olarak
verdiğime. Atını
kırbaçlarsın!
Tepeden tırnağına buz kesilir Nurbiy... Adeta donmuştur
o an.
Geçenlerde yüzbaşı almıştı atını. Şimdi neydi bu
olanlar. Nutku tutulmuştu
Nurbiy'in. Bir müddet ayakta dondu kaldı, mendile sarılı
kamçı elinde.
Gözleri taş kesilmişti Nurbiy'in. Volkanlar kaynıyordu
içinde, bir an önce
ruhunu boğan bu zehesten adaba uygun atmalıydı kendini
dışarıya, boğulduğunu hissediyordu, karabasanlar
basıyordu tüm bedenini. Kaptırdığı at değil, vatandı
sanki, onuruydu, gururuydu. Böylesi bir iyi yetişmiş
kızla, seviye belirleyemeden semerkonun bedeliydi şimdi
ödediği ve ödenmesi gereken, hak ettim ben bunu diye
düşündü Nurbiy. Akıcılığı yitmiş olan sesiyle, kesik
kesik!
Arkadaşlar! Kusura bakmayın, ben alacağımı aldım,
yıllardır bu eğucun
peşindeydim, hayırlı haberi verdireyim büyüklerime,
göndereyim arkadaşlarımla bu emaneti eve. Bana müsaade.
Gecenin ortalarına doğruydu, gecenin hiç bu kadar
karanlık olduğunu, havanın bu kadar yetersiz olduğunu
bilmemişti ömründe Nurbiy bu akşama kadar. Açık havada
boğuluyordu havasızlıktan, korkuyordu karanlıktan. Vardı
komşu köyde samanlıkta saklanan, yüzbaşının gazabına
uğrayan, ondan nefret eden voltaya (kaçak) çıkmış
Temel'in yanına, bir nefeste...
Temel şaşırdı biran uyku sersemliği.Hayırdır Nuri!
Pek de hayır değil Temel kardeş, bu gece birliği basıp
atımı almam lazım
karakolun ahırından, yardımına ihtiyacım var.
Ne demek kardeş, emrin olur. Hadi o zaman koyulalım
yola.
Gecenin en derininde dalarlar karakolun
ahırına,nöbetçiyi bayıltıp bir kabza
darbesiyle.
Diğerleri uyanır atların gürültüsüne, ancak Nurbiy kapar
atını, yüzbaşının
atını da verir Temel'e, fırlarlar dışarı. Biraz
oyalanmışlardır bu baskın
sırasında. Kurşun yağmurları altında kaçmaya
çalışırlarken!
Geceyi yırtan vınlamayla saplandı sırtının orta yerine,
bir askerin
mavzerinin kurşunu. Orada düştü Nurbiy ve bir daha hiç
kalkamadı
yerden. Karanlık, kapkaranlık olmuştu gecede.
Dikildiğinde başına askerler ve yüzbaşı,
Onlara gülümser gibiydi Nurbiy, beni siz vuramadınız (!)
sevinmeyin dercesine.
Nurbiy bu kurşun sırtına saplanmadan evvel, zeheste
kalbine yediği kurşunla, ruhunu teslim etmişti zaten. Bu
kurşunun hiçbir önemi yoktu, hatta onun kurtuluşuydu bu
kurşun. Sülalesine, kardeşlerine, ailesine, çevresine
hiçbir yük bırakmamış, onların kafasını yere
düşürmemişti. Bir tek Asiyet'e bıraktığı büyük yük
hariç.
Gidişi de yaşantısı gibi hoyratça olmuştu Nurbiy'in.
Kimseyle paylaşamazdı Asiyet'inin aşkını ve paylaşmadı
töre sayesinde kimseyle bu aşkını.
Eşyaları ailesine teslim edildiğinde, mendile sarılı
birde kırbaç vardı
içlerinde. Nurbiy hiç kırbaç kullanmazdı ata binerken,
ata kırbaç vurmayan
delikanlıda kırbacın ne işi vardı?
Bilemedi bunu bir türlü, yaşlı babası hiçbir zaman.
Öğretmişti oğluna kırbaç vurmadan ata nasıl
hükmedileceğini. Birde oğluna hükmetmeyi, kendisi
öğrenebilseydi, baba!
Nurbiy vurulduğunda yirmi sekizindeydi, Asiyet ise yirmi
ikisinde.
Ahmet yüzbaşı ödüllendirildi, terfi etti, şehir
eşkıyasına verdiği bu
mücadeleden ötürü. Sürekli bu kahramanlığını anlattı
çocuklarına, torunlarına yüzbaşı Ahmet, emekliğinde... |