Dün
akşamüstüne kadar kısmetini bekliyordu henüz. Çok
büyük umutları yoktu belki ama yinede gördüğü ve
beğendiği birisiyle evlenmekti dileği. Köyde kendi
yaşıtları arasında gönül koyduğu birisi hakkında bir
şey bilinmiyordu.
Bazen
komşu köylerdeki Çerkes düğünlerinde kendisine paste ah
gönderen bir iki kişi olmuştu ama, uzakta, karşıdaki
düğün kalabalığı delikanlıları arasında ve gölgeler
içinde bir siluet olarak hatırladığı delikanlılardan bir
daha ses çıkmamıştı. Köyde birisi ile evlenecek olsa
bile hali vakti yerinde birisi olmasını tercih ederdi
elbet. Nasılsa aşkından yanıp tutuştuğu yakışıklı bir
yoksul da yoktu ortalıkta.
İki
akşamdır köyde konaklayan misafirlerin, iki akşam arası
gün boyu grup olarak köyden yolcu edilip tekrar neden
köye geri döndüğünü anlayabilmiş değildi. Bu aşağı
mahallede oluşan hareketli gelgitlerin nedenini bildiği
yoktu. O gece annesi ve teyzesi kendisini bir odaya
çekip, Köydeki misafirlerin kendisi için orada olduğunu,
ve köyden bir thamade eşliğinde misafir thamadelerin
gelip onu babasından istediğini bildirdiler.
Uzaklarda bir Çerkes köyünden
Şuayıp için. Hali vakti yerinde bir aile imiş,
askerden gelmiş evlendirilecek oğulları için titiz bir
araştırmanın sonunda onu beğenmişler, ailesini ve onu
razı edebilmek için büyük bir gelin alma gurubuyla
gelmiş, dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı. Ona
anlatılan böyle bir şeydi, gerçekler kime lazım?
Geleneklere göre kıza da bir sorun demişti babası ve
cevabı bekliyordu.
İçini
tuhaf bir heyecan kaplayıverdi, içindeki kuşku ve
ürküntüyü aşması kendi başına kolay görünmüyordu, sen ne
diyorsun anne dedi. İyi bir kısmet olduğunu söylüyorlar
kızım dedi annesi, evet tanıdığın gördüğün birisi değil
ama ben babanı tanıyordum da ne oldu? Gün yüzümü gördüm,
belki böylesi daha hayırlı olur. Kararı büyüklere
bırakmayı düşündü bir an, bırakmasa ne olacaktı zaten,
sırada bekleyen taliplerimi vardı. Yinede tedbiri elden
bırakmadı. Siz ne diyorsanız öyle olsun anne dedi ve
sorumluluğu büyüklere yıktı.
Bu sözü
verdikten on beş saat bile geçmeden, kendini iki atın
çektiği bu süslü gelin arabasında bulmuş olması onu
şaşırtmış, kendisini alıştırmaya vakit bulamadan aileden
ayrılıp yadellere gelin gitme fikri, yüreğini burkmuş ve
onu göz yaşları içerisinde bırakmıştı. Eksik gelinlik
çeyizi, akraba kadınları telaşa sokmuştu ama komşu
gelinlik kızların çeyizlerinden alınan ödünç parçalarla,
yüz ağartacak, kusursuz bir gelin sandığı
hazırlanabilmişti. Damat tarafındaki akrabaların sayısı
tam olarak bilinemediği için bazı eksikleri olabilirdi
ama oğlan tarafından gelmiş kadınlar, her türlü eksiğin
kendileri tarafından kapatılacağına dair yemin billah
ediyordu. Üzülecek ve telaş edecek bir durum yoktu.
İstendiği gecenin ertesi günü bütün eksikler tamamlanmış
ve görkemli sayılacak bir NISE KIEŞ başarılabilmişti
yinede. Arkadaşı ve akrabası kızların oluşturduğu kısa
koridoru bütün şarkının bitmesine yetecek bir
yavaşlıkta, tadına vararak ve çok yakındakilerin
hissedebildiği minik hıçkırıklarla yaylıya doğru
yürümüştü. Şarkıya eşlik eden koronun ara vermesiyle
yaşlılardan birisi, geline nasihatleri de içeren ‘’Çet
fedo uşaşo-Mel fedo uşabo’’ ile başlayan Gelin
Duasını okumuştu. Dua biter bitmez mızıka ve koro,
sıkılan yirmi şarjör merminin gürültüsü altında hiçbir
notayı sektirmeden şarkıyı bitirdiğinde, gelin arabaya
bindirilmiş durumdaydı.
Kepazeliğin bini bir para, diye düşündü Elçi. Tırısa
kaldırdığı atını komşu Abhaz köyüne doğru sürüyor bir
elçi olarak götürdüğü habere lanetler okuyordu. Gerçi
elçiye zeval olmazdı ve Çerkes geleneklerinde belki bir
çare bulunabilirdi ama gelenekler sökmez ise ve
kendisine hakaret edilip ve daha da ileri gidilirde bir
arbede çıkarsa, iki köy arasında çıkacak muvazaanın sonu
nereye varırdı.
Oysaki,
dün akşama kadar her şey ne kadar normaldi. Köy, gelin
alıcıları bekliyor ve yapılacak düğünün hazırlıkları
içinde hangi misafirin kimin evinde kalacağı
planlanıyor, hangi kuzuyu kimin çevireceği hesaplanıp,
hangi pilavı en iyi kavuracak becerikli kadınlar
aranıyor, yine Turhal’dan davet edilmiş iki yedek
Pşınavo bekleniyordu. Bir haftadan beri düğün için komşu
köylerden misafir gelmiş genç kızlar sayesinde köy
canlanmış, gece sabahlara kadar zexesler yapılıyor, Zuv
ninejin tavukları kümesinden birer birer eksiliyor, Hoca
efendinin misafir odası revanının altına özenle dizdiği
Amasya elmaları sepet sepet aşırılıyordu. İçinde un
topakları bırakmadan Paste yapmayı henüz beceremeyen
kızlar teyzelerinden yardım istiyor, onlar ise yüksek
sesli serzenişlerle gecenin bu saatinde kimin paste
istediğini merak ediyorlardı.
Kırkını
çoktan aşmış ama ruhundan genç olma hali hiç eksilmemiş
Hapiy İhsan, bütün bu karmaşayı büyük bir beceri ile
yönetiyor, toplanmış kalabalık içinden yirmi beş yıldır
beklediği kısmetinin filiz vermesini bekliyordu.
Haftanın başında yirmi kişiyi bulmayan zexesler birkaç
gün sonra daha kalabalıklaşmış, odalara sığılmaz
olmuştu. Muzip bir Besleney, camiyi zexes mekanı olarak
kullanmakta bir sakınca olup olmadığını
sormak üzere, Hoca efendiden bir icazet
alma konusunda bir
heyet gönderilmesi önerisini ortaya atmış ve Hapiy’i bu
görev için ikna etmeyi başarmıştı.
Neredeyse köy uyumaz haldeydi, bütün köyde kolayca
yürütülebilir kıymetli yiyeceklerin hangi evlerde
bulunduğu gizlice tespit ediliyor, gece geç saatlerde
becerikli delikanlılar bu işe salınıyordu. Hoca
efendinin kapısını çalan heyet, kapı açıldığı anda
Hapiy’i Hoca efendi ile yapayalnız bırakıp sıvışmış,
Hoca efendi dinlediği soru karşısında hiddetlenip
ZİNE’çe kalfuğe diye küfürler savurarak Hapiy’i
kovalamış, o da kendisini yapayalnız bırakıp sıvışan
arkadaşlarının peşine düşmüştü küfürler savurarak.
Şapsığe Hamid’in samanlık üstündeki çardağından,
arkadaşı tarafından aşağı atılan koca bir kabağın
altında kalan Koblı baygınlık geçirmiş, kendisini
yalayarak uyandıran dev kangal köpeği burnunun dibince
görünce, aklını yitire yazmıştı.
Gelin
adayı Züryet köyün en güzel kızıydı ve uzaklarda bir
köye gelin gitmeyi nasıl olmuşsa kabul etmiş
görünüyordu. Elbette içi yanan birisi vardı ve bu bir
haftadan beri ortalıkta hiç gözükmemişti. Mırza ile olan
aşkı çok yakınları tarafından biliniyordu. Bütün buna
rağmen kendisini o uzak köyden birisine vermelerine
karşı sessiz kalmış olması, yakın kız arkadaşları
arasında hayretle karşılanmış ama yaptıkları
kışkırtmalardan Züryet’in renk vermemesi üzerine, durumu
kabullendiği sanılmış,
sorgulamaktan vazgeçmişti herkes. Belki daha
yakışıklıydı yahut daha zengin veya her neyse. Ev içinde
hangi fırtınalar kopmuşsa
geçmiş, durum dışarıya bir sükunet olarak yansımıştı.
Çeyizi zexesler den fırsat bulan kızlar, hala ve
teyzeler tarafından tamamlanmaya çalışılıyor, Tokat’tan
yazmalar, Amasya’dan seccadeler, iğne oyası dantellerine
ekleniyor ve uzaklara bir elçi olarak gönderilecek
kızın, onu mahcup durumlara düşürecek herhangi bir
eksiğinin kalmaması için canlı bir gayret
gösteriliyordu.
Camiden
bir mekan olarak umudu kesen gençler, Siyugh
Mecid’in
samanlıktan bozma kurluğunu temizleyip zexes mekanına
çevirmiş, duvar diplerine atılan kalaslar üzerine
kırlentiler ve minderler serip, kurluğun köşesindeki
ocağı, mutfak olarak kullanmak üzere düzenlemişlerdi.
Golyazı Gubğe de dahil, yirmiden fazla zefakl çalabilen
pşınavo Aslanby Turhal’dan ulaşmıştı, Züryet’in köyü
terk etmesine sadece iki akşam vardı ve kız tarafının
kendi başına olacağı son akşamdı. Şaguj Mecid’in
cevizleri de dahil, gönüllü gönderilen onlarca yiyeceğe
cebren eklenen kışlık üzüm ve armutlar, kurutulmuş dut
ve kuru kayısılar bütün bir gece eğlencesine yetecek
gibi görünüyordu. Hapiy İhsan Ta uzaklardan, Suluova’dan
gelmiş misafir öğretmen bir kıza şimdiden abayı yakmış
durumdaydı ve Thamade olmayı hiç istemediği bir akşamdı.
Koblı’nın intikamının alınması amacıyla Şapsığe Hamid’in
sürüsünden yürütülen kuzu, bir sırıkta pişirilirken
duyuldu çığlık, güneş doğmak üzereydi ve Annesi,
Züryet’i odasında bulamamıştı. Herkes anladı, onu hiçbir
yerde aramadı. Açık bırakılmış ve kapatılamamış
pencerenin ne anlama geldiğini bütün Çerkes anneleri
anlar, bütün Çerkes babaları da.
Komşu
Abhaz köyünde konuk olan ve bu gün Züryet’i almaya
gelecek olan gelin alıcılara ne denecekti şimdi.
Toplanan thamadeler, köye gelip eli boş döneceklerine
onları yarı yolda haberdar edip, başka çözümlere fırsat
yaratma dileğiyle ve onurlarını tamir etme gayretini
göstermeye söz vererek salmışlardı atlı’yı bir elçi
olarak. Şok bir durumdu bu ve gelenekler nasıl çözecekti
durumu.
Misafirleri sabah gelin almaya erkenden yolcu edip,
akşam düğüne katılmak üzere hazırlık yapan Abhaz
köylüleri , gelin alayının hemen öğleden sonra hüzünlü
bir kırgınlıkla köye geri döndüklerini gördüklerinde, ne
yapacaklarını şaşırdılar. Ne diyeceklerini de.
O bütün bunları bilmiyordu.
Gelin alayının getireceği Züryet’i bekleyen
kocasının uğrayacağı şaşkınlığa da fazla yorum
yapamadı. Önlerinde birbirlerini tanımak ve kabullenmek
için uzun yıllar olacaktı nasılsa. Koca ise kocaydı işte
ve karıysa karı. Sevgilisine kaçmış Züryet’in yerine o
gece gelin edilmiş olduğunu belki de hiçbir zaman
öğrenemedi.
Züryet’in aile tarafından affı, babasının ölümünden çok
sonra oldu. Mırza’nın hüküm giydiği yıllar boyunca uzak
diyarlarda kimseye açmadığı yoksul yalnızlığı üzerine
çevre köylerde anlatılanların ne derece gerçek olduğu
pek bilinmez ama, yıllar sonra yaşlanmış güzelliği ile
çıkıp geldiği ve ihtiyar annesine ölmeden önce
gözyaşları içinde sarılabilmeyi becermiş olduğu,
anlatıldı durdu bir zaman.
O
günden beri Mırza’nın izine rastlayanın olmadığı,
söylenir.
Not:
Süleyman Yavuz’un ‘’Gelin adayı ‘’ anektodu
üzerine, birlikte, yeniden hikayeleştirilmiş halidir. |