Hasta Mahmud'un adını ve
başından geçenleri sık sık duyardım ama kendisini
henüz görmemiştim. Düzce'de tek arabacılık ve eşya
nakliyeciliği yaptığını duyuyordum.
Babamın Düzce'de bir nalbant dükkanı vardı. Babam
askerde nalbant çavuşu olmuştu, şimdi de kardeşi
Rıfat ile birlikte çalışıyordu. Düzce'de en çok
müşterisi olan ve tutulan nalbant da babamdı. Babam
askerlikte nalbantlık ve baytarlık kurslarına
gönderilmiş, baytar çavuşu olmuştu.
Askerlikten sonra polis olmak için başvurmuş ama
dilekçe alt yazısına "Müracaatçının Çerkes olduğu,
Çerkeslerin de hain olarak bilindiği, bu nedenle
polis yapılmasının sakıncalı olacağı" yazılmıştı.
Bunu da bu duruma üzülen karakolun polis komiseri,
”Bir Müslüman bir Müslüman'a bunu yapar mı” diyerek,
dilekçe alt yazısını babama göstererek okumuş
olmasından öğrenmişti. Komiser duruma çok üzüldüğünü
ama elinden hiçbir şey gelmediğini söylemişti.
Babam kursta hayvan hastalıkları, yaraların
tedavisi, ilaçlar, insan ve hayvan aşıları üzerine
eğitilmişti, mesleki kitaplarını saklar,
gerektiğinde onlardan da yararlanarak hasta
hayvanları tedavi eder, iyileştirirdi, insanlara da
iğne yapar ama iğne parası almazdı. Ayrıca bir
atçılık uzmanıydı da. İngiliz ve Arap atları
yetiştirir, yarışlara katardı.
Besleneyce de dahil Adigece'nin Düzce’de konuşulan
lehçelerinden anlar ve iyi Abazaca da bilirdi.
Annesi ile birlikte sık sık Düzce'nin saz köyüne
gider ve yazları uzun süre orada, dayılarının
yanında kalırdı, Abazaca'yı da orada öğrenmişti. Bir
duyduğunu ya da gördüğünü kolay kolay unutmayan
aktif ve sevilen biriydi. İyi mızıka çalar, oynar ve
Adigece şarkı ve ilahiler söylerdi.
Herkes ona Mahmud derdi ama ölen ağabeyinin nüfus
kağıdı kendisine verildiğinden nüfusta Yusuf olarak
adı geçerdi. Kendisi yazı ve imzalarında Yusuf
Mahmud adını kullanırdı. Eski ve yeni yazıyı,
Adigece mevlidi okurdu, Türkçe ve Adigece eski
yazıyı, her ikisini de bana öğreten odur. Sigara ve
içki içmez, beş vakit namazını kılardı ama yobaz
değildi. Çocuklarını okuttuğu için, "Çocuklarını
gavur mektebine gönderiyor, köydeki iki
Cehennemlikten biri de o" derlerdi bir zamanlar
bazıları. Köydeki diğer Cehennemlik ise, rahmetli
büyük eniştemin babası Hamtıv (Хьамтыу) Uzun Cemal
Doğan idi ve onun da çocuğu okumuş, subay olmuştu.
Bir gün babam ve amcam dükkanı bana bırakıp Cuma
namazına camiye gitmişlerdi. Bir ara babam yaşında
bir adam geldi, suratı perşembe pazarı gibi çirkin,
ağzından ve burnundan sigara dumanı fışkırıyor ve
soluğan at gibi göğsünü parçalarcasına öksürüyordu.
Gülümseyerek:
- Ben Mahmud, babanın adaşı ve asker arkadaşıyım,
çok maceralarım oldu senin babanla benim ama ben
baban gibi tıfıl oğlan değildim, tuttuğunu koparan
biriydim. Beni yüzbaşılar bile askerde talime
çıkaramadılar, diye uzun uzadıya bir şeyler anlatır,
müptezel kadınlarla ilişkilerini anlatırken babam
namazdan döndü. O zamanlar ben on, on bir yaşlarında
olmalıydım, ilkokula gidiyordum. Babam hemen Hasta
Mahmud'a seslendi:
- Çekil çocuğun yanından, kim bilir, utanmadan
çocuğa ne yalanlar anlatıyorsun!diye onu yanımdan
kovdu. Hasta Mahmud, durumu ciddiye almamış gibi
gülüyordu. Birazdan babamım benim için ayırdığı
boducu dikip su içti Hasta Mahmud. Babam boducu alıp
sakladı ve bana "Sakın bu boduçtan su içme. Bakarsın
bu adam hastalık bulaştırmış olabilir oraya. Bu gibi
ahlaksız kişilerden de uzak dur" dedi bana.
Amcam Hasta Mahmud'un atını nalladı ve gönderdi.
Babam da sayısız kez anlatmış olduğu Hasta Mahmud
ile ilgili anılarından birini anlatmaya başladı:
HASTA MAHMUD TAVUK KARASI OLDU
Hasta Mahmud talime çıkmamak için hasta numaraları
yapıyordu. Güpegündüz tuvalete kendini yuvarlayıp
bayılma numarası yapıyor, tavuk karası olduğunu,
gözlerinin görmediğini söylüyordu. Bolu'da hastaneye
götürmüştüm, bahçede, yılan gibi eğri büğrü yollarda
dolaşıyor ama çiçeklere basmıyordu. Çünkü basması
halinde sopa yiyeceğini biliyordu.
Babasına hasta olduğu haberi verildi. Yaşlı adam
Düzce'den kalkıp Bolu'ya hastaneye geldi. O zamanlar
doğru dürüst vasıta da yoktu.
- Татэ, чэшнэ нэшъоу сыхъугъ, зи слъэгъужшъурэп,
сыунэхъугъ гуш! (Baba, tavuk karası oldum, hiçbir
şeyi göremiyorum, mahvoldum!), dedi.
- Арэу хъугъэу къыч1эк1ьын, махь мы дышъитфыр (Öyle
olmalı, al bu beş lirayı) diyerek ayrıldı babası.
Oğlunun numara yaptığını anlamıştı.
Parayı aldıktan sonra Hasta Mahmud kendine gelmişti.
Yine soğuk bir gün talime çıkmamak için bayılma
numarası yaptı.
Yüzbaşının emriyle onu kuvvetli bir erin sırtına
yükleyip revire, doktora götürdüm. Doktor gözümün
önünde Hasta Mahmud'u sıkı bir muayeneden geçirdi ve
sonra bana dönerek:
- Çavuş, bunun sadece sopaya ihtiyacı var. Senden ve
benden daha sağlam. Buna okkalı bir sopa lazım!
dedi.
Bunun üzerine Hasta Mahmud:
- Е сыунохъуи, гьик1ь сяук1ьыпэн гуш ! (Yandım,
şimdi beni öldürürler!) diye yüksek sesle
sızıldandı. Doktor da:
- Мыр адыга, (Adige mi bu) dedi. Ben de "Ары" (Evet)
dedim.
- Шъыдэ нэпэш1ой мыр! (Ne de yüzkarası bir kişiymiş
bu!) dedi ve bir günlük istirahat yazdı.
Şans, Hasta Mahmud’dan yana olmuştu.
HASTA MAHMUD MALATYA'DA
Birliğinde bıkkınlık yaratan Hasta Mahmud, sonunda,
dağıtımda Malatya'ya postalandı. Bir gün "paket,
paket" diye Malatya çarşısında sigara satarken
yüzbaşısına yakalandı. Meğer sigara içmeyen
askerlerin sigara tayınlarını toplayıp çarşıda
satıyor ve yolunu buluyormuş. Ancak bu kez sert bir
kayaya çarpmıştı. Gerisini Sarayyeri köyünden
müteveffa Hapi Servet Acaroğlu’ndan aktarayım.
Yüzbaşı Mahmud'u bölüğe götürmüş, çadır sopasını
eline almış ve "paket, paket" diyerek sopayı Hasta
Mahmud’un sırtına indirmeye başlamış. Sopa Mahmud'un
sırtında parçalanmış. Ardından yüzbaşı, "Bu sopa beş
lira, bul buluştur ve yeni bir sopa al, akşama kadar
sana izin, yoksa seni kimse elimden kurtaramaz"
demiş.
"Bir gün jandarma karakolundaydım. Uzaklardan
Çerkesce bağırma sesleri işittim. Adamın biri hamut
gibi eğilmiş, eli sırtında "Я уай, ситх зепаутыгъ, я
уай ситх зепаутыгъ!" (Ah anam, sırtım paralandı, ah
anam sırtım paralandı!) diye bağıra bağıra karakola
doğru geliyor, millet de toplanmış, ne olduğunu ve
ne dendiğini anlayamadan asker elbiseli bu adama
bakıyordu.
"Hasta Mahmud'u hemen tanıdım ve karşıladım,
karakola alıp "Ne oldu, Mahmud? (Шъыд хъугъэ,
Махьмуд?)" diye sordum.
- O мадж, сыунэхъугъ, джыгарэ счэе пэтэ юзбашым
сы1эч1эфагъ, "пакэт, пакэт", ы1о къысаоепэтэ шэтыр
бэшыр ситхыц1э шызэпиутыгъ, пчэхьашъхьэ нэсфэ
дышъитф згъотэу шэтыр бэшыр фэсымхьымэ юзбашым
сиук1ьыпэшт, о мадж Сэрыот, о нэмыч1 сызек1ун шы1эп,
къыси1уагъ (Ah anasını, mahvoldum, sigara satarken
yüzbaşıma yakalandım, "paket, paket" diye çadır
sopasını sırtıma indirirken sopa sırtımda parçaladı,
akşama kadar beş lira bulup çadır sopasını yerine
koymazsam, yüzbaşı ben yaşatmaz, aman Servet, senden
başka gidecek kimsem yok, dedi).
- Çıkarıp beş lira verip gönderdim Hasta Mahmud'u,
dedi eski jandarma çavuşu ve akrabam Hapi Servet
Acaroğlu.
Şans, yine Hasta Mahmud’dan yana mı olmuştu? |