|
|
................... |
|
................... |
BİR ABAZA DÜĞÜNÜ MACERASI |
HAPİ Cevdet Yıldız |
|
|
................... |
|
................... |
Otuz yıl kadar önceydi.
Düzce Küçüksu Çay Bahçesi'nde oturan tanıdık iki
öğretmen arkadaşın yanına gitmiştim.
- Çapyak köyüne bir Abaza arkadaşı görmeye
gidiyoruz, onunla bir işimiz var, bizi bekliyor.
Köyde düğün de varmış, düğünü de görmüş oluruz. Sen
de bizimle gel, dediler.
- Bir tarafım Abaza ve Abazaları az çok tanırım.
Peki, siz Abazaları tanıyor musunuz, yanınızda çok
para var mı, diye sordum.
- Gidip gelmeye yetecek kadar paramız var. Paraya ne
gerek var? Biz düğüne bir bakmakla yetineceğiz,
Abaza adetlerini bildiğin anlaşılıyor, bizimle
gelirsen iyi olur, dedi biri.
Üstümde on beş lira gibi az bir para vardı. Minibüs
ücreti bir lira idi, bu bakımdan sorun yoktu.
- Bir şartla gelirim. Hiçbir dediğime itiraz
etmeyecek ve sözümden dışarı çıkmayacaksınız, o
şartla gelirim, tamam mı, dedim.
- Tamam, dediler.
Köye giden minibüslerden birine bindik. Düğüncüler
nedeniyle, o gün minibüs de çoktu. Köye vardık.
Önümüzden giden minibüsten bir Abaza grubu indi.
Tabancalarını çıkarıp birkaç el havaya sıktılar.
Davul, zurna, kemane ve köçek eşliğinde coşkuyla
karşılandılar. Delikanlılar birkaç adım ilerliyor,
duruyor ve sonra da silah sıkıyorlardı. Bazıları
parlatılmış çizmeler giymiş, fötr şapkalı ve
kravatlıydılar. Bunlar Abaza soylu çocukları
olabilirlerdi. Kızlar gelenleri uzaktan
izliyorlardı.
Birazdan ilk kafiledeki gençler kızlı erkekli bir
grup tarafından karşılandılar. Karşılayıcılara
zarflar uzatıldı. Doğruca bahçelere, düğün
çadırlarına alındılar.
Bu kez bizimle minibüsten inmiş olanlar havaya silah
sıkmaya başladılar. Davul, zurna ve köçekler bize
doğru gelmeye başladılar. Grup da onlara doğru yavaş
yavaş ilerliyordu. Ben yanımdakilere:
- Siz bekleyin, düğün evine doğru gitmeyin, kimi
göreceksek ona gidelim, dedim.
- Niye, diye sordu biri. "Yürüsek ne çıkar?
Düğündekileri de görmüş oluruz".
- Olmaz, yanında adını yazacak bir zarfın ve içine
koyacak okkalı paran var mı? Burada itibar zarftan
çıkacak paranın miktarına göre. Kendimi gülünç
duruma düşürmeye niyetim yok, dedim.
Abaza gencin evi düğün evine komşuydu, oraya doğru
yürüdük. Abaza genci bahçesindeki bir ağacın altında
bir başına oturuyordu. Yalnızlığından ve düğünde ona
görev verilmemiş olmasından, onun bir bey değil, bir
köle çocuğu olduğunu hemen anlamıştım.
Biraz oturduk. ”İsterseniz sizi düğün evine
götüreyim, acıkmışsınızdır, yemek de yersiniz”,
dedi. Bu arada parasız ve yoksul kişiler, çoluk
çocuk için kurulmuş uzunca tahta masaları işaret
etti.
- Sağol, biz tokuz, dedim.
- Öyleyse oturalım. Yeme içme biterse eğlenceler
başlar, o zaman gideriz, dedi Abaza genci.
Zarf uzatanlar da -zarftan çıkan miktara göre
olmalı- ayrı ayrı ve branda çekili masalara buyur
edildiler. Onlara en güzel kızlar ve delikanlılar
hizmet etmekteydiler. Uzaktan da olsa bu durum belli
oluyordu.
Beleşçilere ya da itibarsızlara ise "Нэгъоймэ яжъ
япщэрахь" (Nogaylarda hizmeti ihtiyarlar yapar)
misali köyün ikinci sınıf yaşlıları yiyecek
getirmekteydiler. Tadına doyum olmayan tuzsuz ama
acıkası (sosu) ve tavuk emeği yanında eksik olmayan
Abaza kaçamağı (abısta) sunuluyor muydu bilemiyorum.
Köydeki Abaza evleri yerden biraz yüksekçe,
genellikle dört köşe ve tek katlıydı. İki ya da daha
fazla katlı olanlar azdı. Her evin önünde oturulacak
tahta banklar vardı. Bahçeler çimen kaplı ve çiçek
doluydu. Bir yerden bir mızıka sesi ve el çırpmaları
duyulmaya başladı.
Abaza genci bizi oraya götürdü. Banklarda bir iki
konuk ya da zarfından büyük para çıkmış olduğu belli
kişiler ve yanlarında güzel kızlar oturuyor, her
birinin başında da biri kız biri erkek iki refakatçi
hizmete hazır bekliyordu. Özellikle bu gençler en
güzel kızlarla oynatılıyor ve konuşturuluyorlardı.
Diğerlerinin, bizim ve bizim gibi itibarsız
olanların suratına bakan ise yoktu.
Derken oyun mahalli kalabalıklaştı. Nasıl oldu
bilmiyorum itibarlı gençler, güzel kızlar ve
refakatçiler sessizce yok oldular. Geride alelade
birkaç kız ve bizim gibi itibarsızlar kalmıştı.
Abaza genci, "yürüyün, başka bir yerde oyun kuruldu"
dedi. Usulü bizden daha iyi biliyor olmalıydı. Başka
bir bahçeye gittik.
Baktık biraz önceki itibarlı grup oradaydı. Yine
onlar oynatılıyor, onlara hizmet ediliyordu. Derken
peşimizden gelenlerle biz itibarsızlar yine
çoğunluğu ele geçirdik. İtibarlılar yine yok
oldular. Bu kez onları bir başka bahçede yakaladık.
Bir süre sonra aynı hareket yinelendi.
- Yeter, dedim. Kendimizi daha fazla küçük
düşürmeyelim.
Bu arada yağlı pehlivan güreşleri de başlamıştı.
"Oraya gidelim" dedim ve meydanı çevreleyen halkanın
bir yerine iliştik.
Birazdan yenilen bir pehlivan, herhalde dönüş için
parası kalmamış olmalı parsa topluyordu.
Yanımdakilere, "Şimdi ben bir jest de bulunacağım,
sonra da kalkıp gideceğim. Siz de hiçbir şey demeden
beni izleyiniz" dedim. Yanımdakiler durumu artık az
ya da çok kavrar gibi olmuşlardı.
Parsa toplayan pehlivana tek tük yirmi beş Kuruş,
elli Kuruş gibi para atanlar çıkıyordu. Önüme
geldiğinde elimi cebime attım ve kağıt bir beşlik
çıkarıp önüne attım. Yenik pehlivan sevindi,
temennalar (saygı eğilmeleri) çekti ve sözlü olarak
da teşekkür etti.
Birkaç Abaza yaşlısı hemen bize doğru koştular.
"Bakın burada kıymetli misafirler var. Yemek
yedirdiniz mi onlara" diye gençlere sordular.
"Sağolun, yemek sorunumuz yok. Gitmemiz gerekiyor,
hepinize teşekkür eder, düğün sahiplerini kutlar,
hayırlı olmasını dileriz. Şimdi izninizi istiyoruz"
dedik ve itibarlı bir biçimde uğurlanarak bahçeden
ayrıldık. |
|
|
|
|
|
|
|