1950’li yıllar.
Düzce. Her gün Kovk’ehabl (Къоук1ьэхьабл; Sarayyeri)
adlı köyümüzden 3-4 km ötede, Düzce'ye, ortaokula
yürüyüp gidiyoruz. O sıralar baş oyuncusu Ayhan Işık
olan ve “Adige filmi” (Адыгэ филим) diye tanıtılan
“Dağların Kızı” adlı bir film izlemiştik.
İçimizde bir Adigelik duygusu uyanmıştı. Bir gün
bizden bir üst sınıfta okuyan, komşu Şapsığkoy’den
(Къазыкъкойц1ык1у; Arapçiftlik/Bostanyeri Köyü)
"çeri" başımız Yaşarıfo (Göbek Yaşar; Къазэкъо):
- Ben bir Adige'yim, bundan böyle de Adigelik için
çalışacağım, dedi ve her gün Adigelik ile ilgili bir
şeyler anlatmaya başladı. Ancak bir süre sonra, hiç
anlatmaz oldu. Meraklanıp sordum. ''-Aaaa... O konu
mu, dedi ve ekledi: Sordum, nice Adige paşaları (peşejh’er/пэшэжъхэр)
o uğurda ömür tüketmişler (a ofım tetkvuahığex/а
1офым тэтк1уахьыгъэх) ama ellerinden bir şey
gelmemiş. Ben de vazgeçtim, dedi.
II
Yine 1950'li yıllar. Düzce'de hemen her hafta
bir ya da birkaç Çerkes köyünde düğün olurdu.
Şhanıko Aziz, Hajko Cemal ve Şırı, dönemin üç
tanınmış düğüncüleri idiler.
(Ömürleri boyunca hemen hiçbir düğün ve muhabbeti -zexes-
kaçırmamışlardı denilebilirdi.)
Bunlardan Hajko Cemal (Хьажъкъо Джэмал), bekar
gelmiş, bekar gitmişti. Şık beyaz takım elbiseleri,
kravat ve fötr şapkasıyla, neredeyse hiçbir düğün,
mısır mecisi (natıf uıkvepçvın haf/натыф ук1ьэпч1ын
хьаф) ve muhabbetten (zexes) eksik olmazdı. Bu ikisi
karşılaştıklarında birbirlerini "Cemal Bey", "Aziz
Bey" diye birbirlerini çağırırlardı. Şhanıko Aziz,
kasketli bir marangozdu.
Özellikle Şıkhel'ehabl/Şıxelvehabl (Шыхэл1эхьабл;
Çerkes Taşköprü) köyünden Şırı, yörede herkesçe
tanınan ve beğenilen, düğün kaçırmayan başka bir
pşınave/пщынао (mızıka çalgıcısı) ve "qyecvakvo/къеш1ак1о"
(oyuncu) idi.
O sıralar, Mıyequape'den (Maykop) yayın yapan Adige
Radyosu, gizli gizli dinleniyordu. Çünkü "komünist"
(casus) sayılmak işten bile değildi. Bu amaçla
aleyhte kampanyalar da yürütülmekteydi, bu gibi
işler için, zengin Adigeler, daha çok köle kökenli
Adigeleri kullanıyorlardı. Köyümüzdeki bir düğünde
de böyle birinin bir grup içinde:
- Bak görüyor musunuz? Adige Radyosu, bugünkü
yayınında Şırı'nın Bırgehable'deki (Akınlar/Beslenbey
köyü) düğünde oynadığını söyledi, aramızda casuslar
dolaşıyor, uyanık olmalıyız, dediğini duydum.
Korkak ve sinsi bakışlı, şehirde (Düzce'de) dükkan
sahibi bir Adige’nin yanında çalışan, tanıdık
biriydi. Dayanamadım, söze karıştım:
- Şırı'nın o düğünde oynadığını Adige Radyosu
nereden bilecek ki, dedim.
- Aaa, öyle deme, aramızda Rus casusları var,
onlar bildiriyorlar, bizi de "komonist" yapmak
istiyorlar, dedi.
III
Yıl 1969. Düzce. Antalya’dan Ankara'da Almanca
öğrencisi Nihai Özbek köyde konuğum. Nihai, Sefer Berzeg'in
yeni yayınladığı Adigece bir şiir kitapçığından
ezberlediği bazı Adigece şiirleri, ayrıca Adigece
ezanı (*), bir akşam büyük amcamın evinde köyün bazı
yaşlılarına okumuş ve takdirlerini kazanmıştı.
Ertesi gün yaşlılardan, şimdi rahmetli olan Nıbeko
Kemal yanıma geldi:
- O çocuğu çok sevdik ama başına bir şey gelmesinden
korkuyorum. Askerden terhis olurken bir Adige paşası
(generali) beni çağırtmıştı.
- Memleketine gittiğinde herkese söyle, Adigeleri
Türkleştirme kararı alındı, artık kimse sakın
Adigelik ile ilgilenmesin, ilgilenenleri yok
edecekler, bu bir gizli devlet kararı, dikkatli
olun!demişti. "O çocuk da dikkatli olsun" diye
söylüyorum bunları, dedi.
Nihai'ye anlattım, gülüp geçmişti.
Not:
Adigece ezanı Nihai Özbek’le ikimiz Türkçe'sinden
Adigece'ye çevirmiştik.
IV
Yıl
1969. Ankara. Yine Nihai ile konuşuyoruz:
- Bir "Kafkas Yayın Kooperatifi" kuralım diye
Ankara'da toplandık ama İzzet ağabey yüzünden
başaramadık. Yaşar Bağ, Jebağı Baj'ın
"Çerkesya'da Sosyal Yaşayış-Adetler" kitabını
"kooperatif adına yayınlayalım" dedi ama İzzet
ağabey vermedi. Ben de "şahsi menfaat düşünmeyelim"
dedim, İzzet ağabey de "menfaatini
düşünmeyen enayidir!" dedi. Çok gücendim, artık
ondan koptuk, sen de yazılarını ona verme, dedi.
İzzet Aydemir'e gittim:
- Aylarca uğraşıp kitabı yayına hazır hale getirdim,
yayınlamak istiyorsanız dünya kadar kitap var,
onları yayınlayın, dedim. Tabii, menfaatini
düşünmeyen elbette ki enayidir, dedi.
Yaşar Bağ'a da sordum:
- Kitabın dili, sadeleştirilirken daha berbat
edilmişti. ”İzzet bey, isterseniz kitabı verin, bir
elden geçirelim, sonra da yayınlayalım”, dedim,
vermedi.
V
1970'li yıllar. Düzce. Komşu Şapsığkoy'den
(şimdi Bostanyeri, eski adı: Arapçiftliği köyü) Rauf
Kazuk (Хьахъурат) Kafkasya'ya ilk gidenlerden idi.
Belki hoşuma gitsin diye abartmış olacak:
- Cevdet, senin gibiler Kafkasya'da bücür sınıfına
girer. Adige bölgesi sınırından bir girdin mi,
yasak diye bir şey kalmıyor. Sovyetler Birliği'nin
en özgür bölgesi. Yeme içme bol, köy yolları da
harıl harıl yapılıyor. Beni uyutmadılar, "On beş gün
uyumamaya razıyım" dedim, el üstünde taşındım. O
denli konuksever bir yer.
- Peki, eleştirdiğiniz bir tarafı yok mu, dediğimde:
- Olmaz olur mu? Gençlere "Çocuklar büsbütün gavur
oluyorsunuz, Müslüman olduğunuzu unutmayın", dedim.
Bir süre sonra rahmetli Rauf ağabeyin Kafkasya'yı ve
oradaki yaşamı kötüleyenler kampanyasına
katıldığını, "komşu köyün kolhozundan çalıp bir
dana kesip yedirdiler" dediğini duydum ve nedenini
sordum.
- Cevdet, dedi. Fakir bir tezgahtardım, bazı Adige
esnafının yardımıyla bu küçük manifatura dükkanını
açtım, Kafkasya'ya da birinin yardımıyla gittim.
Düzce'deki zengin Çerkes esnafı beni uyardı, aksi
takdirde kara listeye alınacağımı söylediler.
Dükkanıma müşteri gönderilmemeye başlandı. Borç
içine düştüm. Ben de çaresiz onların dediğini
yapmak zorunda kaldım. Ancak sana daha önce
söylediklerimin hepsi doğru. Kusura bakma, dedi.
VI
1975’i 76’ya bağlayan karlı ve soğuk bir Ankara
gecesi. Yamçı dergisinin yayın politikasını
görüşmek için Bolu Mengen'den
Ankara'ya çağrılmıştım. Karşımdakiler özetle:
- Yamçı, Kafkasya'ya dönüşü, "Anayurdunda kendi
kaderini tayin eden bir ulus olma
politikasını” savunmalı, diyorlar, bu çizginin
dışına çıkmak istemiyorlardı. Ben de özetle:
- Önerileriniz gerçekçi değil, önerilerin maddi bir
temeli de yok. Rusya böyle bir şeyi kabul etmiyor.
Kafkasya'ya dönüşün henüz sırası değil, sanıldığı
gibi kolay bir şey de değil bu. Gerçekçi isek,
önceliğimiz, kozamızdan çıkıp Türkiye'deki
demokratik gelişime uygun ve kaliteli bir yayın
anlayışını benimsemek olmalı; şu anki çizgi yanlış.
Uzun vadeli de olsa, bir geleceği olan ilerici ve
demokratik çevreler ve yayın dünyası ile uyumlu yeni
bir çizgi oluşturmalıyız, dedim.
Bitişik odada oturan Aslan Arı (Hatko) ağabeyimiz de
gelip aramıza katıldı:
- Ne karara vardınız, diye sordu. Bayanlardan biri:
- Cevdet bey, önce burada komünist olalım, daha
sonra Kafkasya’ya gideriz, diyor; bizse, "komünist
olmak için burada beklemeye gerek yok, biz zaten
komünist olan bir ülkeye gidiyoruz" diyoruz, dedi.
Ben de bu biçim bir benzetme ve yakıştırmayı
beğenmediğimi söyledim. Herhalde bayanın eşi olmalı,
bana dönerek:
- Bak, dedi, Uruguay faşist değil mi? Adigeliğin
kurtuluşunu orada göreyim, Uruguay'a da giderim.
Bunun üzerine Aslan ağabey,
Yamçı Dergisi yayın sorumlusu Fahri Huvaj’a dönüp
sordu:
- Sen ne dersin?
- Ben, izlediğimiz dönüşçü çizgimizin doğru
olduğundan kuşku duymuyorum. Ancak çizgimizin
tanıtımı işinde biraz zayıf kaldık, hepsi bu, dedi
Fahri Huvaj da. Bunun üzerine Aslan Arı:
- Öyleyse sorun yok, öyle devam edilsin! dedi.
İzin isteyip kalktım, ayrılırken içlerinden başka
bir bayan bana dönerek:
- Bir sürü sol, sosyalist dergi var, sen de oralara
yazarsın! dedi.
Not:
”Kırılma noktaları” yazısı, IV no dışında, Jineps
gazetesinde yayınlanmıştır. Şimdi tamamı gözden
geçirilmiştir. -HCY |