21 Mayıs
Kurşuna dizilmiş
gelincik tarlası.
Uçuşuyor yaprakları
kara, kapkara
denizin üzerinde.
Bir gemi, içinde
sürgün yürekleri
taşır gıcırdayarak.
Bir anne, ölü
bebeğini emzirir, atmasınlar
denize diye..
Rüzgar ağlar,
bulutlar ağlar,
gemi ağlar.
Anne ağlamaz,
korkar.
Bebeğinin denize
atılmasından korkar.
Elinden alırlar küçük
Adige'yi
bırakırlar
Karadeniz'in soğuk sularına.
Gelincik tarlasından
kopup gelmiş
yapraklar birleşir.
Alırlar Adige bebeği.
Değdirmezler bir
damla bile
küçük bedenine...
Taşırlar onu
sonsuzluğa...
Vancouver 2002
Beyaz Atlı
Çelik gibiydi yüreği,
sığmazdı dünyaya
Güleryüzlü ve yaşam
doluydu.
Ağlayana destek olur,
gülenle gülerdi..
Kimse görmedi onu
ağlarken,
Kimse görmedi onu
sızlanırken,
Kimse görmedi onu boş
otururken.
Çok kızardı ağlayana.
Çalış ağlama diye
elini uzatırdı, yüreğini yanına koyarak.
Dedesi öğretmiş,
Kafkasya'dan getirdiği yamçıyla,
nasıl at
binildiğini...
At binmek için önce
hakkın olacak derdi.
Git biraz çift sür...
Thamade olmak kolay
değil. En çok sen çalışacaksın
diye kendine öğütler
verirdi, benim bile zor duyduğum bir sesle.
Elleri yumuşacıktı.
Yüreği yumuşacıktı,
Sesi yumuşacıktı.
Bir gün Çatalarmut'a
seslenirken duydum.
Çok özlüyormuş
ülkesini.
Uzaktan gelen pşine
sesi konuşmasını bastırırken,
yüzündeki gerilme hat
hat yüreğinin izini
bırakıyordu.
Çok kızardı ağlayana!
Ağlama çalış...
Amansız hastalık
yakaladı bedenini,
onu çalışmaktan etti.
Büyük acılar verdi.
Kalkacak dermanı
yoktu.
Gözlerinde acının
zerresini göremedik.
Kızkardeşim ağlayınca
şimşek gibi çaktı
gözü.
Ağlama... Git annene
yardım et...
ve ayrıldı bu
dünyadan.
Düşümde gördüm uzun
zaman.
Bazen gülen, bazen
kızan haliyle.
Hep tuttum kendimi...
Bir gün beyaz atına
binmiş gördüm onu,
Kamasıyla,
çizmesiyle, yamçısıyla, kalpağıyla
Artık ben gidiyorum
oğlum.
Adigey'e dönüyorum
dedi.
Atı Çatalarmut'a
kadar rüzgar gibi esti,
oraya varınca şimşek
gibi çakıp gökyüzüne
yükseldi.
Gözümden bir damla
yaş aktı...
Ağlamadım...
Bu bir vedaydı...
Vancouver 2000 |