GUAŞHE
Bu öyle eski,
Öyle sıcak,
Öyle güzel,
Öyle tanıdık,
Ve öyle hüzünlü bir sözcük ki;
Destanlardan,
Savaşlardan,
Kaf Dağ’ından kalan.
Sence sahiden guaşhe miyim?
Ve hayat bizi bunca örseliyorken öyle kalabilecek miyim?
NERESİ VATAN BANA, NERESİ SÜRGÜN?
Binerken yüklediğim umutlarımı;
Kağıttan gemilerim vardı,
Sürüldüm yalınayak anavatandan.
Dedim ya; kağıttandı,
Battı bir kaçı,
Haz etmedim o gün bu gün hiç yaşamaktan.
Gözlerim kartallara bakardı,
At sırtında saçlarımı rüzgar yalardı,
Yoruldum destan kokan bir geçmişle avunmaktan.
Geride bıraktı sürgünlüğüm yüzyılı,
Yağmalandı evler, şehirler bombalandı,
Utandım küçük bir kız çocuğu gibi gözlerinize korkuyla
bakmaktan.
Bir sen bir o vatan bana yardı,
Ömrüm özgürlüğe akardı,
Bilmem neresi vatan bana, neresi sürgün gayrı,
Bıktım yatağı değişmiş nehirlere akmaktan.
YETİM KALACAK
Gidiyorum yurdumdan yalınayak,
Ardımda bir ömür bırakarak,
Duvarında babamın resmi,
Her odasında bir hatıra gizli,
Doğduğum ev yetim kalacak.
Doğduğum ev ki;
Yüzü geniş bir avluya bakardı,
Babam geldiğinde;
Annem, ayağa kalkardı,
Bahçesinde nadide çiçekler vardı,
Bir tek bu bahçede böylesi güzel kokardı,
At binmeyi öğrendiğim içinde,
Bahçem yetim kalacak.
Atım ki;
Rüzgardan hızlı koşardı,
Hanede kardaşım,
Savaşta can yoldaşım,
Sevdada sırdaşımdı,
Benimle uçurumdan atlayan,
Dostluğumu sırtlayan,
Sevdamı saklayan,
Atım yetim kalacak.
Ve sevdam ki;
Sütten ak elleri vardı,
Woredler söyler, pşine çalardı,
Bazı zamanlar gözleri uzaklara dalardı,
Güldü mü; her defasında kalbimi yeniden çalardı,
Gidiyorum yurdumdan yalınayak,
Ardımda bir sevda bırakarak,
Biliyorum şimdi değemez O’na kimsenin eli,
Yurdumun toprağı kucaklar;
Sevdamın ince bedenini,
Üzerine kapanıp ağladığım içli içli;
Mezarı yetim kalacak.
OĞLUM
Oğlum;
Gidiyor musun;
Daha sarılıp uyuyacaktık beraber oysa,
Ben masal anlatacaktım sana;
Yolu düşmeyen ölüme ve savaşlara,
Çatışmalar sonrası eve dönüşlerde,
Sen dalacaktın
uykuya benden önce.
Oğlum
Gidiyor musun;
Daha öpüp
koklayacaktım saçlarını oysa,
Kıvrılan uçlarını
alıp usulca avucuma,
Dayayıp başını
başıma,
Şiirler yazdıran
bahar gecelerinde,
Ve değerken
sıcaklığın yüreğime.
Oğlum;
Gidiyor musun;
Daha at binecektik
beraber oysa,
Benzeyecektin
üzerinde olduğunda,
Dünyaya meydan
okuyan kahramanlara.
Düşe kalka
öğrenecektin önce,
Sonra geçecektin
rüzgarın bile önüne.
Oğlum;
Gidiyor musun;
Daha pşine
çalacaktık beraber oysa,
Sevda şarkıları
söylemeyi öğretecektim sana,
Ve dahi hayata dair
ve kavgaya.
Çalıp söyleyecektim
ben önce,
Dinleyecektim
sonra;sevdaya düştüğünde.
Oğlum;
Gidiyor musun;
Daha yaşayacaktık
birlikte bir ömür oysa,
Kah durarak bir
uçurumun kıyısında,
Kah her daim hazır
olarak kavgaya,
Özgürlük için ve
anavatanımız uğruna.
Ben gidecektim bu
dünyadan senden önce,
Sen taşıyacaktın
bayrağımızı nesillerce...
NEREYE GİDERSİN EY SEVGİLİ?
Gidiyordun; sordum
sana;
‘’Nereye
gidersin ey sevgili, atını sürüp yabana ?
Ateşi mi çalacaksın
tanrılardan ?
Dalacak mısın yerin
altına ?
Ne kadar uzağa
varır yolun ?
Kim yoldaş olur
sana ?
Kim olur yandaş;
ana vatanından sürgün olmuşa ? ‘’
Gidiyordun; sordum
sana;
‘’ Dönüp gelir
misin yine, yeryüzüne çıkıp,
bahar olduğunda
? ‘’
‘’ Dönerim
mutlak ‘’ dedin, ‘’dallar incire durunca...’’
Ey Sevgili;
anlattılar bizi sevdalılara yüzyıllarca,
Zincirlendiğini
senin tanrılarca Elbruz’a,
Bu yüzden
dönmediğini hala,
Bu yüzden
taşıdığımı bir ömür resmini koynumda.
Bu yüzden
bekliyorum seni hala bin yaşamda,
Omzunda mevsim
dönen kahramanın masalında,
Bu yüzden
bekliyorum seni hala zulme başkaldıran savaşçılarda,
Sevdalı genç kız
vücutlarında,
Yetim kalan
çocukların korkulu bakışlarında,
Bu yüzden
bekliyorum seni hala hüzün çalan şarkılarda,
Eller havada,
mırıldanılan bir duada,
Yahut cephe
gerisinden yazılmış, hasret taşıyan bir mektupta.
Gidiyordun; sordum
sana;
‘’ Nereye
gidersin ey sevgili, atını sürüp yabana ?
Söyle ne kadar
uzağa varır yolun;
sevdan bende
durdukça ?
Bir sabah uyanır
mıyım yeniden;
asırlardır hür
kalan bağrında ?
İyileşir mi söyle;
kartalların
yağmaladığı göğsün avucumda ?
Çalınır mı yeniden
şarkılarımız dağlarda ?
Işıldar mı yine
gümüş kaman gün ışığında ?
Gülümser mi yine
babasız çocuklar;
başları
okşandığında ?
Ve yahut kırmızı
bir bilye kazandığında
sokak arasında
oynanan bir çocuk oyununda ? ‘’
Gidiyordun; sordum
sana;
‘’ Nereye
gidersin ey sevgili, atını sürüp yabana ? ‘’
Dedin;
‘’ Sevdasını
koynunda taşıyan yaban mı der yabana ?
Sürgün edilsem de
ana vatanımdan;
yalınayak ve
direnen adımlarla,
Düşlerim taşır,
inancım taşır beni bir gün elbet;
El üstünde
anavatanıma.
Ve boy verir
eteğimde binlerce çocuk;
coşkulu dansları ve
alkışlarıyla... ’’
BABAM
Sevgili dedem Mamıj
Adil Özdamar’a...
Sımsıkı sarmıştı
beni soğumuş bedeniyle annem,
Öldüğünü
bilmiyordum ben.
Küçücük bir
çocuktum zaten,
Başımı O'nun
göğsüne saklayıp,
süt arıyordum
memelerinde buz kesen.
Uzaklara bakıyordun
öylece sen,
Elini alnına siper
edip,gemileri beklerken.
Herkes hastaydı;
kardeşlerim, ninem, sen.
Ve ağlıyordu ninem;
uzaktan gelen
pşinenin sesini dinlerken.
Gün geçmedi; ninem
de sustu ve iki kardeşim birden.
Ne hüzünlü bir
şarkı kaldı kulaklarımda
bilsen o soğuk
günden,
Açlık ve hastalık
içinde ölenlerden,
Onları bıraktığımız
tahta iskeleden.
Sen inmedin
kucağında bindiğim gemiden,
Bir lokma ekmeğimiz
vardı;
ya biz yiyecektik,
ya sen.
Ablam vardı,
güçlüydü, ağlamıyordu, sıcaktı hala;
Kollarının arasına
bırakıp beni,
bir de ekmeğimizi
artık küflenen,
Annem gibi bir
köşede öylece soğudun sen.
Evlatlarım var
şimdi benim de;
gölgemde boy veren.
Onlara seni
anlatıyorum;
Benim de babam
vardı diyorum;
Kocaman gövdesi,
savaşlardan, sürgünden geçen.
Anasını, karısını,
evlatlarını uzak bir kıyıya gömen,
Benim de babam
vardı;
Benim için ölümü
seçen,
ekmeği ile bana can
veren.
Biliyor musun baba;
ablam da öldü artık
Ve iyice yaşlandım
ben.
Ama hala üşüyorum
uzaktan gemiler gelip geçerken...
Hepten ‘’
ıskalayacaktı ‘’ hayatlarımız birbirini;
Olmasaydı bir ölüm,
Yahut bir düğün
şenlik ateşli,
Biliyorum ah bir
denesen çok severdin beni,
‘’ Boşver
bunları sevgili,
Sesinden konuşalım
‘’ derdin geceleri,
Oysa sesim
suskunluğa sürgün şimdi...
ÖLÜM ? ...
Emeklerken bile,
Odaya girdiğimde,
Ayağa kalkardın; ‘’
Oğlum ‘’ diye,
Ben geldim
caledaxe ’n anne,
Uyan da bana
yeniden şarkılar söyle,
En sevdiğin kırmızı
çerkeskam üzerimde,
Yamçımı örteceğim
üstüne,
Üşüme diye;
Ben inanmıyorum
çünkü ölüme...
O BENİM YAVRUM
O benim yavrum
denize attığınız;
Ben doğurdum O’nu
sancılar içinde,
Ben taşıdım
karnımda umut içinde,
Ben yatırdım
koynumda huzur içinde.
O benim yavrum denize attığınız;
Daha yaşını geçeli
3 ay oldu,
Beklerken soğuk
iskelede, hastalıktan soldu,
Siz atarken
Karadeniz’e gözlerime kan doldu.
O benim yavrum denize attığınız;
Kucağımdaydı
günlerdir küçük bedeni,
Bulamadım
hastalığına şifa edeni,
Daha el kadarken
var mıydı ölümün nedeni ?
O benim yavrum denize attığınız;
Ben diledim ben
O’nu tanrılardan,
Ben korudum
bitmeyen savaşlardan,
Kıyamam uyandırmaya
uykulardan.
O benim yavrum denize attığınız;
Ben anneyim inanmam
ölüme; eyvah oğlum boğulur.
Annesiz bir çocuk,
soğukta nasıl uyur ?
O’nu atınca mı denize, koca gemi kurtulur ?
O benim yavrum
denize attığınız;
Bilen var mı; artık
bulur mu huzur ?
Söyleyin bana
efendiler, belki ruhum avunur;
Denizin dibinde
silah sesi daha mı az duyulur ?
Gittiğimde açılacak
mı kapın yalnızlığa;
Yoksa sokulacak
mısın bir başka hayatın koynuna,
Dayayacak mısın
başını başka bir omuza,
Dokunacak mısın o
beyaz ellerinle bir başka avuca,
Ey sevgili;
Sen ki;
Sevdasını göğsümde
taşıdığım kutsal bir emanet gibi,
Kederini
yüklendiğim sürgün gemileri gibi,
Gözlerinin ışığını
sevdiğim anne gibi,
Ve sakladığım o
ışığı dost sırrı saklar gibi...
Sen ki;
Bedeli üç yüz bin
can eden özgürlük gibi,
Tutulmuş sözler
gibi,
Şeref gibi,
Ve cesaretle ölümün
üzerine gitmek gibisin...
Sen ki;
Bir at sırtında
dağlar geçmek,
Tanka, topa,
mermiye direnmek,
Vatan toprağına yüz
sürmek
Ve üstünde secde
etmek gibisin...
Sen ki;
Hep bir siper ardında geçen ömrüme değdin kurşun gibi,
Değip geçtin,
Delip geçtin,
Bana ‘’sevgili’’
deyip geçtin.
Şimdi ömrüm yaralı
bir kuş gibi,
Bir kapı eşiğinde
bekliyorum sesini;
Yüreğime bir koltuk
değneği,
Göğsüme bir yama
arar gibi.
Gidiyorum;
Bil ki; yerin hep
hazır koynumda,
Omzumda yer var
hala başına,
Ve hiçbir el
değmeyecek avcuma.
Kederin kederim,
Gözlerinin ışığı;
nedeni şiirlerimin,
Ve sevdan emanetim
olacak daima.
Ey sevgili;
Kirli postallar
geziyor anavatanım üzerinde,
İsterdim ki;
Çatışmalar olmasın
yeryüzünde,
Çocuklar
öldürülmesin kalleşçe,
Ve ağlamasın hiçbir
anne;
Gülümseyerek
karşılayan evladına yüz sürüp; ölümü bile,
Ayrılık şiirleri
gezinmesin hiçbir sevdalının dilinde,
Ve çalmasın ağlatan
kafe,
Düğünler yapılsın
yine gecelerce,
Genç kızlar ve
delikanlılar ve oşhamafe...
İsterdim ki;
Çağırmasın beni
vatan sevdası,
Çağırmasın özgürlük
kavgası,
Oysa bir ülke var
orada,
Yakın değil,
Uzak değil,
Gidemem ama; zaten
hiç dönmedim.
Bir ülke var orada
sürgün edildiğim,
Ey sevgili;
Gidiyorum,
Kim bilir belki
dönemeyebilirim.
Bir sevgilim daha
var senden başka benim;
Adına özgürlük
dediğim,
Uğruna üç yüz bin
can daha veririm,
Beklersen; koynuna
başım dik dönerim.
Çünkü ben senin
sevdandan gayri;
Özgürlüğün de
esiriyim....