ÇUYEKO Yunıs yarım asıra yakın bir zamandır Adige düzyazısı
alanında samimi olarak eserler veriyor. Ünlü yazarın yapıtlarında
dönemin soluk alışlarını hissediyor, onun yaydığı
tınıları-yankıları daima işitiyoruz. Onun lirik niteliklere sahip
kahramanları ne kadar tarihin eski dönemlerine ait evreleri ele
alsada adeta yüreklerinde olan-bitenlerle günümüzü de
yansıtabiliyorlar, 'bilginin akışı' anlamında, insanın yüreğinde
olanların aktarımı babında başarılılar.
Bu gün yazımda daha ziyadesi ile üzerinde durmak istediğim 'Danscının
Kaması' isimli yakınlarda Adige Kitap basımevi tarafından
Rusca olarak yayınlanan eser. Sözlerime ilk önce 'El Acısı'
isimli romanından başlayacağım. Bu romanın baş kahramanı
orman enstitüsünü bitirdiği gibi köye geri dönen TL'IPTSEKO
Vorzemes, onun yürekten bağlı olduğu dram tiyatrosu bayan
sanatçılarından Tıjın, köy mandırası yöneticisi Hanıy, '
Yarış atı uzağa gidemeyen' yaşam içerisinde hızlı-çabuk bir
yol arayışında olan SETENEYEKO Şevay ve diğer hepsi gelecekleri
için mücadele eden insanlar. Yazarın bütün bunları,
aralarındaki anlaşmazlıkları da göstermekten çekinmeden ele alıp
kurgulamasını onun başarısı olarak görmeliyiz. ÇUYEKO'nun
Adige lirik düzyazı alanında bulunan, bu alanda yazılı öykü ve
anlatılardan faydalandığı yapıtında açık bir şekilde gözüküyor.
Bunun yanısıra yazarın kendisin sanatsal dünya irdelemesi,
yeni farklı değerlendirmeleri bunların estetiksel izdüşümlerini
yapıtta görüyoruz. 'El Acısı' isimli eserindeki insanlar ile yazar
arasında gönülden bir ilişki olduğu belli oluyor. L. Tolstoy'un
dediği gibi 'onları seviyor, yaptıkları işler hakkında da
bilgisi var'. Bu aynı zamanda yazara yaşamda edindiği
tecrübelerinde, yardımcı olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla
romandaki gençlerin yaşamları gerçekçi niteliklere bürünmüş halde.
Örneğin Şevay'i ele alalım; Genç, yaşamda kendisine kestirme bir
yol arayışı içerisinde, hiç bir şeyi önemsememece para çıkacak
şeylerin arayışı içerisinde. Kararlılık sahibi de değil. Buunu
Köye ait arı kovanlarının çalınmasına yardımcı olduğunda
görüyoruz. İşi-çalışmayı emeği önemsememesi gibi insanlığı da
umursamıyor. Vorzemes'e 'insanlar onlara yaptığın iyilikleri
anlamazlar' diyor. Fakat Şevay'in yarınlarının nasıl olacağını
tahmin etmek zor... O; 'Yaşamak istiyorsan, uyuma, atik ol...
Yaşayabilmelisin, dostum...' diyor.
İnsanlar Vorzemes'in işini de, arzuladığı şeyleride hoş
görüyorlar, onunla bu konularda hem fikirler demekte çok mümkün
değil. Vorzemes'e ondan çok daha yaşlı omamasına rağmen dayısı
olduğu için Şevay'de annesi de komşularıda; 'Amcası Mesut'un her
hangi bir eğitimi olmamasına aynı işi uzun yıllar
gerçekleştirdiği, bu iş için akademiye ihtiyaç olmadığı, bir araba
odun veya bir av hayvanı için insanların gönlünü kırmaya gerek
olmadığını' söylüyor akıl veriyorlar. Şevaye yeğenine; ' Evet,
doğru sen okudun, insanlar arasına girdin-çıktın, ama bazen samut
olmalısın hiç kimseye gerçekten aklından geçenleri söylememeli
kalplerini kırmamalısın. Hiç bir zaman açık söz insanların kabul
edebildikleri bir şey olmadı... Büyük insandan sayılman için ya
paran olmalı yada senden bir şey elde edebileceklerini
bilmeliler.' diyor. Bu sözler insanın aklına çok şey getiriyor.
İnsanlara karşı yaptığın faydalı şeyleri onların kavramadığını
düşünen belirten Şevaye karşı Vorzemes 'Şevay, el acısı olmuyor,
Bir kıyıda durup diğer kıyıya seslendiğinde dahi sesine bir yankı
ile cevap buluyorsun. Ben şahsım adına birisinin acısının
diğerininde acısı olduğunu düşünüyorum. İyiliğinse belli bir
tanımı ve adı yok. İşte şöyle şöyle yapmalısın ki iyilik olsun
diye de bir reçete yok. Fakat bence bu yankı gibi, teorik olarak
bunu sorun edinmeye gerek yok, bu ebedi bir aksimoz' diyor.
'El acısı' isimli romanın baş kahramanı Tl'ıpteseko Vorzemes
yaşamın kendince doğrularını seçmişcesine insanlara faydalı
olmak için, ormanı bilimsel ölçekler ışığında işlemek, bunn
yanısıra başka daha büyük problemlerlede romanda iştigal ediyor.
'Danscının
Kaması'
isimli uzun öykünün merkezinde yer alan bilim emekçisi Janeko
Kasım'ın kaygılarının da benzeşen yönleri var; İnsanların
yaşantısı her gün daha griftleşiyor- mükemmelleşiyor. Muazzam
evler yapıyorlar, iyi mobilyalar ile onları donatıyorlar.
Kristaller, renkli televizyon, kıymetli müzik setleri, halılar,
piano ile evlerini dizayn ediyorlar... Fakat bu mal-mülkler insanı
adeta satın alıyor, olması gereken çizgiden çıkartıyor, hatta
psikolojilerinin dahi değişmesine sebep oluyor. İnsanlıktan,
Adigelikten, merhametten büyük ödünler veriyorlar, güzel ananeleri
terk ediyor, onlara değer vermez oluyorlar. Janeko'nun köyde
oturan dayısı Azmet yığma tuğladan büyük bir ev yapıyor, doğduğu
yetiştiği ahşap-toprak evi hiç umursamadan buldozerle yıktırıyor.
Babasının yıllar boyunca bir araya getirdiği alet edevatları
dağıtıyor. Evet, gerçektende 'eskiyi öv ama yeniyi al' derler,
fakat bundan eskiye ait herşeyin kötü olduğu anlmı çıkmaz ki!
Eskilerine değer vermeden, gelenek göreneklerini muhafaza etmeden,
ulusunun onuruna kıymet vermeden 'İnsanım ben' demenin bir değeri
varmı ki?
Köklerini yüceltmelisin. Sadece bugününü değil dününü de
geleceğini de düşünmelisin. Babasının geçmiş dönemlerin bir anıtı
gibi ardında bıraktıklarının bir benzerlerini gelecek döenemlere
aktarabilip bilmeyeceğin meçhul değil mi? Janeko Kasım böylesi
şeyler üzerine kaygı duyuyor. Bu yüzden de geçen dönemlere ait
anısal anıtsal şeyleri muhafaza etmek istiyor.
ÇUYEKO eserlerinde olayların kendilerine değil kahramanların bu
olaylara olan bakış açılarına, insancıl yaklaşımlarına daha fazla
önem veriyor.
Kahramanların hatıraları, anımsamaları, aralarındaki dialoglar, iç
dünyalarında dalgalanan düşünceler sergilenirken yavaş yavaş
onların insanlık onurları karakterleri belirginleşiyor.
Uzun öyküde yer alan kahramanların iç dünyaları monologlarla dile
getirilirken esere psikolojik bir işlevsellikte katıyorlar. Yazar
Janeko ile birlikte müzede çalışan İndar ve Teterşesıko'nun
görünüşlerini, karakterlerini gayet açık bir şekilde başka kimse
ile karıştırılması zor bir netlikte, akılda kalıcı bir şekilde
açık yürekli, temiz kalpli, cömert İndar ile ketum, art niyetli
Teterşesıko karakterlerini yanyana canlandırabiliyor.
Yazar artık ölüm zamanı yaklaşmış olan adeta geçmiş yaşamın bir
anıtı olan Ahşap-toprak evi gözlerimizin önüne dikiyor. Eski Adige
evini çok şey görmüş yaşamış olan açık yürekli bir emekçiye
benzetiyor.
ÇUYEKO bunların yanısıra bu uzun öyküsünde büyük bir ahlak
sorusunu da ele alıyor. Gerçek insan kimdir- ulusun başına bir
zor dönem geldiğinde yalnızca kendisini düşünen mi yoksa ülkesine
samimiyetle bağlı olan mı? Bu, açık ve net bir şekilde
Kazanıko Vorkıjıye ve Janeko'nun dayısı (onuncu sınıfa geçmiş
olan) faşistlerce katledilen Kaytmetıko Zeban'in dans ettikleri
ceguda anlatılıyor. Vorkıjıye Alman subayı karşısında kendisini
küçük düşürüyor, ayaklar altına aldırttırıyor, Zeban'sa
yiğitcesine dansı ile onlara karşı duruyor, mücadele ediyor,
yiğitliği ve maneviyatı ile düşmanlere üstün geliyor. Canını da
veriyor!
İyi bir edebiyat eleştirmeni olan Tlepserışe Halid'in yazdığı
gibi; ÇUYEKO Yunıs'ın ilk eserlerinde dili kullanımını
bir bütün olarak ele alacak olursak memnun kalmamızı sağlamayan
bir şey görmüyoruz; timsali kurgulanmış, belirgin net fikirler
ihtiva ediyor, çok kullanılmayan çerkesce sözcükleri kullanmış,
eğer kısaca ifade etmek gerekiyorsa yazar kendine mahsus dilini
kullanarak yazıyor...
ÇUYEKO Yunıs'ın düzyazılarında gördüğümüz şey sunum-anlatım
anlamında daha da geliştiği ve lirik kahramınlarının sözleriyle
geçmiş ile geleceği birbirine özenilesi derecede güzel ve kolay
bir şekilde bağladığını bu kitapta yer alan yapıtlarında
gözlemliyoruz.
|