İnsan,
yaşamında çok şeyle karşılaşabiliyor, bazıları da silinmez
izler bırakabiliyor.
40 yıl önce yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.
1967'de bir askeri misyon içinde Çekoslovakya’ya gitmiştim.
Başkent Prag'da bir hafta kalmış, tarihi ve turistik
yerleri gezmiştik.
Özellikle şato ve köprülerin güzelliğine vurulmuştum.
Ardından Bruno kentini ve çevresindeki turistik
yerleri gezmiştik. Sonunda Slovakya'nın başkenti
Bratislava’ya gitmiştik. Tuna nehri yakınındaki
bir otele (haç'eş) alınmıştık. Oteldeki ilan
panosunda Adigece yazılmış bir duyuruyu görünce şaşırıp
kalmıştım."Eğer siz de bir Adige iseniz, beni görmeden
gitmeyiniz" diyor, adresini ve telefon numarasını da
bildiriyordu. Rigalı bir grupla beraberdim, kimsenin
Maykop’un adı dışında, Adige adını duyduğu bile yoktu.
Kafile başkanımız yanıma sokulup "bu yazılanları
okuyabiliyor musun" diye sordu.
- Benim dilimde yazılmış, okurum elbette, dedim.
Kadın rehberimizden belirtilen numaraya telefon etmesini
rica ettim ama kendisine ulaşamadık.
Sıradan bir olaymış denebilir ama o zamanlar önemliydi.
Üzüldüğüm bir şey vardı daha. O da "Адыгейский орнамент"
(Adige Süsleri) adlı yanımdaki kitabı verecek
birini bulamamıştım. "Bir Adige arayan biri varken,
kitabı nasıl başka birine verebilirim ki?" demiştim
kendi kendime.
Ertesi gün kitaba başka şeyler de ekleyerek, bir Rus
kızı ile birlikte duyurudaki adrese gittim. Avrupa tipi
binalara benzemeyen, Güneyli (Akdeniz -ç.n.)
evleri andıran kocaman bir binaydı burası. İçeri girer
girmez, Adigece bir yazı daha gözüme ilişti: "Okuluma
adım atan bir Adige isen, beni görmeden sakın gideyim
deme".
Yazıda kapı numarası da verilmişti ama kendisini
bulamadık. Onun bir öğrenci olduğunu anlamıştım (ama adı
yazılı değildi). Götürdüklerimi geri getiremezdim.
Sağlık ve başarı içinde okulunu bitirmesini dileyen bir
not yazdım, notu elimdekilerle birlikte bir öğrenciye
emanet bırakıp ayrıldım.
Akşama önemli bir programımız vardı: "Славянское кладще"
(Slav Mezarlığı) adlı, on bin Sovyet askerinin
gömülü olduğu bir mezarlığı, çiçek götürüp birlikte
ziyaret edecektik. Rehberimizin anlattığına göre,
Bratislava'nın (Almanlardan
-HCY)
kurtarılışı sırasında 10 bin kayıp vermiştik. Cesetler,
her biri biner kişilik toplu mezarlara konulmuş,
üstlerine tepe görünümlü yığma mezarlar oluşturulmuştu.
Ancak subaylar için tek tek anıt mezarlar (саугъэт)
yapılmıştı. Mezarın birinde bir Adige adı, N. İ. JANE
yazılıydı.
Dışarı çıkalım diyeceğimiz bir sırada kapımız çalındı.
Karşımda güzel giyimli, endamlı ve yakışıklı bir Adige
delikanlısı duruyordu. Adigece konuştu:
- İyi günler, beni arayan Adige kızı siz olmalısınız,
dedi.
- Evet, buyurun, dedim.
Tanışmamızın ardından, hangi köyden ve hangi aileden (л1акъо)
olduğumu sordu. Ademıye köyünden ve Çetave
(Чэтао) ailesindenim, dedim.
- Peki, bizdeki Çetavelerle yazışıyor musunuz, diye
sordu.
- Sen nerelisin, diye sordum ben de.
- Suriyeliyim, adım da Faysal, dedi.
Yadsıyamam, önce bayağı korkmuştum. Çünkü bizim yabancı
ülkelerden kişilerle konuşma özgürlüğümüz yoktu ama
ardından Çekoslovakya'da bulunduğumu, bu bakımdan bunun
bir sorun oluşturmayacağını düşünerek rahatladım.
Faysal'da tam bir Adige terbiyesi ve nezaketi vardı,
karşısındakinde saygı uyandıran biriydi. Büyük yazarımız
Tembot K'ERAŞ'ın (Biyografisi için bk."Tembot
K'eraş", Vikipedi, internet) romanlarındaki örnek
tiplere, Adige karakterlerine benziyordu. Tembot
K'eraş'ın romanlarını Rusçalarından okuyan Letonyalı kız
arkadaşlarım, "ne mutlu size, demek sizde böylesine
terbiyeli ve saygılı gençler hala varmış" diyorlardı.
Faysal işte tam da öylesine biriydi. Bir Adige görünümü,
bir Adige davranışı, bir Adige karakteri ve bir
Adige’deki insan sevgisi, Faysal’da somutlaşmıştı.
Ben enstitü (yüksek okul
-HCY)
mezunuydum ama ulusumun tarihinden habersiz bir genç
kızdım. Yine de Faysal'ın anlattıklarını günler boyunca
bıkmadan dinleyebilirdim. Öylesine güçlü bir anlatımı
vardı. Bana ağıtlar (гъыбзэ) okudu. Konuşmaları
boyunca "тихэкужъ" (anayurdumuz) ve "тич1ыгужъ" (toprağımız)
sözleri ağzından eksilmemiş, dikkatimi de çekmişti.
Kendisine sordum:
- Faysal, hiç görmediğin ata yurdunu ve ata toprağını bu
denli sevmen ve özlemen niye?
Verdiği yanıt yıllardır aklımdan çıkmıyor.
- Sen anayurdumuzda doğmuş birisin. Bu bakımdan benim
duygularımı algılaman kolay değil. Bizim gibi ağıtlarla
beslenen bir ana sütüyle büyütülmüş ve anayurt özlemi
çekmiş olsaydınız, o zaman beni anlardınız.
Adigece konuşmayı artık bir külfet, bir zahmet olarak
gören, tek ulusal gazetemizi (Adige Mak
-HCY)
bile okumayı fazlalık gören bizler, Faysal gibi
kişilerin durumuna düşseydik ne yapardık, bilemiyorum.
Bunu sık sık kendime sormuşumdur.
Faysal dilimizi yerinde ve güzel konuşuyordu:
- Şansım varmış, biraz zor da olsa, Adigece okuma
yazmayı öğrendim. Yoksa senin gibi bir soydaşımı burada
nasıl bulurdum ki, dedi.
Fırsat buldukça Faysal, belki bir Adige bulurum diyerek,
otelleri dolaşıyor ve panolara duyurular asıyordu.
İlgimi çeken bir başka şey de Faysal'ın "пщынэ" (akordeon)
ve "пхъэк1ыч" (phaç'iç)* çalışı oldu. En çok da
Vımar THABISIM ve Roz Ş'EVEJ'in lirik
parçalarını çalışı gerçekten enfesti.
Faysal, Kabardey-Balkarya'nın ünlü yazarı ŞOGENTSUK
(Adem Şogentsuk olmalı
-HCY)
ve Adige Radyosu Müdürü Kırımız JANE ile
yazışıyordu. Benden tanıştığımızı Kırımız Jane'ye
söylememi rica etti. Ben de daha sonra bu isteğini
yerine getirmiştim.
Beni yolcu ederken Suriye'deki Adigelerin Kafkasya’yı ve
anayurdundaki soydaşlarını unutmadıklarını, özlem ateşi
içinde yanıp tutuşmakta olduklarını söyledi. Adige
oyunları oynanırken çekilmiş çok sayıda anı fotoğrafı da
verdi bana. Daha sonra Faysal, Adige halkının kültürel
varlığının güzelliğini ve görkemliliğini sergilemek
için, Çekoslovakya’da sunulacak Suriye Kültür Günleri
kapsamında, gösterilere katılacak Çek kızlarına Adige
danslarını öğretirken çektirdiği resimleri de bana
gönderdi. Adige kıyafeti bulmak için Çekoslovakya’daki
Sovyet birlikleri nezdinde girişimlerde bulunduğunu
yazdı ama Adige giysisi oralarda ne arardı ki?
Sonunda Adige kıyafetlerini kendileri dikmişlerdi.
Faysal ve ben uzun süre yazıştık ama adres değişikliği
nedeniyle birbirimizi kaybettik. Ancak, Hamid BERETAR'ın
"Zekoşnığ" (Adigece “Kardeşlik”
-HCY)
dergisinde, Faysal’dan derlenmiş ağıtları da sunan
yazısını okuyunca, Adige Radyosu'ndan adıma
Faysal'a bir mesaj iletmelerini istedim. Sözlerim
Faysal’a iletildi.
Faysal 1991'de Kabardey-Balkarya'nın başkenti
Nalçik'te düzenlenen Dünya Çerkes Birliği
toplantısına Suriye'den delege olarak katılmıştı.
Nalçik’ten Abhazya'ya geçerlerken Adigekale (Adigeysk)
kentinde bir mola verdiler. Faysal hemen beni arattı.
Yıllar sonra yeniden buluştuk ama süre kısıtlıydı, çok
az konuşabildik. Kendisini buyur ettim ama annesinin çok
ağır hasta olduğunu, dönmesi gerektiğini söyledi.
İstemeyerek de olsa birbirimizden ayrılmak zorunda
kalmıştık.
*
Phaç’iç (пхъэк1ыч), elle tutulan küçük bir tahta
parçasının üzerine bir demet bağlanmasıyla oluşturulan,
tahtaların birbirine vurulması sonucu ses çıkaran bir
yardımcı enstrüman. Türkiye’deki düğün ve eğlencelerde
üst üste konan büyük bir tahtaya küçük sopalar vurularak
aynı ses elde edilir. Buna da “phaç’iç” denir. -HCY |