Adige halk ozanı (орэда1о)
Hacilyas iyice yaşlanmış ve oldukça da bakımsız kalmıştı.
Adigece şarkı ve öykülere duyulan eski ilgi en alt düzeye
inmiş, Adigece şarkılar tedavülden kalkmış para durumuna
düşmüşlerdi. O sıralar
köyümüzde sanırım üç adet pilli radyo vardı, biri de
bizdeydi. Rahmetli babam Yusuf Mahmud yurt haberlerini ve Maykop Adige Radyosu'nu
izler, özellikle de pşınave (akordeonist) bayan
Kadırhan'ı (Къадырхъан) çok beğenirdi. Babam
da iyi bir pşınaveydi.
1970 yılı sıralarında komşu köyden Adigey'e
ziyarete giden Rauf Kazuk aracılığıyla Kadırhan'a
selam göndermiş, o da bir resmini babama yollamıştı.
Babam iyi mızıka çalar, düğünlerde oynar, yarış atı
beslerdi. Gençliğinde pehlivanlık da yapmış, çok sayıda
anlatısı olan biriydi. Fırsat çıktığı için bunlardan
birini yazayım:
"Üç yeni
yetme genç bir
yağlı pehlivan güreşi için
Düzce’den
Adapazarı'na gitmiştik.
Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan gibi ünlenmiş
güreşçiler yeni yeni piyasaya çıkıyorlardı. Ben de
desteye güreşiyordum. Birimiz ayağa, Hakkı Pehlivan
da ortaya güreşiyordu. Üçümüz de yenilmiştik. Paramız
dönüş için yetiyor ama hamama gidip temizlenmeye
yetmiyordu. Kıspet taşıyıcısı olarak yanımızda
götürdüğümüz Yığılcalı Koç'a döndüm: "Koç,
desteye çıksan yenilirsin, ortaya, başaltına güreşsen
yine yenilirsin, en iyisi başa güreş de yenik payı al"
dedim. Başa güreşenlere yenik parası veriliyordu.
Saf
biriydi Koç. Bir kıspet uydurup Koç'u sahaya çıkardık.
"Meydana çıkar çıkmaz bir peşrev çekmeyi, bir nara da
atıp ortalıkta bir tur atmayı sakın ihmal etme" dedim.
Koç da aynen öyle yapmıştı, herkesin dikkatini çekmişti.
Yüz
kilonun üzerinde, ense kulak yerinde, sürpriz bir isimdi
Koç. Kurayla eşleştirmede ona düşen pehlivan hemen
yanıma koştu. "Bu nasıl bir pehlivan, nasıl oyun tutar"
diye sordu. Ben de "alttan güreşir, alttan oyun kurar,
dikkatli ol" dedim.
Cazgır
sordu, Düzceli (*) diyerek Düzce'nin itibarını düşürmek
istemediğimizden onu "Bolulu Yıldırım Koç Pehlivan"
olarak tanıttırdık.
Güreş
başladı, her elense çekişinde Koç Pehlivan yere düşüyor
ama verdiğim
talimat gereğince güreştiği pehlivanın ayaklarına doğru
nara çekerek atılıyor, ötekisi de korkusundan
gerisin
geriye kaçıyordu. Aradan bir saat geçti. Bütün eşler
yenişmişler, bir tek onlar kalmışlardı. Sonunda hakem
heyeti ikisini çağırdı, yirmi dakika içinde
yenişmezlerse, güreşten atılacaklarını bildirdi.
Bunun
üzerine pehlivan, gözlerini yumdu ve "Ya Allah" çekerek
Koç'a daldığı gibi, kaldırıp saman çuvalı gibi sırtüstü
yere seriverdi. Hemen oradan kaçtım. Sopa yiyeceğimi
anlamıştım. Aldatıldığını anlayan pehlivan beni dövmek
için beni çok ararmış.
Koç'un
aldığı yenik parası ile sağ-salim Düzce'ye döndük".
1950'ler,
Hacilyas'a dönersek.
Adige
şarkı ve destanlarına duyulan eski ilginin kalmamış
olması Hacilyas'ı derinden üzüyordu ama şarkıları kendi
kendine yine okumaya devam ediyordu, yani askersiz
generale dönüşmüştü. Çocuklar dahil hemen herkes Adigece
şarkıları bırakmış Türkçe şarkılar söylemeye ve
dinlemeye başlamıştı, yani asimilasyon önemli bir
ilerleme kaydetmişti. Zekheslerde (muhabbetlerde)
Adigece konuşuluyor ama Türkçe şarkılar söyleniyordu
artık, ancak Adigece masallar henüz yaşıyorlardı.
Bir gün
Hacilyas, Maykop Radyosu'nu dinlemek için bize gelmiş,
annem de beni çağırtmıştı. Dinlettim, çok memnun kaldı.
Sorularıma özetle şu yanıtları vermişti:
"Biz
Adigeler çabuk kandırılan saf insanlarız. Bir övüldük
mü, kurbanlık kuzuya dönüşüyoruz. Övülmeyi çok çok
seviyoruz. Gücümüz yetmeyeceği halde, başkalarının boş
laflarına ve Mıhamet Emin gibi bir sahtekarın sözlerine
kanıp Ruslara kafa tuttuk. Başlarda Ruslar Adigelerin
sayısını bilmiyorlardı, Adige ülkesine (Адыгэ Хэгъэгум),
güvenlik gerekçesiyle yabancılar sokulmazdı, o yüzden
bizi kalabalık nüfuslu büyük bir halk sanıyor ve bizden
çekiniyorlardı. İçimize casuslar saldılar. Sonunda
sayıca çok olmadığımızı öğrendiler. Bunun üzerine
işimizi çabuk bitirdiler, bizi Kafkasya'dan attılar".
“Peki,
Kafkasya'da kalmış olan Adigeler var. Ruslar işimizi
bitirmeye niyetlenmişlerse, Kafkasya'daki Adigeler nasıl
oluyor da orada kalabildiler" diye sordum.
"Ruslar,
Adigelerin hepsini yok etmek istemiyorlardı, az sayıda,
numunelik bir Adige nüfusunun Kafkasya’da kalmasını
istiyorlardı. Nitekim çok az Adige bırakıldı
Kafkasya'da. Bunlar da, daha çok Kabardeyler ve
Bjedughlar.
Nüfus
savaş, kıtlık ve hastalık yüzünden azalır. Bir ulus
barışçı bir yaşama kavuştuğunda toparlanmaya ve nüfus
yönünden çoğalmaya başlar. Kafkasya'daki Adigeler de
çoğalmaya başladılar. Öyle görünüyor ki, Maykop kenti,
günün birinde Adigelerin merkezi (бэдзэр) olacak gibi"
dedi.
Çocukça
bir soru sormuştum daha; "Hacilyas, en cesur
millet hangisi” dedim,
Adigeler
dedi.
-Peki
en cesur Adige kabilesi hangisi, diye yeniden sordum.
O da "Abzeghler (Абдзахэхэр)" yanıtını vermişti.
(*)
O
zamanlar Düzce bir ilçe, Yığılca da (Melendere)
Düzce'nin bir nahiyesiydi. -HCY |