...................
...................

KOÇ
HACİLYAS VAROL'DAN (Л1ЫЩЭ) VE BABAMDAN  ANLATILAR

HAPİ Cevdet Yıldız

                         
...................
...................

Adige halk ozanı (орэда1о) Hacilyas iyice yaşlanmış ve oldukça da bakımsız kalmıştı. Adigece şarkı ve öykülere duyulan eski ilgi en alt düzeye inmiş, Adigece şarkılar tedavülden kalkmış para durumuna düşmüşlerdi. O sıralar köyümüzde sanırım üç adet pilli radyo vardı, biri de bizdeydi. Rahmetli babam Yusuf Mahmud yurt haberlerini ve Maykop Adige Radyosu'nu izler, özellikle de pşınave (akordeonist) bayan Kadırhan (Къадырхъан) çok beğenirdi. Babam da iyi bir pşınaveydi.

1970 yılı sıralarında komşu köyden Adigey'e ziyarete giden Rauf Kazuk aracılığıyla Kadırhan'a selam göndermiş, o da bir resmini babama yollamıştı. Babam iyi mızıka çalar, düğünlerde oynar, yarış atı beslerdi. Gençliğinde pehlivanlık da yapmış, çok sayıda anlatısı olan biriydi. Fırsat çıktığı için bunlardan birini yazayım:

"Üç yeni yetme genç bir yağlı pehlivan güreşi için Düzce’den Adapazarı'na gitmiştik. Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan gibi ünlenmiş güreşçiler yeni yeni piyasaya çıkıyorlardı. Ben de desteye güreşiyordum. Birimiz ayağa, Hakkı Pehlivan da ortaya güreşiyordu. Üçümüz de yenilmiştik. Paramız dönüş için yetiyor ama hamama gidip temizlenmeye yetmiyordu. Kıspet taşıyıcısı olarak yanımızda götürdüğümüz Yığılcalı Koç'a döndüm: "Koç, desteye çıksan yenilirsin, ortaya, başaltına güreşsen yine yenilirsin, en iyisi başa güreş de yenik payı al" dedim. Başa güreşenlere yenik parası veriliyordu.

Saf biriydi Koç. Bir kıspet uydurup Koç'u sahaya çıkardık. "Meydana çıkar çıkmaz bir peşrev çekmeyi, bir nara da atıp ortalıkta bir tur atmayı sakın ihmal etme" dedim. Koç da aynen öyle yapmıştı, herkesin dikkatini çekmişti.

Yüz kilonun üzerinde, ense kulak yerinde, sürpriz bir isimdi Koç. Kurayla eşleştirmede ona düşen pehlivan hemen yanıma koştu. "Bu nasıl bir pehlivan, nasıl oyun tutar" diye sordu. Ben de "alttan güreşir, alttan oyun kurar, dikkatli ol" dedim.

Cazgır sordu, Düzceli (*) diyerek Düzce'nin itibarını düşürmek istemediğimizden onu "Bolulu Yıldırım Koç Pehlivan" olarak tanıttırdık.

Güreş başladı, her elense çekişinde Koç Pehlivan yere düşüyor ama verdiğim talimat gereğince güreştiği pehlivanın ayaklarına doğru nara çekerek atılıyor, ötekisi de korkusundan gerisin geriye kaçıyordu. Aradan bir saat geçti. Bütün eşler yenişmişler, bir tek onlar kalmışlardı. Sonunda hakem heyeti ikisini çağırdı, yirmi dakika içinde yenişmezlerse, güreşten atılacaklarını bildirdi.

Bunun üzerine pehlivan, gözlerini yumdu ve "Ya Allah" çekerek Koç'a daldığı gibi, kaldırıp saman çuvalı gibi sırtüstü yere seriverdi. Hemen oradan kaçtım. Sopa yiyeceğimi anlamıştım. Aldatıldığını anlayan pehlivan beni dövmek için beni çok ararmış.

Koç'un aldığı yenik parası ile sağ-salim Düzce'ye döndük".

1950'ler, Hacilyas'a dönersek.

Adige şarkı ve destanlarına duyulan eski ilginin kalmamış olması Hacilyas'ı derinden üzüyordu ama şarkıları kendi kendine yine okumaya devam ediyordu, yani askersiz generale dönüşmüştü. Çocuklar dahil hemen herkes Adigece şarkıları bırakmış Türkçe şarkılar söylemeye ve dinlemeye başlamıştı, yani asimilasyon önemli bir ilerleme kaydetmişti. Zekheslerde (muhabbetlerde) Adigece konuşuluyor ama Türkçe şarkılar söyleniyordu artık, ancak Adigece masallar henüz yaşıyorlardı.

Bir gün Hacilyas, Maykop Radyosu'nu dinlemek için bize gelmiş, annem de beni çağırtmıştı. Dinlettim, çok memnun kaldı. Sorularıma özetle şu yanıtları vermişti:

"Biz Adigeler çabuk kandırılan saf insanlarız. Bir övüldük mü, kurbanlık kuzuya dönüşüyoruz. Övülmeyi çok çok seviyoruz. Gücümüz yetmeyeceği halde, başkalarının boş laflarına ve Mıhamet Emin gibi bir sahtekarın sözlerine kanıp Ruslara kafa tuttuk. Başlarda Ruslar Adigelerin sayısını bilmiyorlardı, Adige ülkesine (Адыгэ Хэгъэгум), güvenlik gerekçesiyle yabancılar sokulmazdı, o yüzden bizi kalabalık nüfuslu büyük bir halk sanıyor ve bizden çekiniyorlardı. İçimize casuslar saldılar. Sonunda sayıca çok olmadığımızı öğrendiler. Bunun üzerine işimizi çabuk bitirdiler, bizi Kafkasya'dan attılar".

“Peki, Kafkasya'da kalmış olan Adigeler var. Ruslar işimizi bitirmeye niyetlenmişlerse, Kafkasya'daki Adigeler nasıl oluyor da orada kalabildiler" diye sordum.

"Ruslar, Adigelerin hepsini yok etmek istemiyorlardı, az sayıda, numunelik bir Adige nüfusunun Kafkasya’da kalmasını istiyorlardı. Nitekim çok az Adige bırakıldı Kafkasya'da. Bunlar da, daha çok Kabardeyler ve Bjedughlar.

Nüfus savaş, kıtlık ve hastalık yüzünden azalır. Bir ulus barışçı bir yaşama kavuştuğunda toparlanmaya ve nüfus yönünden çoğalmaya başlar. Kafkasya'daki Adigeler de çoğalmaya başladılar. Öyle görünüyor ki, Maykop kenti, günün birinde Adigelerin merkezi (бэдзэр) olacak gibi" dedi.

Çocukça bir soru sormuştum daha; "Hacilyas, en cesur millet hangisi” dedim, Adigeler dedi.

-Peki en cesur Adige kabilesi hangisi, diye yeniden sordum. O da "Abzeghler (Абдзахэхэр)" yanıtını vermişti.
 

(*) O zamanlar Düzce bir ilçe, Yığılca da (Melendere) Düzce'nin bir nahiyesiydi. -HCY