Türk
Edebiyatı’nın yaşayan en büyük yazar ve aydınlarından Yaşar
Kemal, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alırken
yaptığı konuşmada "Tek çiçeğe kalmış tek renge tek kokuya
kalmış bir insanlık ve tek dile kalmış bir dünya hapı
yutmuştur, Cehennem'den daha beterdir’ dedi. Anadolu’da yaşayan her
halkın kendi dilini kullanarak kendi ana dilinde eğitim
görmesi kitaplar yazıp filmler çekmesi ,Anadolu’nun çok
kültürlü bir toprak olduğunun farkına varılması
gerektiğine de dikkati çekiyordu yazar.
Yıllarca kendi aramızdaki sohbetlerde konuşup;
”bölücülük, hainlikle” suçlanacağımız korkusuyla hiçbir
zaman dile getirmediğimiz bir konuya değindiği için
sözleri biz Çerkesler için de düşündürücüdür.
Değerli yazarın sözleri, dünyada konuşulduğu tahmin
edilen yedi bine yakın dilin korunması amacına katkıyı
da amaçlar ve korunması gereken diller arasında ne yazık
ki Adige ve Abhaz dilleri de vardır. Maalesef Adige ve
Abhaz dilleri yeryüzünde şu anda bütün az konuşulan
diller gibi ileriye dönük yok olma tehdidi altında
diller kategorisindedir.
Nüfusu yüz bin kişinin altında olan halklar ve yüz
binden az insanın konuştuğu ve eğitim dili olarak
kullanmadığı diller önümüzdeki yüzyıl içinde tarih
sahnesinden yok olacak diyor araştırmacılar.
Dilimizin ölmesi durumunda,toplumumuzun yaşayan
kuşakları atalarının kültürünü, insanlık kültürünün
kendisine ait olan bir parçasını yitirmiş
olacaklardır..Bir dil konuşanlarını bir kez yitirdi mi
onun yeniden yaşama döndürülmesi ne yazık ki mümkün
değil. Uluslararası alanda saygın bir dil uzmanı olan
Markus Warasin, bir dilin yok olmasıyla bir kültürün,
bir hayatında yok olduğunu söylüyor, “Dilin,
kimliğimizin de önemli bir bölümünü oluşturduğunun da
altını çiziyor.
Elbette dil, kültür ancak ait olduğu, ortaya çıktığı,
serpilip geliştiği, onu besleyen bugününe getiren kendi
anavatanında daha iyi korunabilir. Ait olduğu
topraklarda yabancısı olduğu, değerinin takdir
edilmesinin mümkün olmadığı yabancı bir ortamdakine
oranla daha değerlidir ve korunup geliştirilmesi daha
mümkündür.
Ne var ki Adigelerin ve Abazaların büyük çoğunluğu
diasporada yaşıyor ve görünen o ki yaşamaya da devam
edecek. Bizler kaç zamandır ikinci vatan bildiğimiz bu
ülke için ölüyoruz. Balkanlar`da öldük, Sarıkamış
cephesinde donarak şehit olduk, Çanakkale' de yüz
binleri feda ettik, çarpışmadığımız cephe kalmadı.
Atalarımızın bu ülke için kanını sebil etmediği karış
toprak yok.
Benim babam 1915 doğumlu. Kendi babası o doğmadan
metrekareye 6 bin merminin düştüğü söylenen Çanakkale’de
şehit olmuş. O yıllarda Anadolu’da doğan pek çok çocuk
gibi babasını hiç görmemiş. 1888’de çocuk yaşta
Osmanlı’ya gelen dedem Çanakkale’de savaşırken
muhtemelen doğru düzgün Türkçe bile bilmiyordu.
O halde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kanını
akıtmış diğer Anadolu halkları gibi biz Çerkesler de
neden dilimizin, kültürümüzün korunacağının anayasal
güvencesini istemeyelim? Kuşkusuz hem anavatanda hem de
diasporada ulusal dilimizi her yönü ile gözümüz gibi
korumak geliştirmek bizim de hakkımız. Çünkü bir ulusun
meydana getirdiği kültürel değerler aynı zamanda dünya
kültür mirasına giden yolların geçtiği durakların
adıdır. Bu anlamda bütün dillerde ortak değerler vardır
ve bu da evde, mahallede, köyde bir dilin konuşulmasına
izin verilmesiyle olmaz ancak özgürce dilin kendini
ifade etmesiyle, o dilin yazılıp çizilme yoluyla
gelişmesiyle olanaklı olur.
Var olsun, çok yaşasın, efsane kalem Yaşar Kemal’in
dediği gibi “her kültürün bir rengi bir kokusu vardır.
Tek çiçeğe, tek renge, tek kokuya kalmış bir insanlık
hapı yutmuştur. Böyle bir dünya cehennemden beterdir.”
Yüz elli yıla yakın dağılmışlık parçalanmışlığa rağmen
Çerkesler başta dil olmak üzere etnik ve kültürel tüm
değerlerini bu güne kadar getirmesini büyük ölçüde
başarmış, tek dil, tek kültür içerikli Türkiye
Cumhuriyeti projesinin hesaplayamadığı derecede direnç
göstermiştir aslında. Ne var ki son 30 yılda Türkiye’de
yeni kuşaklar artık ne Adigece’yi ne Abazacayı ne de
diğer Kafkas dillerini eskisi gibi konuşamıyor veya
öğrenemiyorlar.
Bugüne kadarki yasaklar, köyden kente göçler, ekonomik
ve siyasal globalizmin yanı sıra medya, TV ve film
endüstrileri yeni nesillerimizin dil öğrenmelerine
engeldir. Ayrıca yaşadığımız yerlerde içinde yasadığımız
toplumların gerçekleriyle çok ilgili görünen bizler
kendi gerçeklerimizi uygulamaya, zekamızı gücümüzü kendi
iyiliğimiz için kullanmaya pek alışkın değilizdir.
Çerkes varlığının ve olası siyasal taleplerinin temelini
oluşturan dilin varlığı ve eğitim hakkı için devlet
güvencesi talebinin devleti aşırı biçimde rahatsız ve
tedirgin edeceğinden korkulmaktadır. Zira ulus devlet
projesinin varlığını ve geleceğini, ulusal bir dil ve
tarih örgüsünde arayanlar, Adige, Abaza ve diğer Kafkas
dillerinin varlığı noktasındaki talepleri tepkiyle
karşılayacaklardır.
“Anadilde eğitim, tv yayını, anadile devlet güvencesi
istemek bölücülük, hainlik değildir. Dünyada birçok
ülkede iki, üç veya daha fazla dil konuşulmakta hem
resmi dile hem de anadile eşit oranda önem verilmekte
hatta birden fazla resmi dil de kullanılmaktadır. Bu
dillerle insanlığın geleceği için büyük zenginlikler
yaratılmaktadır. Yedi bine yakın dilin konuşulduğu
dünyamızda, insanlar dil öğrenmek ve dilleri yaşatmak,
kullanılan lehçeleri korumak için büyük çabalar
sarfediyorlar. Belçika'da, Fransızca, Almanca ve
Flamanca olmak üzere üç; İsviçre’de Almanca, Fransızca
ve İtalyanca olmak üzere üç; Finlandiya’da Fince ve
İsveççe olmak üzere iki resmi dil vardır.
Büyük Britanya ya da Birleşik Krallık'ta (İngiltere,
İskoçya, Galler ve İrlanda) resmi dil diye bir şey
yoktur. Herkes kendi dilini kullanıyor.
Danimarka'da yaşayan 50 bin kadar Alman azınlığı,
Almanca eğitim almakta; keza Almanya'da yaşayan
Danimarka azınlığı hem Danca hem de Almanca dili ile
eğitim görüyorlar. Danimarka’ya bağlı Faroe adaları.
Burada yaşayan 46 bin kişiye hem resmi Faroe dili ile
hem de Danca dili ile eğitim verilmektedir.” Diyor
Avrupa’da yaşayan bir araştırmacı.
Dünyanın birçok ülkesinde insanlar dillerle, kelimelerle
dünyayı fethederken, çok dilli, çok kültürlü Anadolu'da
bu hakkı istemek neden suç olsun.
Bunca medeniyetin geçtiği, farklı dillerin ve ağızların
konuşulduğu, her yöresinde nesnelerin ayrı
isimlendirildiği, duyguların farklı anlatıldığı bir
ülke, azınlıklarıyla yıllardır iç içe yaşamış olan bir
toplum nasıl olur da resmen etnik mozaik olarak
adlandırılmaz ve korunmaz? Nesli tükenmekte olan
kelaynakları bile koruma amaçlı çiftlikler kurulurken
neden korkulur kelimelerden ve bu ülkenin güzelliği olan
kültürel renklerden?
Mücadele sadece anavatana dönüşle olmuyor. Çocuğumuza
dilimizi öğretmek bir mücadeledir, Çerkes okulları açmak
bir mücadeledir, Çerkesce kitaplar okumak, yazmak bir
mücadeledir, asimilasyona direnmek ve diasporada
Çerkesce konuşmak bir mücadeledir, diasporada dil ve
kimliğin anayasal güvence altına alınmasını istemek,
isteyenlerin yanında olmak bir mücadeledir.
“Bizim kim olduğumuzu ne olmakta olduğumuzu saptayan
şey, karşımızdaki zorluklar değil onu karşılayış ve ona
karşı davranış biçimimizdir. Enkaza bir yanar kibrit mi
fırlatacağız yoksa üzerinde çalışarak adım adım ayağa
kalkmaya mı yaklaşacağız.“ |