Ah be güzelim,
Ah benim canım arkadaşım, yine benden şikayet ve sıkıntı dolu
bir mektup alıyorsun haberin olsun.
Bulandım…
Durulmak çabası vardı
bilirsin bende. Her seferinde “bırak bulan, bulananlar
ayrıcalıklıdırlar,” derdin sen.
Dedin ve dinlemelisin o halde…
Tutunmaktı niyetimiz, yaşamın bir ucuna. Kendi
seçimlerimiz değildi yaşamlarımız. Bir beden vardı ve o
bedene uygun giysiler ama biz giyinik doğmuştuk.
Bedenimizi çıplak göremedik. İşin garibi, giyinik
doğduğumuzdan, bedenimizi merak etmedik. Çıplaklık ne
demekti, çıplak nasıl kalınırdı, bu bedenlere daha uygun
giysiler bulunur muydu ya da nasıl bulunurdu bilmezdik.
Zaten düşünmezdik de…
Dedim ya, niyetimiz sadece tutunmaktı. Tutunamayanlar
çıplak olmak isteyenlerdi ya da arayanlardı uygun
giysilerini… Biz, tutunamayanları garipsedik.
Bir gün bu garipsediklerimizden biriyle karşılaşınca
neler olduğunu anlamaya çalıştık. “Neler söylüyordu o
öyle, neler düşünüyordu?” Yasaktı, ayıptı… Çıplak kalmak
ne demekti, her yanının görünmesi ya da uygun giysiler
ne demekti? Annelerimiz ne derdi, toplum ne derdi ya da
dostlarımız ne derdi? “Ne derlerse desinler.” dedi. Onun
bir yere tutunmaya ihtiyacı yoktu ya da bir şeylerin ona
tutunması gerekmiyordu. Bir nevi kozasından çıkmaya
hazırlanan kelebeklerdi onlar; o denli az olmasına
karşın yaşayacakları gün sayısı bunun için bile her şeye
değerdi, böyle dedi ve büyüledi beni.
Belki çok oldu bunu diyeli o, belki de bir an kadar
kısa, bilmiyorum; ama bildiğim bir şey var ki ben ona
tutunmaktan kendime tutunamadım uzunca bir süredir.
Yürek bazen söz dinlemez, eğitmek zaman alır onu. Geçmiş
tecrübelerin tutar elinden ama bilinmedik kapıları açmak
-bırakıp da geçmişin elini- çok daha heyecan verici
olabiliyor.
Ne anlatayım, nasıl anlatayım ona dair? Bilirsin işte…
Hastalıksı bir şey, nevrotik, ele avuca sığmaz. Kendini
ve onu düşünmekten başka hiçbir şey yaptırmaz. Kendinlik
de aslında onluktur; onunla olmak, onu düşünmek, onu
paylaşmamak vardır. Onlar değil, biz vardır sadece. Adı
aşktır. Yepyeni bir dünyadır, yeni solukları
paylaşmaktır. Denizin ne kadar mavi olduğunu görmektir
ya da şarabın tadını yeniden keşfetmektir. İnsanlar daha
güzeldir. Hayat yaşanılasıdır. Her gün yeni gün demektir
ve her yeni gün de onu görmek için doğan bir bahanedir.
Sabah onu düşünerek başlar ve gece onu düşünerek
sonlanır. Rüyanda bile o vardır.
İşte böyleydik. Ah be canım arkadaşım, hani derdin ya
“Sen yazarsın, senin yazarak anlatamayacağın şey
yoktur.” diye… Oluyormuş demek ki… Kelimeler sıralanıyor
birbiri ardına ama sonra donakalıyorlar. Sanırım her şey
anlatılır da o gecelerimiz anlatılamaz. Kelimeler yetmez
ki sevişlerimizi anlatmaya…
Ateş kızılıydı, yakıcı, kavurucu; ibadet eder gibi,
huzurlu, uyumlu. Aşkın en onulmazına tutulmuştuk, ilacı
yoktu. Ne dünümüz vardı ne yarınımız, biz bugünü
yaşıyorduk. Avans almıştık yarından düne ve beraber
geçmeyen günlere inat, anı kıskandıran. Saatler
duruyordu sanki o an ya da çok daha hızlı ilerliyordu,
bilmiyorduk.
İyi de, sıkıntı bunun neresinde diyeceksin, değil mi?
Her büyük aşk gibi sorunlar çıkmaya başladı,
çıplaklığımız sorun olmaya başlamıştı önce. Bir de
kozasından çıkmak için onun yardımını almış bir
kelebektim ve normal değişim süremi dolduramamıştım;
oysa benim kozamdan çıkmamda onun yardımına ihtiyacım
olmamalıydı, her tırtıl bir gün kelebek olacaktı; oysa
ona o denli tutunmuştum ki kozadan çıkarken yaşayacağım
o değişim sürecini yavaş geçiremediğimden, bir sürü
sorunum ortaya çıkmaya başlamıştı. Ne yazık ki o, yaralı
ve hasta bir kelebeği daha fazla taşımak istemedi.
Uzaklaşmaya başladı benden.
Görmek istemiştim sadece gözlerini, elimden geleni
yaptığımı da zannediyordum açıkçası ama…
O kendini suskunluğuna sığındırıp kaçmak isterken
olumsuz düşüncelerinden, beni burada bir başıma
bırakması ne denli adilce?
Tenekeli kuyruğunun sesi bitinceye kadar dolaştırmak
ardında ve sonra da “hadi benim sıram bitti” diyerek
gelmesi benim yanıma…
Her seferinde “ben buradayım hala” demem gerekti değil
mi?
Ne yaparsa yapsın hep yanındayım, demem gerekti değil
mi? Ayrı ayrı yaşamak isterdi sıkıntılarını ve her
seferinde çıkıp avlusuna kendi başına dolaşır ve derdi
ki: “Kal birbaşınalığınla…” Paraleller ancak sonsuzda
kesişirler, aynı noktada kesişmek adına sonsuzluğu mu
beklemek gerekiyordu, bilmiyordum; ama beklemedim. Asıl
acı olan bana “bekle” bile dememesi…
Biliyor musun, şiir bile yazdım ona. Sen şiir sevmezsin
ama bir oku lütfen:
Henüz açmamış bir sürü gonca saklıyordu yüreğim
Henüz koklanmamış bir sürü çiçeğim
Kozasından çıkamamış kelebeklerim vardı
Bekliyordu hepsi bir anda sana açılmayı sana uçmayı
İstemedin, izin vermedin
Onca emek, onca çaba
Kapıyı vurup arkana çekip gitmek içinmiş meğer
Bir gün gelirsem aklına, dönmek istersen bana
Tekrar alıştırıp kendine sonra gideceksen eğer
Kal olduğun yerde istemem, seni bıraktım sana
Susup biriktirerek yaşamaya çalışmak daha ne kadar
sürecek ki? Şimdi mutlak bir tevekkül içindeyim. Her şey
güzel gibi ama aslında düşünmediğimden,
sorgulamadığımdan, tersini hatırlamadığımdan, hatırlamak
istemediğimden bu böyle. Bu arabayla kaza yapmış birinin
arabaya tekrar binmek istememesi ya da direksiyona
geçmekte çok zorlanması gibi bir şey değil ben arabanın
bile farkında değilim. Neden oldu bu böyle demiyorum;
bile isteye yaptım bunu. Bundan pişmanlık duymak gibi
bir şeyi aklıma bile getirmiyorum ama neden olduğunu
biliyorum neden olduğunu biliyorsam neden olmayacağını
da bilmem gerekiyor. Geçici bir süreç geçecek er ya da
geç geçecek.
Yaşadığın düş kırıklıkları ne kadar çok ve ne denli
derin olursa yaşadığın bulanmalar o denli çok oluyor ve
bazen seni kumların arasında nefessiz bırakıyor.
Yıllarca içinde biriktirdiklerini, kişiliğini,
hayallerini, kavgalarını yok ettiğini düşünüyor. Belki
bir süreliğine gizliyor doğru ama sürekli bitiremez.
Deniz biter mi?
Bir süreliğine güneşini, suyunu kesersen bitkinin
kurutursun onu doğru, sonrasında vereceğin su, güneş ve
vitaminle belki eskisinden de canlı hale getirebilirsin.
Ama süre uzarsa…
Kavgalar vardır vuruşuruz birbirimizle.
Birisi yaralanır, birisi ölür, kazanan birileri vardır
her zaman.
Kendinle yaptığın kavgalarda birisi olacaksa kazanan bu
kendinden başkası değildir.
Kendinle kavganda kendin galip gelmen gerek, o yüzden
kavgadan korkma.
Hayatı sorgulamak tek gaye olmasın evet ama kavgaya
tutuşmaktan kaçınma ne olursa olsun. Dedim ben de
kendime…
Sen de söyle bir şeyler.
Varsın ve çoksun bende.
Tüm sevgimle… |