Yıllardır
Kafkasya üzerine bir çok yazılar yazılır, çizilir. Tümünün
sonuçlarına bakarsanız Kafkaslılarda bir vatan özlemi vardır.
Bu özlem, dönmek isteyeninde de istemeyende de vardır.
Bu günlerde yeniden alevlenen Çerkes ve Kafkas düşüncesine
bizler yabancı değiliz. Herkesin yorumu kendine
derken, büyük yazar Yaşar Kemal’in "Deniz Küstü"
romanının okunmasını tavsiye ederim. Romanın kahramanı
bir Çerkes. Kahramanın Çerkes olması önemli değil.
Düşünceleri bizim için önemli ve günümüzün
tartışmalarına da sanırım cevap verir niteliktedir.
"Uzakta ulu Kafkas dağları gözüküyordu, ulu, karlı, taa
gökyüzünün üstüne kadar uzanmış. Babası yere diz çökmüş,
yüzünü ulu Kafkas’a dönmüştü, dağların tarı yamaçlarında
salınan ak bulutlar… Babası çimenli torağı eğilip üç
kere öptü. Belki bir daha seni hiç göremeyeceğiz, ey
anamız, ey dağımız, dedi…’’
Vatanlarından ayrı yaşayan Çerkeslerin topraklarını terk
edişlerinden günümüze kadar yurtlarını unuttukları
söylenemez. Halende vatan mücadelesi devam etmektedir.
Bu uğurda bir çok çalışmalar yapılmıştır ve
yapılmaktadır da. Ancak son dönemlerde kalışçı ve
dönüşçü ayrımıyla karşı karşıyayız. Bunun dışında
vatancılarda var ama net olarak düşünceleri belli değil.
Bizlerin bu düşüncelerimize bilmeden de olsa, büyük
yazar Yaşar Kemal’in "Deniz Küstü" romanıyla tercüman
olduğu kanısındayım. Bilmem yorum sizin.
Terk ediş: "Belki seni bir daha hiç görmeyeceğiz, ey
anamız, ey dağımız, dedi, dağa uzun dualar okudu"
Muhaceret: "Tüm Çerkesler hep bir ağızdan özlem türküsü
söylüyorlardı, o görkemli Kafkas’a, o cennete. Tepeden
tırnağa özlem kesilmişlerdi. Kardeşleri, kız kardeşleri
büyümüşlerdi. Güzeldiler. Görenekleri, gelenekleri gene
Kafkasya’dakinin tıpkısıydı. Erkek ve kadınlarının
kılıkları da Kafkas’takinin tıpkısıydı. Evleri,
yiyecekleri de öyle… Bu Çerkes kavmi Kafkas’ı alıp
taşıyla toprağıyla Uzunyayla’ya getirmişti. Ulu
kartallar dönüyordu göğünde Uzunyayla’nın, Kafkas
dağlarının tıpkısı… Uzun kanatlı, mercan gözlü, yırtıcı
gagalı kırmızı kartallar… Ve gök yüzünden yumulmuş
akarlarken hışılıyorlardı."
Sonrası: "Gene de gece gündüz dillerinde Kafkas, ah
Kafkas, vah Kafkas... Hiç kimse, bir biçimde
unutamıyordu, Kafkas’ı. Hiç kimse yerleşememişti,
bağlanamamıştı bu toprağa, buranın insanlarına. Ateş
üstündeydiler. Bir gün tez günde olsa da Kafkas’a
varacaklardı, güzel, mor, kırmızı, kayalıklı, ulu
ormanlı yurtlarına… Buranın yerlilerinin arasında bir
ada gibi yaşıyorlardı. Bir tuhaf, bir yabancı."
Şimdi, bizler neyi tartışıyoruz?
Çerkes ulusunun geleceğini mi?
Sanırım evet.
Başka topraktayken nasıl kendi toprağımızı, dilimizi,
geleceğimizi anavatandakilerden ayrı tartışabiliyoruz.
Bizim işimiz tartışmak, eleştirmek değil. O topraklara,
o insanlara nasıl katkı sağlarımızın hesabını
yapmalıyız. Mevlana ne demiş, "Gülün dibindeki toprak
gül kokar". Bizler önce Kafkasya’ya güllerimizi ekelim,
yeşertelim. Hiç kimse merak etmesin, güller yeşerince
herkes koklamaya gider. |