|
|
................... |
|
................... |
KİRAMİ
|
Tolgay Kaya |
|
|
................... |
|
................... |
Ben Kirami’yi
İstanbul'da, Uzunyayla Kafkas Kültür Derneği'nde tanıdım.
Tam manasıyla tanışmamız; derneğin o çok eleştirilen ve
kalksın mı kalkmasın mı tartışmaları her zaman gündemde olan
lokalinde oldu. Derneğin o dik
merdivenlerden çıktın yorgun argın, bu karmakarışık
şehrin içinde kendini iyice yalnız hissederek gezdin
durmadan. Kalabalığın içine attığın her adım seni daha
bir yalnızlaştırdı bu koca şehirde. Kendine ve ruhuna
yabancılaştın, metropol anaforda geçen her gün senden
bir şeyler aldı götürdü, her geçen günle kendinden biraz
daha uzaklaştın. Bozkırın o tek düze hiç değişmeyen
görüntüsü gitmeye başladı hafızandan. Fırsat buldukça
gitmeye çalıştığın, seni sen yapan o topraklara, her
yaklaştığında ve o bozkırın acınası yoksunluğunu uzun
zamandan sonra yeniden görmeye başladığında, seni sen
yapan seni yeniden hatırladın. Yeniden hatırladın, çünkü
aslında sen bir “Bozkır Kurtu'ydun”
Lokalden içeri girdin. Bilmem kaçıncı defa ve bilmem
kaçıncı defa oturdun, çuhaları eskiyen ve sinmiş sigara
dumanı kokan dernek lokalinin, o basık, o havasız küçük
salonunun masalarından birine. Masalarda oturanların bir
bir ellerini sıkmak içinden gelmedi, canın sıkkın
olduğunda öyle yapardın genelde. Her gün gelmesine ve
oradaki insanları her gün görmesine rağmen, bıkmadan
usanmadan her içeri girdiğinde herkesle, ayrı ayrı
merhabalaşan insanlara hayretle karşılık bir saygıda
duyardın. Zavallı Kirami elinde sigarası ve başında hiç
çıkarmadığı Uzunyayla kasketiyle öylece oturur olurdu
bir masada, bir başına. Başınızla selamlaşırdınız her
zaman. En çok onunla Çerkesce konuşmayı severdin. Çünkü
sen çocuklarla ve köpeklerle Çerkesce konuşmayı
severdin. Kirami, çocuklar ve köpekler senin o bozuk,
sonradan öğrenilmiş, berbat telaffuzlu Çerkesce'ni
anlarlar ya da anlarmış gibi yaparlar ve seninle alay
etmeden sana gülümserlerdi. Lokalin gazetesini masaların
arasında kah sürünerek, kah milletin sırtını eğip
bükerek bulur, şöyle sert bir hareketle gazetenin
sayfalarını sana doğru hafif bir meyille eğilecek bir
biçime soktuktan sonra Ercan ağabeye seslenirdin.
- Ercan ağabey! Bana ve Kirami'ye çay getir. Ne o,
yoksa çay borcumuz varda haberimiz mi? Yok, niye
bakmıyorsun bize?
- Olur mu efendim hemen geliyor çaylar.
Sonra elindeki tepsiyle bir şarkı mırıldanarak çay
ocağına geçerdi Ercan ağabey...
- Ben içeeerrriiimm banaaaaaaa getiiiiiiiirr.
Ercan ağabeyin arkasından bakmasan bile, elindeki
gazeteye başını gömersin. Sanki gazetede okuduğun
haberlerdeki insanlar yanında oturan Kirami'den daha çok
ilgiyi hak ediyorlarmış gibi. Oysa biz bu derneğin
lokalinde can havliyle bir birimize sarılmamız
gerekirken, içimizde en çok ilgiyi ve şefkati hak eden
bu zavallı insandan esirgiyoruz sevgimizi. Zavallı
Kirami, köyden kente göçün travmasını atlatamamıştı. Bu
yeni yaşama ayak uydurmakta güçlük çekiyordu besbelli.
Sense bütün diğer hemşerileri gibi onun ruhunda kopan
fırtınalardan habersizdin. Çok sosyal olununca psikoloji
ıskalanıyordu maalesef. Esenlerin her tarafında
karşılaşabilirdiniz onunla, ellerini beline koyar,
başındaki kasketi ve tuhaf bakışıyla zaman zaman
insanları korkutur ama onun zararsız olduğunu anlayan ve
bilen insanlar onun varlığını yadırgamazlardı. Derneğin
lokalinde onunla şakalaşmayı seven bir kaç insanla
şakalaştığını gördüğünde onunla ilgilenen insanlara
karşı minnet duyardın. Onunla sigara alış verişleriniz
olurdu bazen, elini dudaklarına götürür sigara işareti
yapar, sende paketinden bir sigara uzatırdın, bir yandan
mırıldanırken bir yanda da başını hızlı hızlı evet
manasında sallaması onun teşekkür işaretiydi. Bazen
dalmış ya oyun oynayanları seyrederken ya da gazete
okurken bir el koluna dokunurdu, başını kaldırdığında
Kirami'yi görürdün, elindeki sigarayı sana uzatmış
olurdu. Sigara sosyal bir alışkanlıktı ve Kirami'nin tek
yaşam biçimiydi.
Onun ruhunda kopan fırtınayı ilk ne zaman fark ettin?
Derneğin lokalinde yan masada oturanların oyununa
bakarken bir el omzuna dokundu arkanı döndüğünde onu
gördün. Kirami büyük bir sevinçle o ne dediği tam
anlaşılmayan Türkçe'siyle sana televizyonu gösteriyordu.
Sende yüzünü televizyona döndüğünde onun ruhunda kopan
fırtınayı bütün çıplaklığıyla gördün. Onun sana
televizyonda hararetle gösterdiği şey bir koyun
sürüsünden başka bir şey değildi. İşte o anda köyden
şehre göçün insanlar üzerinde yaptığı tahribatı ve
Kirami'nin nasıl bir özlem cehenneminde yanıp
tutuştuğunu anladın ve o anı bir daha hiç unutmadın.
Aradan aylar geçtikten sonra onu uzun zamandan beri
görmediğini fark edip, Ercan ağabeye onu son zamanlarda
görüp görmediğini sorduğunda ise, onun hasta evde
yattığını öğrendin, hatta kanser olduğunu duyduklarını
da. Uzunyayla-İstanbul arasında kırık bir yaşam ve göç
öyküsüydü onun hayatı. Belki herkes onun kadar uyum
sorunu yaşamadı ama her göçmenin içinde ve ruhunda bir
kırıklık ve bir özlem ateşi için için, kor halinde de
olsa yanmaya devam ediyor. Uzunyayla'nın Çerkesleri gibi
son derece sosyal ve birlikte yaşayan bir toplumda bile
ciddi anlamda bir travma yaratıyor. |
|
|
|
|
|
|
|
|