|
|
................... |
|
................... |
AT HİKAYELERİ
|
Tolgay Kaya |
|
|
................... |
|
................... |
Burada mıdır acaba, yoksa işi
bitince gitmiş midir?
Kapıyı hafifçe açıyor ve burun buruna geliyoruz. Ahır
temizliği yeni bitmiş tam aklından bir çay içeyim diye
geçerken benle burun buruna gelmiş. Beraber içelim, dedim sana
çay ısmarlayayım. O kadar canım sıkkındı ki, sohbeti bana iyi
gelecek bana evimi hatırlatacak birinin sohbetine ihtiyacım
vardı. Bana eski günlerden anlat,
bana eski Uzunyayla'dan bahset, atlardan ve onların
hikayelerinden:
- Babam ben küçükken selde boğularak öldü. Sel ona
yetiştiğinde artık soyları tükenen eski Uzunyayla
atlarından bir atı vardı yanında ve ayağı köstekliydi.
Babam selin yaklaştığını ona seslenen çobanların sesini
duyduğunda anladı ancak, atına doğru koştu. Sel ile aynı
anda ona yetişmişti. Kendisi kaçsa belki kurtulabilirdi
ama o Çerkes'di ve at onun kardeşiydi, onu bırakamazdı
ve bırakmadı da. Atının kösteğini çözüp ona binmeye anca
fırsat bulabilmişti ve atına bindiği anda ikisi de
sularda kaybolmuşlardı bile.
Böyle anlatmışlardı çobanlar olanları onlara.
Evdekiler boş yere beklediler onun eve dönmesini ama o
dönmedi, cesedini buldular. Bir dala takılmıştı ama
atından eser yoktu. Kimsede düşünemiyordu atı, herkes
yasta cenazeyle meşguldü. Babamın cenazesini, açtıkları
mezara götürdüklerinde atını mezarın başında babamı
beklerken buldular. Cenazeye gelen herkes şaşkınlıktan
küçük dilini yutacaktı. Doru, dört ayağı da sekili bir
attı. Çerkesler dört ayağı sekili atı uğursuz
sayarlardı.
İkimizde sustuk bir an.
Bana birazda eskiden cenaze haberi vermeye gelen
atlılardan ve onların yazılı olmayan kurallarından
bahsetsene dedim, en sevdiğim şey Çerkeslerin atlarıyla
olan kurallarını dinlemektir:
- Cenaze haberi vermeye gelen atlı asla eve girmez ve ev
sahibi farkedene kadar kapıda beklerdi. Atın sağından
inerdi ki, bu kötü bir haber getirdiğine dalalet ederdi.
Falanca falanca kişi öldü diye haber verirdi ve atını
sürdüğü gibi diğer gideceği yerlere giderdi. Çok karlı
fırtınalı bir havaysa yamçısına sarılır ve atının yemle
dolu torbasını atın boğazına asardı böylece at bu soğuk
havada kendi nefesiyle ısınırdı.
Ben büyülenmiş gibi onun yavaş yavaş Uzunyayla aksanıyla
konuştuğu Türkçe'sini dinlerken, burnuma sandıklarda
saklanan elma kokusu ve yanan ardıç ağacı kokusu geldi.
Sanki dışarıda kar vardı ve Uzunyayla'da evin
penceresinden yağan karı seyrettiğimi, yavaş yavaş sinen
akşamı, yanan sobanın sıcaklığını ve göçmen sobasında
ısıtılan psıhalivenin ve sobanın üstünde sesler çıkara
çıkara ısınan çay demliğini hayal ettim.
Kendime geldim, bir hayalle birlikte mutlu oldum. |
|
|
|
|
|
|
|
|