Ruhsal
etkinliklerin ve oluşumların çok derin belirlenimciliğini ilk kez
ortaya çıkaran psikanalizin din gibi karmaşık bir olguyu tek bir
kaynaktan çıkarmaya kalkışacağından okurlarımız korkmamalıdır.
Eğer psikanaliz bu kurumun kaynaklarından yalnızca birini ister
istemez araştırıyorsa, bu tek kaynağın her şeyi açıklamaya
yeteceğini asla savlamadığı gibi dinin etmenleri arasında ona
birinci dereceyi de vermez. Ancak çeşitli
araştırma alanlarından alınacak sonuçların bileşimi, bize dinin
doğuşunda şimdi tartışacağımız mekanizmanın görece önemini
belirleyebilir; ancak böyle bir görev, psikanalizcinin hem
araçlarının, hem de amaçlarının dışında kalır.
Bu kitabın birinci bölümü bize totemizm kavramını tanıtmıştı.
Totemizmin Avustralya, Amerika ve Afrika'nın bazı ilkel insanları
arasında dinin yerini alan ve toplumsal örgütlenmenin temelini
oluşturan bir sistem olduğunu öğrenmiştik. Biliyoruz ki 1869'da
İskoçyalı Mac Lennan eski ve hattâ yeni birçok toplumda birçok
âdet ve geleneğin totemizm döneminin artığı olduğunu ortaya atarak
o zamana kadar ancak merak konusu sayılan totemizm olaylarına
herkesin ilgisini çekmişti.
O zamandan beri bilim, totemizmin bu önemli konumunu anlamıştır.
Bu sorun üzerine en son söz olarak Wundt'un Elemente der
Völkerpsyhologie (1912) adlı yapıtından bir parça alıyorum: "Bütün bu olayları bir araya getirince,
totemizm ekininin daha sonraki evrim aşamalarından önce gelen ilk
aşama olduğunu ve ilkellik aşamasıyla tanrılar ve kahramanlar
dönemi arasında, geçiş evresi olduğunu duraksamadan kabul
edebiliriz."
Bu bölümü anlamak için totemizmin ne olduğunu daha derinden
kavramak gerekir. Daha sonra anlaşılacak bazı nedenlerden ötürü
burada 1900 yılında Code du totemisme adlı bir yazısında totem
dininin on iki maddelik bir tür kateşizminin ana hatlarını çizen
S. Reinach'ın taslağını alıyorum:
1- Belirli bazı hayvanlar öldürülmeyecek ya da yenmeyecek, bu
hayvan türlerinden birer hayvan alınarak onlara bakılacaktır.
2- Bunlardan kazayla ölen olursa onun için yas tutulur ve oymağın
bir bireyine karşı gösterilen saygı hayvana da gösterilerek
gömülür.
3- Yeme yasağı bazen hayvanın yalnızca belirli bir parçasıyla
sınırlı olur.
4- Öldürülmeyen bir hayvanı bir zorunluluk nedeniyle öldürmek
gerekirse, hayvandan af dilenir ve çeşitli hile ve oyunlarla
tabunun çiğnenişini hafifletme yoluyla hayvanı öldürmeye
girişilir.
5- Eğer hayvan ritlerle kurban edilmişse ona törenle yas tutulur.
6- Dinsel törenler gibi belirli törenlerde bazı hayvanların
derileri giyilir. Totemizmin hâlâ varolduğu yerlerde bunlar totem
olan hayvanlardır.
7- Oymaklar ve bireyler totem olan hayvanların adlarını alır.
8- Birçok oymak, hayvanların resimlerini arma olarak kullanır ve
silahlarını bunlarla süsler; hayvan resimlerini vücutlarına çizer ya da dövme yapar.
9- Totem korkulan ve tehlikeli hayvanlardan biriyse, adını taşıyan
oymağın üyelerine acıyacağı kabul edilir.
10- Totem olan hayvan oymak üyelerini korur ve onlara yol
gösterir.
11- Totem olan hayvan kendisine inananlara geleceği bildirir ve
onlara önderlik görevi yapar.
12- Bir totem oymağının üyeleri çoğu kez totem hayvana ortak bir
köken bağıyla bağlı olduklarına inanır.
Reinach'ın bir zamanlar bir totem sistemi olduğunu gösteren bütün
işaretleri ve ipuçlarını da kullanmış olduğunu anımsarsak, totem
dininin bu kateşizminin değerini daha iyi kavrayabiliriz. Bu
yazarın sorunu ele alışındaki özellikler, totemizmin temel
niteliklerini bir dereceye kadar savsaklamasında kendini gösterir.
İleride bu yazarın, totemizmin kateşizminin belli başlı iki
kuralından birini ikinci derecede gösterdiğini göreceğiz, diğerini
ise büsbütün gözden kaçırmaktadır.
Totemizmin özyapısal nitelikleri üzerine daha geniş bilgi edinmek
için bu konuya dört ciltlik bir yapıt ayırarak bu konudaki bütün
gözlemleri toplayan ve bu gözlemlerden çıkan sorunları bütün
ayrıntılarıyla inceleyen başka bir yazara başvurmamız gerekir.
Psikanalizin araştırmaları bizi bu yazarın vardığı sonuçlardan
başka sonuçlara götürmekle birlikte, bize verdiği zevk ve bilgiden
dolayı Totemizm and Exogamy (3)'nin yazarı J.G. Frazer'e çok şey
borçluyuz.
Frazer ilk yapıtında şöyle der:
"Bir totem vahşilerin saygı gösterdiği bir maddi eşya öbeğidir;
ilkel kendisiyle bu topluluğun içinde bulunan eşya arasında sıkı
ve özel bir ilişki olduğuna inanır.
Totemle birey arasındaki bu bağlılığın iki yana da karşılıklı
yararı vardır; totem insanı korur, insan da eğer bu totem hayvansa
öldürmeme, bitkiyse kesmeme ya da toplamama yoluyla çeşitli
biçimlerde ona saygı gösterir.
Totem, fetişten farklı olarak tek bir şey değil, her zaman bir
eşya öbeğidir, bunlar genellikle bir hayvan ya da bitki türü, ara
sıra da cansız doğa eşyası ve pek az da yapma eşyadır."
En az üç totem türü ayrılabilir:
1- Bütün boyun ortak totemi olan ve kuşaktan kuşağa geçen boy
totemi,
2- Boyun bütün erkek ya da kadınlarıyla ilgili olan cinsellik
totemi,
3- Bireyle ilgili olan ve çocuklarına geçmeyen bireysel totem.
Son iki tür totem, boy totemine oranla daha az önem taşır. Eğer
yanılmıyorsak bunlar sonradan ortaya çıkmışlardır ve tabunun
içeriği yönünden önemsizdirler.
Boy totemi (klan totemi), adlarını bu totemden alan, kendilerini
ortak bir atadan gelme ve birbirlerinin kan akrabası sayan ve
gerek totem inançlarında, gerekse birbirleriyle ilişkilerinde
ortak borçlarla sıkı sıkıya bağlı olan erkek ve kadınlardan kurulu
bir topluluğun saygı konusudur.
Totemizm, toplumsal olduğu kadar dinsel bir sistemdir. Dinsel
cephesinde bir kimseyle totemi arasında karşılıklı saygı
ilişkisinden, toplumsal cephesinde de boy üyelerinin birbirlerine
ve diğer oymaklara karşı borçluluk ilişkilerinden ibarettir.
Totemizmin daha sonraki tarihinde bu iki cephe birbirinden
ayrılmaya doğru bir eğilim gösterir; toplumsal sistem genellikle
dinsel sistemin izlerini yaşatır ve buna karşılık totemizm üzerine
kurulu toplumsal sistemin kaybolduğu ülkelerin dininde totemizmin
arta kalanları yaşar. Totemizmin kökeni konusundaki
bilgisizliğimiz karşısında, bu iki cephenin başlangıçta nasıl
birbirine karışık bir durumda olduğunu kesin olarak söylemek
olanaksızdır. Fakat genel görünümü açısından başlangıçta
totemizmin bu iki cephesinin birbirinden ayırt edilebilmesi
olasıdır. Diğer bir deyişle geriye doğru gittikçe, bir boyun bir
bireyinin totemiyle kendisini birtürden saymakta olduğunu ve
totemle olan ilişkileriyle boy arkadaşlarıyla olan ilişkileri
arasında bir ayrılık görmediğini daha aydınlık olarak görüyoruz.
Dinsel bir sistem olma açısından totemizmi betimlerken Frazer, bir
boyun üyelerinin, totemlerinin adını aldığını ve aynı zamanda
kural olarak bu totemden geldiklerine inandıklarını ısrarla
göstermektedir. Bu kanı yüzünden ilkeller totem olan hayvanı
avlamaz, öldürmez ya da yemezler ve totem eğer hayvan değilse onu
hiçbir biçimde kullanmazlar. Totem tabuları, totemin öldürülmesi
ya da kesilmesi yasağından ibaret değildir; bazen toteme dokunmak
ya da hatta bakmak bile yasaktır; birçok yerde totem kendi adıyla
anılmaz bile. Totemi koruyan tabuların dikine bir davranış, vahim
bir hastalıkla ya da ölümle otomatik olarak cezalandırılır.
Boy tarafından bazen totem hayvanlarından örnekler yetiştirilir.
Ve tutsak olarak korunur; ölü
bulunan bir totem hayvan için yas tutulur ve oymak üyesi gibi
gömülür. Bir totem hayvanın öldürülmesi gerekirse, bu, ancak
bağışlanma isteği ayinleri ve tövbe törenleriyle yapılır.
Boy, toteminden korunma ve sabır bekler. Totem tehlikeli bir
hayvansa (örneğin yırtıcı ve vahşi ya da zehirli bir hayvansa) bir
zarar vermeyeceğine inanılır ve bu inancın doğru çıkmadığı
zamanlarda saldırıyla karşılaşan kişi boydan atılır. Frazer'e
göre, antlar kökensel olarak "ordalie'' (*) idiler, bir kimsenin
soyu bu yöntemle totemler tarafından belirlenirdi. Totem hastalık
durumlarında yardım eder ve boya uyarılarda bulunur. Totem olan
hayvanın bir ev yakınında görünmesi çoğu kez bir ölüm haberi
sayılır, totem kendisinin olanı almaya gelmiştir" denir.
Bir boyun üyeleri totemle ilişkisini birçok anlamlı yolla
güçlendirmeye çalışırlar: Totem-hayvanın derisini giyip ona dıştan
benzemeye çalışarak ona öykünürler, totemin resmini vücutlarına
dövdürürler, vb. Doğum, erkekliğe erdirme (initation) ya da cenaze
alayı gibi törenlerde totemle bu özdeşleşme (identification) işi
birçok davranış ve sözle yapılır. Boyun bütün üyeleri totemlerine
benzeyen kılıklara girerek ve onlar gibi devinimler yaparak dans
eder, bunlar da birçok sihir ve din ereğine hizmet eder. Sonunda
totem hayvanın âyinlerle öldürülmesi törenlerine sıra gelir.
Totemizmin toplumsal cephesi her şeyden önce yasaklarda görülen
şiddetle ve sınırlamaların genişlik ve bolluğuyla kendini
gösterir. Bir totem boyunun üyeleri kardeş ve kız kardeşlerdir,
birbirlerine yardım etmek ve birbirlerini korumak zorundadırlar;
klanın bir üyesi bir yabancı tarafından öldürülürse, öldürenin
boyunun tüm üyeleri bu cinayetin hesabını vermek zorundadır ve
ölenin boyu tam bir dayanışmayla akıtılan kanın temizlenmesini
ister. Totem bağları bizim bugünkü aile bağları üzerine
düşüncelerimizden daha güçlüdür; ilkeller aile bağlarıyla bağlı
değildiler; çünkü totem kural olarak anadan kalıtım olarak geçer,
başlangıçta baba kalıtımının hemen hemen hiç önemi yoktu.
Totemdaşlığın doğurduğu tabu sınırlaması, birbiriyle evlenen ya da
birbirleriyle her ne biçimde olursa olsun cinsel ilişkide bulunan
aynı boyun üyelerine karşı konan yasaktan ibarettir. Ünlü ve
bilmeceli ekzogaminin totemizmle olan ilişkisi budur. Kitabımızın
ilk bölümünü buna ayırmıştık, onun için burada yalnızca
ekzogaminin ilkel insanların şiddetli ensest korkularından
doğduğunu ve topluluk evliliklerinde enseste karşı bir güvenlik
önlemi biçiminde anlaşılabileceğini, önceleri daha genç kuşağın
ensestten çekinmesini sağladığını ve ancak daha sonraki gelişimde
eski kuşağa karşı da bir engel olduğunu göstermek yeterlidir.
Bu konu üzerine en önde gelen yapıtlardan olan Frazer'in yapıtının
totemizm konusundaki bu betimlemesine ben şimdi en son özetlerin
birinden birkaç parça katacağım.
W. Wundt, 1912'de çıkan Elemente der Völkerpsychologie'sinde şöyle
der: "Totem hayvan, ata hayvan
sayılır. Öyleyse totem hem bir topluluk adı, hem de bir soy adıdır
ve soy adı olmak açısından bu adın aynı zamanda mitolojik bir
anlamı da vardır. Fakat kavramın bütün bu anlamları kesinlikle
sınırlanmış değildir, bazı durumlarda bazıları arka plana atılır,
o zaman totemler boy bölümlerinin yalnızca adlandırılmasından
ibaret olurlar, diğer bazı durumlardaysa soyu gösteren bir kavram
olurlar; yani totemin toplumsal anlamı ön safta kalır...
Totem kavramı boyun düzenlenmesini ve örgütlenmesini belirler. Bu
kurallar ve boy üyelerinin inanç ve duygularında bunların
yerleşmesi, kökensel olarak, totem-hayvanın herhalde bir öbeğin
adı değil, kendisine denk düşen kolun atası sayılması olgusunun
nedenidir. Bunun da nedeni, bu hayvan ataların bir ekin nesnesi
olmasıdır. Bu hayvan ekini, özel törenden ve şölenlerden başka
totem olan hayvana karşı takınılan tavırda da kendini gösterir:
Yalnızca tek bir hayvan değil, aynı zamanda aynı türün bütün
temsilcileri de belirli bir dereceye kadar kutsal hayvanlardır;
totem üyelerinin totem hayvanın etini yemesi yasaktır ya da ancak
bazı durumlarda yenmesine izin verilir. Bu durum, burada görülen
anlamlı bir karşıtlıkla, yani bazı durumlarda totem olan hayvanın
etinin törenle yenmesi olgusuyla uyumludur..."
"... Fakat bu totemik boy örgütünün en önemli toplumsal cephesi
toplulukların, birbirleriyle olan ilişkilerinde, belirli davranış
kurallarına bağlı olması durumudur. Bunların en önemlisi, evlilik
ilişkileri konusundaki kurallardır. Bu oymak bölümleri bu yolla
kendini önce totemik dönemde, yani ekzogamide gösteren önemli bir
olayla ilgilidir."
Daha sonraki gelişmelere ya da gerilemeye denk düşme olasılığı
olan her şeyi eleyerek ilk totemizmin özyapısal niteliklerini
bulmak istersek, şu temel olayları buluruz: Totemler başlangıçta
yalnızca hayvandılar ve tek boyların ataları sayılmışlardır. Totem
yalnızca anne yoluyla geçerdi; totemi öldürmek (ya da yemek, ki bu
ilkellere göre aynı şey demekti) yasaktı; bir totemin üyelerinin
birbiriyle cinsel ilişkide bulunmaları yasaktı.
Reinach'ın çizdiği Code du totémisme'de ikinci tabu, yani totem
hayvandan geldiğine inanma görüşü anıldığı halde, birinci tabu,
yani ekzogaminin anılmaması bize garip görünüyor.
Bununla birlikte Reinach bu alanda kendisine çok borçlu olduğumuz
bir yazardır; onun betimlemesini, şimdi dikkatimizi yönelteceğimiz
yazarlar arasındaki görüş ayrılıklarına bizi hazırlaması için
seçmiştim.
Totemizmin, kesinlikle her ekinin bir evresi olduğuna ne kadar
inanırsak, onu anlama ve iç yüzünün bilmecesini çözme zorunluluğu
da o kadar artar. Evet, totemizm üzerine her şey bilmece
niteliğindedir; kesin sorun, totemin kökeni, ekzogaminin (ya da
onun temsil ettiği ensest tabularının) kaynaklarıyla ikisi
arasındaki, yani totem örgütüyle ensest yasağı arasındaki ilişki
sorunudur. Sorunu hem tarihsel, hem de psikolojik yönden
kavrayabiliriz; bu bize, bu garip kurumun ne gibi koşullar altında
geliştiğini ve insanın hangi ruhsal gereksinimlerini anlattığını
gösterecektir.
Bu sorunlara ne kadar farklı bakılarak yanıt verildiğine ve uzman
araştırmacıların düşüncelerinin birbirinden ne kadar ayrıldığına
okur kuşkusuz şaşacaktır. Totemizm üzerine ileri sürülebilecek
hemen hemen her düşünce kuşkuludur: Hatta Frazer'in 1887'de
yayımlanan bir makalesinden yukarıda aldığımız anlatımı bile,
yazarın keyfi bir tercihini anlatıyor diye eleştirmek olasıdır ve
o görüşe bu konu üzerindeki düşüncelerini sürekli değiştirmiş olan
Frazer'in kendisi bile karşı çıkacaktır.
Açıktır ki totemizmle ekzogaminin iç yüzleri, her iki kurumun
kökenine daha yakından değinebilseydik, çok daha kolayca
kavranabilirdi. Fakat sorunun durumu üzerine yargıya varırken,
Andrew Lang'ın şu uyarısını da unutmamalıyız: İlkel budunlar bile
bu özgün biçimleri ve aslındaki koşulları anımsamamaktadır ve bu
yüzden gözlem yapamayınca tümüyle varsayımlara bağlı kalmak
zorundayız.
Psikoloji bakımından yapılan açıklamalar arasında bazıları daha
başlangıçtan yanlış görünmektedir. Bunlar çok akılcıdır ve
açıklamak istedikleri şeyin duygusal özyapısını göz önüne
almazlar. Bazıları da gözlemlerin kanıtlayamadığı varsayımlara
dayanır; bazılarıysa pekâlâ başka bir yoruma bağımlı kılınabilecek
olaylara başvurur. Bu çeşitli irdelemelerin reddedilmesi
genellikle pek güç değildir; genellikle yazarlar kendi yapıtlarına
yaptıklarından çok birbirlerine karşı yaptıkları eleştirilerde
daha güçlüdür. Ele alınan noktaların birçoğundan çıkan sonuç bir
non liquet'den ibarettir. Onun için burada bırakmak zorunda
olduğumuz yeni yayınların çoğunun, totem sorunlarının toptan
çözülmesi olanağını reddeden yapıtlar olması şaşılacak bir şey
değildir. (Örneğin bkz.: B. Goldenweiser: Journal of American
Folklore, XXIII, 1910. Bu, Britannica Year Book'da incelenmiştir,
1913) Bu birbirine karşıt varsayımları gösterirken tarih sırasına
bakmadım.
a) Totemizmin Kökeni
Totemizmin kökeni sorunu şu biçimde de anlatılabilir: İlkel
insanlar, kendileri ve boyları için hayvan, bitki ve cansız eşya
adlarını nasıl seçmişlerdir?
Totemizm ve ekzogaminin varlığını keşfeden İskoçyalı MacLennan, totemizmin kökeni konusundaki görüşlerini yayımlamaktan
çekinmiştir. Andrew Lang'ın bildirdiğine göre, MacLennan bir
ara totemizmi dövme âdetine dek indirgeme eğilimindeydi. Ben
totemizmin nereden çıktığı konusunda ileri sürülen görüşleri üç
öbeğe ayıracağım: (a) Nominalist, (b) sosyolojik, (g) psikolojik
görüşler.
a) Nominalist Görüşler
Bu görüşlerle ilgili bilgileri okuyunca bu başlığı niçin
kullandığım anlaşılacaktır.
Peru İnkalarından gelme bir kişi olan ve on yedinci yüzyılda kendi
budununun tarihini yazan Gracilaso de la Vega totem olaylarını,
boyların birbirlerini adlarla ayırmaları gereksiniminden doğduğu
biçiminde yorumlar (18). Aynı düşünce yüzyıllarca sonra A.K.
Keane'nin Ethnology adlı yapıtında da görülmektedir, burada
totemlerin heraldik imlerden doğduğu ve bireylerin, ailelerin ve
oymakların bu imlerle kendilerini başkalarından ayırmak
istedikleri söylenir.
Max Müller Contributions to the Science of Mythology adlı
yapıtında aynı irdelemeyi yapar. Ona göre bir totem: 1.
Boyun bir imi, 2. Bir boyun adı, 3. Boyun atasının adı, 4. Boyun
saygı gösterdiği şeyin adıdır. Daha sonra J. Pikler 1899'da
öbekler ve bireyler için, yazıda sürekli olarak korunabilecek
adlara gereksinim duyulduğundan söz eder.
Demek ki totemizm dinsel bir gereksinimden değil, insanların
sıradan ve günlük gereksinimlerinden doğmuştur. Totemizmin temeli
olan adların verilmesi ilkel yazı tekniğinin bir sonucudur. Totem
kolayca gösterilebilen bir yazı simgesi niteliğini taşır. Fakat
vahşiler önceleri bir hayvan adını taşırken, akrabalık düşüncesini
bu hayvandan çıkarmışlardır.
Herbert Spencer de totemizmin oluşumunda ad vermenin kesin
rolü olduğu düşüncesindedir. Ona göre bazı bireylere, hayvanların
adlarına göre nitelikler verilmiştir ve böylece sonraki
kuşaklarına kadar kalan onur adları ve lakaplar almışlardır. İlkel
dillerin kesin olmayışı ve kavranılmasının güçlüğü yüzünden, sonra
gelen kuşaklar bu adları bu hayvanların kendilerinden gelmiş
olduğunun bir kanıtı sanmışlardır. Böylece totemizm, atalara karşı
gösterilen şaşmaz bir saygının sonucudur.
Eski adı Sir John Lubbock'la tanınmış olan Lord Avebury de bu
yanlış anlamaya önem vermemekle birlikte, totemizmin kökeni
üzerine aynı düşüncededir. Hayvanlara karşı gösterilen saygıyı
açıklamak istersek, insan adlarının çoğu kez hayvanlardan
alındığını unutmamalıyız. Ayı ya da aslan diye çağrılan bir adamın
çocukları ve torunları doğal olarak bu adı ata adı olarak alırlar.
Bu yolla hayvanın kendisi bir saygı ve en sonunda da bir tapınım
konusu olmaktadır.
Fison, totem adının bireylerin adından çıktığını savlayanlara
karşı reddedilemez bir itiraz ileri sürer. Avustralya'da
totemin bir bireyin imi değil, hep bir insan topluluğun imi
olduğunu gösterir: Fakat bunun tersi olsaydı, yani totem kökensel
olarak bir bireyin adı olsaydı, soyun anne yoluyla geçmesi
yüzünden asla o adamın çocuklarına geçmezdi.
Buraya kadar gösterilen görüşler açıkça yanlıştır. Bunlar, hayvan
adlarının ilkel oymaklara nasıl verildiğini açıklayabilir ama
totemik sistemi oluşturan ad vermeye gösterilen önemi asla
açıklayamazlar. Bu topluluğun en dikkate değer görüşü, Andrew Lang
tarafından Social Origins (1903) ve The Secret of the Totem adlı
kitaplarında ileri sürülmüştür. Lang, bu görüşte adlandırmayı
sorunun merkezi olarak ele alır; fakat ilginç iki psikolojik
etmeni de araya sokar. Bundan dolayı totemizm sorununun son
çözümüne yardım etmiş olduğunu savlayabilir.
Andrew Lang'a göre, boyların hayvan adlarını almaları sorunu
önemli değildir.
İlkellerin, günün birinde aldıkları adların nereden geldiğini
bilmeden aldıklarının farkına varmış olmaları olasıdır. Bu adların
kökeni unutulmuştur. O zaman adlarının üzerinde düşünüp taşınma
yoluyla daha fazla bilgi almaya çalışmışlar ve adlarının önemine
karşı olan inançları ve bundan da adın önemli olduğu inancı ve
totem düşüncesi doğmuştur.
Bugünkü ilkeller için olduğu gibi insanlar için de ve hatta
çocuklarımız için de ad, bizim sandığımız gibi anlamsız ve
keyfi olarak konmuş bir şey değil, önemli ve temel bir şeydir. Bir
adamın adı onun kişiliğinin başlıca öğelerinden birisidir ve belki
de onun ruhunun bir parçasıdır. Hayvanların adlarının aynı olan
adları taşımaları durumu, ilkel insanlarda herhalde kişilerle özel
hayvan türleri arasında gizli ve önemli bir bağ olduğu kanısını
doğurmuştur. Bu bağ kan bağından başka ne olabilirdi? Fakat
adların benzerliği bir kez böyle bir kanıya yol açınca, ekzogami
de içinde olmak üzere kan tabusuyla ilgili bütün totemik
yasakların nedeninin bu olması gerekir...
"Ekzogami de içinde olmak üzere, bütün totemik kuralların ve
davranışların kökeninin nedeni ancak şu üç şey olabilir: Kökeni
bilinmeyen bir öbek hayvan adı; insan ya da hayvan olsun aynı adı
taşıyanlar arasında aşkın bir bağlılık ve kan boş inançları
inanışı.'' (The Secret of the Totem, s. 126.)
Demek oluyor ki Lang'ın açıklaması iki dönemi kapsamaktadır. Lang,
totemik sistemi psikolojik zorunlulukla totem adlarından
çıkarmakta ve adlandırmanın kökeninin unutulmuş olduğunu kabul
etmektedir. Kuramının diğer bölümü bu adların kökenini
aydınlatmaya çalışır. Bunun tümüyle farklı bir damga taşıdığını
göreceğiz.
Lang'in kuramının bu diğer bölümü "nominalist'' adını verdiğim
görüşlerden pek farklı değildir. Ona göre, ayırt etme gereksinimi,
boyları ad almaya yönlendirmiştir ve bu yolla her boy kendisine
diğer boy tarafından verilen adı benimsemiştir. İşte bu "dışarıdan
adlanma'' Lang'ın kuramının özelliğidir. Bu yolla kabul edilen
adların hayvanlardan alınmış olmasında şaşılacak bir şey yoktur ve
hiç kuşkusuz ilkel insanlar bunları aşağılama ya da alay olarak
düşünmüyorlardı. Bundan başka Lang, tarihin daha sonraki
dönemlerinden örnekler alarak dışarıdan verilen bazı adların
önceleri alaycı anlamları olduğu halde, bu lakapların zamanla
verildiği kimseler tarafından kabul edildiğini ve istenerek
taşındığını göstermiştir. (Guise'ler, Whig'ler, Tor'ler gibi.)
Lang'in görüşünün bu bölümünü, bu adların zamanın geçmesiyle
unutulmuş olması varsayımı az önce andığım birinci bölümüyle
birleştiriyor.
b) Sosyolojik Görüşler
Totemik sistemin artıklarının izlerini daha sonraki dönemlerin
âdetlerinde ve kültlerinde bulmayı başaran S. Reinach, daha
başlangıçtan totem hayvanın soyundan gelme etmenine çok az değer
vermekle birlikte, totemizmin "une hypertrophie de l'instinct
social''den başka bir şey olmadığını vurgular.
Aynı yorum E. Durkheim'ın 1912'de çıkan Din Yaşamının İlkel
Biçimleri adlı yapıtında görülür. Durkheim'a göre, totem bu
budunların toplumsal dininin bir simgesinden başka bir şey
değildir. Totem gerçek saygı hedefi olan toplumu gösterir.
Diğer yazarlar, totemik kurumların ortaya çıkışında toplumsal
zorlamaların rolünü daha güçlü nedenlerle göstermeye çalışmıştır.
Örneğin A.C. Haddon her ilkel boyun kökensel olarak özel bir bitki
ya da hayvan türüyle yaşadığını ve belki de bu maddeyle ticaret
yaptığını ve onu diğer boylarla değiştirdiğini kabul etmektedir.
Bu durumda bir boyun, diğer boyları bu kadar önemli bir rol
oynamış olan hayvanın adıyla tanıması gerekiyordu. Aynı zamanda
oymağın hayvana karşı bir tür alışkanlık kazanmış olması, ona
karşı özel bir ilgi duymasını gerektiriyordu ve bu da insanın en
ilkel ve zorunlu gereksinimi olan açlık gibi ruhsal bir kaynağa
dayanmaktaydı.
Totem üzerine ileri sürülen görüşlerin en akılcısı olan bu görüşe
yapılacak itirazlar bu biçimde bir besin sağlanması sorununun
ilkel insanlar arasında asla görülmediği ve belki de hiç
bulunmadığıdır. Vahşiler ilkellikleri oranında hem et, hem ot
yiyicidirler. Bundan başka, böyle bir özel beslenme biçiminin
toteme karşı tümüyle dinsel bir tavrı nasıl ortaya çıkardığı ve bu
besinlerden kesinlikle neden sakınılması gerektiği anlaşılamaz.
Frazer'in, totemizmin kökeni üzerine ileri sürdüğü üç görüşün
birincisi psikolojiktir. Onu başka yerde anlatacağız.
Frazer'in burada tartışacağımız ikinci görüşü, Orta Avustralyalı
iki araştırmacının önemli bir yapıtının etkisi altında ortaya
çıkmıştır.
Gillen ve Spencer, Arunta denen boylar öbeğinin birçok garip
kurumunu, âdetini ve düşüncesini betimlemiştir, Frazer de onların
irdelemesine dayanarak bu özelliklerin en ilkel evrenin özyapısal
nitelikleri olarak ele alınmasını ve bunların totemizmin ilk ve
asıl anlamını açıklayabileceğini kabul eder.
Aruntaların bir parçası olan Arunta boyundaki bu özellikler
şunlardır:
1- Bu boy birtakım totem oymaklarına ayrılır; fakat totemler
kalıtsal değildir, bireyler tarafından belirlenir (ileride
göreceğimiz gibi).
2- Totem oymakları ekzogam değildir, evlenme kuralları hayli
gelişmiş olan ve totemlerle ilgisi bulunmayan evlenme sınıfları
bölümlerinin sonucudur.
3- Totem oymağının işlevi sihir yoluyla yenebilen totem hayvanını
üreten bir ayin yapmaktan ibarettir. (Bu ayine Intişiuma denir).
4- Aruntaların gebelik ve yeniden doğuş üzerine garip bir
görüşleri vardır. Onlara göre kendi totemlerinden bir ölünün ruhu
yeniden doğmak için bazı yerlerde pusuda bekler ve buralardan
geçen kadınların vücuduna girer. Çocuk doğduğu zaman anne,
çocuğunu hangi ruhtan gebe kalarak doğurduğunu bildirir. İşte bu,
çocuğun totemini belirler. Bundan başka, onlara göre gerek ölünün,
gerekse yeniden doğanın ruhları Şuringa denen ve bu yerlerde
bulunan garip birtakım taş parçalarına bağlıdır.
Frazer'i totemizmin en eski biçiminin Aruntaların kurumlarında
bulunmuş olduğuna inanmaya iki etmen yöneltmiştir.
Frazer, her totem oymağının başlangıçta hiçbir koşula bağlı
olmaksızın yalnızca kendi totemiyle geçindiğini söyleyen Arunta
geleneğini kabul eder. Bu yolla, bunu izleyen evreyi anlamak
güçleşmektedir, bu evrede vahşilerin niçin totemin yenmesini
kendilerine yasaklarken başkalarına izin verdikleri
anlaşılmamaktadır. O zaman Frazer, bu yasağın asla bir tür dinsel
saygı sonucu olmadığını, hayvanların kendi türlerini yemediğini
görerek ortaya çıktığını, öyleyse bu noktada da totem gibi
davranılmazsa hayvan üzerinde egemen olma erkini elde
edemeyeceklerini anladıklarından bu yasağın ortaya çıktığını kabul
ediyor ya da hiç olmazsa kendisine karşı ilgi duyulan hayvanı
öldürmeme isteğinden doğmakla açıklayabiliyordu. Frazer bu
açıklamanın güçlüklerini saklamamaktadır. Aruntaların
efsanelerindeki totem içinde evlenme âdetinin nasıl ekzogamiye
dönüştüğünü göstermeye de cesaret edemiyor.
Frazer'in intişiuma üzerine kurulmuş olan görüşünün doğruluğu ya
da yanlışlığı Arunta kurumlarının en ilkel kurumlar olup
olmadığına bağlıdır. Durkheim ve Lang'in ileri sürdüğü
itirazlar karşısında bunu kabul etmek olanaksız görünmektedir.
Aksine, Aruntalar Avustralya oymaklarının en olgunları olarak
görünüyor ve totemizmin başlangıç dönemlerinden çok dağılma
dönemlerini gösteriyorlar.
Frazer'i böyle bir düşünceye sürükleyen ve bugünün kurumlarına
karşıt olarak Aruntaların efsanelerinde, totemin yenebildiğinin ve
onunla evlenilebileceğinin anlatılması altın çağın efsaneleri gibi
geçmişe yöneltilen istek fantezileri olarak kolayca açıklanabilir.
Birincisi, Aruntaların atalarının hep kendi totem hayvanlarında
yaşadığını ve kendi totemlerinden başka kadınla evlenmediğini
savlayan bazı efsanelerin varlığıdır. İkincisi, gebelik
görüşlerinde cinsel ilişkiye açık bir biçimde önem
vermeyişleridir. Gebeliğin cinsel ilişkinin sonucu olduğunu
çıktığını henüz bilmeyen insanlar bugün yaşayan en geri ve en
ilkel ırk olarak düşünülebilir.
Frazer, totemizmi açıklamak için İntişiuma ayinine başvurunca,
totemik sistemi tümüyle başka bir bakımdan görmüştür, yani bu
sistemin insanın en doğal gereksinimlerini sağlayan pratik bir
örgüt olduğunu görmüştür (Burada Haddon'un yukarıda geçen
düşünceleriyle karşılaşıyoruz.)
Sistem "ortak sihir"in bir parçasından başka bir şey değildi.
İlkel insanlar, sihirsel bir ele geçirme ve tüketme kooperatifi
diyebileceğimiz bir şey kurmuşlardı. Her totem oymağı, belirli bir
tür besin maddesinin temizliğini sağlamayı üstüne almıştı. Zararlı
hayvan, yağmur, rüzgâr ya da bunlara benzer şeyler gibi yenmeyen
totemlerdeyse totem oymağının görevi, bu doğa olaylarına egemen
olmak, onları zararsız duruma getirmekti. Her oymağın çabası,
bütün diğer oymakların iyiliği içindi. Klan kendi totemini
yiyemediği için ya da yalnızca çok küçük bir bölümünü yiyebildiği
için, bu değerli ürünü diğerleri için hazırlıyordu ve karşılık
olarak da onların totem konusundaki toplumsal
c) Psikolojik Görüşler
Frazer'in, Spencer ve Gillen'in gözlemleriyle tanışmadan önce
ileri sürdüğü ilk psikolojik görüş, ruhun başka bir şeye geçmesi
inancı üzerine kurulmuştu. Bu inanışa göre, totem kendisini
korkutan tehlikelerden kaçmak için ruhun sığındığı güvenilir bir
sığınaktı. İlkel insan ruhunu toteme yerleştirdikten sonra
kendisinin yararlanamayacağına inanıyor ve doğal olarak kendi
ruhunu taşıyan şeye kötülük yapmamaya dikkat ediyordu. Fakat kendi
ruhunun, söz konusu türün hangi bireyinde taşındığını bilmediği
için, türün hiçbir bireyini tüketmemeye dikkat ediyordu. Frazer'in
kendisi de sonraları, totemizmin bu inançtan çıkarılması
görüşünden vazgeçmiştir.
Spencer ile Gillen'in gözlemlerini aktardıktan sonra, az önce
söylediğimiz görüşü ortaya koymuş, fakat o zaman totemizmin kökeni
olarak gördüğü örgenin çok "akılcı'' olduğunu ve bunun için de
ilkel denemeyecek kadar karmaşık olan bir toplumsal örgüt kabul
etmiş olduğunu görmüştür.
O zaman sihir kooperatifleri ona totemizmin tohumu olmaktan çok
meyvesi olarak görünmeye başlamıştır. Bu biçimlerin ardında
totemizmi ilkel inanma durumunda oluşturan daha basit nedenler
aramıştır. Ve sonunda bu ilk etmeni Aruntaların dikkate değer
görüşünde bulmuştur.
Biraz önce söylediğimiz gibi, Aruntalar gebelikle cinsel davranış
arasında bir bağ görmüyorlardı. Bir kadın kendisini anne olarak
duyumsuyorsa, bunun anlamı yeniden doğmayı bekleyen çevredeki en
yakın ruhlardan birisinin vücuduna girmiş ve bir çocuk olarak
doğmuş olması demekti. Bu çocuğun totemi de o belirli yerdeki
ruhların toteminin aynısıydı. Fakat bir adım daha ilerlemek
istersek ve kadınların, kökensel olarak bir hayvanın, bir bitkinin
ya da bir taşın ya da gebe olduğunu duyumsamaya başladığı anda
imgeleminde yer alan başka bir şeyin gerçekten vücuduna girdiğine
ve insan biçiminde vücudundan doğduğuna inandığını kabul edersek,
o zaman bir insanın totemiyle aynılığı, gerçekten annenin inanışı
üzerine kurulabilecek ve diğer bütün totem yasakları (ekzogami
dışında) kolayca bu inançtan çıkarılabilecekti. İnsanlar o belirli
hayvanı ya da bitkiyi yemekten çekineceklerdi; çünkü bu kendi
kendilerini yemek anlamına gelecekti. Fakat bazen totemlerinin bir
bölümünü törenlerle yemek zorunda kalmaktadırlar; çünkü bununla
totemizmin temel bir bölümü olan totemle kendilerini bir
sanmalarını güçlendirmiş olmaktadırlar. W.H.R. Rivers'in Bank
Adaları halkı üzerindeki gözlemleri, böyle bir gebelik kuramını,
yani kendilerini totemleriyle doğrudan doğruya bir sandıklarını
kanıtlar gibidir.
Bu durumda, totemizmin son kaynakları ilkellerin, insan ve
hayvanlarda çiftleşmeyle doğurmanın mekanizmasını, özellikle de
erkek tohumunun rolünü bilmemeleridir. Tohumun aşılanmasıyla
çocuğun doğması ya da çocuğun ilk devinimlerinin duyumsanması
arasındaki uzun ara da bu bilgisizliği kolaylaştırmıştır. Öyleyse
totemizm erkek kafasının değil, kadın kafasının bir yaratısıdır.
Kökleri de gebe kadının aşermelerindedir. Kadın, kendisini anne
olarak duyumsadığı, yaşamının bu gizemli anında dikkatini çeken
her şeyi rahmindeki çocukla kolayca özdeşleştirebiliyordu. Kadının
bu denli doğal ve bu denli evrensel görünen bu aşermeleri,
totemizmin kökeni olarak görünmektedir.
Frazer'in bu üçüncü kuramına yapılacak başlıca itiraz, onun ikinci
görüşüne, yani sosyolojik görüşüne karşı yapılacak itirazın
aynısıdır. Aruntalar totemizmin başlangıçlarından çok daha ileride
görünmektedir. Babalığı yadsımaları, açıkça bilgisizliklerine
dayanmamaktadır, tersine birçok durumda soyun baba yolu sayılması
âdeti de vardır. Babalığı, ruhlarını onurlandırmaya çalışan bir
tür düşünüşe kurban etmiş görünmektedirler.
Bunlar bir ruh aracılığıyla gebe kalma efsanesini genel bir
gebelik görüşüne götürüyorlarsa da, biz bu nedenden ötürü onları,
çiftleşmeyle gebelik durumu konusunda, Hıristiyanlık efsanelerinin
ortaya çıkması sırasında yaşamış olan eski uluslardan daha da
bilgisiz sayamayız.
Totemizmin kökeni üzerine diğer bir psikolojik görüş, Hollandalı
yazar G.A. Wilcken tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş,
totemizmle ruh göçü arasında bir bağlılık bulur. "Yaygın inanca
göre, ölünün ruhunun geçtiği hayvan bir kan akrabası, bir ata olur
ve bu onur nedeniyle saygı görür." Fakat ruhların hayvanlara
geçmesi inancı totemizmi doğurmamış, totemizmden çıkmıştır.
Totemizm üzerine diğer bir görüş, ünlü Amerikan etnologları Franz
Boas, Hill Tout ve diğerlerince ileri sürülmüştür. Bu görüş,
totemli Amerika Kızılderili oymakları üzerinde yapılan gözlemlere
dayanır; buna göre, totem kökensel olarak bir atanın düşünde
alarak soyuna bıraktığı koruyucu ruhudur. Totemizmi tek bir
bireyin kalıtımıyla çıkarmanın güçlükleri bilinir; bundan başka
Avustralya gözlemleri, totemin gözeten ruha dayandırılmasını
doğrulayacak nitelikte değildir.
Psikolojik görüşlerin sonuncusu olan Wundt'un görüşü, iki olayı
kesin görmektedir: Birincisi, en eski ve bir hayli kabul gören,
totemin hayvan olması; ikincisi, ilk totem hayvanların ruhu olan
hayvanlardan olması. Kuş, yılan, kertenkele, fare gibi
hayvanların, son derece hareketli olmaları, havada uçmaları gibi
şaşkınlık ve korku uyandıran birçok nitelikleri yüzünden
bedenlerinden ayrılabilen ruhları olduğu kabul edilmiştir. Totem
olan hayvan, insan ruhunun hayvansal başkalaşımlarının bir
çocuğudur. Böylece, Wundt'a göre, totemizm ruh inancı ya da
animizmle doğrudan doğruya bağlıdır.
d) ve e) Ekzogaminin kökeni ve totemizmle ilişkisi
Totemizm görüşlerini oldukça geniş olarak ele aldım; bununla
birlikte sürekli konuyu toparlama zorunluluğundan ötürü, onu
yeterli derecede aydınlatamadığımı sanıyorum. Okurun çıkarını
düşünerek, çıkacak diğer sorunları da özetleme cesaretini
gösteriyorum. Totemli budunların ekzogamisi konusundaki
tartışmaların, kullanılan gereçlerin içeriği yüzünden özellikle
karmaşık, inatçı ve hatta karışık olduğu söylenebilir. Bereket
versin ki bu yapıtın amacı, yol gösterici noktalara işaret etmekle
ve konunun daha geniş olarak incelenmesi için sık sık alıntılar
yaptığım uzmanları göstermekle yetinmeme uygundur.
Bir yazarın ekzogami sorunlarına karşı aldığı tavır, totem
görüşlerinden birine karşı aldığı durumdan hiç kuşkusuz bağımsız
değildir. Totemizmin bu açıklamalarından bazılarının ekzogamiyle
hiçbir bağlılığı yoktur, bunlar iki kurumu birbirinden
ayırmaktadır. Demek ki birbirine karşıt iki görüş buluyoruz;
birisi, ekzogaminin totemik sistemin temel bir parçası olduğunu
kabul ettiği halde, diğeri böyle bir bağlılıktan kuşku duymakta ve
en eski ekinlerdeki bu iki niteliğin raslantı sonucu bir arada
bulunduğuna inanmaktadır. Son yapıtlarında Frazer şiddetle bu
ikinci görüşten yanadır.
Frazer, "totemizm ve ekzogami kurumlarının birçok boyda
raslantısal olarak çatıştığını ve kaynaştığını görmekle birlikte
köken ve içerik açısından ayrı olduklarını hep aklında tutmasını
okurdan rica ederim" demektedir. (Totemism and Exogamy, I, önsöz,
XII)
Frazer, öteki görüşün birçok güçlük ve yanılmaya yol açacağından
çekinmektedir. Böyle olduğu halde, birçok yazar ekzogamiyi
totemizmin zorunlu bir sonucu olarak görmenin yolunu bulmuştur.
Durkheim yazılarında, toteme yüklenen tabunun, aynı oymaktan
bir kadını cinsel alanda kullanmaya karşı nasıl birtakım yasaklar
koymuş olması gerektiğini göstermektedir. Totem, insanla aynı kana
sahiptir ve bu nedenden ötürü kan bağı (bekaretin bozulması ve
aybaşı aracılığıyla) aynı totemden bir kadınla cinsel birleşmeyi
yasaklamaktadır. Burada Durkheimle aynı kanıda olan Andrew
Lang, aynı boydan olan kadının tabu olması için kan tabusunun
koşul olmadığına inanmaya kadar varmaktadır, örneğin totem
olan ağacın gölgesinde oturmayı yasaklayan yaygın totem tabusu
yeterliydi.
Andrew Lang ekzogaminin bir kökeni daha olduğuna inanmakta
(aşağıya bakın) ve bu iki açıklamanın birbiriyle ne dereceye kadar
ilgili olduğunu kuşkulu bırakmaktadır.
Totemizmle ekzogami arasındaki zaman ilişkilerine gelince,
yazarların çoğu totemizmin, daha eski bir kurum olduğu ve
ekzogaminin daha sonra geldiği düşüncesinde birleşmektedir.
Ekzogamiyi totemizmden bağımsız olarak açıklamaya çalışan görüşler
arasında, yazarların ensest sorununa karşı aldığı çeşitli
tavırları göstermek açısından, yalnızca birkaç tanesini anmaya
gerek vardır.
MacLannan, ekzogaminin, kadına zorla sahip olmanın daha eski
biçimlerine işaret eden birtakım âdetlerin artıklarından çıkmış
olduğunu kestirmektedir. Ona göre, eski zamanlarda kadınları
yabancı boylardan sağlama yoluyla evlenmek âdet olduğundan, aynı
boydan bir kadınla evlenme yavaş yavaş "âdet olmadığı için uygun"
olmamaya başlamıştır. Böylece MacLennan, ekzogami âdetinin
kaynağını bu boylar arasında kadın kıtlığında aramıştır, bu da
birçok kız çocuğunun doğarken öldürülmesi âdetinden geliyordu. Biz
burada, gerçekteki olayların MacLannan'ın varsayımlarıyla uyuşup
uyuşmadığını araştırmakla ilgilenmemekteyiz. Ensest sorununun
burada tümüyle savsaklanmasından başka, bu varsayım şu sava da
yanıt vermemektedir: Boyun erkekleri niçin kendi kanlarından olan
bu az sayıdaki kadınlarla evlenmiyor?
Aksine, diğer yazarlar, ekzogaminin ensestin önüne geçen bir kurum
sayılması gerektiğini kuşkusuz haklı olarak kabul etmektedir.
Avustralya'daki evlenme kurallarının gittikçe karmaşıklaşmasını
incelersek, Morgan, Frazer, Howitt ve Baldwin Spencer'ın
sandıkları gibi, bu kurumların Frazer'in deyişiyle bilinçli
bir plan damgasını taşıdığını ve edim olarak yapmakta oldukları
işlevi yerine getirmek amacıyla oluşturulduğunu kolay kolay kabul
edemeyiz.
"Bu kadar karmaşık ve bu kadar kurallı bir sistemi bütün
ayrıntılarıyla açıklamak, başka hiçbir biçimde olası görünmüyor."
Şurası dikkate değer ki, evlilik sınıflarının kurulmasının ortaya
çıkardığı ilk yasaklar, genç kuşağın cinsel özgürlüğünü, yani
erkek kardeşlerle kız kardeşler arasında ve oğullarla anneler
arasındaki ensest ilişkisini etkilediği halde, babayla kızı
arasındaki ensest yalnızca daha kökten önlemlerle kaldırılmıştır.
Bununla birlikte ekzogaminin cinsel yasaklarını amaçlara
dayandırmak, bu kurumları yaratmış olan örgenin anlaşılmasına
hiçbir şey katmaz. Son çözümlemede, ekzogaminin kökü olarak
tanınması gereken ensest korkusu nereden çıkmaktadır?. Açıkça
görülüyor ki, kan akrabalarıyla cinsel birleşmeye karşı içgüdüsel
bir nefrete başvurmak, yani ensestten korkmayı ensest korkusuna
yüklemek yeterli değildir; çünkü toplumsal deneyim, bu içgüdüye
karşın, ensestin bizim toplumumuzda bile ender bir olay olmadığını
ve tarih deneyimimiz de birtakım ayrıcalıklı kimselerin tabu olan
kimselerle evlenmesinin âdet olduğu yerler bulunduğunu bize
göstermektedir.
Westermack ensest korkusunu şöyle açıklar: "Çocukluktan beri
birlikte yaşayan kişiler arasında cinsel ilişkiye karşı bir nefret
vardır ve bu gibi kişiler kural olarak kan akrabası olmaları
yönünden, bu duygu birbirine bu denli yakın kimseler arasında
cinsel ilişkiyi yasak eden âdet ve yasalarda doğal bir anlatım
bulmaktadır." Bu nefretin içgüdüsel içeriğini Havelock Ellis
Studies in the Psychology of Sex adlı yapıtında tartışma konusu
yapmakla birlikte, o da aynı açıklamayı temelleri açısından kabul
etmektedir: Çocukluktan beri birlikte yaşayan erkek ve kız
kardeşlerde, oğlan ve kızlarda birleşme içgüdüsünün doğal olarak
görünmemesi, bu koşullar altında çiftleşme içgüdüsünü uyandıracak
koşulların bulunmaması yüzünden ortaya çıkan, tümüyle olumsuz bir
olaydır... Çünkü çocukluktan beri birlikte büyüyen kimseler
arasındaki alışkanlıklar görme, işitme ve dokunma gibi maddi
çekimleri kökleştirir ve cinsel isteği uyandırmak için koşul olan
erotik uyarıları uyandırma gücünü ortadan kaldırarak dingin bir
sevgi kanalına çevirir."
Çocukluklarını bir arada geçiren kimseler arasında cinsel ilişkiye
karşı doğuştan gelen bu nefreti, Westermarck'ın biyolojik bakımdan
içeriden üremenin tür için zararlı oluşunun psikolojik bir
anlatımı olarak düşünmesi, bana çok dikkate değer geliyor. Böyle
bir biyolojik içgüdünün psikolojik görünümünün, üreme bakımından
zararlı olan kan akrabaları arasında evlenmeyi etkilemekle
kalmayıp bu bakımdan zararsız olan aynı çatı altında yaşayan
kimseler arasındaki evlenmeyi de etkilemesi kabul olunamaz.
Burada, Frazer'in Westermarck'a karşı ileri sürdüğü yetkin
eleştirileri anmaktan kendimi alamıyorum. Frazer, cinsel
duyarlılığın bugün aynı çatı altında yaşayan kimseler arasında
cinsel ilişkiye asla engel olmadığı halde, bu isteksizliğin bir
sonucu olduğu savlanan, ensest korkusunun bugün bu kadar etkili
olmasını anlayamadığını söylemektedir. Fakat Frazer'in
eleştirileri daha da ileriye gider, tabu konusundaki bölümümüzde
ileri sürdüğüm savlara temel bir biçimde uyduğu için bunları
olduğu gibi buraya geçiriyorum.
"Köklü bir insansal içgüdünün yasa yoluyla güçlendirilmesine neden
gerek olsun? İnsana yemeyi ve içmeyi buyuran ya da ellerini ateşe
koymasını yasaklayan bir yasa yoktur. İnsanlar bu içgüdülerine
karşı yapılacak şiddet hareketleriyle ve hukuki cezalarla değil,
doğal cezalardan korktukları için içgüdüsel olarak yer, içer ve
ellerini ateşe sokmaktan sakınırlar; yasa, insanların ancak
içgüdülerinin kışkırttığı şeyleri yapmalarını yasaklar; doğanın
kendisinin yasakladığı ve cezalandırdığı şeyi yasanın da
yasaklaması ve cezalandırması saçma bir şeydir. Öyleyse hemen
kabul edebiliriz ki, yasanın yasakladığı cinayetler, birçok
kimsenin doğal bir eğilim duyduğu cinayetlerdir. Eğer böyle bir
eğilim olmasaydı, böyle cinayetler olmaz ve bu cinayetler de
işlenmemiş olsaydı, onları yasaklamaya gerek kalmazdı. Öyleyse,
enseste karşı gösterilen doğal nefretin yasa tarafından
yasaklandığı için doğmuş olduğunu kabul etmek yerine, ondan yana
çalışan doğal bir içgüdü olduğunu kabul etmek gerekir; yasa bunu
yasaklıyorsa, uygarlaşmış insanlar bu doğal içgüdülerin doyumunun
toplumun genel çıkarlarına zararlı olduğunu anladığı için
yasaklıyor".
Frazer'in bu değerli savına ben şunu katarak diyeceğim ki,
psikanaliz denemeleri ensest ilişkilerine karşı doğuştan bir
tiksinme olduğunu kabul etme olanağını ortadan kaldırmıştır.
Tersine, bu denemeler gençlerin ilk cinsel içtepilerinin daima
ensest yapmaya eğilimli olduğunu ve bu edinilmiş içtepilerin, daha
sonraki nevrozların nedeni olarak kabul edebileceğimiz bir rol
oynadığını göstermiştir.
Öyleyse ensest korkusunu, doğuştan gelen bir içtepi olarak
açıklamaktan vazgeçmek gerekir. Ensestin kökeni üzerine birçok
yandaşı olan diğer bir görüş için de, yani ilkel budunların içten
üremenin gösterdiği tehlikeyi görerek bilinçli olarak ensest
yasağını koyduğunu kabul eden görüş için de aynı şeyi
söyleyebiliriz. Ensest korkusunu böylece açıklamak isteyenlere
karşı birçok itiraz ileri sürülmüştür. İnsanlar, içten
üremenin soyun nitelikleri üzerine yaptığı etkiyi ancak
hayvanlardan öğrenebilirdi, oysa ensest yasağının evcil
hayvanların üretiminden önce bulunması şöyle dursun, içeriden
üremenin zararlı sonuçları bugün bile bütün kuşkulardan bağımsız
olarak kanıtlanmamıştır ve insanlarda böyle bir sonuç doğurduğu da
ancak güçlükle gösterilebilir. Bundan başka bugünkü ilkeller
konusundaki bilgilerimiz, bu insanların en eski atalarının,
gelecek kuşakların zarar görmesinin önüne geçmeyi düşündüğünü
sanmamızı sağlayacak gibi değildir. Bugün bizim ekinimizde bile
kolay kolay yerleşmeyen sağlık ve ırk sağlığı düşüncelerinin,
yarını düşünmeden yaşayan ve bugüne göre insanlığın çocukluk
döneminde bulunan insanlar arasında düşünüldüğünü sanmak,
adamakıllı gülünç bir şey olur. Ve sonuç olarak şunu da
belirtelim ki, ırkı zayıflatma etmeni olma açısından içeriden
üremeye karşı uygulamasal sağlık düşünceleriyle konan bir yasak,
bizim toplumumuzun enseste karşı duyduğu derin tiksintiyi
açıklayamaz. Bu ensest korkusu, diğer bir yerde de gösterdiğim
gibi, uygar insanlardan çok bugün yaşayan ilkel insanlar
arasında çok etkili ve güçlüdür.
Ensest korkusunun kökenini araştırırken burada da sosyolojik,
biyolojik ve psikolojik açıklamalar arasında bir seçme yapmamız
beklenebilirdi ve biz psikolojik örgeleri belki de biyolojik
güçlerin görünümleri olarak ele alabilirdik. Buna karşın yine en
sonunda insan Frazer'in düşüncelerinden vazgeçerken, onun
söylediklerine, yani ensest korkusunun kökenini ve hatta onu nasıl
tahmin edeceğimizi bile bilmediğimiz sözüne katılmaktan kendini
alamıyor. Buraya kadar ileri sürülen bilmecenin çözülme
yollarından hiçbiri bize inandırıcı gelmemektedir.
Burada, şimdiye kadar söylenen görüşlerden tümüyle ayrı bir
içerikte olan ve ensestin kökenini açıklamaya çalışan diğer bir
görüşü daha anmalıyım. Buna tarihsel açıklama diyebiliriz.
Bu açıklama girişimi, Charles Darwin'in insanlığın ilk toplumsal
durumu konusundaki bir varsayımından ortaya çıkmaktadır. Darwin,
daha yüksek maymunların alışkanlıklarna bakarak insanların da,
kökensel olarak küçük sürüler halinde yaşadığı ve bu sürülerin
içinde en eski ve en güçlü erkeğin kıskançlığı, cinsel
promiskuite'yi * yasakladığı sonucuna varmıştı. "Rakipleriyle
dövüşmek için özel silahlarla donanmış olan bütün erkek "dört
ayaklılar''ın kıskançlığı üzerine bildiklerimizden, doğa
durumundayken promiskuite biçiminde birleşmenin kesinlikle
olasılık dışı olduğunu çıkarabiliriz... Buna dayanarak çok
gerilere gidersek ve bugünkü biçimiyle insanın toplumsal
alışkanlıklarına bakarak yargıya varırsak, insanların başlangıçta,
her biri tek ya da güçlüyse birçok karısı olan ve bu kadınları
başkalarına karşı kıskançlıkla savunan küçük topluluklar halinde
yaşamış olmaları olasıdır. Ya da toplumsal bir hayvan
değildiyseler bile, goril gibi, birçok dişiyle birlikte
yaşıyorlardı; çünkü bütün yerliler, oy birliğiyle yalnızca bir
ergin goril erkeğin topluluk içinde görüldüğünü söylemektedir;
genç erkek büyüdüğü zaman bir üstünlük kavgası başlar; en güçlü
olan başkalarını öldürerek ya da sürerek kendisi topluluğun başına
geçer. (Dr. Savage'in Boston Journal of Natural History, cilt V,
1845-7.) Daha genç erkekler bu yolla sürülerek başıboş dolaşırlar.
Her biri en sonunda bir eş bulmayı başarınca, kendi ailesinin
sınırları içinde üremeyi daha sıkı bir biçimde yasaklar.''
Darwin'in betimlediği bir ilkel sürüde görülen bu koşulların
gerçekte genç erkeklerin dışarıdan evlenmesi kuralına yol açtığını
ilk anlayan Atkinson olmuştur. Bu sürgünlerin her biri,
başkanın kıskançlığı yüzünden içeriden çiftleşmenin yasak olduğu
başka bir topluluk bulabiliyordu ve zamanla bu koşulların, bugün
yasa olarak bilinen "sürünün üyeleriyle cinsel birleşme olamaz''
kuralını ortaya çıkarması olasıdır.
Andrew Lang ekzogaminin bu açıklamasına yandaş olduğunu ilan
etmiştir. Fakat yine aynı kitapta ekzogamiyi totem yasalarının bir
sonucu olarak açıklayan Durkheim'in görüşünü de savunur. Bu iki
açıklama biçimini uyuşturmak çok güçtür; birincisinde, ekzogami
totemizmden önce gelmektedir; ikincisinde ise totemizm onun bir
sonucudur.
Bu karanlığı psikanaliz incelemeleri aydınlatıyor.
Çocuğun hayvanlarla olan ilişkisinin ilkel adamın ilişkisiyle
birçok ortak yanı vardır. Ergin uygar adama kendisiyle bütün diğer
hayvanlar arasında bıçak kesmişçesine bir ayırım yaptıran gururun
çocukta henüz daha hiçbir izi görülmez. Çocuk hiç çekinmeksizin
hayvanları kendisiyle eşit sayar; hayvanla kendisi arasında, hiç
kuşkusuz daha gizemli olan erginden çok daha sıkı bir ilişki görür
ve bunu kendi gereksiniminin yönlendirdiği bir özgürlük içinde
yapar.
Çocukla hayvan arasındaki bu eksiksiz anlaşmada sık sık birtakım
garip karışmalar görülür. Çocuk birdenbire bir hayvan türünden
korkmaya ve bu türün bir bireyini görmeye ya da dokunmaya karşı
kendini korumaya başlar. Bu yaşın psikonevrozlu hastalıkları
arasında en sık geçenlerden biri olan ve belki de böyle bir
hastalığın en eski biçimi olan hayvan fobisinin hastalıklı
görünümü ortaya çıkar. Bu fobi genellikle çocuğun o zamana kadar
en canlı ilgisini gösterdiği hayvanlara karşıdır ve tek bir
hayvanla hiçbir ilgisi yoktur. Kentlerde fobinin nesnesi olarak
seçilen hayvanlar sınırlıdır. Bunlar at, köpek, kedi, pek ender
olarak kuş ve dikkati çeken biçimde genellikle tahtakurusu ve
kelebek gibi çok küçük hayvanlardır. Bazen çocuğun resimli
kitaplardan ve masallardan öğrendiği hayvanlar, bu fobilerle
kendini gösteren anlamsız ve aşırı üzüntü nesneleri olur;
alışılmışın dışında böyle bir üzüntünün ortaya çıkış biçimini
öğrenmek ender olarak mümkündür. Aşağıdaki olayı, Dr. Karl
Abraham'a borçluyum: Bir çocuk eşek arısından korkmakta ve bu
korkusunu da eşek arısının renginin ve nakışlarının, kendisine
korkunç öykülerden işittiği kaplanları anımsatmasıyla
açıklamaktadır.
Çocukların hayvan fobileri henüz daha dikkatli bir çözümlemeli
araştırmanın konusu olmamıştır, oysa böyle bir incelemeye konu
olmaya değerler. Bu savsaklamanın nedenleri, bu kadar küçük
yaştaki çocukları çözümlemenin güç olması olasılığıdır. Onun için
bu gibi hastalıkların genel anlamının bilindiği söylenemez, ben
kendim de bunun anlamının bütün olaylarda aynı olacağını
sanmıyorum. Fakat daha büyük hayvanlara yorulan benzer birtakım
fobilerin çözümlenebileceği kanıtlanmış ve bu yolla sırlar
araştırmacıya açılmıştır. Bütün olaylarda incelenen çocuklar oğlan
olduğu zaman, korkunun dibinde baba korkusunun olduğu ve yalnızca
bunun hayvan üzerine kaydırıldığı görülmüştür.
Psikanalizde deneyimi olan herkes hiç kuşkusuz bu gibi olayları
görmüş ve aynı izlenimi edinmiştir. Fakat ben bu konu üzerinde
ancak geniş kapsamlı birkaç rapora işaret edebileceğim. Bunun
nedeni, bu gibi olaylar üzerindeki yayınların azlığıdır; fakat
bundan genel savımızın yalnızca dağınık gözlemlere dayanacağı
sonucu çıkarılmamalıdır. Örneğin çocukların nevrozlarını büyük bir
anlayışla inceleyen bir yazarı, Odesalı M. Wulff'u anacağım. Wulff,
bir hastalığın öyküsünü anlatırken, dokuz yaşında bir oğlan
çocuğun dört yaşındayken köpek fobisine tutulduğunu söyler. "Çocuk
sokakta koşan bir köpek görür görmez ağlamaya ve 'cici köpek bana
dokunma; uslu duracağım' diye bağırmaya başlıyordu. " 'Uslu
durmak'la, 'Bir daha keman çalmayacağım' (Yani mastürbasyon *
yapmayacağım) demek istiyordu.''
Bundan sonra aynı yazar durumu şöyle özetler: "Çocuğun köpek
fobisi gerçekte köpek üzerine kaydırılmış baba korkusudur; çünkü
'köpek, uslu duracağım', yani 'mastürbasyon yapmayacağım' anlatımı
gerçekte kendisine mastürbasyonu yasaklamış olan babasına işaret
ediyordu.'' Yazar bundan sonra, benim deneyimimle tümüyle birleşen
ve aynı zamanda bu gibi deneyimlerin bolluğuna tanıklık eden bazı
şeyler ekler: "Bu gibi (at, köpek kedi, tavuk, vb. evcil hayvan)
fobiler, kanımca, çocukluktaki pavor nocturnus kadar sıklıkla
görülür ve genellikle çözümlemede kendilerini ana babadan birine
karşı olan korkunun hayvanlar üzerine kaydırılmasıyla gösterirler.
Çok yayılmış olan fare fobisinin de aynı mekanizmayı taşıdığını
savlamaya hazırlanmış değilim.''
Jahrburch für psychoanalytische und psychopathologische
Forschungen'in ilk cildinde babası tarafından tedavim altına
verilmiş olan "Beş yaşında bir oğlan çocuğun fobisinin
çözümlemesi''ni bildirmiştim.
Bu bir at korkusuydu ve bunun sonucunda da çocuk sokakta yürümek
istemiyordu. Hatta atın odasına kadar gireceğini ve kendisini
ısıracağını söylüyordu. Bu gösteriyor ki, çocuk atın düşmesi
(ölmesi) için içinde duyduğu isteğin bir cezası olarak onun
kendisini ısıracağından korkuyordu. Kendisine güven vererek baba
korkusundan çocuğu kurtardıktan sonra, çocuğun kendi içinde
babanın yokluğunun (ayrılması ya da ölmesi) oluşturduğu isteklerle
çatışmakta olduğu görülmüştü. Yalnızca, yeni açılmaya başlayan
cinsel isteklerinin karanlık yönlendirmelerle annesine karşı
duyduğu sevgide babasını kendisine rakip duyumsamakta olduğunu
açıkça göstermişti. Öyleyse bu çocukta, erkek çocukların ana
babaya karşı aldığı "Oidipus karmaşığı'' adını verdiğimiz ve
içerisinde genellikle nevrozların merkezi karmaşığını bulduğumuz
tavrın bir örneği vardı. "Küçük Hans''ın çözümlemesiyle totemizm
için çok değerli bir olayı, yani bu gibi koşullar altında çocuğun
duygularının bir bölümünü babadan bir hayvana kaydırdığını
öğrenmekteyiz.
Çözümleme, böyle bir kaydırmanın, içerik bakımından hem anlamlı,
hem de raslantısal olan çağrışım yollarını bize göstermiştir. Aynı
zamanda bu kaydırmanın örgelerini tahmin etmeyi de mümkün
kılmıştır.
Anne için babayla yarışmadan doğan nefret, çocuğun psişik
yaşamından yasaksız geçmezdi; başlangıçtan beri babası için
duyduğu şefkat ve hayranlığın ardına düşmek zorundaydı, öyle ki
çocukta babasına karşı çifte ya da çift değerli bir duygu vardı.
Bu çift duygu çatışmasından kendini, düşmanca duygularını
babasının yerine gelebilecek birisinin üzerine kaydırmakla
kurtarıyordu. Bununla birlikte kaydırma işi sevgi duygularıyla
düşmanlık duyguları arasında bir denklik oluşturarak çatışmayı
hafifletemiyordu. Aksine, çatışma duyguları, kaydırılmış olduğu ve
çift duyguların çevrildiği nesne üzerinde sürüyordu. Hiç kuşkusuz,
küçük Hans atlardan yalnızca korkmuyor, aynı zamanda onlara karşı
saygı ve ilgi de duyuyordu. Korkusu azalınca Hans kendini korktuğu
hayvanla özdeşleştirdi; bir at gibi sıçradı, o zaman babasını
ısıran kendisi oluyordu.
Fobinin çözülüşünün diğer bir evresinde ana babasını diğer büyük
hayvanlarla özdeşleştirmekten çekinmedi.
Çocukların bu hayvan fobilerinde, totemizmin bazı niteliklerinin
olumsuz bir biçimde anlatıldığını seziyoruz.
Çocukta olumlu totemizm olayı demek gereken güzel bir bireysel
gözlemi S. Ferenczi'ye borçluyuz. Ferenczi'nin anlattığı
küçük Arpad'da totemik ilgiler Oidipus karmaşığıyla doğrudan
doğruya ilgili olarak uyanmamakta, narsistik bir temelle, yani
hadım edilme korkusuyla başlamaktadır. Fakat küçük Hans'ın
geçmişine dikkatle bakılacak olursa, orada da, babanın üreme
organları büyük olduğu için çocuğun ona hayranlık ve korku
duyduğu, çocuğun kendi üreme organlarını tehdit etmesinden
korkulduğunu gösteren birçok kanıt olduğu görülür. Hadım edilme
karmaşığında olduğu kadar Oidipus karmaşığında da, baba, çocuğun
cinsel ilgilerine karşı korkulan bir karşıcı rolünü oynamaktadır.
Hadım edilme ve onun yerine geçen körlük, çocuğun korktuğu
cezadır.
Küçük Arpad iki buçuk yaşında, bir yazlıkta, tavuk kümesinde
işemeye çalışırken, bir tavuk çocuğun üreme organını ısırmış ya da
gagalamış. Bir yıl sonra yine aynı yere geldikleri zaman çocuk
tavuk oluyor, yalnızca kümesle ve kümeste olup bitenlerle
ilgileniyordu, insan gibi konuşmaktan vazgeçerek gıdaklamaya ve
ötmeye başlamıştı. Gözlem dönemi sırasında, beş yaşındayken,
yeniden konuşmaya başlamıştı; fakat bütün sözlerinin konusu
piliçler, tavuklar, horozlardı. Tavuklardan başka hiçbir oyuncakla
oynamıyor, içinde tavuklarla ilgili bir şey olmayan hiçbir şarkı
söylemiyordu. Totem hayvanına karşı aldığı tavır tümüyle çift bir
duyguydu, yani tavuğa karşı aşırı bir nefret ve sevgi
gösteriyordu. Tavuk kesme oyunu oynamaya bayılırdı. "Tavuk
kesildiği zaman, onun için eksiksiz bir şölen olurdu.Hayvanın
ölüsünün çevresinde saatlerce dans eder ve bu sırada şiddetli bir
coşma durumu gösterirdi". Fakat ondan sonra, kesilen hayvanı
öper, elleriyle okşar, kötü kullandığı oyuncak tavuklarını
temizler ve okşardı.
Bu garip davranışların anlamını Arpad'ın kendisi aydınlattı. Zaman
zaman isteklerini totemik anlatım yöntemi yerine günlük yaşamın
anlatım yöntemiyle dile getiriyordu. Bir gün şöyle bir şey
söyledi: "Babam horozdur; ben küçüğüm, ben pilicim. Büyüdüğüm
zaman tavuk olacağım. Daha çok büyüyünce horoz olacağım." Bir gün
ansızın (tavuk kızartmasına benzeterek) "Anne kızartması" yemek
istediğini söyledi. Üreme organıyla oynaması yüzünden kendisini
hadım etmeyle tehdit ettikleri kadar kendisi de başkalarını
açıktan açığa hadım etmeyle tehdit ediyordu.
Ferenczi'ye göre tavuk kümesinde olan bitenlere karşı çocuğun
gösterdiği ilginin kökeni kuşku duyulamayacak kadar ortadadır:
"Tavukla horoz arasındaki sürekli cinsel etkinlik, yumurtlama ve
civcivlerin çıkması, bu ilginin kökenidir." Bu olaylar,
çocuğun insanlar arasındaki ilişkilere karşı duyduğu cinsel merakı
doyurmuyordu. Komşu bir kadına söylediği şu sözlerde görüldüğü
gibi nesne isteyiş biçiminde tavuğun yaşamı kendisine örnek
oluyordu: "Seninle, kız kardeşimle, üç kuzenimle ve aşçıyla
evleneceğim; hayır, aşçının yerine annemle evleneceğim."
Bu gözlemler konusundaki düşüncemizi daha sonra
tamamlayabileceğiz; şimdilik yalnızca totemizmin iki niteliğine
benzeyen iki niteliğe işaret edeceğiz, o da totem hayvanla tam bir
özdeşleşme ve hayvana karşı çift değerli bir duygu
beslenmesidir. Bu gözlemler karşısında totemizmin erkek formülünde
totem olan hayvan yerine babayı koymakta pekâlâ haklıyız.
Bunu yapmakla yepyeni ve gözüpek bir adım atmış da oluyoruz. Çünkü
bunu bizzat ilkellerin kendileri söylemekteler; totemik sistemin
bugün geçerli olduğu yerlerde, toteme ata ve ilk baba denmektedir.
Biz yalnızca bu budunların kullandığı ve etnologları şaşırtan ve o
yüzden bu noktayı savsaklamaya yönelten bu anlatımı olduğu gibi
alıyoruz: Oysa psikanaliz bu noktaya gözümüzü açmakta ve totemizmi
açıklamaya çalışırken, onunla totemizm arasındaki bağı
göstermemizi anımsatmaktadır.
Bu yer değiştirmenin ilk sonucu oldukça dikkate değer. Totem olan
hayvan eğer babaysa, o zaman totemizmin başlıca iki buyruğu, yani
onun çekirdeğini oluşturan iki tabu kuralı (totem hayvanı
öldürmeme ve aynı toteme bağlı kadını cinsel amaçlar için
kullanmama kuralları) içerik açısından, babasını öldüren ve
annesiyle evlenen Oidipus'un iki cinayetinin; ve çocukta yeterli
derecede itilmemesi ya da yeniden uyanması yüzünden bütün
nevrozların çekirdeği olan iki ilkel isteğin aynısıdır. Eğer bu
benzerlik raslantının aldatıcı bir oyunu değilse, tarihten önceki
zamanlardaki totemizmin kökeni aydınlatılabilecektir. Diğer bir
deyişle, küçük Hans'ın hayvan fobisi ve küçük Arpad'ın tavuk
sapıtımı nasıl Oidipus karmaşığını oluşturan koşullar altında
gerçekleşmişse, totemik sistemin de büyük bir olasılıkla bu
koşullar altında oluştuğu gösterilebilecektir. Bu olanağın nasıl
ortaya çıktığını göstermek için totemik sistemin ya da totemik
dinin şimdiye kadar tartışma konusu yapmadığımız bir özelliğini
inceleyeceğiz.
1894'te ölen ve fizikçi, filolog, Kutsal Kitap uzmanı ve bir
arkeolog, keskin ve özgür düşünceli olduğu kadar çok yönlü bir
bilgin olan W. Robertson Smith, The Religion of the Semites adlı yapıtında, totem şöleni denen garip bir törenin başlangıçtan
beri totemik sistemin tamamlayıcı bir parçası olduğu varsayımını
ortaya atmıştı.
|