RUSYA'DA karşı-devrim dönemi yalnızca "yıldırım ve gökgürültüsü"nü
değil, hareket karşısında düş kırıklığını, ortak güçlere
inançsızlığı da getirdi. Önceleri "parlak bir geleceğe"
inanılmıştı ve insanlar, milliyetlerinden bağımsız olarak,
birlikte savaşıyorlardı: Her şeyden önce ortak sorunlar! Daha
sonra içe bir kuşku girdi ve insanlar, herkes kendi ulusal
yuvasına dönmek üzere, birbirlerinden ayrılmaya başladılar.
Kimse kendinden başka kimseye güvenmesin! Her şeyden önce "ulusal
sorun"!
Aynı zamanda ülkede iktisadi yaşamın ciddi bir düzenlenmesi
görülüyordu. 1905 yılı ülke için yitirilmiş bir yıl olmamıştı:
Kırdaki serflik (*) rejimi
kalıntıları bir darbe daha yemişti. Kıtlıkların ardından gelen bir
dizi iyi hasat ve onu izleyen sınai gelişme, kapitalizmi
ilerletti. Kırdaki farklılaşma ve kentlerin büyümesi, ticaret ve
ulaştırma yollarının gelişmesi, ileriye doğru büyük bir adım
attırdılar. Bu, özellikle çevre-bölgeler (periphe-rie) için
doğrudur. Ne var ki, bu, Rusya'yı oluşturan milliyetlerin iktisadi
bakımdan sağlamlaşma sürecini hızlandırmaktan geri kalamazdı. Bu
milliyetler harekete geçeceklerdi...
Bu dönemde kurulan "anayasal rejim"de, milliyetlerin uyanışı
doğrultusunda etkili oluyordu. Gazetelerin ve genel olarak
yazının gelişmesi, basının ve kültür kuruluşlarının belirli bir
özgürlüğü, halk tiyatrolarının gelişmesi vb. kuşkusuz, "ulusal
duyguların pekişmesine katkıda bulunmuşlardır. Seçim kampanyası ve
siyasal gruplar ile birlikte Duma, ulusları canlandırmak için yeni
olanaklar, onların harekete geçmesi için yeni ve geniş bir alan
açmıştı.
Yukarıdan gelen kavgacı milliyetçilik dalgası, kendi "özgürlük
aşkı" adına çevreden öcünü alan "iktidar sahiplerimden gelen tüm
bir baskılar dizisi, aşağıdan yükselen ve bazen kaba bir şovenizme
dönüşen bir milliyetçilik karşı-dalgasına yol açtı. Yahudiler
arasında Siyonizm'in (2)
güçlenmesi, Polonya'da artan şovenizm, Tatarlar arasındaki
Panislamizm, (3) Ermeniler, Gürcüler,
Ukraynalılar arasında milliyetçiliğin pekişmesi, ortalama adamın
genel Yahudi düşmanlığı (anti-sernitisme) eğilimi, bütün bunlar,
herkesin bildiği olgulardır.
İşçi yığınlarını sürükleme tehlikesi gösteren milliyetçilik
dalgası, durmadan güçlenerek, yükseliyordu ve kurtuluş hareketi ne
kadar güçten düşüyorduysa, milliyetçilik çiçekleri de öylesine
açıyordu.
Bu güç zamanda, sosyal-demokrasiye büyük bir görev düşüyordu:
Milliyetçiliğe saldırmak, yığınları genel "salgın"dan korumak.
Çünkü bunu, milliyetçiliğin karşısına enternasyonalizmin denenmiş
silahını, sınıflar savaşımının birlik ve bölünemezliğini
çıkartarak, sosyal-demokrasi ve yalnızca sosyal-demokrasi
yapabilirdi ve milliyetçilik dalgası ne kadar yükselirse,
sosyal-demokrasinin sesi de, Rusya'nın tüm milliyetleri
proleterlerinin kardeşliği ve birliği yararına, o kadar olmalıydı.
Bu durumda, milliyetçi hareketle doğrudan çatışan çevre-bölge
sosyal-demokratları, özel bir sarsılmazlık örneği
göstermeliydiler.
Oysa, bütün sosyal-demokratlar ve her şeyden önce de çevre-bölge
sosyal-demokratları, bu görev düzeyinde görünmediler. Daha önce
ortak görevleri vurgulayan Bund, (4)
şimdi ön plana salt milliyetçi ve nitelik taşıyan kendi özel
ereklerini koymaya başlamıştı: Bund, kendi seçim kampanyasında,
"cumartesi tatili" ve "Yidiş dilinin tanınması"nı,
(5) savaşım istemi olarak
açıklamaya kadar gitmişti. (6)
Bund, Kafkasya'dan izlendi; daha önce, öbür Kafkas
sosyal-demokratları ile birlikte, "ulusal-kültürel özerklik"i
yadsıyan Kafkas sosyal-demokratlarının bir kesimi, şimdi bunu
günün istemi durumuna getirdiler. (7)
Milliyetçi dalgalanmaları diplomatik bir dille onaylayan
likidatörler (**) konferansından
(8) söz bile etmiyoruz.
(9)
Öyleyse bundan, Rus sosyal-demokrasisinin ulusal sorun
üzerindeki görüşlerinin, henüz tüm sosyal-demokratlar için açık
olmadıkları sonucu çıkar.
Ulusal sorunun bütün yönleri ile ciddi bir incelenmesinin zorunlu
olduğu açıktır. Tutarlı sosyal-demokratların, nerden gelirse
gelsin, ulusalcı sisi dağıtmak için eşgüdümlü ve yorulmaz bir çaba
göstermeleri gerek.
I . ULUS
Ulus Nedir?
Ulus, her şeyden önce, bir topluluk, belirli bir bireyler
topluluğudur. Bu topluluk, ne ırk topluluğudur, ne de aşiret
topluluğu. Bugünkü İtalyan ulusu, Romalılardan, Cermenlerden,
Etrüsklerden, Yunanlılardan, Araplardan vb. oluşmuştur. Fransız
ulusu, Galyalılardan, Romalılardan, Brötonlardan, Cermenlerden vb.
kurulmuştur. Çeşitli ırk ve aşiretlerden insanlarla uluslar
biçiminde oluşmuş İngilizler. Almanlar ve başkaları için de aynı
şey söylenebilir.
Demek ki, ulus bir ırk ya da aşiret topluluğu değil ama tarihsel
olarak oluşmuş bir insanlar topluluğudur.
Öte yandan, tarihsel olarak oluşmuş, çeşitli aşiret ve ırklardan
oluşmuş olmalarına karşın, Keyhüsrev ya da İskender'in büyük
devletlerinin ulus olarak adlandırılmayacaklar da kuşkusuzdur.
Bunlar ulus değil ama şu ya da bu fatihin başarı ya da
başarısızlıklarına göre birleşip ayrılan, raslantısal ve kendi
aralarında pek bağlı olmayan gruplar topluluğuydular.
Demek ki, ulus raslantısal ve geçici bir topluluk değil, kararlı
bir insanlar topluluğudur.
Ne var ki, her kararlı topluluk, ulusu oluşturmaz. Avusturya ve
Rusya da kararlı topluluklardır, gene de kimse onları ulus olarak
adlandırmaz. Ulusal topluluğu, devlet topluluğundan ne ayırır?
Öteki şeyler yanında, ulusal topluluğun, ortak bir dil olmaksızın
düşünülemeyeceği olgusu ayınr; oysa devlet için ortak bir dil
zorunlu değildir. Avusturya’daki Çek ve Rusya'daki Polonya
ulusları, her birinin ortak bir dili olmaksızın varolamazlardı;
gene de Rusya ve Avusturya içindeki bir dizi dillerin varlığı, bu
devletlerin birliğini engellemez. Burada elbette konuşulan, halk
dilleri söz konusudur, yoksa yönetimlerin resmi dilleri değil.
Demek ki, dil birliği, ulusun ayına özelliklerinden biridir.
Bu, elbette çeşitli ulusların her zaman ve her yerde ayrı diller
konuştukları ya da aynı dili konuşan insanların zorunlu olarak bir
tek ulus oluşturdukları anlamına gelmez. Her ulus için ortak bir
dil ama çeşitli uluslar için zorunlu olarak ayrı diller değil!
Aynı zamanda birkaç dili birden konuşan ulus olmaz ama bu, aynı
dili konuşan iki ulus olamaz anlamına da gelmez! İngilizler ile
Kuzey Amerikalılar aynı dili konuşurlar ama gene de aynı bir ulusu
oluşturmazlar. Norveçliler ve Danimarkalılar, İngilizler ve
İrlandalılar için de aynı şey söylenebilir.
Ancak; örneğin İngilizler ile Kuzey Amerikalılar, ortak dillerine
karşın, neden tek bir ulus oluşturmazlar?
Her şeyden önce yan yana değil, birbirinden ayrı topraklar
üzerinde yaşadıkları için. Bir ulus, ancak sürekli ve düzenli
ilişkiler sonucu, insanların, kuşaktan kuşağa ortak yaşamı sonucu
oluşur. Ne var ki, ortak bir toprak olmadıkça, uzun bir ortaklaşa
yaşam olanaksızdır. İngilizler ile Amerikalılar, vaktiyle bir tek
toprak üzerinde, İngiltere'de yaşıyor ve tek bir ulus
oluşturuyorlardı. Sonra, İngilizlerin bir bölümü, İngiltere'den,
yeni bir toprağa, Amerika'ya doğru göçtü ve orada, bu yeni toprak
üzerinde, zamanla, yeni bir ulus; Kuzey Amerikan ulusunu
oluşturdu. Toprakların ayrılığı, birbirinden ayrı ulusların
oluşmasına yol açtı.
Demek ki, toprak birliği, ulusun ayırıcı özelliklerinden biridir.
Ancak hepsi bu değil. Toprak birliği henüz kendi başına bir ulus
oluşturmaz. Bunun için, ayrıca, ulusun çeşitli bölümlerini tek bir
bütün biçiminde kaynaştıran içsel bir iktisadi bağın olması da
gerekir. İngiltere ile Kuzey Amerika arasında böyle bir bağ yoktur
ve bundan ötürü bunlar iki ayrı ulus oluştururlar ama Kuzey
Amerikalılar da, eğer Kuzey Amerika'nın çeşitli noktalan,
aralarındaki işbölümü, ulaştırma yollarının gelişmesi vb.
sayesinde, kendi aralarında tek bir iktisadi bütün biçiminde
birleşmiş olmasalardı, ulus olarak adlandırılamazlardı.
Örneğin, Gürcüleri alalım. Reform öncesi Gürcüleri
(10) ortak bir toprak üzerinde
yaşıyor ve tek bir dil konuşuyorlardı ama gene de, sözcüğün tam
anlamıyla söylemek gerekirse, tek bir ulus oluşturmuyorlardı;
çünkü, birbirinden kopuk bir dizi prenslikler biçiminde bölünmüş
bulunduklarından, ortak bir iktisadi yaşam sürdüremiyorlar,
yüzyıllar boyunca birbirleri ile savaşıyorlar, İranlılar ile
Türkleri birbirine karşı kışkırtarak, birbirlerini yıkıma
uğratıyorlardı. Bazen talihli bir Çar’ın gerçekleştirme başarısı
gösterdiği prensliklerin geçici ve raslantısal birleşmesi de en
iyi durumda, prenslerin kaprisleri ve köylülerin kayıtsızlığı
yüzünden hızla başarısızlığa uğramak üzere, ancak yüzeysel yönetim
alanını kapsıyordu. Ayrıca, Gürcistan'ın iktisadi parçalanmışlığı
karşısında, başka türlü de olamazdı.
Gürcistan, ulus olarak ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında
serfliğin sonu ve ülkenin iktisadi yaşamının ilerlemesi, ulaştırma
yollarının gelişmesi ve kapitalizmin doğuşu, Gürcistan'ın çeşitli
bölgeleri arasında işbölümü kurduğu ve prenslikleri tek bir bütün
içinde birleştirmek üzere, onların iktisadi yalıtıklığını kesin
olarak sarstığı zaman ortaya çıktı.
Feodalizm aşamasını aşmış ve ülkelerinde kapitalizmi geliştirmiş
bulunan öbür uluslar için de aynı şey söylenebilir.
Demek ki, iktisadi yaşam birliği, iktisadi birlik, ulusun ayırıcı
özelliklerinden biridir ama hepsi bu değil. Söylemiş bulunanlar
dışında, ulus olarak birleşmiş insanların psikolojisinin
özelliklerini de göz önünde tutmak gerekir. Uluslar birbirlerinden
yalnızca yaşam koşulları bakımından değil, kendim ulusal kültürün
özelliklerinde dile getiren zihniyetleri bakımından da ayrılırlar.
Eğer tek bir dili konuştukları halde, İngiltere, Kuzey Amerika ve
İrlanda, gene de üç ayrı ulus oluşturuyorlarsa, bunda, birbirinden
farklı yaşam koşullan sonucu, bu ülkelerde kuşaktan kuşağa meydana
gelmiş bulunan, o özgün ruhsal biçimleniş, oldukça önemli bir rol
oynamıştır.
Elbette, ruhsal biçimlenişin kendisi ya da başka biçimde
adlandırıldığı gibi, "ulusal karakter", gözlemci için kavranılamaz
bir şey olarak görünür ama bu biçimleniş, kendini ulusa özgü
kültürün özgünlüğünde dile getirdiğine göre, kavranılabilir ve
bilmezlikten gelinemez. "Ulusal karakter"in değişmemek üzere
saptanmış bir şey olmadığını, yaşam koşulları ile birlikte
değiştiğini söylemek gereksiz; ama her belirli anda varolduğuna
göre, ulusun çehresi üzerinde izini bırakır.
Demek ki, kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal
biçimlenme birliği, ulusun ayına özelliklerinden biridir.
Böylece, ulusu belirleyen tüm niteliklerin sözünü etmiş
bulunuyoruz.
Ulus, tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi
yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal
biçimlenme birliğidir ve ulusun, her tarihsel göründüğü gibi,
değişim yasasına uyduğu, kendi tarihine, bir başlangıç ve bir sona
sahip bulunduğu kendiliğinden anlaşılır. Sözü edilen
göstergelerden hiç birinin, tek basma alındığında, ulusu
belirlemeye yetmediğini belirtmek gerekir.
Dahası: bu göstergelerden bir tekinin bile yokluğu, ulusun ulus
olmaktan çıkması için yeter. Eğer iktisadi bakımdan ayrılmışlarsa,
eğer başka başka topraklar üzerinde yaşıyorlarsa, eğer ayrı
dilleri konuşuyorlarsa vb. gene de tek bir ulus oluşturduklarını
söyleyememekle birlikte, ortak bir "ulusal karakter"e sahip
bulunan insanlar düşünülebilir. Örneğin, bizce tek bir ulus
oluşturmayan Rus, Galiçya, Amerikan, Gürcü Yahudileri, Kafkas
dağlarındaki Yahudiler, işte böyledirler.
Eğer dil ve "ulusal karakter" birliği yoksa, iktisadi yaşamları ve
toprakları bir olan ama gene de bir ulus oluşturmayan insanlar
düşünülebilir. Örneğin, Baluk ülkelerindeki Almanlar ve Letonlar
gibi.
Son olarak, Norveçliler ve Danimarkalılar, öbür göstergelerin
yokluğu göz önüne alınırsa, bu yüzden tek bir ulus
oluşturmaksızın, tek bir dil konuşurlar.
Bize; ulusu, ancak ve ancak, topluca alınmış tüm göstergelerin bir
araya gelmesi verebilir.
"Ulusal karakter"in ulusun niteliklerinden biri değil, bir tek
temel nitelik olduğu ve tüm öbür niteliklerin, açık olarak
söylemek gerekirse, ulusun nitelikleri değil, onun gelişme
koşulları olduğu düşünülebilir. Örneğin, Avusturya'daki ünlü
sosyal-demokrat ulusal sorun teorisyenleri, R.Springer ve
özellikle O. Bauer tarafından bu görüş paylaşılır.
Bunların ulus teorilerini inceleyelim.
Springer'e göre, "ulus, bir ve aynı biçimde düşünen ve aynı
biçimde konuşan insanlar birliği ... toprağa bağlı olmayan bir
çağdaş insanlar grubunun kültürel topluluğudur
(11) (İtalikler benim. J.S.).
Demek ki; ulus, aralarında ne kadar ayrılmış olurlarsa olsunlar ve
nerede yaşarlarsa yaşasınlar, aynı biçimde düşünen ve aynı biçimde
konuşan insanlar "biriliği"dir.
Bauer daha da ileri gider: 'Toplum nedir" diye sorar. "İnsanları
ulus olarak birleştiren dil birliği midir? Ancak, İngilizler ile
İrlandalılar... gene de tek bir halk oluşturmaksızın, tek bir dil
konuşurlar. Yahudilerin ortak bir dili yoktur ve gene de bir ulus
oluştururlar." (12)
Peki, ulus nedir?
"Ulus karaktere ilişkin bir topluluktur."
(13)
Peki karakter, yani bu durumda ulusal karakter nedir?
Ulusal karakter demek "bir milliyetten insanları bir başka
milliyetten insanlardan ayırdeden nitelikler toplamı, bir ulusu
öbüründen ayırdeden bir maddi ve manevi özellikler bütünü"
(14) demektir.
Kuşkusuz, ulusal hareketin gökten düşmediğini Bauer de bilir, bu
yüzden şöyle ekler: "İnsanların karakteri, yazgılarından başka hiç
bir şey tarafından belirlenmez", (...) "ulus bir yazgı birliğinden
başka bir şey değildir", bu yazgı birliği de, "insanların,
içlerinde, kendi yaşama araçlarını ürettikleri ve kendi emek
ürünlerini üleştirdikleri koşullar" tarafından belirlenmiştir.
(15)
Böylece, buradan, Bauer'in dediğine göre, ulusun en "eksiksiz"
tanımına varmış bulunuyoruz.
"Ulus, yazgı birliği alanında, bir karakter birliği içinde
birleşmiş tüm insanlar topluluğudur."
(16)
Demek ki, ulus, toprak, dil ve iktisadi yaşam birliği ile zorunlu
bağlılık dışında alınmış, yazgı birliği alanında ulusal karakter
topluluğudur.
Ancak, bu durumda, ulustan ne kalır? İktisadi bakımdan
birbirlerinden ayrılmış, başka başka topraklar üzerinde yaşayan ve
kuşaktan kuşağa ayrı ayrı dilleri konuşan insanlar arasında hangi
ulusal topluluktan söz edilebilir?
Bauer, "ortak dilleri olmadığı" (17)
halde, Yahudilerden bir ulus olarak söz eder ama örneğin
birbirlerinden adamakıllı kopmuş, başka başka topraklar üzerinde
yaşayan ve ayrı ayrı diller konuşan Gürcü, Dağıstan, Rus ya da
Amerikan Yahudileri arasında, hangi "yazgı birliği"nden, hangi
ulusal birlikten söz edebilir? Söz konusu Yahudiler, kuşkusuz,
Gürcüler, Dağıstanlılar, Ruslar ve Amerikalılarla birlikte, bu
halkların her biri ile ortak bir kültürel atmosfer içinde, ortak
bir iktisadi ve siyasal yaşam yaşarlar; bu da onların ulusal
karakterleri üzerinde bir iz bırakmaktan geri kalamaz ve eğer
onlara ortak bir şey kalmışsa, bu da, din, ortak köken ve ulusal
karakterin bazı kalıntılarıdır.
Bunlar yadsınamaz ama kemikleşmiş dinsel ayinler ile yitip giden
ruhbilime ilişkin kalıntıların, sözü geçen Yahudilerin "yazgı’'sı
üzerinde, onları çevreleyen canlı toplumsal, iktisadi ve kültürel
çevreden daha güçlü bir biçimde etkili oldukları ciddi olarak
nasıl ileri sürülebilir? Oysa, genel olarak Yahudilerden tek bir
ulus olarak, işte ancak bu varsayıma dayanarak söz edilebilir. O
zaman Bauer'in ulusunu, tinselcilerin (spiritualiste) gizemli ve
kendi kendine yeten "ulusal ruh"undan ne ayırır?
Bauer, ulusun "ayırıcı özelliği" (ulusal karakter) ile onun yaşam
"koşulları" arasında, bunları birbirinden ayırarak, aşılmaz bir
sınır çizer ama ulusal karakter, eğer yaşam koşullarının yansıması
değilse, eğer çevreden edinilen izlenimlerin bir yoğunlaşması
değilse nedir? Onu yalıtarak ve kendisini oluşturan alandan
ayırarak, yalnızca ulusal karakterle nasıl yetinilebilir?
Sonra, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında, Kuzey Amerika
henüz 'Yeni-İngiltere" olarak adlandırılırken, İngiliz ulusunu
Kuzey Amerikan ulusundan ne ayırıyordu?
Elbette ulusal nitelik değil: Çünkü Kuzey Amerikalılar
İngiltere’den gelmişlerdi; onlar, kendileri ile birlikte,
Amerika'ya İngiliz dilinden başka, her ne kadar yeni koşulların
etkisi altında onlarda özel bir karakter oluşmaya başlamışsa da,
elbette o kadar çabuk vazgeçemedikleri İngiliz ulusal karakterini
de getirmişlerdi. Gene de, az çok büyük bir karakter ortaklığına
karşın, onlar, daha o zamandan, İngiltere’den ayrı bir ulus
oluşturuyorlardı! Ulus olarak "Yeni-İngiltere”nin, ulus olarak
İngiltere’den, o zaman özel ulusal karakteri bakımından değil ya
da ulusal karakterden çok İngiltere’den ayrı olan çevre
bakımından, yaşam koşulları bakımından ayrıldığı ortadadır.
Böylece, gerçekte ulusun bir tek ayırıcı özelliği olmadığı
açıktır. Ancak ve ancak uluslar karşılaştırıldığı zaman,
aralarından bazen birinin (ulusal karakter), bazen öbürünün (dil),
bazen bir üçüncüsünün (toprak, iktisadi koşullar) daha belirgin
bir biçimde göründüğü bir nitelikler toplamı var. Ulus, birlikte
alınmış tüm niteliklerin bir bileşimidir.
Bauer'in; ulusu, ulusal karakter ile özdeşleştiren görüşü, ulusu
topraktan ayırır ve onu kendi kendine yeten, bir tür görünmez bir
güç durumuna getirir. Bunun sonucu, bu, artık canlı ve etkin bir
ulus değil ama gizemli, kavranmaz ve mezar-ötesi bir şeydir.
Çünkü, yineliyorum, örneğin Gürcü, Dağıstanlı, Rus, Amerikan ve
başka uluslar Yahudileri tarafından oluşturulmuş, üyeleri
birbirini anlamayan (çeşitli diller konuşan), yeryüzünün ayrı ayrı
yerlerinde yaşayan, birbirini hiç görmeyecek, ne barış, ne de
savaş zamanı, hiç bir zaman birlikte davranmayacak olan o Yahudi
ulusu ne menem bir şeydir? Hayır, sosyal-demokrasi, kendi ulusal
programını, böyle yalnızca kağıt üzerinde varolan "uluslar" için
saptamaz. Sosyal-demokrasi; ancak ve ancak, davranan, hareket eden
ve bu nedenle de, başka ulusları kendisini hesaba katmaya zorlayan
gerçek ulusları göz önünde tutabilir.
Bauer, açıkça, tarihsel bir kategori olan ulus'u, etnografik bir
kategori olan aşiret ile karıştırıyor.
Ayrıca, görünüşe göre; Bauer de, konumunun güçsüzlüğünü
sezmektedir. Kitabının başında, Yahudileri korkusuzca bir ulus
olarak ilan eden Bauer,i (18)
kitabının sonunda, "kapitalist toplumun genel olarak, onların
(Yahudilerin) kendilerini ulus olarak korumalarına olanak
vermediğini" (19) söyleyerek
kendini düzeltir ve onları öbür ulusların özümlediğini kabul eder.
Bunun nedeni, anlaşıldığına göre, "Yahudilerin, sınırları belirli
bir yerleşme bölgelerinin olmayışı"dır.
(20) Oysa böyle bir bölge, örneğin, Bauer'e göre,
kendilerini ulus olarak koruyacak olan Çeklerde vardır. Uzun sözün
kısası, bunun nedeni, toprak yokluğundadır.
Böyle düşünürken, Bauer, ulusal özerkliğin, Yahudi işçilerin
istemi olamayacağını tanıtlamak istiyordu
(21) ama bunu yapmakla, farkında
olmaksızın, ulusun niteliklerinden biri olarak toprak birliğini
yadsıyan kendi öz teorisini yıkmış bulunuyor.
Ancak; Bauer, daha ileri gider. Kitabının başında, gözünü
kırpmadan "Yahudilerin ortak dili yoktur ama gene de bir ulus
oluşturmaktan geri kalmazlar" der (22)
ama daha 130. sayfaya gelir gelmez, gene gözünü kırpmadan: ‘’Ortak
bir dil olmaksızın hiç bir ulusun vurulamayacağından kuşku yok"
(23) (İtalikler benim, J.S.)
diyerek cephe değiştirir.
Bauer; burada, "dilin, insanlar arasındaki ilişkilerin en önemli
aracı" (24) olduğunu tanıtlamak
istiyordu ama aynı zamanda, istemeksizin, tanıtlamak istemediği
bir şeyi de, yani dil-birliğinin önemini yadsıyan kendi teorisinin
eksikliğini de tanıtlamış bulunuyor. İdealist iplikten dikilmiş bu
teori, kendi kendini işte böyle yalanlar.
Dipnotlar:
(*)
Serflik:
Yalnız toprağın sahibine bağlı çalışan, bunun karşılığında yer,
yiyecek gibi giderlerinin toprak sahibi tarafından karşılanan
sistem. (CC)
(**) Likidatör: Tasfiye etmek
1) 1912 sonuyla 1913 başlarında Viyana’da yazılmış olan
"Marksizm ve Ulusal Sorun" ilk kez, 1913'te "K. Stalin" imzasıyla
Prosveşçenye no 3 ve 5'te "Ulusal Sorun ve Sosyal-Demokrasi"
başlığı altında yayımlandı. 1914'te "Ulusal Sorun ve Marksizm"
başlığı altında Petersburg'da Priboy Yayınlan tarafından Lroşür
olarak yayınlanan bu yazı, 1920'de, ulusal azınlıklar halk
komiserliği tarafından Stalin'in ulusal sorun hakkındaki başka
yazılarını da içeren bir kitapta yayımlandı. (Devlet Yayınlan,
Tula.) Bu son kitabın başında, "Yazarın Notu" başlıklı bir giriş
vardır. Aşağıdaki pasaj bu yazıyla ilgili olan kısımdır:"... Yazı,
emperyalist savaşın başlamasından 1,5 yıl önce, çarlığın ve büyük
toprak sahiplerinin gerici atılımları döneminde Rus
sosyal-demokrasisinin saflarındaki ulusal sorunla ilgili ilke
tartışmaları dönemini yansıtmaktadır ki, bu dönem, Rusya'da
burjuva demokratik devrimin yükseliş dönemidir. O sıralarda iki
ulus teorisi ve bundan doğan iki ulusal program çatışmaktaydı:
Bundun ve Menşeviklerin desteklediği Avusturya programı ve
Bolşeviklerin Rus programı; okur, yazıda bu iki akımın ayına
özelliklerini bulacaktır. Sonraki olaylar ve özellikle emperyalist
savaş ve Avusturya-Macaristan'ın ayrı ayrı ulusal devletlere
bölünmesi, gerçeğin hangi tarafta olduğunu açıkça göstermiştir.
Springer'in ve Bauer'in ulusal programlan fiyaskoyla
sonuçlandığına göre, tarihin "Avusturya ekolünü" mahkum ettiğinden
kuşku duyulmaz. Bundun kendisi de, "kapitalist düzen çerçevesi
içinde formülleştirilen kültürel-ulusal özerklik isteminin (yani
Avusturyalıların ulusal programının), sosyalist devrim
koşullarında anlamını yitirdiğini" kabul etmiştir 0920, XII. Bund
Kongresi). Bund, bunu söylemekle, farkında olmadan, Avusturya
ulusal programının teorik temellerinin doktrin bakımından
tutarsızlığını, Avusturya ulus teorisinin doktrin bakımından
tutarsızlığını kabul etmektedir."Stalin'in bu yazısı dolayısıyla
Lenin, 1913 Şubatının ikinci yansında Gorki'ye şöyle yazıyordu;
"Bizim burada üstün bir Gürcümüz var, Avusturyalıların bütün
malzemelerini ve diğer malzemeleri topladıktan sonra Prosveşçenye
için büyük bir yazı hazırlama işine girişti." Lenin,
Sosyal-Demokrat, no 32'de yayınlanan "RSDİP'nin Ulusal Programı"
başlıklı yazısında (15 (28) Aralık 1913), söz konusu incelemenin
büyük değer taşıdığını belirtmiştir. Ulusal sorunun bu dönem
içinde en ön plana geçmesini sağlayan nedenlere değinirken,
Lenin, şöyle yazıyordu: "Marksist teorik yazında bu durum ve
sosyal-demokratların ulusal programının temelleri, son dönemde
aydınlığa kavuşturulmuştur (burada başta Stalin'in makalelerini
belirtmek gerekir)." (Bkz: V. I. Lenin, Ulusların Kaderlerini
Tayin Hakkı, Sol Yayınlan, Ankara 1978, s. 7-8.) —Ed.
2)
Siyonizm, Yahudi küçük ve orta burjuvazi içinde, tüccarlar,
zanaatçılar arasında, aydınlar, ticari memurlar, esnaf ve Yahudi
işçilerinin en geri katmanları arasında yandaşları olan
gerici-milliyetçi siyasal akım. Bu akım, amaç olarak, Filistin'de
bir Yahudi burjuva devleti kurmayı benimsemişti. Ve Yahudi İşçi
yığınlarını, proletaryanın ortak savaşından tecrit etmeye
çalışıyordu. —Ed.
3)
Panislamizm, İslam dininden bütün halkları tek bir bütün içinde
toplamayı amaç edinen (hanlar, mollalar, büyük toprak sahipleri,
tüccarlar vb.) Türk, Tatar ve benzeri kavimlerin yukarı
katmanlarının siyasal ideolojisi, Panislamizm’e yakın bir ikinci
akım, Turancılıktır. Bu akımın amacı bütün Müslüman Türk halkları,
Türk iktidarı altında toplamaktır. —Ed.
4)
Bund, Litvanya, Polonya ve Rusya Yahudi İşçileri Genel
Birliği'nin kısa adı- 1897'de Vilna Kongresinde kurulan Bund, daha
çok Yahudi zanaatçılar arasında büyük bir faaliyet gösterdi. Bund,
RSDİP'nin 1898'dekİ I. Kongresinde bu partiye katıldı. Bu katılış
"özerk bir örgüt olarak ve Yahudi proletaryasını özellikle
ilgilendiren sorunlarda bağımsız kalmak koşuluyla" bir katılıştı.
190] 'e kadar siyasal istemleri arasında Bund, partinin dışında
ancak Yahudiler için medeni haklar eşitliği istemekteydi.
RSDİP'nin 1903'teki II. Kongresinde Bund, kendisinin, Yahudi
proletaryasının biricik temsilcisi olarak tanınması ve partide
federatif temeller üzerinde bir kuruluş olarak kabul edilmesi
yolundaki istemleri reddedilince, partiyi terk etti. 19Q5'te
yapılan VI. Kongresinde Bund, "eğitim vb. gibi bütün kültür
sorunlarıyla ilgili görevlerin, devlerin ve onun yerel ve
bölgesel özerk organlarının elinden alınarak, ulusun bütün üyeleri
tarafından eşit, doğrudan doğruya, gizli ve evrensel seçim yoluyla
kurulmuş olan yerel ve merkezi özel kurumlar olarak, ulusun
kendisine devri" biçiminde ifade edilen "kültürel-ulusal özerklik"
istemini formülleştiriyor. Bund'un RSDlP'yle ikinci birleşmesi,
1906'da IV. Stokholm Kongresinden sonra oldu. Bu kongre. Bundun
ulusal programı sorununu incelemedi, onu açık bıraktı. Parti-içi
savaşımda Bund, çoğunlukla sağ bir tutumu benimsiyor ve
Menşevikleri destekliyordu; 1912'den başlayarak tasfiyecilerle
sıkı örgüt teması kurdu. Savaş sırasında (küçük bir
enternasyonalist grup dışında) Bund, ulusal savunmadan yana oldu
ve Şubat Devriminden sonra da koalisyon hükümetini destekleyerek
Bolşeviklere karşı savaştı. 1918 sonlarında Bund'un içinde sol
gruplar oluştu. Ve 1919 Mayısında Ukrayna muhaliflerinin "Komünist
Bund"unun ilk Kiev Konferansı oldu. Burada, bu örgüt, 1919
Ağustosunda Rus Komünist Partisine kabul edilen "Yahudi Komünist
Birliği" (Komfarband) kurmak üzere "Birleşmiş Yahudi Komünist
Partisiyle" tek bir örgüt içinde kaynaştı: Beyaz-Rusya'da 'Yahudi
Komünist Partisi" biçiminde örgütlenen Bundun sol-kanadı da 1919
Martında Rus Komünist Partisine katıldı. Ve en sonu, 1921 Martında
Minsk Konferansında Bundun geri kalan kısmı da, başında Abramo-viç'İn
bulunduğu önemsiz bir kısmını dışta bırakarak, Rus Komünist
Partisine katılma kararını resmen aldı. Daha 1920'de, XII.
Konferansında, Sovyet iktidarına karşı muhalefet taktiğinden
vazgeçmenin gereğine karar veren Bund, kendi başlıca milliyetçi
isteminin, "kültürel-ulusal özerklik" isteminin gereksizliğini
resmen teslim etmiş ve "kapitalist düzen çerçevesi
içinde formüllendirilmiş olan kültürel-ulusal özerklik istemi,
sosyalist devrim koşullan içinde anlamını yitirmektedir" biçiminde
açıklamada bulunmuştur. —£d.
5)
Bkz: Bundun IX. Kongresi Üzerine Rapor.
6)
Bundun IX. Kongresi 1912'de Viyana'da toplandı. Bu kongre,
imparatorluk IV. Duma’sının seçimleriyle ilgili sorunları ve
tasfiyecilerin Ağustosta Parti Kongresine davetleri (7 nolu nota
bakınız) sorunlarını inceledi. Bilindiği gibi Bundcular, bu
kongreyi kapamışlardı. Bundun X. Kongresinin kararlan aşırı ölçüde
oportünizm ve tasfiyecilik niteliği taşıyordu (cumhuriyet
sloganından vazgeçilmesi, proletaryanın devrimci görevlerinin
terk edilmesi). Bu kongre, Bund'un Menşevik tasfiyecilerle ve
Polonya Sosyalist Partisinin "sol-kanadı" ile resmen ilan edilmiş
olan birliğini onayladı. —Ed.
7)
Bkz: Ağustos Konferansı Bildirisi.
8)
Söz konusu olan 1912 Ağustosunda Viyana'da toplanan ve Ağustos
Konferansı diye adlandırılan tasviyecilerin konferansıdır. Bu
konferansın amacı anti-Bolşevik bir blok kurmaktı. Tasfiyeciler
konferansında Bund, Letonyalılar ve Kafkasya
sosyal-demokratlarının bir kısmı yer aldı. Konferansın baş
örgütlendirici ve esin perisi Leon Trotskİ oldu. —Ed.
9)
Bkz: Ağustos Konferansı Bildirisi.
10) Gürcistan'da serfligi kaldıran 1863-1867 reformu söz
konusudur. —Ed.
11)
R. Springer'in Ulusal Problem'ine bakınız, s. 43, Obsçestvennaya
Polza Yayınlan, 1909.
12)
Bkz: O. Bauer, Ulusal Sorun ve Sosyal-Demokrasi, Serp Yayınlan, s.
1-2,1909.
13)
Aynı yapıt, s. 6
14)
Bkz: Bauer, Ulusal Sorun ve Sosyal-Demokrasi, s. 2.
15)
Aynı yapıt, s. 24-25.
16)
Aynı yapıt, s. 139.
17)
Aynı yapıt, s. 2.
18)
Bkz: Otto Bauer, Ulusal Sorun ve Sosyal-Demokrasi, s. 2.
19)
Aynı yapıt, a 389.
20)
Aynı yapıt, s. 388.
21)
Aynı yapıt, s. 396.
22)
Aynı yapıt, s. 2.
23)
Aynı yapıt, s. 2.
24)
Aynı yapıt s-130. |