...................
KURTARILMIŞ OLDUĞUMUZU BİLEBİLİR MİYİZ?

Rc Sproul
Çeviri: Hasan Can Külahcıoğlu
TANRININ SEÇİMİ
Kaynak:
www.hristiyan.net

                         
...................
...................

ABD ‘deki Müjdecilik Patlaması Hizmeti(The Ministry of Evangelism Explosion) isimli bir kuruluş, müjdeyi iki can alıcı soru ile paylaşır. Birinci soru şudur, “Ruhsal yaşamınızda, öldüğünüz zaman cennete gideceğinize emin olduğunuz bir noktaya geldiniz mi?” Tecrübeli çalışanların ifadelerine göre insanların çoğunluğu bu soruya olumsuz cevap vermektedir. Birçok insan, gelecekteki kurtuluşlarından emin değillerdir. Geri kalanın bir çoğu ise bu tür bir güvencenin olasılığı konusunda ciddi şüphelere sahiptir. Seminerdeyken, sınıf arkadaşlarım bir oylama yapmıştı. Seminer öğrencilerinden oluşan bu grubun yaklaşık yüzde 90’ı, kurtuluşlarından emin olmadıklarını belirtmişti. Bir çoğu bu soruya sinirlenmiş, bu oylamanın yapılmasının bile haddini bilmez ve küstahça bir davranış olarak yorumlamıştı. Bazı insanlar, kurtuluşun güvence altında olduğu hakkında konuşulmasını bile kendini beğenmiş bir davranış olarak değerlendirir.

Emin olduğumuz bir şey varsa, kurtuluşunun güvence altında olduğunu söyleme, kendini beğenmiş bir tutum olabilir. Eğer kurtuluşumuza olan güvenimiz kendimize olan güvenimize dayanıyor ise bu bir kibirdir. Eğer cennete gitmeyi hakkettiğimizi düşündüğümüzden dolayı cennete gideceğimize kesinlikle emin, bu düpe düz ukalalıktır. 

Kurtuluşun güvence altında olması gözlüğünden bakıldığında dünya üzerinde dört tip insan olduğu görülür: (1) Kurtulmamış olduklarını bilen, kurtulmamış olan insanlar vardır. (2) Kurtulmuş olan ama kurtulmuş olduklarını bilmeyen insanlar vardır. (3) Kurtulmuş olan ve kurtulmuş olduklarını bilen insanlar vardır. (4) Kendilerinin kurtulduğunu “bildiklerini” zanneden kurtulmamış olan insanlar vardır.

Pencereye İngiliz anahtarı atan işte bu son gruptur. Eğer kendilerinin kurtulduğunu “bildiklerini” zanneden aslında kurtulmamış olan insanlar var ise kurtulmuş olan insanlar, gerçekten kurtulduklarını nasıl bilebilirler?

Bu soruyu cevaplayabilmek için ilk önce başka bir soruyu yöneltmemiz gerekmektedir. Niçin bazı kişiler kurtuluşları hakkında sahte bir güvenceye kapılırlar? Aslında bu sorunun cevabı nispeten kolaydır. Sahte güvence, kurtuluş hakkındaki yanlış inanışlardan kaynaklanmaktadır. Gerçek Kurtuluşun neyi gerektirdiği ya da neyi zorunlu kıldığı yanlış anlaşılmıştır bu kişiler tarafından.

Örneğin bir kişinin universalist (evrenselci) olduğunu farz edelim. Bu kişi herkesin kurtulmuş olduğuna inanır. Eğer bu dayanak noktası doğru ise, tümden gelimin gerisi çorap söküğü gibi gelir. Bu muhakeme şu şekilde işlemektedir:

Her birey kurtulmuştur.

Ben bir bireyim.

Demek ki ben kurtuldum.

Üniversalizm, bir çoğumuzun farkına vardığından çok daha fazla yaygındır. Oğlum beş yaşına bastığı zaman Evangelism Explosion’ın iki sorusunu kendisine yönelttim. Birinci soruya olumlu bir cevap verdi. Öldüğü zaman cennete gideceğine emindi. İkinci soruyla devam ettim. “Eğer, bu gece ölseydin ve Tanrı sana şu soruyu sorsaydı, ‘Niçin seni cennetime alayım?’ Ne cevabı verirdin?” Oğlum tereddüt etmeden hemen cevap verdi, “çünkü ben ölüyüm!”

Oğlum beş yaşına bastığı zaman müjdeyi çoktan açık ve seçik bir şekilde duymuştu. Ancak onun algıladığı mesaj, ölen herkesin cennete gideceği doğrultusundaydı. Onun aklanma doktrini, sadece iman ve iyi işler ile aklanma değil,  ya da iman ve iyi işlerin birleşimi ile bir aklanma şeklinde değildi. Onun doktrini çok daha basitti; o ölüm ile aklanmaya inanmıştı. Onun, kurtuluşuna dair sahte bir güvencesi vardı.

Aynen üniversalizmin, dünya kültürlerinde yaygın olması gibi, iyi işlerle aklanma konseptide yaygındır. 1000 kişi üzerinde yapılan istatistiksel bir ankette, oğluma sorulan aynı soru sorulmuştur. Katılımcıların yüzde 80’i “iyi işler” ile ilgili cevaplar vermiştir. İnsanlar şuna benzer cevaplar vermiştir: “Ben otuz seneden beri kiliseye gidiyorum,” “Pazar okulunu bir kere bile kaçırmadım,” ya da “Hayatım boyunca kimseye ciddi bir zararım dokunmadı.”

Evangelism ile olan tecrübem esnasında çok açık şekilde öğrendiğim bir şey oldu: Sadece iman ile aklanma mesajı kültürümüze (ç.n: Amerikan) hala daha nüfuz etmemiştir. Kitleler, cennete gitme ümitlerini tamamen kendi iyi işlerine dayandırmaktadır. Mükemmel olmadıklarını kabul etmede yeterince hevesli olan bu kitleler yeterince iyi olduklarını da var saymaktadırlar. Ellerinden gelenin “en iyisini” yapmışlardır ve trajik bir şekilde, bunun Tanrı için yeterli olacağını var saymışlardır.

Bir öğrencinin, John Gerstner’e sınav kağıdından aldığı nottan dolayı  itiraz ettiğini hatırlıyorum. Yakınmasını şu cümlelerle ortaya koymuştu: “Dr. Gerstner, elimden gelenin en iyisini yaptım.” Gerstner gözlerini öğrenciye çevirip,  yumuşak bir ses tonuyla, “Genç adam, elinden gelenin en iyisini asla yapamazsın.”

Tabi ki bizler elimizden gelenin en iyisini yaptığımıza inanmayız. Eğer son yirmi dört saatteki performansımızı gözden geçirirsek, elimizden gelenin en iyisini yapmadığımızı anlarız. Bu ifadenin ne kadar aldatıcı olduğunu anlamamız için hayatlarımızı gözden geçirmemize gerek yoktur.

İnsanların ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını farz etsek bile -ki bunu asla farz edemeyiz- bunun bile yeterli olamayacağını biliyoruz. Çünkü Tanrı, cennetine kabul etmek için mükemmelliği talep etmektedir. Bizler bu mükemmelliği ya kendi içimizde ya da başka bir yerde ya da başkasında buluruz.  Eğer, kendi içimizde bulabileceğimizi düşünüyorsak kendi kendimizi kandırıyoruz demektir çünkü içimizde doğruluk yoktur.  

Gördüğümüz gibi kurtuluşumuz hakkında sahte bir güvence hissetmemiz çok kolaydır. Ancak kurtuluşun talep ettikleri konusunda doğru bir anlayışımızın olması, bizi kurtuluş hakkındaki sahte güvenceye kapılmaktan kurtaracak mıdır? 

Şeytanın kendisi bile kurtuluş için neyin gerektiğini bilmektedir. O, Kurtarıcının kim olduğunu bilmektedir. O, kurtuluşun entelektüel kısmını bizlerden daha iyi anlamıştır. Ancak, O kendi kişisel kurtuluşu için Mesih’e güvenmemektedir. Kurtarıcı olan İsa’dan nefret etmektedir.

Kurtuluş hakkında doğru bir anlayışımız olabilir ancak kurtuluşun şartlarını yerine getirip getirmediğimiz konusunda yanlış inançlarımız olabilir. Aslında hiç imanımız yokken, imanımız olduğunu düşünebiliriz. Mesih’e inandığımızı düşünebiliriz ancak kabul ettiğimiz Mesih, Kutsal Kitap’taki Mesih olmayabilir. Tanrı’yı sevdiğimizi düşünebiliriz ancak sevdiğimiz tanrı bir put olabilir.

Her Şeye Egemen Olan Tanrı’yı seviyor muyuz? İnsanları cehenneme gönderen Tanrı’yı seviyor muyuz? Tam bir itaat talep eden Tanrı’yı seviyor muyuz? Son gün gelip de “Çekil önümden, Ben seni tanımıyorum” diyebilecek olan Mesih’i seviyor muyuz? Ben sizlere böyle bir Tanrı’yı ve böyle bir Mesih’i mükemmel bir şekilde seviyor musunuz? diye sormuyorum. Ben sizlere böyle bir Tanrı’yı ve böyle bir Mesih’i en ufak bir şekilde de olsa seviyor musunuz diye soruyorum.

En sevdiğim anektodların bir tanesi, Dr. James Montgomery Boice tarafından anlatılmıştır. Bir dağcının kayışları çözülür ve binlerce feet yükseklikte ölüm kalım savaşı vermektedir. Panik halinde, dağın yakasındaki bir kaya dan bitmiş olan cılız bir çalıya tutunur. Bu çalı, onun düşüşünü bir an için yavaşlatır ancak çalı kökünden sökülmeye başlar. Dağcı gökyüzüne doğru bakar ve seslenir, “Yukarıda bana yardım edecek birisi var mı?” Göklerden kalın bir ses işitilir. “Evet, ben sana yardım edeceğim. Bana güven ve çalıyı bırak.” Dağcı, aşağıdaki mağaraya bakar ve bir kez daha seslenir, “Bana yardım edebilecek başkası var mı?”

İnandığımız Tanrı’nın “başkası” olma olasılığı vardır. Genç Yaşam (Young Life) isimli  bir hizmet kuruluşunda  görevli kişilerle sık sık konuşurum. Bu hizmet, gençlere yönelik çok etkili misyon faaliyetleri sürdürmektedir. Young Life’ın gücü aynı zamanda onun en büyük tehlikesini arz etmektedir. Young Life’ın ulaştığı gençler arasındaki iman ikrarında bulunan ve daha sonra bu iman ikrarını reddeden gençlerinin  sayısı ürkütücü rakamlara ulaşmaktadır.

Young Life, gençlere ulaşma konusunda dikkat çekici başarılar kazanmaktadır. Bu misyon, müjdeyi ilgi çekici kılma konusunda bir uzmandır.  Tehlike ise, Young Life’ın çok çekici ve çok etkileyici olmasından gelmektedir. Bazı genç insanlar, Young Life’a iman etmekte ve Kutsal Kitap’ın Mesih’i ile asla ilgilenmemektedir. Bu yazının amacı kesinlikle Young Life’ı eleştirmek değildir. Ben asla müjdeyi ilgi çekici yapmaktan vazgeçelim iddiasında bulunmuyorum. Bunu zaten yeterince gerçekleştirdik. Amacım unutmamamız gereken noktanın, insanların bizi ya da grubumuzu Mesih’in yerine koymaya başlayabilme ve kurtuluşu hakkında sahte bir güvenceye kapılabilme olasılıkları olduğunu hatırlatmaktır.

Kutsal Kitap açısından baktığımız zaman kurtuluşumuz hakkında tanrısal bir güvenceye sahip olmamızın olası olduğunu, hatta bu güvenceyi kökleştirmenin bizim görevimiz olduğunu görmekteyiz. Eğer bu güvence olası ve eğer bu bir buyruk ise bunu aramak kendini beğenmişlik olmaz. Bunu aramamak kendini beğenmişlik olur.

Elçi Petrus şöyle yazmıştır:

Bunun için ey kardeşler, çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi kökleştirmeye daha çok gayret edin. Bunları yaparsanız, hiçbir zaman tökezlemezsiniz. Böylelikle Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih'in sonsuz egemenliğine girme hakkı size cömertçe sağlanacaktır. (2 Petrus 1:10, 11).

Seçilmişliğimizi kökleştirme konusunda aldığımız bir emri görmekteyiz.  Bunu gerçekleştirmek gayret ister. Burada manevi bir kaygı izlemekteyiz. Petrus, tökezlemeden özgür olmak ile kurtuluşun güvencesini birbirine ilişkilendirmiştir. Bir Hıristiyan’ın, istikrarlı bir ruhsal gelişimine en büyük katkıyı sağlayan unsurlardan bir tanesi ise kurtuluşun güvence altında olmasıdır. Kurtulmuş olduğu halde bu güvenceden mahrum bir çok Hıristiyan vardır. Güvenceden mahrum olmak, ruhsal gelişme için ölümcül bir engeldir. İçinde bulunduğu lütuf konumunun farkında olmayan bir insanın ruhu, korku ve şüphe içinde kıvranır. Ruhsal yaşamında istikrarı sağlayacak olan çapadan mahrumdur. O’nun içinde bulunduğu belirsizlik konumu, Mesih ile yürüyüşünde sendelemesine sebep olacaktır. 

Tanrı’dan gelen güvenceye sahip olmak önemlidir ancak bu güvenceye Hıristiyan yaşantımızın erken dönemlerinde sahip olmanın ayrı bir önemi vardır. Bu durum olgunluğa erişmemizde kilit rolü oynamaktadır. Pastörlerin bu konunun bilincinde olmaları ve sürülerini daha çok gayretli bir kökleştirmeye yönlendirmeleri gerekmektedir.

Tanıştığım bir kişinin Tanrı tarafından seçilmiş bir kişi ya da aksi olup olmadığını asla bilemem. Başkalarının ruhunu görme yeteneğine sahip değilim. İnsan olarak görme yeteneğimiz, başkalarının sadece dış görünüşlerini algılama ile kısıtlıdır. Yüreği görme yeteneğimiz de yoktur. Sizin seçilmiş olduğunuzu bilebilme konusunda kesin bir fikre sahip olabilecek tek kişi sizsiniz.

Peki, seçilmemiş olduğu konusunda kesin bir fikre sahip olabilecek tek kişi kimdir? Hiçvkimse. Şu esnada lütuf altında olmadığınızdan emin olma olasılığınız vardır ancak yarın lütuf altında olmayacağınızdan emin olma olasılığınız yoktur. Dünya üzerinde seçilmiş olduğu halde şu an Hıristiyan olmayan bir çok kişi yaşamaktadır.

Bu tip bir kişi şöyle bir söylemde bulunabilir, “Seçilmiş olanlardan olup olmadığımı bilmiyorum ve bu konu umurumda bile değil.” Bundan daha büyük bir budalalığın olması gayet zordur. Eğer, şuan hala seçilmiş olduğunuzu bilmiyor iseniz, cevabını bulmanız gereken daha önemli bir soruya sahip olduğunuzu düşünemiyorum.

Eğer emin değilseniz, emin olmanız gerektiği konusunda ciddi bir tavsiyeye muhatapsınız. Asla seçilmemiş olduğunuzu var saymayın. Seçilmişliğiniz konusunu açığa kavuşturmanız gereken bir konu olarak ele alınız.

Elçi Pavlus, kendi seçilmişliği konusunda emindi. Seçilmiş olanlardan bahsederken sık sık biz zamirini kullandı. Yaşamının sonuna yaklaşırken şunları ifade etmiştir:

Çünkü kanım zaten adak şarabı gibi dökülmek üzere. Benim için ayrılma zamanı gelmiştir. Yüce mücadeleyi sürdürdüm, yarışı bitirdim, imanı korudum. Bundan böyle, doğruluk tacı benim için hazır duruyor. Adil yargıç olan Rab, o gün bu tacı bana, ve yalnız bana değil, O'nun gelişini özlemle beklemiş olanların hepsine verecektir (2 Timoteyus 4:6-8).

Aynı mektubun önceki bölümlerinde ise aşağıdakileri beyan etmiştir:

Bu acıları çekmemin nedeni de budur. Ama bundan utanmıyorum. Çünkü kime inandığımı biliyorum. O'nun bana emanet ettiğini o güne dek koruyacak güçte olduğuna eminim (2 Timoteyus 1:12).

Bizler, nasıl Pavlus gibi düzmece olmayan,  gerçek bir güvenceye sahip olabiliriz? Gerçek güvence, Tanrı’nın kurtuluşumuz hakkında verdiği vaatler üzerine bina edilir. Güve ncem iz, birinci olarak bu vaatlerin sahibi olan Tanrı’ya olan güvenimizden gelmektedir. İkinci olarak ise güve ncem iz, imanımızın içsel kanıtı ile geliştirilir. Eğer yeniden doğmuş olmasaydık Mesih için asla gerçek bir sevgi besleyemezdik.  Eğer seçilmiş olmasaydık, yeniden doğamazdık. Sağlam bir teoloji bilgisi, güve ncem iz için hayati değer taşımaktadır. Eğer seçilmişlik hakkında doğru bir anlayışa sahip isek, bu içsel kanıtları yorumlamamıza bu anlayış yardımcı olacaktır.

İçsel olarak Mesih’i tamamen sevmediğimin farkındayım, aynı zaman da O’nu sevdiğimi de biliyorum. O’nun zaferinin düşüncesi içimi mutlu ediyor. O’nun gelişini düşündükçe içim coşku ile doluyor. O’nun göğe alınması da aynı şekilde. Eğer lütuf ile bana verilmemiş olsalardı içimdeki bu hislerin hiç birisinin orada olmalarının mümkün olmadığını biliyorum.

Bir erkek ve kadın birbirlerine aşık olduklarında, bu duygunun bilincinde olduklarını kabul ederiz. Genellikle bir insanın, başka bir insana aşık olup olmadığını ayırt etme yeteneği vardır. Bunun kaynağı içsel bir güvencedir.

Lütfun içsel kanıtına ek olarak bir de dışsal kanıt vardır. İnancımızın gözle görülür meyvelerini görebilmemiz gerekir. Aynı zamanda, dışsal kanıt, güve ncem izin azalmasına bir sebep de verebilir. Yaşamlarımızda ki sonu gelmeyen günahları görebiliriz. Bu günahlar, güve ncem iz üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır. Kendimizi günah işlerken buluruz ve arkasından kendimize şu soruyu yöneltiriz, “Eğer gerçekten Mesih’i seviyor isem, tüm bu günahları nasıl işliyorum?”

Güvenceye sahip olmak için, yaşamlarımız hakkında ciddi bir analiz yapmamız gerekir. Kendimizi başkaları ile kıyaslamanın bu konuda bir faydası yoktur. Etrafımızda her zaman kutsallaşmada bizden bir adım önde kişiler olacaktır. Aynı zamanda bizden geride olan kişileri de fark edebiliriz. İki kişinin ruhsal büyümesinde tam olarak aynı seviyede olmalarının mümkünatı yoktur.

Davranışlarımızda bir farklılık görüp görmediğimizi, lütfun doğru bir dışsal kanıtının var olup olmadığını kendimize sormamız gerekir. Bu şüpheli bir süreçtir çünkü kendi kendimize yalan söyleyebiliriz. Bu görevi yerine getirmek zordur ancak imkansız değildir. 

Güvenceye ulaşmak için daha gerekli bir yöntem daha vardır. Kutsal Yazılar’da bizlere Kutsal Ruh’un içsel tanıklığından bahsedilmektedir.  Pavlus’un kaleme aldığı ifadesi şöyledir: “Ruh'un kendisi, bizim ruhumuzla birlikte, Tanrı'nın çocukları olduğumuza tanıklık eder” (Rom. 8:16).

Ruh’un bize tanıklık etmesinin ana yolu, O’nun Söz’üdür. Tanrı’nın sözüne yoğunlaştığım zamanlarda sahip olduğum güvenceden daha büyük bir güvenceye asla sahip olmadım. Eğer lütfun bu yolunu ihmal edersek, kurtuluşumuz için var olan güvenceyi uzun süreli ya da güçlü bir şekilde hissetmemiz çok zordur.

Reform ilahiyatçısı olan, A. A. Hodge, Gerçek Güvence ve Sahte Güvence arasındaki farkları gösteren aşağıdaki listeyi yayınlamıştır:

GERÇEK GÜVENCE

SAHTE GÜVENCE

Samimi alçak gönüllülük doğurur

Ruhsal gurur doğurur

Kutsallaşmada gayret oluşturur

Miskin bir düşkünlük oluşturur

Dürüst bir kendini değerlendirmeye yönlendirir

Gerçek değerlendirmelerden kaçınır

Tanrı ile daha yakın bir ilişki için arzu doğurur

Tanrı ile ilişki kurma konusunda soğukluk doğurur

Kurtuluşun güvencesi arttırılabilir ya da azaltılabilir. Güvenimizi yükseltip alçaltabiliriz. Hatta bu güvence duygusunu en azından bir dönem için tümden kaybedebiliriz. Sahip olduğumuz bu güvenin elimizden kayıp gitmesi için sayısız sebep mevcuttur. Bu güveni koruma konusunda ihmalci davranabiliriz.  Çağrılmış olan bizlerin seçilmişliğimiz konusunda emin olma gayretimiz, asla bitmemesi gereken bir gayret olmalıdır. Eğer kurtuluş güvencem iz konusunda kendini beğenmiş bir üslup takınıp ona sahip olduğumuzdan emin olmaya başlarsak, o güvenceyi kaybetme riskine gireriz.

Güvencem izin devamı için en büyük tehlikeyi, ciddi ve iğrenç günahlara düşme teşkil eder. Bir çok günahı örten sevgiden haberdarız. Kurtuluşumuzun güvence altında olması için mükemmel olmamızın gerekli olmadığını da biliyoruz. Ancak, bazı belirgin günahlara düşme durumumuzda bu güvencenin ciddi bir şekilde sarsıldığını da biliyoruz. Davut’un işlediği günah olan zina, onun Tanrı karşısında korku ile titremesine sebep olmuştu. Eğer Mezmur 51’de ki itiraf duasını okursak, güvencesini tekrar kazanmak için çabalayan bir insanın inlemelerini duyarız. Petrus, Mesih’e lanet edip O’nu reddettikten sonra ve Mesih’in gözleri kendisine dikilirken, sizce Petrus’un güvencesi ne durumdaydı?

Sanki Tanrı’nın tasvip etme ışığını bizden tümden esirgediği hissine kapıldığımız bir ruhsal dönemi hepimiz yaşamışızdır. Azizler bu durumu “ruhun karanlık gecesi olarak” adlandırmışlardır. Sanki Tanrı’nın bizi terk ettiğini hissettiğimizi anlar olmuştur. Artık dualarımızı duymadığını düşünürüz. O’nun varlığının verdiği hoş duyguları hissetmemeye başlarız. Bu gibi zamanlarda yani güvencem iz sığlaştığı zaman tüm gücümüzle kendimizi O’na doğru yöneltmemiz gerekir. O, bizlere O’na doğru uzandığımızda yanımıza geleceğine dair söz vermiştir.   

Son olarak, maruz kalacağımız derin acılar, güven duygumuzun sarsılmasında rol oynayabilir. Ciddi bir hastalık, üzücü bir kaza, sevdiğimiz bir kişinin ölümü, güvence duygumuzu etkileyebilir. Eyüp’ün şu haykırışını biliyoruz: “Beni öldürse bile O’na güvenim sarsılmaz.” Bu acı içerisinde ki bir adamın haykırışıdır. Eyüp, “Oysa ben kurtarıcımın yaşadığını, sonunda yeryüzüne geleceğini biliyorum” dese de, şüphe duygularının kendisini hırpaladığına eminim.

Denenme zamanlarında, bizlere rahatlamayı sunacak olan gene Tanrı Söz’ünün kendisidir. Sıkıntılarımızın, nihai etkisi umudumuzu yok etmek değil, aksine bina etmektir. Petrus’un kaleme aldığı ayetler şöyledir:

Sevgili kardeşlerim, sınanmanız için size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi garipsemeyin. Tersine, Mesih'in acılarına ortak olduğunuz oranda sevinin ki, Mesih'in görkemi görüldüğünde de sevinçle coşasınız (1 Petrus 4:12, 13).

Tanrı’nın vaatlerine titizlikle bağlanırsak, elemlerimiz güve ncem izi yok etmek yerine, arttırır. İman krizi yaşamamıza gerek yoktur. Çekeceğimiz acılar, imanımızın güçlenmesine yardımcı olabilir. Tanrı çekeceğimiz acıların sonunda sadece sevince ulaşmamız değil  aşırı sevince ulaşmamız konusunda vaatte bulunmuştur. 

KURTULUŞUMUZU KAYBEDEBİLİR MİYİZ?

Daha önce de belirttiğimiz gibi kurtuluşun güvence altında olduğuna dair olan duygumuzu kaybetmemiz olasıdır. Ancak bu, ‘kurtuluşumuzun kaybedilmesi’ anlamına gelmemektedir. Ele alacağımız konu, sonsuz güvence konusudur. Aklanmış bir insan, aklanmışlığını kaybedebilir mi?

Roma Katolik Kilisesinin bu soruya verdiği cevabı biliyoruz. Roma, aklanma lütfunun gerçektende kaybedilebileceği görüşünde ısrarını sürdürmektedir. İtirafı da içeren Kefaret sakrementi, bu görüşün bir ürünüdür.  Roma Kefaret sakrementini, “ruhlarını mahvetmiş olanlar için aklanmanın ikinci desteği” olarak açıklamaktadır.

Roma’ya göre, kurtaran lütuf, bir insan “ölümcül” bir günah işlediği zaman, o insanın ruhunda yok olmaktadır. Ölümcül günah ismi, bu günahın lütfu öldürme gücü olduğu iddiasından gelmektedir. Bu iddiaya göre lütuf ölebilir ve eğer ölümcül günah ile ölmüş ise kefaret sakrementi ile tekrar onarılmalı, diriltilmelidir, yoksa bu günahkar kişinin kurtuluşu yok olur.

Reform inancı, ölümcül günah konusuna Roma’dan farklı bir açıyla bakmaktadır. Bizim inancımıza göre tüm günahlar ölümcüldür, hepsinin bedeli ölümdür ancak hiçbir günah, seçilmiş olanların sahip olduğu kurtuluş lütfunu yok edecek kadar ölümcül değildir. (İlerleyen bölümlerde, İsa’nın uyarısında bulunduğu “bağışlanmayacak olan” günahtan bahsedeceğiz.)

Reform görüşü, sonsuz güvenceye “azizlerin sabrı” ismini vermiştir. Bu güvencenin önerdiği ise şudur: “Lütufta bir kere olan, her zaman lütufta kalır.” Başka bir ifade ile, “Eğer sahip isen, asla kaybetmezsin; Eğer kaybettiğini düşünüyorsan, asla sahip olmamışsındır.”

Azizlerin sabrına olan güvenimiz, azizlerin yeteneklerine, kendilerine, azimlerine dayanmamaktadır. Ben azizlerin sabrı demek yerine azizlerin korunması demeyi tercih ediyorum.

Gerçek Hıristiyanların lütuftan düşmemelerinin sebebi, Tanrı’nın lütufkar bir şekilde onları düşmekten korumasıdır. Azmetmek, yılmamak bizim yaptığımız bir eylemdir ancak korunma, Tanrı’dan gelir. Tanrı koruduğu için bizler sabrederiz.

Sonsuz güvence ya da yılmazlık doktrini Tanrı’nın vaatlerine dayalı bir doktrindir. Bu konudaki birkaç ayet aşağıda sıralanmıştır:

Sizde iyi bir işe başlamış olan Tanrı'nın bunu, Mesih İsa'nın gününe dek bitireceğine güvenim vardır (Filipeliler 1:6).

Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz. Onları bana veren Babam her şeyden üstündür. Onları Baba'nın elinden kapmaya kimsenin gücü yetmez (Yuhanna 10:27-29).

Rabbimiz İsa Mesih'in Tanrısı ve Babasına övgüler olsun. Çünkü O, kendi büyük merhametiyle yeniden doğmamızı sağladı. İsa Mesih'i ölümden diriltmekle bizi yaşayan bir ümide, çürümez, lekesiz ve solmaz bir mirasa kavuşturdu. Bu miras sizin için göklerde saklıdır.  Zaman sona ererken açığa çıkarılmaya hazır olan kurtuluşa kavuşasınız diye iman sayesinde Tanrı'nın gücüyle korunuyorsunuz (1 Petrus 1:3-5).

Çünkü kutsal kılınanları tek bir sunuyla sonsuza dek yetkinliğe erdirmiştir (İbraniler 10:14).

Tanrı'nın seçtiklerini kim suçlayacak? Onları aklayan Tanrı'dır. Kim suçlu çıkaracak? Ölmüş, üstelik dirilmiş olan Mesih İsa, Tanrı'nın sağındadır ve bizim için aracılık etmektedir. Mesih'in sevgisinden bizi kim ayırabilir? Sıkıntı mı, elem mi, zulüm mü, açlık mı, çıplaklık mı, tehlike mi, kılıç mı? Yazılmış olduğu gibi:«Senin uğruna bütün gün öldürülüyoruz,kasaplık koyunlar sayılmışız.» Ama bizi sevenin aracılığıyla bu durumların hepsinde galiplerden üstünüz. Eminim ki, ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik, ne de yaratılmış başka herhangi bir şey bizi Rabbimiz Mesih İsa'da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir (Romalılar 8:33-39).

Bu ayetlerden de gördüğümüz gibi yılmazlığa olan güvenimizin temelinde Tanrı’nın kudreti yatmaktadır. Tanrı, başladığını tamamlama konusunda söz vermiştir. Bizim güvenimiz insanın iradesine bağlı değildir. İnsan iradesi ile Tanrı’nın kudreti arasındaki farklılık Kalvinistler ile Arminiyanları ayıran unsurdur. Arminiyan doktrinindeki bir kişiye göre, bir kişinin lütuf ile gönüllü bir işbirliği yapacağını ve bu lütfu kaybetmemek için yılmayacağını önceden gördükten sonra Tanrı tarafından bu kişi sonsuz hayata seçilir.

Örneğin Roma Katolik Kilisesi, aşağıdaki beyanatta bulunmuştur: “Eğer bir kişi, bir kere aklanan bir insanın lütfu kaybetmeyeceğini ve lütuftan düşen kişinin zaten asla aklanmamış olduğunu söylerse, bu kişi lanetlidir” (Trent Konseyi: 6/23).

Protestan Arminiyanlar benzer bir ifadede bulunmaktadırlar: “Gerçek ve tam olarak yeniden doğan insanlar, lütfu savsaklayarak ve Kutsal Ruh’u günah ile kederlendirerek, tamamen düşebilirler ve uzun vade de lütuftan, mahvoluşa geçmiş olurlar.” (Conference of Remonstrants 11/7).

Arminiyanların temel iddialarından bir tanesi de, Tanrı’nın yılmamayı “zorla” insana empoze etmesi ile insanın özgür iradesi arasındaki çelişki konusudur. Buna rağmen Arminiyanların kendileri bile imanlıların cennette lütuftan düşmeyeceklerine inanırlar. Yüceltilmiş durumda iken, Tanrı’nın bizi günah işleyemeyecek bir yapıya dönüştüreceğini dile getirirler.  Buna rağmen cennetteki yüceltilmiş azizlerin hala daha özgür olacağını söylerler. Eğer korunma ve özgür irade, cennette istikrarlı bir birleşim olarak kabul ediliyorsa, asıl tutarsızlık bu iki unsurun dünya da birbiri ile çeliştiğini öne sürmektir. Arminiyanlar, bir kez daha insanın özgürlüğü konusunda haddinden fazla ispata girmeye çalışmaktadırlar. Eğer Tanrı, özgür irademizi yok etmeden bizi cennette koruyabiliyorsa, dünya da da özgür irademizi  yok etmeden koruyabilir.

Bizler sabrederiz, bunu sadece Tanrı içimizde ve özgür irademizde çalıştığı için yapabiliriz. Ve Tanrı, bizim içimizde çalıştığı için yılmayacağımız kesindir. Tanrı’nın seçim hakkındaki hükümleri kesin ve sabittir. Bu hükümler değişmez çünkü Tanrı değişmez. O, akladığı herkesi yüceltecektir. Seçilmiş olanların hiç birisi asla kaybolmayacaktır.

Niçin, bizlere bir çok kişi lütuftan düşmekte gibi gözükmektedir? Hepimiz imanlı Hıristiyan hayatlarına çok büyük coşku ile başlayıp ilerde bu imanlarını reddeden kişiler ile karşılaştık. Hepimiz, büyük Hıristiyan liderlerinin ilerleyen zamanlarda ağza alınamayacak günahlar işlediklerini ve iman ikrarlarına kara çaldıklarını gördük ya da duyduk.

Reform inancı, iman ikrarında bulunan kişilerin ilerleyen zamanda bunu inkar ya da reddedebileceğini kabul etmiştir. Hıristiyanların “yoldan çıkabileceğini” biliyoruz. Hıristiyanların iğrenç ve tiksindirici günahlara düşebileceğini ve düştüklerini biliyoruz.

Bizler gerçek Hıristiyanların ciddi ve radikal bir şekilde düşebileceklerine inanıyoruz. Bizler gerçek Hıristiyanların tamamen ve kesin bir şekilde düşebileceklerine inanmıyoruz. Kral Davut’un olayını ele aldığımızda hem Bat-Şeva ile işlenen zina günahını hem de Bat-Şeva’nın kocası Uriya’nın ölümü hakkındaki bir komploya iştirak günahını görmekteyiz. Davut, sahip olduğu gücü ve yetkileri kullanarak Uriya’nın savaş esnasında ölmesini kesinleştirmiştir. Aslında Kral Davut, birinci dereceden cinayet ile suçludur. Bu cinayet önceden tasarlanmıştır ve kötü niyetli düşüncelerin ürünüdür.

Davut’un vicdanı o kadar kurumuştur, yüreği o kadar katılaşmıştır ki, onun gerçeklerle yüzleşebilmesi için Tanrı’nın peygamberinin onu kendine getirmesi gerekmiştir. Arkasından gelen itiraf ve tövbe, günahın kendisi kadar büyük olmuştur. Davut, radikal bir günah işlemiştir, ancak bu durum onun tamamen ve kesin olarak sonu değildir. Bu durumdan sonra kendisi yenilenmiştir.

Yeni Antlaşma’dan bilindik iki kişi hakkında bildirilenleri ele alalım. Bu iki kişide İsa’nın öğrencisi olmak üzere çağrılmışlardır. Bu iki kişide İsa’nın hizmetinin ilk günlerinden itibaren O’nun yanında yürümüşlerdir. Bu iki kişide İsa’ya ihanet etmiştir. Bu iki kişinin isimleri Petrus ve Yahuda İskariyot’tur.

Yahuda İskariyot, Mesih’e ihanet ettikten sonra intihar etmiştir. Petrus, Mesih’e ihanet ettikten sonra tövbe etmiştir ve yenilenmiştir, erken Kilisenin yükünü taşıyan bir sütun olarak yükselmiştir. Bu iki adam arasındaki fark nedir? İsa, bu iki kişinin de kendisine ihanet edeceğini önceden bildirmiştir. Yahuda İskariyot ile konuşmasını bitirdikten sonra ona şöyle demiştir, “Yapacağını tez yap!»

İsa, Petrus’a farklı konuşmuştur. Ona şöyle hitap etmiştir: “«Simun, Simun, Şeytan sizleri buğday gibi kalburdan geçirmek için izin almıştır. Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.»” (Luka 22:31, 32).

İsa’nın söylediklerine dikkat edelim. İsa, eğer geri dönersen dememiş, geri döndüğün zaman demiştir. İsa, Petrus’un geri döneceğinden emindir. O’nun düşüşü radikal ve ciddidir ama tamamen ve kesin değildir.

Petrus’un geri dönmesine dair İsa’nın duyduğu güvencenin Petrus’un gücüne bağlanmamış olduğu çok açıktır. İsa, Şeytan’ın Petrus’u buğday gibi kalburdan geçireceğini biliyordu. Şeytan için Petrus, “çantada keklik”dir. İsa’nın güveni, kendisinin duasına dayanmaktaydı. Yılmayacağımıza olan inancımız, Mesih’in bizim Başkahinimiz, Baba’ya karşı bizi Savunan ve Adaletli Duacımız olacağına dair vaatlerine dayanmaktadır.     Kurtarıcımız ve bizler için dua eden Kahinimize olan güvenimizden gelmektedir. 

Kutsal Kitap, Yuhanna 17’de İsa’nın bizler için sunduğu duayı kaydetmiştir. Bu baş kahinlik duasını sık sık okumamız gerekmektedir. Hep beraber bir kısmına bakalım:

… Ben artık dünya da değilim, ama onlar dünya dalar. Ben sana geliyorum. Kutsal Baba, onları bana verdiğin kendi adınla koru ki, bizim gibi bir olsunlar. Kendileriyle birlikte olduğum sürece, bana verdiğin kendi adınla onları esirgeyip korudum. Kutsal Yazı yerine gelsin diye, mahva giden adamdan başka içlerinden hiçbiri mahvolmadı. (ayet. 11, 12).

Okumaya devam edersek:

Baba, bana verdiklerinin de bulunduğum yerde benimle birlikte olmalarını ve benim yüceliğimi, bana verdiğin yüceliği görmelerini istiyorum. Çünkü dünyanın kuruluşundan önce sen beni sevdin (ayet. 24).

Bizim korunmamız Üçlü Birliksel bir eylemdir. Baba olan Tanrı, bizi korur ve bırakmaz. Oğul olan Tanrı, bizim için dua eder. Kutsal Ruh olan Tanrı, içimize nüfuz eder ve bizi yönlendirir. Bizlere, Kutsal Ruh’un “mührü” ve “teminatı” verilmiştir (2 Tim. 2:19; Efs. 1:14; Rom. 8:23). Bu verilenler, ilahi bir güvencenin görüntülü ifadesidir. Ruh’un mührü, mutlak bir hükümdarın yüzüğünün balmumu üzerine yaptığı damga gibi asla çıkmayacak bir işarettir. Bizlerin, O’nun hükmü altında ve O’na ait olduğumuzun ifadesidir. Ruh’un teminatı ise ticarette borçlara ya da alınacak krediye karşı gösterilen teminattan farklıdır çünkü bu teminat kaybedilir iken Kutsal Kitap ifadesi ile bildirilen Ruh’un teminatı, gerisinin ödeneceği kesin olan ilk ödeme gibidir. Tanrı kendi teminatını kaybetmez. Başlamış olduğu işi bitirir, başladığı ödemeleri tamamlar. Ruh’un ilk meyvesi, son meyvelerin de geleceğinin teminatıdır.

Tanrı’nın koruma eyleminin bir benzetmesi olarak, küçük çocuğu ile yürüyen bir babanın, çocuğun elini tutmasını gösterebiliriz. Arminiyan görüşe göre çocuğun güvenliği, çocuğun babasının elini tutma gücüne bağlıdır. Eğer çocuk babasının elini bırakırsa mahvolacaktır. Kalvinist görüşte ise çocuğun güvenliği, babanın çocuğun elini tutma gücüne bağlıdır. Çocuk babasının elini bıraksa bile baba sağlam bir şekilde tutmaya devam edecektir.    Rabbin kolu asla kısa kalmaz.

Gene de niçin bazı kişilerin tamamen ve kesin bir şekilde düşüyor gibi gözükmelerinin sebebini sormaktan kendimizi alıkoyamayız. Bu noktada Elçi Yuhanna’nın sözlerini hatırlamamız gerekir: “Bunlar aramızdan çıktılar, ama bizden değildiler. Bizden olsalardı, bizimle kalırlardı. Ayrılmaları, hiçbirinin bizden olmadığını ortaya çıkardı” (1 Yuhanna 2:19).

Özdeyişimizi tekrar edersek: Eğer sahip isen, asla kaybetmezsin; Eğer kaybettiğini düşünüyorsan, asla sahip olmamışsındır. İsa Mesih’in Kilisesinin değişik yapıları ihtiva eden bir beden olduğunu kabul ediyoruz. Buğday ile yan yana biten diken, kuzu ile yan yana yaşayan keçiler vardır. Tohum hakkındaki benzetme, insanların sahte inanç yaşayabileceklerini göstermektedir. İnsanlar imanlı gibi gözükebilirler ancak o iman gerçek bir iman olmayabilir.

Bir kereden fazla “iman” eden kişileri tanımışsınızdır. Kilisede gerçekleşen her uyanışta bu kişiler minbere (altara) yaklaşır ve “kurtulurlar”. Bir görevli, kendi cemaatinde tam on yedi kez “kurtulan” bir kişiden bahsetmektedir. Bir uyanış toplantısı esnasında Evangelist, Ruh ile dolmak isteyenler için minber (altar) çağrısında bulunmuştur. Defalarca kurtulmuş olan bu kişi bir kez daha bu çağrıya cevap verip ileriye doğru yürümeye başlayınca, cemaatten bir bayan “Tanrım, onu doldurma, onda kaçak var!” diye bağırmıştır. 

Hepimiz, bir dereceye kadar bazen kendimizi kötü hissetsek de hiçbir zaman gerçek bir Hıristiyan, tamamen ve kesin bir şekilde Tanrı’nın Ruh’unu kaybetmez. “İmanın kaybedenler” gibi gözükenler ilk başından beri asla imanlı olmamışlardır.   Yahuda İskariyot, ilk başından beri mahvoluşun oğlu olmuştur. Onun imanı düzmecedir. İsa, onun yenilenmesi için dua etmemiştir. Yahuda İskariyot, Kutsal Ruh’u kaybetmemiştir çünkü asla Kutsal Ruh’a sahip olmamıştır.

Tabi ki Mesih’e adanmışlık konusunda tekrar tekrar davette bulunmanın hiçbir kötü yanı yoktur. Tanrı’nın Sunağına defalarca yaklaşabiliriz ya da bu davetlere arka arkaya cevap verebiliriz ve verilen bu cevapların hangilerinin gerçekten samimi olduğundan emin olamayız. Birden fazla cevap vermenin iki faydası vardır. Birincisi kurtuluşumuzun güvence altında olduğuna dair olan idrakımızı güçlendirir, ikinci olarak ise Mesih’e olan adanmışlığımızı derinleştirir. 

İMANDAN DÜŞME HAKKINDAKİ KUTSAL KİTAP UYARILARI

Korunma doktrinine karşı Arminiyanların en güçlü iddiaları Kutsal Yazılar’da düşme ile ilgili gözüken ayetlere dayandırılmaktadır. Örneğin Pavlus şöyle yazmıştır: “Müjde'yi başkalarına duyurduktan sonra ben kendim saf dışı kalmamak için bedenime eziyet çektirip onu köle ediyorum” (1 Kor. 9:27).

Pavlus, başka bir yerde inanç değiştiren kişilerden bahsetmektedir: “Sözleri kangren gibi yayılacak. İmeneyus ve Filitus bunlardandır. Dirilişin olup bittiğini söyleyerek gerçek yoldan saptılar. Şimdi de bazılarının imanını altüst ediyorlar” (2 Tim. 2:17, 18).

Bu ayetler, inananların “saf dışı” kalmalarının ya da “alt üst” olmalarının mümkün olduğunu ifade etmektedirler. Ancak, Pavlus’un Timoteyus’e sözlerini nasıl bitirdiğine dikkat etmemiz gerekir: “Ne var ki, Tanrı'nın attığı sağlam temel, «Rab kendine ait olanları bilir» ve «Rab'bin adını anan herkes kötülükten uzak dursun» sözleriyle mühürlenmiş olarak duruyor” (ayet. 19).

Petrus, kendi kusmuğuna dönen köpekten ve yıkandıktan sonra çamurda yuvarlanmaya dönen domuzdan da bahsetmiştir. Bunlar doğruluk yolu öğretildiği halde uzaklaşan kişiler için yapılmış olan benzetmelerdir. Bu kişiler doğaları asla değişmemiş olan sahte inanlılardır. (2 Pet. 2:22).

İBRANİLER 6

İbraniler 6’da bulunan bu ayetler, düşüş hakkındaki hem en ciddi uyarıyı içermekte hem de Kutsalların Sona Kadar Dayanması (imanın kaybedilmemesi) doktrinine ile en büyük çelişkiyi ortaya koymakta gibi gözükmektedir:

Bir kez aydınlatılmış, göksel armağanı tatmış ve Kutsal Ruh'a ortak edilmiş, Tanrı sözünün iyiliğini ve gelecek çağın güçlerini tatmış oldukları halde yoldan sapanları yeniden tövbe edecek duruma getirmeye olanak yoktur. Çünkü Tanrı'nın Oğlunu âdeta yeniden çarmıha geriyor, âleme maskara ediyorlar (ayet. 4-6).

Bu ayetler inananların tamamen ve sonsuza dek düşebileceklerini ve düştüklerini iddia etmektedir. Bizlerin bu ayetleri nasıl anlaması gerekir?

Bu bölümün tam anlamını çıkarma konusunda bazı zorluklar mevcuttur. Birinci olarak, bu metinde bahsi geçen sapmanın, ne tür bir sapma olduğu konusunda kesin bir bilgimiz mevcut olmadığı gibi, ikinci olarak bu mektubun yazarı ve kime yazıldığı hakkında da kesin bilgilerimiz yoktur. İlk Kiliselerin, bu ürkütücü uyarıyı kolaylıkla provoke etme ihtimali bulunan iki alevli sorunu vardı.

Birinci konu, lapsi olarak isimlendirilmiş bir grup insandı. Lapsi denilen bu insanlar, ağır zulüm altında imanlarını reddeden kişilerdi. O yıllarda aslanların önüne atılan her kilise üyesi, ilahiler söyleyerek arenada yürümemiştir, içlerinden bazıları çözülüp imanlarını reddetmişlerdir. Hatta bazıları kendi yoldaşlarına ihanet edip, Romalılar ile işbirliği yapmışlardır. İmandan dolayı idam edilmeler azalmaya başladığı zaman bu eski işbirlikçilerin bazıları tövbe edip kiliselerine tekrar bağlanmak istemişlerdir. Ancak bu kişilerin kiliseye nasıl kabul edileceği küçük bir anlaşmazlık, ya da ufak bir tartışma konusu olmamıştır.

İkinci konu ise Yahudi öğretmenler tarafından provoke edilmiştir. Bu grubun yıkıcı etkisi ile Galatyalılar Kitabı başta olmak üzere Yeni Antlaşma’nın bir çok bölümünde mücadele edilmiştir. Bazı Yahudi öğretmenler, Mesih’i kabul etseler de aynı anda Eski Antlaşma’nın tarikatsal uygulamalarını güçlendirip uygulatmaya kalkmışlardır. Örneğin törensel bir anlam içeren sünnet konusunda ısrar etmeye başlamışlardır. Ben, İbraniler Kitabının yazarının kaygı duyduğu sapkınlık konusunun, Yahudi öğretmenler sapkınlığı olduğuna inanıyorum.  

İkinci problem ise, İbraniler Kitabında düşme konusunda uyarılan bu kişilerin doğasının nitelenmesinin zorluğudur. Bu kişiler gerçek imanlılar mıdır   yoksa buğdayların arasında büyüyen dikenler midir? Burada ele alınan üç kategoride insan olduğunu unutmamamız gerekir: (1) imanlılar, (2) kilisedeki imansızlar, ve (3) kilise dışındaki imansızlar.

İbraniler Kitabı, Eski Antlaşma İsrail’i ile bir çok paralelliği içermektedir. Özelliklede sapmış olanlar ile İbraniler kitabındaki bu insanlar kimlerdir? Nasıl tarif edilmişlerdir? Bu kişilerin niteliklerini bir liste halinde sıralarsak:

1. Bir kez aydınlatılmış

2. göksel armağanı tatmış

3. Kutsal Ruh'a ortak edilmiş

4. Tanrı sözünün iyiliğini tatmış

5. yeniden tövbe edecek duruma getirmeye olanak yok

İlk bakışta bu listedeki unsurlar bir gerçek inanlıya aitmiş gibi gözükmektedir. Ancak, bu liste kilise üyesi olup, sahte bir inanç ikrarında bulunan ve gerçek bir inanlı olmayan kişi içinde geçerlidir. Bu niteliklerin tümüne inanlı olmayan bir kişi de sahip olabilir. Her hafta kiliseye gelen dikenler Tanrı’nın Söz’ünün öğretildiğini ve vaaz edildiğini duyarlar ve “aydınlanırlar”. Lütfun bütün kazancına ortak olurlar. Rab’bin Sofrasına katılırlar. Kutsal Ruh’a, O’nun yakınlığının ve meyvelerinin mutluluğunu ve huzurunu hissetme anlamında ortak olurlar. Hatta dışsal bile olsa bir tür tövbe ederler. 

Bir çok Kalvinist, Mesih’i sonradan inkar eden ve kiliseye katılmış olan imansızlara atfederek bu parçaya  çözüm bulduklarını düşünürler. Ben bu yorumdan tamamen tatmin olduğumu söyleyemeyeceğim. Bence bu parça gerçek Hıristiyanları kast ediyor olabilir. Bu ayetlerin benim için en önemli kısmı: “yeniden tövbe edecek duruma getirmeye” kısmıdır. Sahte bir tövbe şekli olduğunu biliyorum ve buna Kutsal Kitap yazarları tarafından Esav tövbesi denmektedir. Ancak burada bahsedilen bir yeniden durumu söz konusudur. Yeniden tövbe etmekten bahsedilmektedir. Yeni tövbe, eğer yeniden yapılacak ise, eskisinin aynısı olmak durumundadır. Burada bahsedilen yeniden edilecek olan tövbe Rab’bin istediği şekilde bir tövbedir ki, bence eski tövbesi de aynı şekilde bir tövbedir.

Bence burada yazarın bahsettiği konu ad hominem stili hakkındadır. Ad hominem stili bir tartışmada, rakibinizin yerine geçersiniz ve mantıksal sonucunu kavramaya çalışırsınız. Yahudi öğretmenlerin sapkınlığının mantıksal sonucu ise kurtuluş hakkındaki her türlü ümidi yok etmektir.  

Bu mantık şöyle çalışmaktadır. Eğer bir kişi Mesih’e iman konumunda ve günahları için O’nun bir bedel ödediğine inanmakta ise, bu insan Musa’nın antlaşmasına geri döndüğünde ne elde eder? Sonuç olarak bu kişi Mesih’in tamamlanmış işini geri çevirmiş olur. Bu kişi bir kez daha Yasa’ya bağlanır. Eğer durum bu ise, kurtuluş için nereye dönmelidir? Bu kişi haçı reddetmiştir, ona geri dönemez. Kurtuluş için en ufak bir ümidi olamaz çünkü Kurtarıcısı yoktur. O’nun teolojisi, Mesih’in tamamlanmış işini kabul edemez.

İbraniler 6’nın anahtar ayeti 9. ayettir: “Size gelince, sevgili kardeşler, böyle konuştuğumuz halde, durumunuzun daha iyi olduğuna, yani kurtuluşa uygun düştüğüne eminiz.”

Bu ayette yazarın kendisi bile sıra dışı bir üslupla konuştuğunu belirtmektedir. O’nun vardığı sonuç, düşme konusunda bir metin bulduğunu düşünenlerinkinden farklıdır. Durumlarının daha iyi olduğuna ve kurtuluşa uygun düştükleri sonucuna varır. Açıkçası, düşüş ile kurtuluş aynı kulvarda yürümemektedir. Yazar, herhangi bir imanlının gerçektende düşebileceğini söylememektedir. Aslında yazar bunun tam tersini bildirmekte, imanlıların düşmeyeceklerine emin olduğunu bildirmektedir.

Eğer kimse düşmeyecekse, bu konuda insanları uyarma zahmetine katlanmaya ne gerek vardır? Gerçekleşmesi imkansız olan bir şey için insanları hararetle uyarmak, gayrı ciddi bir davranış olurdu. İşte bu noktada yılmama ile korunma arasındaki ilişkiyi anlamamız gerekir. Yılmazlık hem bir lütuftur hem de bir görevdir. Ruhsal yürüyüşümüzde tüm çabamızı ortaya koymak durumundayız. Beşeri bir bakışla, düşmek mümkündür. Ancak çabaladıkça, bizleri koruyan Tanrı’ya daha fazla bakarız. O’nun bizi korumayı becerememesi olanak dışındadır. Bir kez daha babası ile yürüyen çocuk  benzetmesini düşünün. Çocuğun babasının elini bırakması mümkündür. Çocuğun babası Tanrı bile olsa, çocuk yine de babasının elini bırakabilir. Baba, bırakmama konusunda vaatte bulunsa da, sıkı tutunmak hala daha çocuğun görevidir. İbraniler Kitabının yazarı imanlıları düşme hakkında uyarmaktadır. Luther, bu olaya “hararetle öğütlemenin müjdeci kullanımı” ismini vermiştir. Bu ayetler bizlere, Tanrı ile yürüyüşümüzde göstermemiz gereken gayret görevini hatırlatmaktadır.

Sonuç olarak, yılmazlık ve korunma konularında, Tanrı’nın Eski Antlaşma’da ki vaatlerine bakmamız gerekir. Yeremya peygamber aracılığı ile Tanrı, insanları ile yeni ve sonsuza kadar bozulmayacak olan bir antlaşma yapma vaadinde bulunmuştur. Rab derki: 

Onlarla kalıcı bir antlaşma yapacağım: Onlara iyilik etmekten vazgeçmeyecek, benden hiç ayrılmasınlar diye yüreklerine Tanrı korkusu salacağım (Yeremya 32:40).


BÖLÜM 8’İN ÖZETİ

1) Kurtuluşumuzun güvencesinin ruhsal yaşamlarımız için hayati bir önem taşıdığı sonucuna vardık. O olmadan, büyümemiz geri kalır ve kafamızı kurcalayacak olan şüphelerin saldırısına maruz kalırız.

2) Tanrı, bizleri seçilmişliğimiz konusunda emin olmaya, Kendisinin güvence ile sunduğu huzur ve kudreti bulmaya çağırmaktadır. Romalılar 15’de Pavlus,  Tanrı’nın kaynak olduğunu belirtmiştir: Sabır ve cesaret kaynağı olan Tanrı (ayet. 5) ve Ümit kaynağı olan Tanrı (ayet. 13). Kurtuluşumuzun güvencesi konusunda emin olmamız hem görevimiz hem de ayrıcalığımızdır.

3) Gerçek bir imanlı asla kurtuluşunu kaybetmez. Hıristiyanların bazen ciddi ve radikal biçimlerde düştüğüne emin olabiliriz ancak bu düşüş asla tamamen ve sonsuza dek bir düşüş değildir. Bizler kendi gücümüzden dolayı değil, Tanrı’nın bizi koruma lütfu sayesinde sabrederiz.

 

1      2      3      4      5      6      7      8      9