ABD ‘deki
Müjdecilik Patlaması Hizmeti(The Ministry of Evangelism Explosion)
isimli bir kuruluş, müjdeyi iki can alıcı soru ile paylaşır.
Birinci soru şudur, “Ruhsal yaşamınızda, öldüğünüz zaman cennete
gideceğinize emin olduğunuz bir noktaya geldiniz mi?” Tecrübeli
çalışanların ifadelerine göre insanların çoğunluğu bu soruya
olumsuz cevap vermektedir. Birçok insan, gelecekteki
kurtuluşlarından emin değillerdir. Geri kalanın bir çoğu ise bu
tür bir güvencenin olasılığı konusunda ciddi şüphelere sahiptir. Seminerdeyken,
sınıf arkadaşlarım bir oylama yapmıştı. Seminer öğrencilerinden
oluşan bu grubun yaklaşık yüzde 90’ı, kurtuluşlarından emin
olmadıklarını belirtmişti. Bir çoğu bu soruya sinirlenmiş, bu
oylamanın yapılmasının bile haddini bilmez ve küstahça bir
davranış olarak yorumlamıştı. Bazı insanlar, kurtuluşun güvence
altında olduğu hakkında konuşulmasını bile kendini beğenmiş bir
davranış olarak değerlendirir.
Emin olduğumuz
bir şey varsa, kurtuluşunun güvence altında olduğunu söyleme,
kendini beğenmiş bir tutum olabilir. Eğer kurtuluşumuza olan
güvenimiz kendimize olan güvenimize dayanıyor ise bu bir kibirdir.
Eğer cennete gitmeyi hakkettiğimizi düşündüğümüzden dolayı cennete
gideceğimize kesinlikle emin, bu düpe düz ukalalıktır.
Kurtuluşun
güvence altında olması gözlüğünden bakıldığında dünya üzerinde
dört tip insan olduğu görülür: (1) Kurtulmamış olduklarını bilen,
kurtulmamış olan insanlar vardır. (2) Kurtulmuş olan ama kurtulmuş
olduklarını bilmeyen insanlar vardır. (3) Kurtulmuş olan ve
kurtulmuş olduklarını bilen insanlar vardır. (4) Kendilerinin
kurtulduğunu “bildiklerini” zanneden kurtulmamış olan insanlar
vardır.
Pencereye
İngiliz anahtarı atan işte bu son gruptur. Eğer kendilerinin
kurtulduğunu “bildiklerini” zanneden aslında kurtulmamış olan
insanlar var ise kurtulmuş olan insanlar, gerçekten
kurtulduklarını nasıl bilebilirler?
Bu soruyu
cevaplayabilmek için ilk önce başka bir soruyu yöneltmemiz
gerekmektedir. Niçin bazı kişiler kurtuluşları hakkında sahte bir
güvenceye kapılırlar? Aslında bu sorunun cevabı nispeten kolaydır.
Sahte güvence, kurtuluş hakkındaki yanlış inanışlardan
kaynaklanmaktadır. Gerçek Kurtuluşun neyi gerektirdiği ya da neyi
zorunlu kıldığı yanlış anlaşılmıştır bu kişiler tarafından.
Örneğin bir
kişinin universalist (evrenselci) olduğunu farz edelim. Bu kişi
herkesin kurtulmuş olduğuna inanır. Eğer bu dayanak noktası doğru
ise, tümden gelimin gerisi çorap söküğü gibi gelir. Bu muhakeme şu
şekilde işlemektedir:
Her birey kurtulmuştur.
Ben bir
bireyim.
Demek
ki ben kurtuldum.
Üniversalizm, bir çoğumuzun farkına vardığından çok daha fazla
yaygındır. Oğlum beş yaşına bastığı zaman Evangelism Explosion’ın
iki sorusunu kendisine yönelttim. Birinci soruya olumlu bir cevap
verdi. Öldüğü zaman cennete gideceğine emindi. İkinci soruyla
devam ettim. “Eğer, bu gece ölseydin ve Tanrı sana şu soruyu
sorsaydı, ‘Niçin seni cennetime alayım?’ Ne cevabı verirdin?”
Oğlum tereddüt etmeden hemen cevap verdi, “çünkü ben ölüyüm!”
Oğlum beş
yaşına bastığı zaman müjdeyi çoktan açık ve seçik bir şekilde
duymuştu. Ancak onun algıladığı mesaj, ölen herkesin cennete
gideceği doğrultusundaydı. Onun aklanma doktrini, sadece iman ve
iyi işler ile aklanma değil, ya da iman ve iyi işlerin birleşimi
ile bir aklanma şeklinde değildi. Onun doktrini çok daha basitti;
o ölüm ile aklanmaya inanmıştı. Onun, kurtuluşuna dair sahte bir
güvencesi vardı.
Aynen
üniversalizmin, dünya kültürlerinde yaygın olması gibi, iyi
işlerle aklanma konseptide yaygındır. 1000 kişi üzerinde yapılan
istatistiksel bir ankette, oğluma sorulan aynı soru sorulmuştur.
Katılımcıların yüzde 80’i “iyi işler” ile ilgili cevaplar
vermiştir. İnsanlar şuna benzer cevaplar vermiştir: “Ben otuz
seneden beri kiliseye gidiyorum,” “Pazar okulunu bir kere bile
kaçırmadım,” ya da “Hayatım boyunca kimseye ciddi bir zararım
dokunmadı.”
Evangelism ile
olan tecrübem esnasında çok açık şekilde öğrendiğim bir şey oldu:
Sadece iman ile aklanma mesajı kültürümüze (ç.n: Amerikan) hala
daha nüfuz etmemiştir. Kitleler, cennete gitme ümitlerini tamamen
kendi iyi işlerine dayandırmaktadır. Mükemmel olmadıklarını kabul
etmede yeterince hevesli olan bu kitleler yeterince iyi
olduklarını da var saymaktadırlar. Ellerinden gelenin “en iyisini”
yapmışlardır ve trajik bir şekilde, bunun Tanrı için yeterli
olacağını var saymışlardır.
Bir
öğrencinin, John Gerstner’e sınav kağıdından aldığı nottan dolayı
itiraz ettiğini hatırlıyorum. Yakınmasını şu cümlelerle ortaya
koymuştu: “Dr. Gerstner, elimden gelenin en iyisini yaptım.”
Gerstner gözlerini öğrenciye çevirip, yumuşak bir ses tonuyla,
“Genç adam, elinden gelenin en iyisini asla yapamazsın.”
Tabi ki bizler
elimizden gelenin en iyisini yaptığımıza inanmayız. Eğer son yirmi
dört saatteki performansımızı gözden geçirirsek, elimizden gelenin
en iyisini yapmadığımızı anlarız. Bu ifadenin ne kadar aldatıcı
olduğunu anlamamız için hayatlarımızı gözden geçirmemize gerek
yoktur.
İnsanların
ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını farz etsek bile -ki
bunu asla farz edemeyiz- bunun bile yeterli olamayacağını
biliyoruz. Çünkü Tanrı, cennetine kabul etmek için mükemmelliği
talep etmektedir. Bizler bu mükemmelliği ya kendi içimizde ya da
başka bir yerde ya da başkasında buluruz. Eğer, kendi içimizde
bulabileceğimizi düşünüyorsak kendi kendimizi kandırıyoruz
demektir çünkü içimizde doğruluk yoktur.
Gördüğümüz
gibi kurtuluşumuz hakkında sahte bir güvence hissetmemiz çok
kolaydır. Ancak kurtuluşun talep ettikleri konusunda doğru bir
anlayışımızın olması, bizi kurtuluş hakkındaki sahte güvenceye
kapılmaktan kurtaracak mıdır?
Şeytanın
kendisi bile kurtuluş için neyin gerektiğini bilmektedir. O,
Kurtarıcının kim olduğunu bilmektedir. O, kurtuluşun entelektüel
kısmını bizlerden daha iyi anlamıştır. Ancak, O kendi kişisel
kurtuluşu için Mesih’e güvenmemektedir. Kurtarıcı olan İsa’dan
nefret etmektedir.
Kurtuluş
hakkında doğru bir anlayışımız olabilir ancak kurtuluşun
şartlarını yerine getirip getirmediğimiz konusunda yanlış
inançlarımız olabilir. Aslında hiç imanımız yokken, imanımız
olduğunu düşünebiliriz. Mesih’e inandığımızı düşünebiliriz ancak
kabul ettiğimiz Mesih, Kutsal Kitap’taki Mesih olmayabilir.
Tanrı’yı sevdiğimizi düşünebiliriz ancak sevdiğimiz tanrı bir put
olabilir.
Her Şeye
Egemen Olan Tanrı’yı seviyor muyuz? İnsanları cehenneme gönderen
Tanrı’yı seviyor muyuz? Tam bir itaat talep eden Tanrı’yı seviyor
muyuz? Son gün gelip de “Çekil önümden, Ben seni tanımıyorum”
diyebilecek olan Mesih’i seviyor muyuz? Ben sizlere böyle bir
Tanrı’yı ve böyle bir Mesih’i mükemmel bir şekilde seviyor
musunuz? diye sormuyorum. Ben sizlere böyle bir Tanrı’yı ve böyle
bir Mesih’i en ufak bir şekilde de olsa seviyor musunuz diye
soruyorum.
En sevdiğim
anektodların bir tanesi, Dr. James Montgomery Boice tarafından
anlatılmıştır. Bir dağcının kayışları çözülür ve binlerce feet
yükseklikte ölüm kalım savaşı vermektedir. Panik halinde, dağın
yakasındaki bir kaya dan bitmiş olan cılız bir çalıya tutunur. Bu
çalı, onun düşüşünü bir an için yavaşlatır ancak çalı kökünden
sökülmeye başlar. Dağcı gökyüzüne doğru bakar ve seslenir,
“Yukarıda bana yardım edecek birisi var mı?” Göklerden kalın bir
ses işitilir. “Evet, ben sana yardım edeceğim. Bana güven ve
çalıyı bırak.” Dağcı, aşağıdaki mağaraya bakar ve bir kez daha
seslenir, “Bana yardım edebilecek başkası var mı?”
İnandığımız
Tanrı’nın “başkası” olma olasılığı vardır. Genç Yaşam (Young Life)
isimli bir hizmet kuruluşunda görevli kişilerle sık sık
konuşurum. Bu hizmet, gençlere yönelik çok etkili misyon
faaliyetleri sürdürmektedir. Young Life’ın gücü aynı zamanda onun
en büyük tehlikesini arz etmektedir. Young Life’ın ulaştığı
gençler arasındaki iman ikrarında bulunan ve daha sonra bu iman
ikrarını reddeden gençlerinin sayısı ürkütücü rakamlara
ulaşmaktadır.
Young Life,
gençlere ulaşma konusunda dikkat çekici başarılar kazanmaktadır.
Bu misyon, müjdeyi ilgi çekici kılma konusunda bir uzmandır.
Tehlike ise, Young Life’ın çok çekici ve çok etkileyici olmasından
gelmektedir. Bazı genç insanlar, Young Life’a iman etmekte ve
Kutsal Kitap’ın Mesih’i ile asla ilgilenmemektedir. Bu yazının
amacı kesinlikle Young Life’ı eleştirmek değildir. Ben asla
müjdeyi ilgi çekici yapmaktan vazgeçelim iddiasında bulunmuyorum.
Bunu zaten yeterince gerçekleştirdik. Amacım unutmamamız gereken
noktanın, insanların bizi ya da grubumuzu Mesih’in yerine koymaya
başlayabilme ve kurtuluşu hakkında sahte bir güvenceye kapılabilme
olasılıkları olduğunu hatırlatmaktır.
Kutsal Kitap
açısından baktığımız zaman kurtuluşumuz hakkında tanrısal bir
güvenceye sahip olmamızın olası olduğunu, hatta bu güvenceyi
kökleştirmenin bizim görevimiz olduğunu görmekteyiz. Eğer bu
güvence olası ve eğer bu bir buyruk ise bunu aramak kendini
beğenmişlik olmaz. Bunu aramamak kendini beğenmişlik olur.
Elçi Petrus
şöyle yazmıştır:
Bunun için ey kardeşler, çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi
kökleştirmeye daha çok gayret edin. Bunları yaparsanız, hiçbir
zaman tökezlemezsiniz. Böylelikle Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa
Mesih'in sonsuz egemenliğine girme hakkı size cömertçe
sağlanacaktır. (2 Petrus 1:10, 11).
Seçilmişliğimizi kökleştirme konusunda aldığımız bir emri
görmekteyiz. Bunu gerçekleştirmek gayret ister. Burada manevi bir
kaygı izlemekteyiz. Petrus, tökezlemeden özgür olmak ile
kurtuluşun güvencesini birbirine ilişkilendirmiştir. Bir
Hıristiyan’ın, istikrarlı bir ruhsal gelişimine en büyük katkıyı
sağlayan unsurlardan bir tanesi ise kurtuluşun güvence altında
olmasıdır. Kurtulmuş olduğu halde bu güvenceden mahrum bir çok
Hıristiyan vardır. Güvenceden mahrum olmak, ruhsal gelişme için
ölümcül bir engeldir. İçinde bulunduğu lütuf konumunun farkında
olmayan bir insanın ruhu, korku ve şüphe içinde kıvranır. Ruhsal
yaşamında istikrarı sağlayacak olan çapadan mahrumdur. O’nun
içinde bulunduğu belirsizlik konumu, Mesih ile yürüyüşünde
sendelemesine sebep olacaktır.
Tanrı’dan
gelen güvenceye sahip olmak önemlidir ancak bu güvenceye
Hıristiyan yaşantımızın erken dönemlerinde sahip olmanın ayrı bir
önemi vardır. Bu durum olgunluğa erişmemizde kilit rolü
oynamaktadır. Pastörlerin bu konunun bilincinde olmaları ve
sürülerini daha çok gayretli bir kökleştirmeye yönlendirmeleri
gerekmektedir.
Tanıştığım bir
kişinin Tanrı tarafından seçilmiş bir kişi ya da aksi olup
olmadığını asla bilemem. Başkalarının ruhunu görme yeteneğine
sahip değilim. İnsan olarak görme yeteneğimiz, başkalarının sadece
dış görünüşlerini algılama ile kısıtlıdır. Yüreği görme
yeteneğimiz de yoktur. Sizin seçilmiş olduğunuzu bilebilme
konusunda kesin bir fikre sahip olabilecek tek kişi sizsiniz.
Peki,
seçilmemiş olduğu konusunda kesin bir fikre sahip olabilecek tek
kişi kimdir? Hiçvkimse. Şu esnada lütuf altında olmadığınızdan
emin olma olasılığınız vardır ancak yarın lütuf altında
olmayacağınızdan emin olma olasılığınız yoktur. Dünya üzerinde
seçilmiş olduğu halde şu an Hıristiyan olmayan bir çok kişi
yaşamaktadır.
Bu tip bir
kişi şöyle bir söylemde bulunabilir, “Seçilmiş olanlardan olup
olmadığımı bilmiyorum ve bu konu umurumda bile değil.” Bundan daha
büyük bir budalalığın olması gayet zordur. Eğer, şuan hala
seçilmiş olduğunuzu bilmiyor iseniz, cevabını bulmanız gereken
daha önemli bir soruya sahip olduğunuzu düşünemiyorum.
Eğer emin
değilseniz, emin olmanız gerektiği konusunda ciddi bir tavsiyeye
muhatapsınız. Asla seçilmemiş olduğunuzu var saymayın.
Seçilmişliğiniz konusunu açığa kavuşturmanız gereken bir konu
olarak ele alınız.
Elçi Pavlus,
kendi seçilmişliği konusunda emindi. Seçilmiş olanlardan
bahsederken sık sık biz zamirini kullandı. Yaşamının sonuna
yaklaşırken şunları ifade etmiştir:
Çünkü kanım zaten adak şarabı gibi dökülmek üzere. Benim için
ayrılma zamanı gelmiştir. Yüce mücadeleyi sürdürdüm, yarışı
bitirdim, imanı korudum. Bundan böyle, doğruluk tacı benim için
hazır duruyor. Adil yargıç olan Rab, o gün bu tacı bana, ve yalnız
bana değil, O'nun gelişini özlemle beklemiş olanların hepsine
verecektir (2 Timoteyus 4:6-8).
Aynı mektubun önceki bölümlerinde ise aşağıdakileri beyan
etmiştir:
Bu acıları çekmemin nedeni de budur. Ama bundan utanmıyorum. Çünkü
kime inandığımı biliyorum. O'nun bana emanet ettiğini o güne dek
koruyacak güçte olduğuna eminim (2 Timoteyus 1:12).
Bizler, nasıl Pavlus gibi düzmece olmayan, gerçek bir güvenceye
sahip olabiliriz? Gerçek güvence, Tanrı’nın kurtuluşumuz hakkında
verdiği vaatler üzerine bina edilir. Güve ncem iz, birinci olarak
bu vaatlerin sahibi olan Tanrı’ya olan güvenimizden gelmektedir.
İkinci olarak ise güve ncem iz, imanımızın içsel kanıtı ile
geliştirilir. Eğer yeniden doğmuş olmasaydık Mesih için asla
gerçek bir sevgi besleyemezdik. Eğer seçilmiş olmasaydık, yeniden
doğamazdık. Sağlam bir teoloji bilgisi, güve ncem iz için hayati
değer taşımaktadır. Eğer seçilmişlik hakkında doğru bir anlayışa
sahip isek, bu içsel kanıtları yorumlamamıza bu anlayış yardımcı
olacaktır.
İçsel olarak
Mesih’i tamamen sevmediğimin farkındayım, aynı zaman da O’nu
sevdiğimi de biliyorum. O’nun zaferinin düşüncesi içimi mutlu
ediyor. O’nun gelişini düşündükçe içim coşku ile doluyor. O’nun
göğe alınması da aynı şekilde. Eğer lütuf ile bana verilmemiş
olsalardı içimdeki bu hislerin hiç birisinin orada olmalarının
mümkün olmadığını biliyorum.
Bir erkek ve
kadın birbirlerine aşık olduklarında, bu duygunun bilincinde
olduklarını kabul ederiz. Genellikle bir insanın, başka bir insana
aşık olup olmadığını ayırt etme yeteneği vardır. Bunun kaynağı
içsel bir güvencedir.
Lütfun içsel
kanıtına ek olarak bir de dışsal kanıt vardır. İnancımızın gözle
görülür meyvelerini görebilmemiz gerekir. Aynı zamanda, dışsal
kanıt, güve ncem izin azalmasına bir sebep de verebilir.
Yaşamlarımızda ki sonu gelmeyen günahları görebiliriz. Bu
günahlar, güve ncem iz üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır.
Kendimizi günah işlerken buluruz ve arkasından kendimize şu soruyu
yöneltiriz, “Eğer gerçekten Mesih’i seviyor isem, tüm bu günahları
nasıl işliyorum?”
Güvenceye
sahip olmak için, yaşamlarımız hakkında ciddi bir analiz yapmamız
gerekir. Kendimizi başkaları ile kıyaslamanın bu konuda bir
faydası yoktur. Etrafımızda her zaman kutsallaşmada bizden bir
adım önde kişiler olacaktır. Aynı zamanda bizden geride olan
kişileri de fark edebiliriz. İki kişinin ruhsal büyümesinde tam
olarak aynı seviyede olmalarının mümkünatı yoktur.
Davranışlarımızda bir farklılık görüp görmediğimizi, lütfun doğru
bir dışsal kanıtının var olup olmadığını kendimize sormamız
gerekir. Bu şüpheli bir süreçtir çünkü kendi kendimize yalan
söyleyebiliriz. Bu görevi yerine getirmek zordur ancak imkansız
değildir.
Güvenceye
ulaşmak için daha gerekli bir yöntem daha vardır. Kutsal
Yazılar’da bizlere Kutsal Ruh’un içsel tanıklığından
bahsedilmektedir. Pavlus’un kaleme aldığı ifadesi şöyledir:
“Ruh'un kendisi, bizim ruhumuzla birlikte, Tanrı'nın çocukları
olduğumuza tanıklık eder” (Rom. 8:16).
Ruh’un bize
tanıklık etmesinin ana yolu, O’nun Söz’üdür. Tanrı’nın sözüne
yoğunlaştığım zamanlarda sahip olduğum güvenceden daha büyük bir
güvenceye asla sahip olmadım. Eğer lütfun bu yolunu ihmal edersek,
kurtuluşumuz için var olan güvenceyi uzun süreli ya da güçlü bir
şekilde hissetmemiz çok zordur.
Reform
ilahiyatçısı olan, A. A. Hodge, Gerçek Güvence ve Sahte Güvence
arasındaki farkları gösteren aşağıdaki listeyi yayınlamıştır:
GERÇEK
GÜVENCE |
SAHTE
GÜVENCE |
Samimi
alçak gönüllülük doğurur |
Ruhsal
gurur doğurur |
Kutsallaşmada gayret oluşturur |
Miskin bir
düşkünlük oluşturur |
Dürüst bir
kendini değerlendirmeye yönlendirir |
Gerçek
değerlendirmelerden kaçınır |
Tanrı ile
daha yakın bir ilişki için arzu doğurur |
Tanrı ile
ilişki kurma konusunda soğukluk doğurur |
Kurtuluşun
güvencesi arttırılabilir ya da azaltılabilir. Güvenimizi yükseltip
alçaltabiliriz. Hatta bu güvence duygusunu en azından bir dönem
için tümden kaybedebiliriz. Sahip olduğumuz bu güvenin elimizden
kayıp gitmesi için sayısız sebep mevcuttur. Bu güveni koruma
konusunda ihmalci davranabiliriz. Çağrılmış olan bizlerin
seçilmişliğimiz konusunda emin olma gayretimiz, asla bitmemesi
gereken bir gayret olmalıdır. Eğer kurtuluş güvencem iz konusunda
kendini beğenmiş bir üslup takınıp ona sahip olduğumuzdan emin
olmaya başlarsak, o güvenceyi kaybetme riskine gireriz.
Güvencem izin
devamı için en büyük tehlikeyi, ciddi ve iğrenç günahlara düşme
teşkil eder. Bir çok günahı örten sevgiden haberdarız.
Kurtuluşumuzun güvence altında olması için mükemmel olmamızın
gerekli olmadığını da biliyoruz. Ancak, bazı belirgin günahlara
düşme durumumuzda bu güvencenin ciddi bir şekilde sarsıldığını da
biliyoruz. Davut’un işlediği günah olan zina, onun Tanrı
karşısında korku ile titremesine sebep olmuştu. Eğer Mezmur 51’de
ki itiraf duasını okursak, güvencesini tekrar kazanmak için
çabalayan bir insanın inlemelerini duyarız. Petrus, Mesih’e lanet
edip O’nu reddettikten sonra ve Mesih’in gözleri kendisine
dikilirken, sizce Petrus’un güvencesi ne durumdaydı?
Sanki
Tanrı’nın tasvip etme ışığını bizden tümden esirgediği hissine
kapıldığımız bir ruhsal dönemi hepimiz yaşamışızdır. Azizler bu
durumu “ruhun karanlık gecesi olarak” adlandırmışlardır. Sanki
Tanrı’nın bizi terk ettiğini hissettiğimizi anlar olmuştur. Artık
dualarımızı duymadığını düşünürüz. O’nun varlığının verdiği hoş
duyguları hissetmemeye başlarız. Bu gibi zamanlarda yani güvencem
iz sığlaştığı zaman tüm gücümüzle kendimizi O’na doğru yöneltmemiz
gerekir. O, bizlere O’na doğru uzandığımızda yanımıza geleceğine
dair söz vermiştir.
Son olarak,
maruz kalacağımız derin acılar, güven duygumuzun sarsılmasında rol
oynayabilir. Ciddi bir hastalık, üzücü bir kaza, sevdiğimiz bir
kişinin ölümü, güvence duygumuzu etkileyebilir. Eyüp’ün şu
haykırışını biliyoruz: “Beni öldürse bile O’na güvenim sarsılmaz.”
Bu acı içerisinde ki bir adamın haykırışıdır. Eyüp, “Oysa ben
kurtarıcımın yaşadığını, sonunda yeryüzüne geleceğini biliyorum”
dese de, şüphe duygularının kendisini hırpaladığına eminim.
Denenme
zamanlarında, bizlere rahatlamayı sunacak olan gene Tanrı Söz’ünün
kendisidir. Sıkıntılarımızın, nihai etkisi umudumuzu yok etmek
değil, aksine bina etmektir. Petrus’un kaleme aldığı ayetler
şöyledir:
Sevgili kardeşlerim, sınanmanız için size giydirilen ateşten
gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi garipsemeyin. Tersine,
Mesih'in acılarına ortak olduğunuz oranda sevinin ki, Mesih'in
görkemi görüldüğünde de sevinçle coşasınız (1 Petrus 4:12, 13).
Tanrı’nın vaatlerine titizlikle bağlanırsak, elemlerimiz güve ncem
izi yok etmek yerine, arttırır. İman krizi yaşamamıza gerek
yoktur. Çekeceğimiz acılar, imanımızın güçlenmesine yardımcı
olabilir. Tanrı çekeceğimiz acıların sonunda sadece sevince
ulaşmamız değil aşırı sevince ulaşmamız konusunda vaatte
bulunmuştur.
KURTULUŞUMUZU KAYBEDEBİLİR MİYİZ?
Daha önce de
belirttiğimiz gibi kurtuluşun güvence altında olduğuna dair olan
duygumuzu kaybetmemiz olasıdır. Ancak bu, ‘kurtuluşumuzun
kaybedilmesi’ anlamına gelmemektedir. Ele alacağımız konu, sonsuz
güvence konusudur. Aklanmış bir insan, aklanmışlığını kaybedebilir
mi?
Roma Katolik
Kilisesinin bu soruya verdiği cevabı biliyoruz. Roma, aklanma
lütfunun gerçektende kaybedilebileceği görüşünde ısrarını
sürdürmektedir. İtirafı da içeren Kefaret sakrementi, bu görüşün
bir ürünüdür. Roma Kefaret sakrementini, “ruhlarını mahvetmiş
olanlar için aklanmanın ikinci desteği” olarak açıklamaktadır.
Roma’ya göre,
kurtaran lütuf, bir insan “ölümcül” bir günah işlediği zaman, o
insanın ruhunda yok olmaktadır. Ölümcül günah ismi, bu günahın
lütfu öldürme gücü olduğu iddiasından gelmektedir. Bu iddiaya göre
lütuf ölebilir ve eğer ölümcül günah ile ölmüş ise kefaret
sakrementi ile tekrar onarılmalı, diriltilmelidir, yoksa bu
günahkar kişinin kurtuluşu yok olur.
Reform inancı,
ölümcül günah konusuna Roma’dan farklı bir açıyla bakmaktadır.
Bizim inancımıza göre tüm günahlar ölümcüldür, hepsinin bedeli
ölümdür ancak hiçbir günah, seçilmiş olanların sahip olduğu
kurtuluş lütfunu yok edecek kadar ölümcül değildir. (İlerleyen
bölümlerde, İsa’nın uyarısında bulunduğu “bağışlanmayacak olan”
günahtan bahsedeceğiz.)
Reform görüşü,
sonsuz güvenceye “azizlerin sabrı” ismini vermiştir. Bu güvencenin
önerdiği ise şudur: “Lütufta bir kere olan, her zaman lütufta
kalır.” Başka bir ifade ile, “Eğer sahip isen, asla kaybetmezsin;
Eğer kaybettiğini düşünüyorsan, asla sahip olmamışsındır.”
Azizlerin
sabrına olan güvenimiz, azizlerin yeteneklerine, kendilerine,
azimlerine dayanmamaktadır. Ben azizlerin sabrı demek yerine
azizlerin korunması demeyi tercih ediyorum.
Gerçek
Hıristiyanların lütuftan düşmemelerinin sebebi, Tanrı’nın lütufkar
bir şekilde onları düşmekten korumasıdır. Azmetmek, yılmamak bizim
yaptığımız bir eylemdir ancak korunma, Tanrı’dan gelir. Tanrı
koruduğu için bizler sabrederiz.
Sonsuz güvence
ya da yılmazlık doktrini Tanrı’nın vaatlerine dayalı bir
doktrindir. Bu konudaki birkaç ayet aşağıda sıralanmıştır:
Sizde iyi bir işe başlamış olan Tanrı'nın bunu, Mesih İsa'nın
gününe dek bitireceğine güvenim vardır (Filipeliler 1:6).
Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler.
Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç
kimse elimden kapamaz. Onları bana veren Babam her şeyden
üstündür. Onları Baba'nın elinden kapmaya kimsenin gücü yetmez (Yuhanna
10:27-29).
Rabbimiz İsa Mesih'in Tanrısı ve Babasına övgüler olsun. Çünkü O,
kendi büyük merhametiyle yeniden doğmamızı sağladı. İsa Mesih'i
ölümden diriltmekle bizi yaşayan bir ümide, çürümez, lekesiz ve
solmaz bir mirasa kavuşturdu. Bu miras sizin için göklerde
saklıdır. Zaman sona ererken açığa çıkarılmaya hazır olan
kurtuluşa kavuşasınız diye iman sayesinde Tanrı'nın gücüyle
korunuyorsunuz (1 Petrus 1:3-5).
Çünkü kutsal kılınanları tek bir sunuyla sonsuza dek yetkinliğe
erdirmiştir (İbraniler 10:14).
Tanrı'nın seçtiklerini kim suçlayacak? Onları aklayan Tanrı'dır.
Kim suçlu çıkaracak? Ölmüş, üstelik dirilmiş olan Mesih İsa,
Tanrı'nın sağındadır ve bizim için aracılık etmektedir. Mesih'in
sevgisinden bizi kim ayırabilir? Sıkıntı mı, elem mi, zulüm mü,
açlık mı, çıplaklık mı, tehlike mi, kılıç mı? Yazılmış olduğu
gibi:«Senin uğruna bütün gün öldürülüyoruz,kasaplık koyunlar
sayılmışız.» Ama bizi sevenin aracılığıyla bu durumların hepsinde
galiplerden üstünüz. Eminim ki, ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne
yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik,
ne derinlik, ne de yaratılmış başka herhangi bir şey bizi Rabbimiz
Mesih İsa'da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir (Romalılar
8:33-39).
Bu ayetlerden de gördüğümüz gibi yılmazlığa olan güvenimizin
temelinde Tanrı’nın kudreti yatmaktadır. Tanrı, başladığını
tamamlama konusunda söz vermiştir. Bizim güvenimiz insanın
iradesine bağlı değildir. İnsan iradesi ile Tanrı’nın kudreti
arasındaki farklılık Kalvinistler ile Arminiyanları ayıran
unsurdur. Arminiyan doktrinindeki bir kişiye göre, bir kişinin
lütuf ile gönüllü bir işbirliği yapacağını ve bu lütfu kaybetmemek
için yılmayacağını önceden gördükten sonra Tanrı tarafından bu
kişi sonsuz hayata seçilir.
Örneğin Roma
Katolik Kilisesi, aşağıdaki beyanatta bulunmuştur: “Eğer bir kişi,
bir kere aklanan bir insanın lütfu kaybetmeyeceğini ve lütuftan
düşen kişinin zaten asla aklanmamış olduğunu söylerse, bu kişi
lanetlidir” (Trent Konseyi: 6/23).
Protestan
Arminiyanlar benzer bir ifadede bulunmaktadırlar: “Gerçek ve tam
olarak yeniden doğan insanlar, lütfu savsaklayarak ve Kutsal Ruh’u
günah ile kederlendirerek, tamamen düşebilirler ve uzun vade de
lütuftan, mahvoluşa geçmiş olurlar.” (Conference of Remonstrants
11/7).
Arminiyanların
temel iddialarından bir tanesi de, Tanrı’nın yılmamayı “zorla”
insana empoze etmesi ile insanın özgür iradesi arasındaki çelişki
konusudur. Buna rağmen Arminiyanların kendileri bile imanlıların
cennette lütuftan düşmeyeceklerine inanırlar. Yüceltilmiş durumda
iken, Tanrı’nın bizi günah işleyemeyecek bir yapıya
dönüştüreceğini dile getirirler. Buna rağmen cennetteki
yüceltilmiş azizlerin hala daha özgür olacağını söylerler. Eğer
korunma ve özgür irade, cennette istikrarlı bir birleşim olarak
kabul ediliyorsa, asıl tutarsızlık bu iki unsurun dünya da birbiri
ile çeliştiğini öne sürmektir. Arminiyanlar, bir kez daha insanın
özgürlüğü konusunda haddinden fazla ispata girmeye
çalışmaktadırlar. Eğer Tanrı, özgür irademizi yok etmeden bizi
cennette koruyabiliyorsa, dünya da da özgür irademizi yok etmeden
koruyabilir.
Bizler
sabrederiz, bunu sadece Tanrı içimizde ve özgür irademizde
çalıştığı için yapabiliriz. Ve Tanrı, bizim içimizde çalıştığı
için yılmayacağımız kesindir. Tanrı’nın seçim hakkındaki hükümleri
kesin ve sabittir. Bu hükümler değişmez çünkü Tanrı değişmez. O,
akladığı herkesi yüceltecektir. Seçilmiş olanların hiç birisi asla
kaybolmayacaktır.
Niçin, bizlere
bir çok kişi lütuftan düşmekte gibi gözükmektedir? Hepimiz imanlı
Hıristiyan hayatlarına çok büyük coşku ile başlayıp ilerde bu
imanlarını reddeden kişiler ile karşılaştık. Hepimiz, büyük
Hıristiyan liderlerinin ilerleyen zamanlarda ağza alınamayacak
günahlar işlediklerini ve iman ikrarlarına kara çaldıklarını
gördük ya da duyduk.
Reform inancı,
iman ikrarında bulunan kişilerin ilerleyen zamanda bunu inkar ya
da reddedebileceğini kabul etmiştir. Hıristiyanların “yoldan
çıkabileceğini” biliyoruz. Hıristiyanların iğrenç ve tiksindirici
günahlara düşebileceğini ve düştüklerini biliyoruz.
Bizler gerçek
Hıristiyanların ciddi ve radikal bir şekilde düşebileceklerine
inanıyoruz. Bizler gerçek Hıristiyanların tamamen ve kesin bir
şekilde düşebileceklerine inanmıyoruz. Kral Davut’un olayını ele
aldığımızda hem Bat-Şeva ile işlenen zina günahını hem de Bat-Şeva’nın
kocası Uriya’nın ölümü hakkındaki bir komploya iştirak günahını
görmekteyiz. Davut, sahip olduğu gücü ve yetkileri kullanarak
Uriya’nın savaş esnasında ölmesini kesinleştirmiştir. Aslında Kral
Davut, birinci dereceden cinayet ile suçludur. Bu cinayet önceden
tasarlanmıştır ve kötü niyetli düşüncelerin ürünüdür.
Davut’un
vicdanı o kadar kurumuştur, yüreği o kadar katılaşmıştır ki, onun
gerçeklerle yüzleşebilmesi için Tanrı’nın peygamberinin onu
kendine getirmesi gerekmiştir. Arkasından gelen itiraf ve tövbe,
günahın kendisi kadar büyük olmuştur. Davut, radikal bir günah
işlemiştir, ancak bu durum onun tamamen ve kesin olarak sonu
değildir. Bu durumdan sonra kendisi yenilenmiştir.
Yeni
Antlaşma’dan bilindik iki kişi hakkında bildirilenleri ele alalım.
Bu iki kişide İsa’nın öğrencisi olmak üzere çağrılmışlardır. Bu
iki kişide İsa’nın hizmetinin ilk günlerinden itibaren O’nun
yanında yürümüşlerdir. Bu iki kişide İsa’ya ihanet etmiştir. Bu
iki kişinin isimleri Petrus ve Yahuda İskariyot’tur.
Yahuda
İskariyot, Mesih’e ihanet ettikten sonra intihar etmiştir. Petrus,
Mesih’e ihanet ettikten sonra tövbe etmiştir ve yenilenmiştir,
erken Kilisenin yükünü taşıyan bir sütun olarak yükselmiştir. Bu
iki adam arasındaki fark nedir? İsa, bu iki kişinin de kendisine
ihanet edeceğini önceden bildirmiştir. Yahuda İskariyot ile
konuşmasını bitirdikten sonra ona şöyle demiştir, “Yapacağını tez
yap!»
İsa, Petrus’a
farklı konuşmuştur. Ona şöyle hitap etmiştir: “«Simun, Simun,
Şeytan sizleri buğday gibi kalburdan geçirmek için izin almıştır.
Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri
döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.»” (Luka 22:31, 32).
İsa’nın
söylediklerine dikkat edelim. İsa, eğer geri dönersen dememiş,
geri döndüğün zaman demiştir. İsa, Petrus’un geri döneceğinden
emindir. O’nun düşüşü radikal ve ciddidir ama tamamen ve kesin
değildir.
Petrus’un geri
dönmesine dair İsa’nın duyduğu güvencenin Petrus’un gücüne
bağlanmamış olduğu çok açıktır. İsa, Şeytan’ın Petrus’u buğday
gibi kalburdan geçireceğini biliyordu. Şeytan için Petrus,
“çantada keklik”dir. İsa’nın güveni, kendisinin duasına
dayanmaktaydı. Yılmayacağımıza olan inancımız, Mesih’in bizim
Başkahinimiz, Baba’ya karşı bizi Savunan ve Adaletli Duacımız
olacağına dair vaatlerine dayanmaktadır. Kurtarıcımız ve
bizler için dua eden Kahinimize olan güvenimizden gelmektedir.
Kutsal Kitap,
Yuhanna 17’de İsa’nın bizler için sunduğu duayı kaydetmiştir. Bu
baş kahinlik duasını sık sık okumamız gerekmektedir. Hep beraber
bir kısmına bakalım:
… Ben artık
dünya da değilim, ama onlar dünya dalar. Ben sana geliyorum.
Kutsal Baba, onları bana verdiğin kendi adınla koru ki, bizim gibi
bir olsunlar. Kendileriyle birlikte olduğum sürece, bana verdiğin
kendi adınla onları esirgeyip korudum. Kutsal Yazı yerine gelsin
diye, mahva giden adamdan başka içlerinden hiçbiri mahvolmadı.
(ayet. 11, 12).
Okumaya devam edersek:
Baba, bana verdiklerinin de bulunduğum yerde benimle birlikte
olmalarını ve benim yüceliğimi, bana verdiğin yüceliği görmelerini
istiyorum. Çünkü dünyanın kuruluşundan önce sen beni sevdin (ayet.
24).
Bizim korunmamız Üçlü Birliksel bir eylemdir. Baba olan Tanrı,
bizi korur ve bırakmaz. Oğul olan Tanrı, bizim için dua eder.
Kutsal Ruh olan Tanrı, içimize nüfuz eder ve bizi yönlendirir.
Bizlere, Kutsal Ruh’un “mührü” ve “teminatı” verilmiştir (2 Tim.
2:19; Efs. 1:14; Rom. 8:23). Bu verilenler, ilahi bir güvencenin
görüntülü ifadesidir. Ruh’un mührü, mutlak bir hükümdarın
yüzüğünün balmumu üzerine yaptığı damga gibi asla çıkmayacak bir
işarettir. Bizlerin, O’nun hükmü altında ve O’na ait olduğumuzun
ifadesidir. Ruh’un teminatı ise ticarette borçlara ya da alınacak
krediye karşı gösterilen teminattan farklıdır çünkü bu teminat
kaybedilir iken Kutsal Kitap ifadesi ile bildirilen Ruh’un
teminatı, gerisinin ödeneceği kesin olan ilk ödeme gibidir. Tanrı
kendi teminatını kaybetmez. Başlamış olduğu işi bitirir, başladığı
ödemeleri tamamlar. Ruh’un ilk meyvesi, son meyvelerin de
geleceğinin teminatıdır.
Tanrı’nın
koruma eyleminin bir benzetmesi olarak, küçük çocuğu ile yürüyen
bir babanın, çocuğun elini tutmasını gösterebiliriz. Arminiyan
görüşe göre çocuğun güvenliği, çocuğun babasının elini tutma
gücüne bağlıdır. Eğer çocuk babasının elini bırakırsa
mahvolacaktır. Kalvinist görüşte ise çocuğun güvenliği, babanın
çocuğun elini tutma gücüne bağlıdır. Çocuk babasının elini bıraksa
bile baba sağlam bir şekilde tutmaya devam edecektir. Rabbin
kolu asla kısa kalmaz.
Gene de niçin
bazı kişilerin tamamen ve kesin bir şekilde düşüyor gibi
gözükmelerinin sebebini sormaktan kendimizi alıkoyamayız. Bu
noktada Elçi Yuhanna’nın sözlerini hatırlamamız gerekir: “Bunlar
aramızdan çıktılar, ama bizden değildiler. Bizden olsalardı,
bizimle kalırlardı. Ayrılmaları, hiçbirinin bizden olmadığını
ortaya çıkardı” (1 Yuhanna 2:19).
Özdeyişimizi
tekrar edersek: Eğer sahip isen, asla kaybetmezsin; Eğer
kaybettiğini düşünüyorsan, asla sahip olmamışsındır. İsa Mesih’in
Kilisesinin değişik yapıları ihtiva eden bir beden olduğunu kabul
ediyoruz. Buğday ile yan yana biten diken, kuzu ile yan yana
yaşayan keçiler vardır. Tohum hakkındaki benzetme, insanların
sahte inanç yaşayabileceklerini göstermektedir. İnsanlar imanlı
gibi gözükebilirler ancak o iman gerçek bir iman olmayabilir.
Bir kereden
fazla “iman” eden kişileri tanımışsınızdır. Kilisede gerçekleşen
her uyanışta bu kişiler minbere (altara) yaklaşır ve
“kurtulurlar”. Bir görevli, kendi cemaatinde tam on yedi kez
“kurtulan” bir kişiden bahsetmektedir. Bir uyanış toplantısı
esnasında Evangelist, Ruh ile dolmak isteyenler için minber (altar)
çağrısında bulunmuştur. Defalarca kurtulmuş olan bu kişi bir kez
daha bu çağrıya cevap verip ileriye doğru yürümeye başlayınca,
cemaatten bir bayan “Tanrım, onu doldurma, onda kaçak var!” diye
bağırmıştır.
Hepimiz, bir
dereceye kadar bazen kendimizi kötü hissetsek de hiçbir zaman
gerçek bir Hıristiyan, tamamen ve kesin bir şekilde Tanrı’nın
Ruh’unu kaybetmez. “İmanın kaybedenler” gibi gözükenler ilk
başından beri asla imanlı olmamışlardır. Yahuda İskariyot, ilk
başından beri mahvoluşun oğlu olmuştur. Onun imanı düzmecedir.
İsa, onun yenilenmesi için dua etmemiştir. Yahuda İskariyot,
Kutsal Ruh’u kaybetmemiştir çünkü asla Kutsal Ruh’a sahip
olmamıştır.
Tabi ki
Mesih’e adanmışlık konusunda tekrar tekrar davette bulunmanın
hiçbir kötü yanı yoktur. Tanrı’nın Sunağına defalarca
yaklaşabiliriz ya da bu davetlere arka arkaya cevap verebiliriz ve
verilen bu cevapların hangilerinin gerçekten samimi olduğundan
emin olamayız. Birden fazla cevap vermenin iki faydası vardır.
Birincisi kurtuluşumuzun güvence altında olduğuna dair olan
idrakımızı güçlendirir, ikinci olarak ise Mesih’e olan
adanmışlığımızı derinleştirir.
İMANDAN DÜŞME HAKKINDAKİ KUTSAL KİTAP UYARILARI
Korunma
doktrinine karşı Arminiyanların en güçlü iddiaları Kutsal
Yazılar’da düşme ile ilgili gözüken ayetlere dayandırılmaktadır.
Örneğin Pavlus şöyle yazmıştır: “Müjde'yi başkalarına duyurduktan
sonra ben kendim saf dışı kalmamak için bedenime eziyet çektirip
onu köle ediyorum” (1 Kor. 9:27).
Pavlus, başka
bir yerde inanç değiştiren kişilerden bahsetmektedir: “Sözleri
kangren gibi yayılacak. İmeneyus ve Filitus bunlardandır.
Dirilişin olup bittiğini söyleyerek gerçek yoldan saptılar. Şimdi
de bazılarının imanını altüst ediyorlar” (2 Tim. 2:17, 18).
Bu ayetler,
inananların “saf dışı” kalmalarının ya da “alt üst” olmalarının
mümkün olduğunu ifade etmektedirler. Ancak, Pavlus’un Timoteyus’e
sözlerini nasıl bitirdiğine dikkat etmemiz gerekir: “Ne var ki,
Tanrı'nın attığı sağlam temel, «Rab kendine ait olanları bilir» ve
«Rab'bin adını anan herkes kötülükten uzak dursun» sözleriyle
mühürlenmiş olarak duruyor” (ayet. 19).
Petrus, kendi
kusmuğuna dönen köpekten ve yıkandıktan sonra çamurda yuvarlanmaya
dönen domuzdan da bahsetmiştir. Bunlar doğruluk yolu öğretildiği
halde uzaklaşan kişiler için yapılmış olan benzetmelerdir. Bu
kişiler doğaları asla değişmemiş olan sahte inanlılardır. (2 Pet.
2:22).
İBRANİLER 6
İbraniler 6’da
bulunan bu ayetler, düşüş hakkındaki hem en ciddi uyarıyı
içermekte hem de Kutsalların Sona Kadar Dayanması (imanın
kaybedilmemesi) doktrinine ile en büyük çelişkiyi ortaya koymakta
gibi gözükmektedir:
Bir kez aydınlatılmış, göksel armağanı tatmış ve Kutsal Ruh'a
ortak edilmiş, Tanrı sözünün iyiliğini ve gelecek çağın güçlerini
tatmış oldukları halde yoldan sapanları yeniden tövbe edecek
duruma getirmeye olanak yoktur. Çünkü Tanrı'nın Oğlunu âdeta
yeniden çarmıha geriyor, âleme maskara ediyorlar (ayet. 4-6).
Bu ayetler inananların tamamen ve sonsuza dek düşebileceklerini ve
düştüklerini iddia etmektedir. Bizlerin bu ayetleri nasıl anlaması
gerekir?
Bu bölümün tam
anlamını çıkarma konusunda bazı zorluklar mevcuttur. Birinci
olarak, bu metinde bahsi geçen sapmanın, ne tür bir sapma olduğu
konusunda kesin bir bilgimiz mevcut olmadığı gibi, ikinci olarak
bu mektubun yazarı ve kime yazıldığı hakkında da kesin
bilgilerimiz yoktur. İlk Kiliselerin, bu ürkütücü uyarıyı
kolaylıkla provoke etme ihtimali bulunan iki alevli sorunu vardı.
Birinci konu,
lapsi olarak isimlendirilmiş bir grup insandı. Lapsi denilen bu
insanlar, ağır zulüm altında imanlarını reddeden kişilerdi. O
yıllarda aslanların önüne atılan her kilise üyesi, ilahiler
söyleyerek arenada yürümemiştir, içlerinden bazıları çözülüp
imanlarını reddetmişlerdir. Hatta bazıları kendi yoldaşlarına
ihanet edip, Romalılar ile işbirliği yapmışlardır. İmandan dolayı
idam edilmeler azalmaya başladığı zaman bu eski işbirlikçilerin
bazıları tövbe edip kiliselerine tekrar bağlanmak istemişlerdir.
Ancak bu kişilerin kiliseye nasıl kabul edileceği küçük bir
anlaşmazlık, ya da ufak bir tartışma konusu olmamıştır.
İkinci konu
ise Yahudi öğretmenler tarafından provoke edilmiştir. Bu grubun
yıkıcı etkisi ile Galatyalılar Kitabı başta olmak üzere Yeni
Antlaşma’nın bir çok bölümünde mücadele edilmiştir. Bazı Yahudi
öğretmenler, Mesih’i kabul etseler de aynı anda Eski Antlaşma’nın
tarikatsal uygulamalarını güçlendirip uygulatmaya kalkmışlardır.
Örneğin törensel bir anlam içeren sünnet konusunda ısrar etmeye
başlamışlardır. Ben, İbraniler Kitabının yazarının kaygı duyduğu
sapkınlık konusunun, Yahudi öğretmenler sapkınlığı olduğuna
inanıyorum.
İkinci problem
ise, İbraniler Kitabında düşme konusunda uyarılan bu kişilerin
doğasının nitelenmesinin zorluğudur. Bu kişiler gerçek imanlılar
mıdır yoksa buğdayların arasında büyüyen dikenler midir? Burada
ele alınan üç kategoride insan olduğunu unutmamamız gerekir: (1)
imanlılar, (2) kilisedeki imansızlar, ve (3) kilise dışındaki
imansızlar.
İbraniler
Kitabı, Eski Antlaşma İsrail’i ile bir çok paralelliği
içermektedir. Özelliklede sapmış olanlar ile İbraniler kitabındaki
bu insanlar kimlerdir? Nasıl tarif edilmişlerdir? Bu kişilerin
niteliklerini bir liste halinde sıralarsak:
1. Bir kez
aydınlatılmış
2. göksel
armağanı tatmış
3. Kutsal
Ruh'a ortak edilmiş
4. Tanrı
sözünün iyiliğini tatmış
5. yeniden
tövbe edecek duruma getirmeye olanak yok
İlk bakışta bu
listedeki unsurlar bir gerçek inanlıya aitmiş gibi gözükmektedir.
Ancak, bu liste kilise üyesi olup, sahte bir inanç ikrarında
bulunan ve gerçek bir inanlı olmayan kişi içinde geçerlidir. Bu
niteliklerin tümüne inanlı olmayan bir kişi de sahip olabilir. Her
hafta kiliseye gelen dikenler Tanrı’nın Söz’ünün öğretildiğini ve
vaaz edildiğini duyarlar ve “aydınlanırlar”. Lütfun bütün
kazancına ortak olurlar. Rab’bin Sofrasına katılırlar. Kutsal
Ruh’a, O’nun yakınlığının ve meyvelerinin mutluluğunu ve huzurunu
hissetme anlamında ortak olurlar. Hatta dışsal bile olsa bir tür
tövbe ederler.
Bir çok
Kalvinist, Mesih’i sonradan inkar eden ve kiliseye katılmış olan
imansızlara atfederek bu parçaya çözüm bulduklarını düşünürler.
Ben bu yorumdan tamamen tatmin olduğumu söyleyemeyeceğim. Bence bu
parça gerçek Hıristiyanları kast ediyor olabilir. Bu ayetlerin
benim için en önemli kısmı: “yeniden tövbe edecek duruma
getirmeye” kısmıdır. Sahte bir tövbe şekli olduğunu biliyorum ve
buna Kutsal Kitap yazarları tarafından Esav tövbesi denmektedir.
Ancak burada bahsedilen bir yeniden durumu söz konusudur. Yeniden
tövbe etmekten bahsedilmektedir. Yeni tövbe, eğer yeniden
yapılacak ise, eskisinin aynısı olmak durumundadır. Burada
bahsedilen yeniden edilecek olan tövbe Rab’bin istediği şekilde
bir tövbedir ki, bence eski tövbesi de aynı şekilde bir tövbedir.
Bence burada
yazarın bahsettiği konu ad hominem stili hakkındadır. Ad hominem
stili bir tartışmada, rakibinizin yerine geçersiniz ve mantıksal
sonucunu kavramaya çalışırsınız. Yahudi öğretmenlerin
sapkınlığının mantıksal sonucu ise kurtuluş hakkındaki her türlü
ümidi yok etmektir.
Bu mantık
şöyle çalışmaktadır. Eğer bir kişi Mesih’e iman konumunda ve
günahları için O’nun bir bedel ödediğine inanmakta ise, bu insan
Musa’nın antlaşmasına geri döndüğünde ne elde eder? Sonuç olarak
bu kişi Mesih’in tamamlanmış işini geri çevirmiş olur. Bu kişi bir
kez daha Yasa’ya bağlanır. Eğer durum bu ise, kurtuluş için nereye
dönmelidir? Bu kişi haçı reddetmiştir, ona geri dönemez. Kurtuluş
için en ufak bir ümidi olamaz çünkü Kurtarıcısı yoktur. O’nun
teolojisi, Mesih’in tamamlanmış işini kabul edemez.
İbraniler
6’nın anahtar ayeti 9. ayettir: “Size gelince, sevgili kardeşler,
böyle konuştuğumuz halde, durumunuzun daha iyi olduğuna, yani
kurtuluşa uygun düştüğüne eminiz.”
Bu ayette
yazarın kendisi bile sıra dışı bir üslupla konuştuğunu
belirtmektedir. O’nun vardığı sonuç, düşme konusunda bir metin
bulduğunu düşünenlerinkinden farklıdır. Durumlarının daha iyi
olduğuna ve kurtuluşa uygun düştükleri sonucuna varır. Açıkçası,
düşüş ile kurtuluş aynı kulvarda yürümemektedir. Yazar, herhangi
bir imanlının gerçektende düşebileceğini söylememektedir. Aslında
yazar bunun tam tersini bildirmekte, imanlıların düşmeyeceklerine
emin olduğunu bildirmektedir.
Eğer kimse
düşmeyecekse, bu konuda insanları uyarma zahmetine katlanmaya ne
gerek vardır? Gerçekleşmesi imkansız olan bir şey için insanları
hararetle uyarmak, gayrı ciddi bir davranış olurdu. İşte bu
noktada yılmama ile korunma arasındaki ilişkiyi anlamamız gerekir.
Yılmazlık hem bir lütuftur hem de bir görevdir. Ruhsal
yürüyüşümüzde tüm çabamızı ortaya koymak durumundayız. Beşeri bir
bakışla, düşmek mümkündür. Ancak çabaladıkça, bizleri koruyan
Tanrı’ya daha fazla bakarız. O’nun bizi korumayı becerememesi
olanak dışındadır. Bir kez daha babası ile yürüyen çocuk
benzetmesini düşünün. Çocuğun babasının elini bırakması mümkündür.
Çocuğun babası Tanrı bile olsa, çocuk yine de babasının elini
bırakabilir. Baba, bırakmama konusunda vaatte bulunsa da, sıkı
tutunmak hala daha çocuğun görevidir. İbraniler Kitabının yazarı
imanlıları düşme hakkında uyarmaktadır. Luther, bu olaya
“hararetle öğütlemenin müjdeci kullanımı” ismini vermiştir. Bu
ayetler bizlere, Tanrı ile yürüyüşümüzde göstermemiz gereken
gayret görevini hatırlatmaktadır.
Sonuç olarak,
yılmazlık ve korunma konularında, Tanrı’nın Eski Antlaşma’da ki
vaatlerine bakmamız gerekir. Yeremya peygamber aracılığı ile
Tanrı, insanları ile yeni ve sonsuza kadar bozulmayacak olan bir
antlaşma yapma vaadinde bulunmuştur. Rab derki:
Onlarla kalıcı
bir antlaşma yapacağım: Onlara iyilik etmekten vazgeçmeyecek,
benden hiç ayrılmasınlar diye yüreklerine Tanrı korkusu salacağım
(Yeremya 32:40).
BÖLÜM 8’İN ÖZETİ
1)
Kurtuluşumuzun güvencesinin ruhsal yaşamlarımız için hayati bir
önem taşıdığı sonucuna vardık. O olmadan, büyümemiz geri kalır ve
kafamızı kurcalayacak olan şüphelerin saldırısına maruz kalırız.
2)
Tanrı, bizleri seçilmişliğimiz konusunda emin olmaya, Kendisinin
güvence ile sunduğu huzur ve kudreti bulmaya çağırmaktadır.
Romalılar 15’de Pavlus, Tanrı’nın kaynak olduğunu belirtmiştir:
Sabır ve cesaret kaynağı olan Tanrı (ayet. 5) ve Ümit kaynağı olan
Tanrı (ayet. 13). Kurtuluşumuzun güvencesi konusunda emin olmamız
hem görevimiz hem de ayrıcalığımızdır.
3)
Gerçek bir imanlı asla kurtuluşunu kaybetmez. Hıristiyanların
bazen ciddi ve radikal biçimlerde düştüğüne emin olabiliriz ancak
bu düşüş asla tamamen ve sonsuza dek bir düşüş değildir. Bizler
kendi gücümüzden dolayı değil, Tanrı’nın bizi koruma lütfu
sayesinde sabrederiz. |