Birinci
Bölüm
Tez 1: İnsanoğlunun evrensel suçluluğu “özgür irade”nin yanlış
olduğunu kanıtlar.
Tez 2: Günahın
evrensel hakimiyeti “özgür irade”nin yanlış olduğunu kanıtlar.
Tez 3: “Özgür
irade” ahlaki ve törensel yasayı yerine getirerek Tanrı kabulünü
kazanamaz.
Tez 4: Yasa,
insanlara günah bilincini vererek, onları Mesih’e yönlendirmesi
için tasarlanmıştır.
Tez 5: Mesih’e
iman ederek kurtuluşun alınabileceği öğretisi “özgür irade”nin
yanlış olduğunu kanıtlar.
Tez 6: Kazanç
ya da ödül kavramına hiçbir yer yoktur.
Tez 7: “Özgür
irade”nin hiçbir değeri yoktur, çünkü insanın Tanrı karşısındaki
doğruluğunun işlerle hiçbir ilgisi yoktur.
Tez 8: Bir
dizi değişik savlar.
Tez 9: Pavlus
“özgür irade”yi çürütürken çok açık konuşmaktadır.
Tez 10: Kutsal
Ruh’a sahip olmayan insanın içinde bulunduğu durum, “özgür
irade”nin ruhsal hiçbir şey yapamayacağını gösterir.
Tez
11:
Mesih’e gelen kişiler, O’nu daha önce ne düşünmüş, ne aramış, ne
de kendilerini O’na hazırlamışlardır.
Tez
12:
Günahlı bir dünyaya sunulan kurtuluş sadece iman aracılığıyla
alınabilecek Mesih’in lütfudur.
Tez
13:
Yuhanna 3. Bölüm’deki Nikodim örneği, “özgür irade”ye karşı çıkar.
Tez
14:
“Özgür irade”nin hiçbir faydası yoktur çünkü kurtuluş yanlızca
Mesih
aracılığıyladır.
Tez
15:İnsanın müjdeye inanma yetisi yoktur, bu nedenle hiçbir çabası
onu kurtaramaz.
Tez
16:
Evrensel inançsızlık “özgür irade”nin yanlış olduğunu kanıtlar.
Tez
17:
Gerçek inanlılardaki “benliğin” gücü “özgür irade”nin yanlış
olduğunu kanıtlar.
Tez
18:
Kurtuluşun “özgür irade”ye bağlı olmadığını bilmek, çok
rahatlatıcı olabilir.
Tez
19:
Tanrı’nın yüceliğine leke sürülemez.
İkinci Bölüm
Erasmus’un öğrettikleri.
Tez 1:
Erasmus’un "özgür irade” tanımı.
Tez
2:
Erasmus’un Apokrif’e ait bir kitaba dayandırdığı tezi.
Tez
3:
Erasmus’un “özgür irade” hakkındaki üç görüşü.
Tez
4:
Erasmus’un Vaiz 15:14-17’e dayandırdığı tezine dönülmesi.
Tez
5:
Erasmus’un Vaiz 15:14-17’yi kullanış şeklinin incelenmeye devam
edilmesi.
Tez
6:
Erasmus’un ileri sürdüğü tezler, insanın iradesinin tamamen özgür
olduğu anlamına gelir.
Tez
7:
Tekvin 4:7 - bir buyruğun verilmesinin, bu buyruğa itaat
edilebileceği anlamına gelmediğini kanıtlayan bir başka bölüm.
Tez
8:
Tesniye 30:19 - “Yasa sayesinde günahın bilincine varılır”.
Tez
9:
Erasmus’un Yasa ve Müjde’yi karıştırması.
Tez
10:
Tanrı’nın açıklanmış iradesi ve gizli iradesi.
Tez
11:
Yükümlülük, itaat etme yetisinin varlığını kanıtlamaz.
Tez
12:
İnsan, Tanrı’nın gizli iradesine burnunu sokmamalıdır.
Tez
13:
Yasa, insanın zayıflığını ve Tanrı’nın kurtaran gücünü gösterir.
Tez
14:
Yeni
Antlaşma’da verilen bilgiler, aklanmış olanları yönlendirmek
içindir.
Tez
15:
Ödüllendirilme, Tanrı’nın vaadine dayanır, insanın hakkettiklerine
değil.
Tez
16:
Tanrı’nın kudreti, bizlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
Önsöz:
Soru.
Soru şudur - insanın “özgür irade”si var mıdır? Bir insan özgürce
ve yardım almaksızın, günahlarından kurtulmak için Mesih’e
dönebilir mi? Erasmus buna şöyle cevap veriyor: “Evet!” Luther ise
şiddetli bir: “Hayır!” Luther, “özgür irade”nin yanlızca lütufla,
iman aracılığıyla kurtuluş olabileceğini söyleyen Kutsal Kitap
öğretisinin tam kalbine saplanmış bir hançer olduğundan emindi.
Bizler de aynı inanışa sahip olmalıyız. “Özgür irade”ye karşı
Luther gibi güçle savaşmalıyız. Erasmus şöyle der: “ ‘Özgür
irade’yi, kişinin kendisini sonsuz kurtuluşa yahut bunun tersi
doğrultuda yönlendirmesine olanak veren etkenleri kendisine
uygulamasında kullandığı insan iradesinin gücü olarak
tanımlayabilirim”. Buna da bizler kesin bir “Hayır! İnsan günahın
kölesi olarak doğar!” demeliyiz. İnsan özgür değildir.
Giriş:
Kitaba ilişkin kısa bir açıklama ve Erasmus ile zıt düşülen
konular.
Martin Luther, 1466 ile 1469 yılları arasındaki bir zamanda
Roterdam’da doğan Desiderius Erasmus’un öğretisine cevap vermek
amacıyla THE BONDAGE OF THE WILL (İradenin Tutsaklığı) adlı
kitabını yazdı. Erasmus, yedi yıl boyunca Augustinci bir keşiş
olarak yaşadıktan sonra İngiltere’ye gitti. Orada tanıştığı bir
kişi Erasmus’u Grekçe üzerinde çalışmalara başlaması için
yüreklendirdi. Sonunda Erasmus, Yeni Ahit’in o zamanlar için çok
önem taşıyan bir tercümesini yaptı (1516). Kutsal Yazıların
yorumlanmasında kullanılan süslü yöntemleri ve kilise
öğretmenlerinin batıl inançlarının birçoğunu reddetti.
Manastırlarda sıkça görülen tembellik ve ahlaksızlığa karşı tepki
gösterdi. Ancak tüm bunlara rağmen Erasmus, müjdeci bir Hıristiyan
değildi. İnsanların, İsa Mesih’e, O’nun ölümüne ve dirilişine
güvenmek yerine kurtuluşlarını kendi çabalarıyla
kazanabileceklerine inanan bir hümanistti. Erasmus haklı olarak,
profesyönel teologların bölücü ve karmaşık yaklaşımlarından
ziyade, Hıristiyan öğretisine basit bir yaklaşımı benimsedi. Fikir
ayrılıklarından kaçındı ve uzun bir süre boyunca da “özgür irade”
konusu hakkında açık olarak fikir belirtmedi, ancak fikrini
açıkladığında bu Martin Luther’in görmezlikten gelemeyeceği bir
meydan okumaydı.
Martin Luther Saxony’de doğdu ve Erasmus’dan aşağı yukarı ondört
yıl daha gençti. Luther bir keşişken, çok güçlü bir şekilde Tanrı
lütfunun müjdesiyle tanıştı. O zamandan itibaren her deneyimin ve
inancın Kutsal Yazı’nın yetkisi ile karşılaştırılarak, test
edilmesi gerektiğini anlamıştı. Kurtuluşun, “iman yoluyla,
lütufla; insanın başarısı değil, kimsenin övünmemesi için
Tanrı’nın armağanı” (Efesliler 2:8-9) olduğunu biliyordu. Yaşadığı
deneyim, bu inancını doğrulamıştı.
Luther profesör, teolok ve aynı zamanda bir pastördü. Topluluğu,
vaaz ettiği şeyleri derinden hissettiğini biliyordu. O, boş bir
ilim adamı değildi. Vaaz verdiği her defasında, omuzlarında
sonsuzluğun baskısını hissediyordu. Bu da onu bazen pek de
tutulmayan ve hatta tehlikeli şeyler yapmaya itti. Tanrı’nın
gerçeği için tüm dünyanın karşısında durmaya hazırdı.
Başta, Erasmus Luther’in yanında gibi gözüktü çünkü her iki adam
da Roma kilisesinin bir çok hatasını reddetmişlerdi. Ancak
sonraları Luther, iyi işlerle kurtuluşun alınabileceğini söyleyen
Roma kilisesinin öğretisine giderek artan bir sıklıkla karşı
çıkarak, “imanla aklanan insanın yaşayacağı” (Romalılar 1:17)
konusunda ısrar etti. Erasmus halen Roma kilisesindeydi ve bir
ilim adamı olarak “özgür irade”yi öğretmesi konusunda kilisesinin
kendisine yaptığı baskılara maruz kalıyordu. Luther’in Erasmus’a
bu baskı altında kalmaması konusundaki uyarılarına bir başkaldırı
olarak 1524’de DISCUSSION CONCERNING “FREE WILL” (“Özgür İrade”ye
İlişkin) adlı çalışmasını yayınladı. Erasmus 8.Henry’e şöyle
yazdı: “Herşey açıklanmıştır. ‘Özgür irade’ hakkındaki bu küçük
kitap gün ışığına çıkmıştır”. Kitap Papa ve Roma İmparatorunu
memnun etmiş, 8.Henry tarafından da övülmüştü.
O
andan itibaren Luther, Erasmus’u müjdesel imanın bir düşmanı ilan
etti. Tanrı, bu iki adam arasındaki yoğun tartışmayı kendi
krallığını ilerletmekte kullanarak tüm bu olaya hükmetmiştir. Bu
tartışmanın sonunda müjdesel imanın o zamana dek Mesih’in
kilisesini çevreleyen en büyük bildirisi ortaya çıkmıştır -
Luther’in BONDAGE OF THE WILL (İradenin Tutsaklığı) adlı eseri.
Sizlere burada sunduğumuz, bu büyük eserin bir özetidir. Luther’in
stilini (ifade tarzını) büyük oranda koruduk ancak aynı sırayı
izlemedik. Bizler, Luther’in iradenin tutsaklığı konusundaki
öğretisini özetleyerek, onun bıraktığı yerden başlamak istiyoruz.
Daha sonra ise Luther’in Erasmus’un öğretilerini teker teker
belirtip, onları çürütmesini içeren bölümlerle devam edeceğiz.
Luther’in ifade biçimi, “özgür irade” teriminin kullanıldığı
heryerde bu ifadeye belirli bazı kelimeler eklememizi
gerektirmektedir. Örneğin: “‘varolduğuna inandığınız’ özgür
irade”. Ancak bizler Luther’in bu anlamı içeren ifadesini
yansıtması için tırnak işaretleri kullanmayı seçtik - “özgür
irade”. İki, üç ve dördüncü bölümlerde ise Luther’in direk
ifadelerini koruyarak, eserin ortamına (havasına) olabildiğince
benzer bir ortam sağlamaya çalıştık.
Luther’in öne sürdüğü tüm tezleri burada belirtmedik çünkü böyle
bir şey yapmak bu özet niteliği taşıyan basit kitabı gereksiz yere
uzatmak olurdu.
Kutsal Yazılar, insanın kurtuluşu seçmek ve almak konusunda “özgür
irade”si olduğu düşüncesine karşı duran birkaç orduya benzer.
Ancak burada benim için bazı küçük birlikleriyle beraber Pavlus ve
Yuhanna adında iki generali bu savaşa sokmak yeterli olacaktır.
Tez 1: İnsanoğlunun evrensel suçluluğu “özgür irade”nin yanlış
olduğunu
kanıtlar.
Romalılar 1:18, istisnasız olarak her insanın Tanrı tarafından
cezalandırılmayı hakkettiğini öğretir. “Haksızlıkla gerçeğe engel
olan insanların bütün tanrısızlık ve haksızlığına karşı Tanrı’nın
gazabı gökten açıkça gösterilir”. Eğer her insanın “özgür iradesi”
varsa fakat istisnasız olarak hepsi Tanrı’nın gazabı altındalarsa
bu gerektirir ki onların “özgür iradeleri” onları sadece tek bir
yöne doğru götürür - “tanrısızlık ve haksızlık”. Öyleyse, iyilik
yapmaları için onlara yardım eden “özgür iradenin” gücü nerede?
Eğer “özgü irade” varsa, insanları pek de kurtuluşa götürüyor gibi
gözükmüyor çünkü onları Tanrı gazabının altında bırakıyor.
Ama
bazı insanlar beni Pavlus’u çok iyi anlayamamakla suçluyor.
Pavlus’un, “haksızlıkla gerçeğe engel olan insanların bütün
tanrısızlık ve haksızlığına karşı…” diye geçen sözlerinin
istisnasız olarak herkesin Tanrı gözünde suçlu olduğu anlamına
gelmediğini söylüyorlar. Bu metnin, bazı insanların “haksızlıkla
gerçeğe engel” olmayabileceklerini ima ettiğini ileri sürüyorlar.
Ancak Pavlus’un burada kullandığı İbranice kalıp, başka hiçbir
olasılığa yer bırakmaksızın, bütün insanların tanrısızlığı ve
haksızlığı anlamına gelmektedir.
Bunun da ötesinde, Pavlus’un o sözlerden hemen önce neler
yazdığına dikkat edin. 16. Ayette Pavlus, müjdenin “iman eden
herkesin kurtuluşu için Tanrı’nın gücü” olduğunu söylemektedir.
Bunun anlamı şu olmalıdır ki, müjdedeki Tanrı gücünden ayrı olarak
hiç kimsede Tanrı’ya dönme gücü yoktur. Pavlus bunun hem Yahudiler
hem de Yahudi olmayanlar için geçerli olduğunu söyleyerek devam
etmektedir. Yahudiler, Tanrı’nın Yasasını en küçük detayına kadar
biliyorlardı, fakat bu onları Tanrı’nın gazabından kurtaramadı.
Aynı şekilde Grekler de kültürün getirdiği birçok faydayı
tatmaktaydılar, ancak bu da onları Tanrı’ya olduklarından daha
fazla yaklaştıramadı. Yahudiler ve Grekler, kendilerini Tanrı
önünde aklayabilmek için çok çalışmaktaydılar. Ancak sahip
oldukları tüm avantajlara ve “özgür iradelerine” rağmen, tamamen
başarısız oldular. Pavlus, bu kişilerin hepsini suçlamakta bir an
bile tereddüt etmemektedir.
Sonra, 17. Ayette Pavlus’un, “Tanrı’nın insanı akladığı…açıklanır”
sözlerine dikkat edin. Yani, insana doğruluğu veren Tanrıdır. Ama
Tanrı aptal değildir. Eğer insanların Tanrı’ya ihtiyaçları
olmasaydı, Tanrı insana yardım ederek zamanını kaybetmezdi.
İnsanlar her ne zaman iman ederlerse, bunun nedeni Tanrı’nın o
kişilere gelip, müjdeyi göstererek, cehaletlerini ortadan
kaldırmış olmasıdır. Bu olmaksızın, o insanlar hiçbir zaman
kendilerini kurtaramazlar. İnsanlık tarihinde hiç kimse kendi
kendine Tanrı’nın gazabını Kutsal Yazılarda açıklandığı şekilde
düşünüp, anlamamıştır. Hiç kimse asla, eşsiz bir Kurtarıcının, İsa
Mesih’in yaşamı ve hizmeti aracılığıyla Tanrı’yla barışmayı hayal
bile etmemiştir. Aslında Yahudiler, peygamberlerinin bildirdikleri
onca öğretiye rağmen Mesih’i reddetmişlerdir. Öyle gözüküyor ki,
bazı Yahudi ve Greklerin ulaştıkları iyilik düzeyi, Tanrı’yı Kendi
belirlediği yolla aramalarını engelledi çünkü herşeyi kendi
bildikleri yolla yapmakta kararlıydılar. Bu nedenle, “özgür irade”
ne kadar fazla çabalarsa, her şey o kadar kötüye gitmektedir.
İnanlılarla inanlı olmayanlar arasında, kendilerini kurtarma
yetisine sahip olan üçüncü bir grup yoktur. Yahudi ve Grekler tüm
insanlığı oluşturur ve hepsi Tanrı’nın gazabı altındadırlar. Hiç
kimsenin Tanrı’ya dönme yetisi yoktur. İlk önce Tanrı kendisini
onlara göstermelidir. Eğer gerçek “özgür iradeyle”
keşfedilebilecek olsaydı, bir yerde, bir Yahudi bunu yapardı! Ne
Greklerin en karmaşık felsefeleri, ne de en iyi Yahudilerin en
güçlü çabaları (Romalılar 1:21; 2:23,28 ve 29) Mesih’e iman etmeye
onları bir adım yaklaştırmıştır. Diğer tüm insanlarla beraber
onlar da suçlu günahkarladı. Eğer her insanın “özgür iradesi”
varsa, ve her insan suçlu ve mahkümsa, bu sözde “özgür irade”
onları Mesih’e getirmede tamamen güçsüzdür. Yani, iradeleri
aslında hiç de özgür değildir.
Tez 2: Günahın evrensel hakimiyeti “özgür irade”nin yanlış
olduğunu kanıtlar.
Pavlus’un kendi öğretisini kendisinin açıklamasına izin
vermeliyiz. Romalılar 3:9’da şöyle demektedir: “Şimdi ne diyelim?
Biz Yahudiler diğer uluslardan üstün müyüz? Elbette değiliz. Biz
daha önce ister Yahudi ister Grek olsun, herkesi günahın
boyunduruğunda olmakla suçladık”.
Sadece tüm insanlar istisnasız olarak Tanrı önünde suçlu ilan
edilmemektedirler, ama aynı zamanda onları suçlu yapan günaha
tutsaktırlar da. Buna, Tanrı’nın Yasasına sahip oldukları için
günahın boyunduruğunda olmadıklarını düşünen Yahudiler de
dahildir. Ne Yahudiler ne de Grekler kendilerini bu boyunduruktan
kurtarabildiklerine göre, açıkça görülür ki bir insanda iyilik
yapmasına yardım edecek hiçbir güç yoktur.
Bu
evrensel kölelik en iyi ve ahlaklı gibi gözüken insanları da
kapsar. Bir insan iyilikte ne kadar ilerlerse ilerlesin, bu Tanrı
bilgisi ile aynı şey değildir. İnsanın en mükemmel tarafı onun
mantığı ve iradesidir ancak kabul edilmelidir ki, insanın bu en
asil özelliği bozulmuştur. Pavlus Romalılar 3:10-12’de şöyle
diyor: “Yazılmış olduğu gibi, ‘Doğru olan kimse yok, bir kişi bile
yoktur. Anlayan kimse yok, Tanrı’yı arayan kimse yok. Hepsi yoldan
saptılar, birlikte yararsız oldular. İyilik eden yok, bir kişi
bile yoktur’.” Bu sözlerin anlamı son derece açıktır. Tanrı,
mantıkta ve iradede tanınır, anlaşılır. Ancak kimse, doğal
haliyle, Tanrı’yı tanımaz. Bu nedenle de insan iradesinin bozulmuş
olduğu ve kendi başına insanın Tanrı’yı hiçbir şekilde
tanıyamayacağı ya da O’nu hoşnut edemeyeceği sonucuna varmamız
kaçınılmazdır.
Belki cesur bir kişi, eyleme geçirebildiklerimizden çok daha
fazlasını yapabilecek kapasitede olduğumuzu söyleyecektir. Ancak
burada bizi ilgilendiren konu yaptıklarımızdır; yapabileceklerimiz
ya da yapamayacaklarımız değil. Pavlus tarafından Romalılar
3:10-12’de alıntı yapılan Kutsal Kitap ayetleri böyle bir ayrım
yapma hakkını bizlere vermemektedir. Tanrı insanın hem günahlı
yetersizliğini hem de günahlı davranışlarını yargılamaktadır. Eğer
insanlar Tanrı’ya doğru en küçük bir adım bile atabilecek
olsalardı, Tanrı’nın onları kurtarmasına gerek kalmazdı. Tanrı,
insanların kendi kendilerini kurtarmalarına izin verirdi. Ancak
hiçbir insanın bunu denemeye bile gücü yoktur.
Romalılar 3:19’da Pavlus her ağızın kapanmasını söyler çünkü hiç
kimse Tanrı’nın kendilerine verdiği yargıya karşı çıkamaz. Bunun
nedeni ise hiçbir kimse de Tanrı’nın övebileceği bir özellik
yoktur - O’na dönebilecek özgür bir irade bile. Eğer bir kimse
şöyle derse: “Bende biraz da olsa kendiliğimden Tanrı’ya dönme
gücü (yetisi) var”, bu şu demektir ki, o kimse kendisinde
Tanrı’nın yargılamayıp, öveceği bir şeyler olduğunu iddia
etmektedir. Ağızı kapanmamıştır! Bu da Kutsal Yazıyla çelişir.
Tanrı, her ağızın kapanması gerektiğini söyler. Tanrı’nın önünde
suçlu olan yalnızca belli bir grup insan değildir. Yargılananlar,
sadece Yahudilerin arasındaki Ferisiler değildir. Eğer öyle
olmasaydı, diğer Yahudilerin yasayı tutmak ve suçlu çıkarılmayı
önlemek için kendi içlerinde güçleri olmuş olurdu. Ama insanların
en iyisi bile tanrısızlıkla suçlanmaktadır. Tanrı Yasasını hiçbir
şekilde tutmaya çalışmayanlar gibi onlar da ruhsal olarak
ölüdürler. Tüm insanlar tanrısız ve suçludurlar, Tanrı tarafından
cezalandırılmayı hakketmişlerdir.
Tez 3: “Özgür irade” ahlaki ve törensel yasayı yerine
getirerek Tanrı kabulünü kazanamaz
Pavlus’un Romalılar 3:20’deki : “Yasa’nın gereklerini yapmakla
hiç kimse Tanrı katında aklanmayacaktır” sözlerindeki “Yasa”
kelimesiyle hem ahlaki yasayı (on emri) hem de törensel yasayı
kastettiği görüşündeyim. Pavlus’un yanlızca törensel yasayı -
hayvan sunuları ve tapınak düzeni ve tapınmasını - kastettiği
görüşü de yayılmış bulunmaktadır. Bu düşünceyi icat eden Jerome
adlı kişiyi insanların aziz diye nitelendirmesi inanılmaz bir
olaydır! Ben ona başka bir isim takardım! Jerome, İsa Mesih’in
ölümüyle törensel yasa’nın gereklerini yerine getirmekle aklanma
(doğru kişi ilan edilmek) olasılığını ortadan kaldırdığını
söylemiştir. Ancak bunu söylemekle, kendi gücümüzle, Tanrı’nın
yardımı olmaksızın, ahlaki yasayı tutarak aklanma olasılığını
tamamen açık bırakmıştır.
Benim cevabım şu ki, eğer Pavlus sadece törensel yasayı
kastediyorsa düşüncesi ve savunduğu tamamen anlamsızdır. Pavlus,
hiç kimsenin doğru olmadığını ve Tanrı’nın lütfuna - bizleri
aracılığıyla kurtardığı sevgisi, bilgeliği ve gücü - ihtiyacı
olduğunu ileri sürmektedir. Jerome’un ileri sürdüğü düşüncenin
getirdiği sonuç, bizlerin törensel yasadan kurtarılmak için
Tanrı’nın lütfuna ihtiyacı olduğu ancak ahlaki yasa için böyle bir
lütfun gerekli olmadığıdır. Ancak bu lütufdan ayrı olarak ahlaki
yasanın gereklerini yerine getiremeyiz. İnsanları törensel
uygulamaları yapma-ları için korkutabilirsiniz ancak hiçbir insan
gücü bir kişiyi ahlaki yasayı tutmaya zorlayamaz. Pavlus’un
savunduğu düşünce, ne ahlaki ne de törensel yasanın gereklerine
yerine getirerek Tanrı önünde aklanamayacağımızdır. Yemek, içmek
ya da buna benzer şeyler kendi başlarına bizleri ne aklar ne de
mahkum ederler.
Ben
biraz daha ileri gidip Pavlus’un, Yasa’nın yanlızca belirli bir
kısmının değil tümünün insanları bağlayıcı olduğunu kastettiğini
söyleyeceğim. Mesih öldü diye artık Yasa’nın her hangi bir hükmü
kalmadıysa, Pavlus’un öyle söylemesi ve susması gerekirdi.
Galatyalılar 3:10’da Pavlus şöyle yazmaktadır: “Yasa’nın
gereklerini yapmış olmaya güvenenlerin hepsi lanet altındadır.
Çünkü şöyle yazılmıştır: ‘Yasa kitabında yazılı olan her şeyi
sürekli yerine getirmeyen her insan lanetlidir’.” Bu sözlerle
Pavlus, Musa’nın da kendisini desteklediğini ve Yasa’nın tüm
insanlar üzerinde bağlayıcı olup, itaat edilmekte başarısız
olunması halinde tüm insanları Tanrı’nın laneti altına soktuğunu
söylüyor.
Yasa’yı tutmaya çalışan kişiler de, çalışmayan kişiler de Tanrı
önünde aklanamazlar çünkü hepsi ruhsal olarak ölüdürler. Pavlus’un
öğretisi, dünyada iki sınıf insan olduğu düşüncesidir - ruhsal
olanlar ve olmayanlar (bak. Romalılar 3:21 ve 28). Bu düşünce
Mesih İsa’nın Yuhanna 3:6’daki öğretisiyle uyum içersindedir:
“Bedenden doğan bedendir, ruhtan doğan ruhtur”. Kutsal Ruh’a sahip
olmayan insanlar için Yasa, faydasızdır. Yasa’yı ne kadar da iyi
yerine getirseler, ruhsal iman dışında hiçbir şekilde
aklanmayacaklardır.
Öyleyse son olarak: eğer “özgür irade” diye bir şey varsa; bu
insanın en asil özelliği olmalı, çünkü Kutsal Ruh olmaksızın
“özgür irade” insanın tüm yasayı yerine getirmesine yardım eder!
Ancak Pavlus, ‘Yasa’nın gereklerini yapmış olmaya güvenenlerin’
aklanmayacağını söylüyor. Bu da demektir ki, en iyi haliyle “özgür
irade” insanı Tanrı’yla barıştırmada yetersiz kalır. Aslında
Romalılar 3:20’de Pavlus bizlere günahın ne olduğunu göstermek
için Yasa’nın gerekli olduğunu söyler. “Çünkü Yasa sayesinde
günahın bilincine varılır”. “Yasa’nın gereklerini yapmış olmaya
güvenenler” günahın ne olduğunu gerçekten farkına varamazlar.
“Özgür irade” kördür, çünkü Yasa tarafından öğretilmeye ihtiyacı
vardır. Aynı zamanda güçsüzdür de, çünkü Tanrı önünde hiçkimseyi
aklamayı başaramaz.
Tez 4: Yasa, insanlara günah bilincini vererek, onları Mesih’e
yönlendirmesi
için tasarlanmıştır.
“Özgür iradeyi” destekleyen düşünüş, “Eğer bizler Yasa’yı
tutamasaydık, en baştan verilmezdi” şeklinde bir yaklaşımdır.
Erasmus! Durmadan aynı şeyi söylüyorsun: “Eğer biz hiçbir şey
yapamaz durumdaysak tüm yasaların, emirlerin, tehditlerin ve
vaatlerin amacı nedir?” Cevap şudur ki, Yasa bizlere neler
yapabileceğimizi göstermek için verilmemiştir. Bizlere doğru olanı
yapmamızda yardım etsin diye bile verilmemiştir. Pavlus Romalılar
3:20’de şöyle diyor: “Çünkü Yasa sayesinde günahın bilincine
varılır”. Yasa’nın amacı bizlere günahın ne olduğunu ve nereye -
ölüm, cehennem ve Tanrı gazabına - götürdüğünü göstermektir.Yasa,
sadece bu şeyleri gösterebilir. Bizleri bunlardan kurtaramaz.
Kurtuluş yanlızca, bizlere müjdede açıklanan İsa Mesih
aracılığıyla gelir. Ne mantık ne de “özgür irade” insanları
Mesih’e getirebilir çünkü matığın ve “özgür iradenin” kendisinin
insana ne kadar düşmüş (bozulmuş) olduğunu gösterebilmesi için
yasanın ışığına ihtiyacı vardır. Pavlus bu soruyu Galatyalılar
3:19’da sormaktadır: “Öyleyse Yasa’nın amacı neydi?” Ancak
Pavlus’un cevabı, senin ve Jerome’un yanıtının tam tersidir. Sen
Yasa’nın “özgür iradenin” varlığını kanıtlamak için verildiğini
söylüyorsun. Jerome da günahı dizginlemek için olduğunu söylüyor.
Pavlus, bunların ikisini de söylemiyor. Onun söylediği tek şey,
Yasanın açığa çıkardığı günahla savaşmak için insanın özel bir
lütfa ihtiyacı olduğudur. Yasa, insanlara içinde bulundukları
tehlikeli durumu göstermesi ve bu bilinçle insanların sadece
Mesih’te elde edilebilecek kurtuluşa özlem duymalarını sağlaması
açısından gereklidir. Bu nedenle Pavlus’un Romalılar 3:20’deki
sözleri basit gibi gözükebilir ancak “özgür iradeyi” mutlak bir
şekilde ve tamamıyle geçersiz kılacak kadar güçlüdür. Pavlus
Romalılar 7:7’de şöyle diyor: “Yasa, ‘Açgözlü olma’ demeseydi, aç
gözlülüğün ne olduğunu bilmeyecektim.” Bu demektir ki “özgür
irade” günahın bile ne olduğunu bilmez! Öyleyse “özgür irade”
nasıl olur da neyin doğru olduğunu bilir? Ve eğer neyin doğru
olduğunu bilmiyorsa, nasıl doğru olanı yapmaya uğraşabilir?
Tez 5: Mesih’e iman ederek kurtuluşun alınabileceği öğretisi
“özgür
irade”nin yanlış olduğunu kanıtlar
Romalılar 3:21-25’de Pavlus güvenle şöyle söylüyor: “Şimdiyse
Yasa’dan bağımsız olarak Tanrı’nın insanı nasıl aklayacağı
açıklandı. Yasa ve peygamberler buna tanıklık etti. Tanrı,
insanları İsa Mesih’e olan imanlarıyla aklar. Bunu, iman eden
herkes için yapar. Hiçbir ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi
ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun. İnsanlar, İsa Mesih’te olan
kurtuluşla, Tanrı’nın lütfuyla, karşılıksız olarak aklanırlar.
Tanrı Mesih’i, kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen
kurban olarak sundu”. Bu sözler “özgür iradenin” üzerine gelen çok
ağır darbelerdir. Pavlus, Tanrı’nın verdiği doğruluğu, Yasa’nın
gereklerini yapmakla elde edilen doğruluktan ayırmaktadır. Sadece
ve sadece eğer insanın yasayı tutmakla kurtulabilmesi mümkün
olsaydı “özgür irade” belki insana bir fayda sağlardı. Ancak
Pavlus çok açıkça bizlerin yasanın herhangi bir kısmını yerine
getirmeye güvenmeksizin kurtularıldığını göstermektedir. Sözde
“özgür iradenin” ne kadar iyi işler yapmaya gücü olduğuna ya da
bizleri iyi birer vatandaş yapmaya yeterli olduğuna inansak da
Pavlus yine Tanrı’dan gelen doğruluğun tümüyle farklı bir kavram
olduğunu söylüyor. “Özgür iradenin” böylesine ayetlerin saldırısı
karşısında ayakta kalması imkansızdır.
Şu
ayetler “özgür iradeye” derin yaralar aldırmaktadır. O bölümde
Pavlus, inanlılar ile inanlı olmayanlar arasındaki çizgiyi
çekmektedir (Romalılar 3:22). Hiç kimse, “özgür iradenin” sözde
gücünün İsa Mesih’e iman etmekten çok farklı bir şey olduğunu
inkar edemez. Ancak Mesih olmaksızın, Pavlus diyor ki, hiçbir şey
Tanrı tarafından kabul görmez. Ve eğer bir şey Tanrı tarafından
kabul edilmiyorsa, o günahtır. İkisinin ortasında bir şey (nötr)
olamaz. Bu nedenle “özgür irade”, eğer varsa, günahtır çünkü imana
karşıttır ve Tanrı’ya hiçbir yücelik vermez.
Romalılar 3:23 başka bir darbedir. Pavlus şöyle demiyor o
ayetlerde: “Kendi ‘özgür iradeleriyle’ iyi işler yapanlar
dışındaki herkes günah işledi.” Hiçbir istisna yoktur. Eğer “özgür
iradeyle” kendimizi Tanrı’ya kabul ettirebileceksek, Pavlus
yalancıdır. İstisnalar için bir açık kapı bırakmalıydı. Ancak
açıkça söylüyor ki, günah yüzünden hiç kimse gerçek anlamda
Tanrı’yı yüceltemez ve hoşnut edemez. Tanrı’yı hoşnut eden her
kimse, Tanrı’nın kendisinden hoşnut olduğunu bilmelidir. Ancak
gördüklerimiz bizlere, bizlerde Tanrı’yı hoşnut eden hiçbir şeyin
olmadığını öğretiyor. “Özgür iradeyi” savunanlara kendilerinde
Tanrı’yı hoşnut eden birşey olup olmadığını sorun. Olmadığını
ititraf etmek zorundadırlar. Ve Pavlus da açıkça, olmadığını
söylemektedir.
“Özgür iradeye” inananlar bile, kendi güçleriyle Tanrı’yı
yüceltemeyecekleri konusunda benimler aynı fikirde olmalıdırlar.
“Özgür iradeleriyle” bile Tanrı’yı hoşnut edip, etmediklerinden
şüphe duyarlar. Böylece, onların kendi vicdanlarının tanıklığına
dayanarak “özgür iradenin” Tanrı’yı hoşnut etmediğini kanıtlamış
bulunuyorum. Tüm gücü ve çabasıyla bile “özgür irade” imansızlık
günahından ötürü suçludur. Görüyoruz ki, imanla kurtulma öğretisi,
“özgür irade” düşünüşüne oldukça aykırıdır.
Tez 6: Kazanç ya da ödül kavramına hiçbir yer yoktur.
“Özgür iradeyi” öğreten kişiler, eğer “özgür irade” yoksa, kazanç
ve ödül de olamayacağını söylerler.
“Özgür iradeyi” savunanlar, Romalılar 3:24’deki “karşılıksız”
kelimesi için ne diyecekler? Pavlus, inanlıların “Tanrı’nın
lütfuyla, karşılıksız olarak” aklandıklarını söylemektedir.
“Tanrı’nın lütfu” ifadesinden ne anlam çıkarıyorlar acaba? Eğer
kurtuluş, karşılıksızsa ve lütufla verilmişse, demek ki
kazanılamaz ya da hakkedilemez. Buna rağmen Erasmus, bir insanın
kurtuluşunu kazanması için birşeyler yapmaya yetisinin olması
gerektiğini, aksi taktirde kurtarılmayı hakketmeyeceği
savunmaktadır. Tanrı’nın bir insanı aklayıp, diğerini
aklamayışının nedeninin, birincisinin “özgür iradesini” kullanıp,
doğru bir kişi olmaya çalıştığı, fakat ikinci kişinin bunu
yapmamış olduğundan aklanmadığını söyler Erasmus. Ancak bu
düşünce, Tanrı’ya ayrımcı bir kişilik kazandırır ki Kutsal Yazılar
Tanrı’nın insanlar arasında ayrım yapmadığını söylemektedir
(Elçilerin İşleri 10:34). Erasmus ve onun gibi düşünen kişiler,
insanların kurtuluşa sahip olmak için “özgür iradeleriyle” çok az
bir şey yapabileceklerini söylerler. “Özgür iradenin” yanlızca az
bir şey kazandırdığını, pek fazla bir şey hakketmediğini
söylerler. Ancak yine de “özgür iradenin” insanların Tanrı’yı
bulabilmeyi deneyebileceklerinin mümkün olduğunu düşünürler. Eğer
insanlar Tanrı’yı aramazlarsa, Tanrı’nın lütfunu alamamaları da
onların suçudur.
Öyleyse, “özgür iradenin” ister az ister çok faydası olsun, sonuç
aynıdır. Tanrı’nın lütfu bununla kazanılır. Ancak Pavlus,
“karşılıksız” olarak aklandığımızı söylerken, her türlü kazancı,
hakkedişi reddetmektedir. “Özgür iradenin” az faydası olduğunu
söyleyenler, çok faydası olduğunu söyleyenler kadar kötüdürler.
Her iki tür kişi de “özgür iradenin” Tanrı’nın lütfunu
garantilemeye yetecek kadar fayda sağlayacağını söyler. Yani,
aslında bunlar birbirinden hiç de farklı değildir.
Aslında, bu “özgür iradenin” savunucuları “attan inip eşeğe
binmek” deyimine çok mükemmel bir örnek teşkil ederler. Çok az
faydası olan “özgür iradeden” bahsetmekle, konumlarını daha iyi
değil, daha kötüleştirirler. “Özgür iradenin” çok faydası olduğunu
söyleyenler (ki, bunlara “Pelagian”lar denir) hiç olmazsa
Tanrı’nın lütfuna çok yüksek bir değer biçerler çünkü kurtuluşa
erişmek için çok büyük lütuf gerekmektedir. Ama Erasmus lütfu
ucuzlaştırmaktadır. Az bir çabayla kazanılabilir. Ancak Romalılar
3:24’deki “karşılıksız” ifadesiyle Pavlus her iki düşünceyide
yerle bir etmektedir. Daha ileride, Romalılar 11:6’da yanlızca
lütuf aracılığıyla Tanrı’nın bizleri kabul ettiğini belirtir
Pavlus: “Ama bu, lütufla olmuşsa, iyi işlerle olmamış demektir.
Aksi halde lütuf artık lütuf olmaz!” Pavlus’un öğretisi oldukça
basit ve anlaşılırdır. İster az, ister çok fayda sağlasın,
Tanrı’nın gözünde insan çabası diye birşey yoktur. Hiçkimse
kurtarılmayı hakketmez. Hiçkimse kurtarılmak için çaba gösteremez.
Pavlus, “özgür iradenin” tüm sözde işlerini dışlayarak, yanlızca
lütfu öğretir. Kurtuluşumuz için kendimize zerre kadar pay
çıkaramayız. Kurtuluş, tümüyle Tanrı’nın lütfundan kaynaklanır.
Tez 7: “Özgür irade”nin hiçbir değeri yoktur, çünkü insanın
Tanrı
karşısındaki doğruluğunun işlerle hiçbir ilgisi yoktur.
Şimdi, Pavlus’un Romalılar 4:2-3 ayetlerindeki sözlerini
inceleyeceğim: “Eğer İbrahim yaptığı işlerden dolayı aklandıysa,
övünmeye hakkı vardır; ama Tanrı’nın önünde değil. Kutsal Yazı ne
diyor? ‘İbrahim Tanrı’ya iman etti ve böylece aklanmış sayıldı.”
Pavlus, İbrahim’in doğru bir kişi olduğunu inkar etmiyor burada.
Tüm bu sözlerin amacı, bu doğruluğun ona kurtuluşu
kazandırmadığını göstermektir. Kötü işlerin Tanrı tarafından kabul
görmeyeceği konusunda kimse karşı görüşte değildir. Çünkü bu çok
açıktır. Ancak burada söylenen şey, iyi işlerin bile Tanrı
tarafından kabul görmeyeceğidir. Lütfunu değil, sadece Tanrı’nın
gazabını hakkederler. Romalılar 4:4-5’de Pavlus, çalışan bir
kişiyi, çalışmayan bir kişinin üstünde tutmaktadır. Tanrı
tarafından kabul görmek anlamına gelen doğruluk, “çalışana” değil,
“çalışmayana” ancak Tanrı’ya iman edene verilmektedir. Bunun ikisi
arasında bir yer yoktur.
Tez 8: Bir dizi değişik savlar.
Bu arada “özgür iradeye” karşıt bir kaç değişik görüşlere de
değinmek istiyorum. Bunlara sadece kısaca değineceğim ancak yine
her biri “özgür iradeyi” tümüyle yerle bir edecek güçtedirler.
Örneğin, aracılığıyla kurtulduğumuz lütfun kaynağı Tanrı’nın ebedi
planıdır. Bu da, Tanrı’nın bizlerin yapabileceğimiz bir şeyden
ötürü bizlere lütufkar olduğu düşüncesini saf dışı bırakmalıdır.
Diğer bir yaklaşım ise, daha yasa verilmeden önce Tanrı’nın
bizlere lütufla gelecek (ör. İbrahim’e) bir kurtuluş sözü vermiş
olmasına dayanır. Pavlus, eğer “özgür iradeyle” yasanın
gereklerini yerine getirerek kurtulmuşsak, lütufla gelen kurtuluş
vaadinin iptal edildiğini söyler (Romalılar 4:13-15; Galatyalılar
3:15-21). Aynı şekilde, imanın da, hiçbir değeri olmazdı.
Pavlus, ayrıca bizlere yasanın günahı açığa çıkarabileceğini, onu
kaldıramayacağını söyler. “Özgür irade” yanlızca yasayı tutma
temeli üzerinde işleyebileceğinden, bunun aracılığıyla kazanılan
hiçbir doğruluk Tanrı tarafından kabul göremez.
Son
olarak, Adem’in günahlı itaatsizliği yüzünden her birimiz
mahkümiyet altındayız. Hepimiz doğuştan bu mahkümiyet altına
gireriz; “özgür iradesi” olan insanlar bile - eğer böyle kişiler
gerçekten de varsa! Öyleyse, nasıl olur da “özgür irade” günahı
kabul edip, mahkümiyet kazanmamıza yardım edebilir?
Bu
değişik yaklaşımları hiç belirtmeden geçip, Pavlus’un yazıları
üzerine bir yorum kısmı ekleyebilirdim buraya. Ancak, bu kadar
basit şeyleri görmekte başarısız olan karşıtlarımın ne kadar aptal
olduklarını göstermek istedim. Bu bölümde yazılanları düşünmeleri
için onları kendileriyle başbaşa bırakıyorum.
Tez 9: Pavlus “özgür irade”yi çürütürken çok açık
konuşmaktadır.
Pavlus’un yazdıkları o kadar açıktır ki, bir kimsenin onu yanlış
anlayabilmesi şaşkınlık verici bir olaydır. Pavlus şöyle diyor,
“Hepsi yoldan saptılar, doğru olan kimse yok, iyilik eden yok, bir
kişi bile yoktur.” Bazı insanların şöyle söyleyebilmelerine
şaşıyorum: “Bazıları yoldan sapmamıştırlar, doğru kişidirler, kötü
değildirler, günahkar değildirler; insanın içinde iyiliği arayan
bir şey vardır”. Ve Pavlus bu ifadeleri birbirinden kopuk, bir kaç
bölümde belirtmemektedir. Bazen olumlu, bazen olumsuz şekillerde,
açık ve anlaşılır ifadeler kullanarak ve karşılartırmalarla ortaya
koyar. Kelimelerinin basit anlamları, tüm içerik ve kullandığı
mantığın tüm kapsamı şu noktada birleşir - Mesih’ten ayrı olarak
günah ve mahkümiyetten başka birşey yoktur. Teslim olmak
istemeseler bile, karşıtlarım yenilmişlerdir! Ancak bunu
yapmalarını sağlamak benim gücümü aşar. Bunu Kutsal Ruh’un
işleyişine bırakmalıyım.
Tez 10: Kutsal Ruh’a sahip olmayan insanın içinde bulunduğu
durum,
“özgür irade”nin ruhsal hiçbir şey yapamayacağını gösterir.
Romalılar 8:5’de Pavlus insanları ikiye ayırmaktadır - “doğal
benliğe” (ya da günahlı doğaya) uyanlar ve “Ruh’a” uyanlar (ayrıca
bak. Yuhanna 3:6). Bu demektir ki, içlerinde Ruh’u
bulundurmayanlar, doğal benliktedir ve halen günahlı doğaya
sahiptirler. Pavlus der ki: “Ne varki, Tanrı’nın Ruhu içinizde
yaşıyorsa, siz benliğin değil, Ruh’un denetimindesiniz” (Romalılar
8:9). Açıkça bu şu anlama gelir ki, Ruh’a sahip olmayanlar
Şeytan’a aittir. “Özgür iradenin” onlara pek de bir faydası
olmamış! Pavlus yine şöyle der: “Benliğin denetiminde olanlar
Tanrı’yı hoşnut edemezler” (Romalılar 8:8), “Çünkü benliğe dayanan
düşünce Tanrı’ya düşmandır; Tanrı’nın Yasasına boyun eğmez, eğemez
de” (Romalılar 8:7). Böyle insanların Tanrı’yı hoşnut edebilmek
için kendilerinden bir çaba gösterebilmeleri olanaksızdır.
Origen adında bir adam, her insanın, “benliğe” ya da “Ruh’a”
dönmeye yetisi olan bir “canı” olduğunu ileri sürmüştür. Bu onun
sadece bir hayalidir. Onu rüyasında görmüş! O düşünceyi
destekleyecek tek bir kanıtı bile yoktur. Aslında, bu konuda
hiçbir orta yoktur. Ruh olmaksızın herşey, doğal benliktendir; ve
doğal benliğin en iyi davranışları bile Tanrı’ya düşmandır. Bu,
Mesih’in Matta 7:18’de öğrettiği kötü ağaç iyi meyve veremez
öğretisiyle aynı şeydir. Bu da aynı zamanda Pavlus’un birbirinden
ayrılmayan ifadeleriyle de uyum içersindedir - “İmanla aklanan
yaşayacaktır” (Romalılar 1:17) ve “İmanla yapılmayan herşey
günahtır” (Romalılar 14:23). İmansız olanlar aklanmamış
olanlardır, ve aklanmamış olanlar da, sahip oldukları söylenen
sözde “özgür iradenin” yanlızca kötülük üretebileceği günahkar
insanlardır. Bu nedenle, “özgür irade” günahın, ölümün ve
Şeytan’ın kölesinden başka birşey değildir. Böyle bir “özgürlük”,
özgürlük değildir.
Tez 11: Mesih’e gelen kişiler, O’nu daha önce ne düşünmüş, ne
aramış, ne de kendilerini
O’na hazırlamışlardır.
Romalılar 10:20’de Pavlus, İşaya 65:1’den alıntı yapmaktadır:
“Beni aramayanlar beni buldu, beni sormayanlara kendimi gösterdim.
İsmimle çağrılmayan bir millete, ‘Buradayım, Buradayım’ dedim.”
Pavlus da kendi deneyiminden, Tanrı’nın lütfunu aramadığını fakat
o lütfa duyduğu aşırı öfkeye rağmen onu aldığını biliyordu.
Pavlus, Romalılar 9:30-31’de, yasayı yerine getirmek için büyük
çaba gösteren Yahudilerin kurtarılmadığını ancak tamamıyla
tanrısız olan diğer ulusların Tanrı’nın merhametine kavuştuğunu
söylemektedir. Bu açıkça gösterir ki, bir insanın “özgür
iradesinin” tüm çabaları, o kişiyi kurtarmak için tamamen
etkisizdir. Tanrısızlar kurtuluşu alırken, Yahudilerin gayreti
onları hiçbir yere götürmedi. Lütuf, hakketmemiş olana karşılıksız
olarak verilir ve insanların en iyi ve ahlaklısının gösterdiği
çabaların bile hiçbiriyle kazanılmaz.
Tez 12: Günahlı bir dünyaya sunulan kurtuluş sadece iman
aracılığıyla
alınabilecek Mesih’in lütfudur.
Şimdi de, “özgür iradeye” karşı ustaca yazmış olan Yuhanna’ya
bakalım. Yuhanna 1:5’de şöyle demektedir: “Işık karanlıkta parlar
ve karanlık onu alt edememiştir”; Yuhanna 1:10-11’de: “O,
dünyadaydı, dünya O’nun aracılığıyla var oldu, ama dünya O’nu
tanımadı. Kendi yurduna geldi, ama kendi halkı O’nu kabul etmedi”.
“Dünya” kelimesiyle Yuhanna tüm insan ırkını kastetmektedir.
“Özgür irade” insanın en mükemmel yönü olduğundan, Yuhanna’nın
“dünya” hakkında söylediği herşeye de dahil edilmelidir. Bu
sebeple, her iki ayete göre de “özgür irade” gerçeğin ışını
bilmemektedir ve Mesih’ten ve O’nun halkından nefret eder. Yuhanna
7:7; 8:23; 14:7; 15:19; I. Yuh. 2:16; 5:19 gibi birçok başka
ayetler, “dünyanın” (“özgür irade” özellikle buna dahildir)
Şeytan’ın emri altında olduğunu bildirir.
“Dünya”, Tanrı’ya Ruh’la bağlı olmayan herşeyi içerir. Eğer,
dünyada “özgür iradesiyle” gerçeği bilip, “özgür iradesiyle”
Mesih’ten nefret etmeyen bir kimse olsaydı, Yuhanna yazdıklarını
değiştirirdi. Ancak böyle yapmadı. Bu nedenle, “özgür iradenin” en
az “dünya” kadar suçlu olduğu açıktır. Yuhanna 1:12-13’de Yuhanna
devam etmektedir: “Ancak, kendisini kabul edip adına iman
edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne
kandan, ne bedenin isteğinden, ne de insanın isteğinden doğdular;
tersine Tanrı’dan doğdular”. “Ne kandan, ne bedenin isteğinden”
ifadesinin anlamı, doğduğun yere ya da ailene güvenmek fayda
vermez demektir. “Ne bedenin isteğinden” ifadesi ise “yasanın
gereklerini yapmış olmaya” güvenmenin aptalca olduğu anlamına
gelir. “Ne de insanın isteğinden” sözüyle de, insanın hiçbir
çabasının Tanrı önünde kabul görmesini sağlayamayacağını
belirtmektedir.
Eğer
“özgür iradenin” gerçekten de bir faydası varsa, Yuhanna “insanın
isteğini” reddetmemelidir yoksa İşaya’nın sözleriyle karşı karşıya
kalacaktır: “İyiye kötü diyenlerin vay başına!” (İşaya 5:20).
Doğal yoldan doğumun da kurtuluş için hiçbir fayda sağlayamayacağı
da çok açıktır çünkü Pavlus Romalılar 9:8’de şöyle der: “Tanrı’nın
çocukları, olağan yoldan doğan çocuklar değildir. … Tanrı vaadine
göre doğan çocuklardır”.
Ve
Yuhanna, Yuhanna 1:16’da şöyle der: “Nitekim hepimiz O’nun
doluluğundan lütuf üzerine lütuf aldık”. Yani, bizler ruhsal
bereketleri yanlızca O’nun lütfu aracılığıyla alırız, kendi
çabalarımızla değil. Birbiriyle karşıt iki şey aynı anda doğru
olamaz - lütuf öylesine ucuzdur ki, her yerde ve herkes onu
kazanabilir ve aynı zamanda lütuf öylesine değerlidir ki yanlızca
tek bir kişi, İsa Mesih’in, yaptıkları aracılığıyla alabiliriz.
Keşke karşıtlarım “özgür iradeyi” savunurken Mesih’i
reddettiklerini farkedebilselerdi. Eğer “özgür iradeyle” Tanrı’nın
lütfunu kazanabilirsek, Mesih’e ihtiyacımız yoktur. Ve eğer Mesih
bizdeyse, “özgür iradeye” ihtiyacımız yoktur. “Özgür iradenin”
savunucuları Mesih’I reddedişlerini davranışlarıyla da
desteklerler çünkü bazıları Tanrı ile insan arasındaki tek aracı
güvenmek yerine Meryem’e ve Kutsallara gitmeyi seçmişlerdir. En
yumuşak huylu Kurtarıcıyı ve aracı olarak tüm yaptıklarını bir
kenara iterek, Mesih’in kazandıklarını kendi çabalarından daha az
değerli görüyorlar.
Tez 13: Yuhanna 3. Bölüm’deki Nikodim örneği, “özgür irade”ye
karşı çıkar.
Nikodim’in yaptıklarına bakın (Yuhanna 3:1-2). İsa’nın Mesih
olduğunu ve Tanrı’dan geldiğini ikrar etmektedir. O’nun
mucizelerinden bahsetmektedir. O’nun hakkında daha fazla şey
öğrenmek için Mesih’i aramaktadır. Peki, İsa’nın yeniden doğuş
(Yuhanna 3:3-8) hakkındaki sözlerini duyduğunda geçmişde aradığı
şeyin bu olduğunu mu söylüyor? Hayır! Şaşkın ve kafası karışmış
bir şekilde, ilk tepkisi bunun imkansız olduğunu düşünerek
reddetmek olmuştur (Yuhann 3:9). Gelmiş geçmiş en ünlü
felsefeciler bile Mesih’ten önce var olan kurtuluşa ilişkin
şeyleri aramak bir yana, Mesih’i tanımadıklarını itiraf
etmelidirler. Mesih dünyaya geldi. Bunu itiraf ettiklerinde,
“özgür iradelerinin” cahil ve zayıf olduğunu söylemektedirler!
“Özgür iradeyi” öğretenler çılgındırlar tabi ki, fakat susup,
Tanrı’ya yücelik vermek de istemezler.
Tez 14: “Özgür irade”nin hiçbir faydası yoktur çünkü kurtuluş
yanlızca Mesih
aracılığıyladır.
Mesih’in “Yol, Gerçek ve Yaşam” olduğu söylenilen Yuhanna 14:6’dan
kurtuluşun yanlızca İsa Mesih’de bulunabileceği çok açıktır. Durum
böyleyken Mesih dışındaki herşey karanlık, yanlış ve ölü
olacaktır. Eğer insanlar Tanrı’ya giden yolu doğal olarak
anlasalar, Tanrı’nın gerçeğini bilseler, ve Tanrı’nın yaşamına
paydaş olsalar dı Mesih’in gelmesine ne gerek vardı?
Karşıtlarımız, kötü insanların “özgür iradelerini” kötüye
kullansalar bile bu “özgür iradeye” sahip olduklarını söylerler.
Eğer bu doğruysa, demek ki en kötü insanda bile iyi bir şey
vardır. Ve eğer bu da doğruysa, Tanrı onları mahkum ederken
haksızlık yapmaktadır. Ancak Yuhanna, Mesih’e inanmayanların daha
şimdiden yargılandığını söyler (Yuhanna 3:18). Eğer insanlar bu
“özgür irade” denen şeye sahiplerse, Yuhannanın bu kişilerin iyi
yönleri nedeniyle değil, yanlızca kötü tarafları yüzünden
yargılandıklarını söylemesi gerekirdi. Kutsal Yazılar şöyler der:
“Oğul’un sözünü dinlemeyen yaşamı görmeyecektir. Tanrı’nın gazabı
böylesinin üzerinde kalır” (Yuhanna 3:36). Bu ifade, kişinin
tümünü kapsamaktadır. Eğer böyle olmasaydı, insanın içinde, o
kişinin yargılanmasını engelleyecek iyi bir tarafı olurdu ve
böylece o kişi yargılanmayacağını bildiğine güvenerek hiçbir korku
duymayarak günah işlemeye devam ederdi.
Yine
Yuhanna 3:27’de şöyle okuyoruz: “İnsan, kendisine gökten
verilmedikçe hiçbir şey alamaz”. Bu özellikle, kişinin Tanrı
isteğini yerine getirme yetisini kastetmektedir. Yanlızca gökten
gelen yeti, bir kişinin Tanrı’nın isteğini yerine getirmesine
yardım edebilir. Ancak “özgür irade” gökten gelmez, bu da demektir
ki “özgür irade” faydasızdır.
Yuhanna 3:31’de Yuhanna şöyle demektedir: “Yukarıdan gelen,
herkesden üstündür. Dünyadan olan dünyaya aittir ve dünyadan söz
eder. Gökten gelen ise herkesden üstündür”. Şimdi, “özgür
iradenin” hiçbir göksel kökeni yoktur. Dünyadandır ve başka bir
olasılık da yoktur. Bu da sadece şu anlama gelebilir ki, “özgür
iradenin” göksel şeylerle hiçbir ilgisi yoktur. Yalnızca dünyasal
şeylerle ilişkilendirilebilir. Yuhanna 8:23’de Mesih şöyle diyor:
“Siz aşağıdansınız, ben yukarıdanım. Siz bu dünyadansınız, ben bu
dünyadan değilim”. Eğer bu ifade, yanlızca onların bedenlerinin bu
dünyadan olduğu anlamına gelseydi, bu söz gereksiz söylenmiş bir
söz olurdu, çünkü onlar bunu zaten biliyorlardı. Mesih, onların
tüm ruhsal güçten yoksun olduklarını ve bu gücün yanlızca
Tanrı’dan geldiğini söylemek istiyordu.
Tez 15: İnsanın müjdeye inanma yetisi yoktur, bu nedenle hiçbir
çabası onu
kurtaramaz.
Yuhanna 6:44’de Mesih şöyle diyor: “Beni gönderen Baba bir kimseyi
bana çekmedikçe, o kimse bana gelemez”. Bu ifade, "özgür iradeye”
hiçbir yer bırakmıyor. Rab, Baba’nın insanları kendine çekişi
açıklamaya devam ediyor: “Baba’yı işiten ve O’ndan öğrenen herkes
bana gelir” (ayet 45). İnsan iradesi, kendi başına bırakıldığında
kurtuluş için Mesih’e gelmek konusunda bir şey yapmayacak kadar
güçsüzdür. Eğer Babanın kendisi kişinin yüreğine konuşup, onu
Mesih’e çekmiyorsa, “müjde” kelimesinin kullanılması anlamsızdır.
Erasmus, insanları çobanlarının uzattığı dalı almaya çalışan
koyunlara benzeterek bu ayetin anlamını saptırmaya çalışıyor.
İnsanın içinde müjdeye cevap veren birşey olduğunu iddia ediyor.
Ancak bu da işe yaramaz çünkü Tanrı kendi Oğlu’nun armağanını
tanrısız insanlara uzatsa bile, eğer Tanrı o kişilerin içinde
çalışmazsa tanrısız kişiler bu armağana cevap vermezler. Aslında,
Tanrı’nın içsel çalışması olmaksızın insanlar, O’nu izlemekten çok
Oğul’a zulmetmeye yatkındırlar. Ancak Baba, anlayış verdiği
kişilere Oğul’un ne kadar harika olduğunu gösterdiğinde, o kişiler
O’na çekilirler. Bu gibi kişiler daha şimdiden “koyunlardır” ve
çobanlarının sesini tanırlar!
Tez 16: Evrensel inançsızlık “özgür irade”nin yanlış olduğunu
kanıtlar.
Yuhanna 16:8’de İsa, Kutsal Ruh’un “dünyanın günah…konusundaki
suçluluğunu dünyaya” göstereceğini söylüyor. 9. ayette bu günahın
ne olduğunu açıklamaktadır - “çünkü bana iman etmezler”. Bu
imansızlık günahı, insanın etinde, ya da havada değil, aklında ve
iradesindedir. İstisnasız her insan, Mesih’i bilmediği kadar,
günahlı imansızlıklarının da farkında değildir. İmansızlığın
suçluluğu onlara Kutsal Ruh tarafından gösterilmelidir. Öyle ki,
"özgür irade” dahil olmak üzere insanın her kısmı Tanrı tarafından
yargılanmıştır ve Tanrı kişiye gösterene dek, bu cehalet
varlığından habersiz olduğu suçluluğuna yanlızca daha da suçluluk
katar. Kutsal Yazıların tümü kurtuluşun tek yolunun Mesih olduğunu
duyurur. Mesih’e ait olmayan her kimse, Şeytan’ın, günahın, ölümün
ve Tanrı’nın gazabının altındadır. Sadece Mesih onları Şeytan’ın
krallığından kurtarabilir. Bizler, kendimizde bulunan herhangi bir
güçten ötürü değil, ancak yanlızca Tanrı’nın lütfuyla kurtarıldık.
Tez 17: Gerçek inanlılardaki “benliğin” gücü “özgür irade”nin
yanlış olduğunu
kanıtlar.
Her
nedense Romalılar 7 ve Galatyalılar 5. Bölümdeki birçok kavramı
gözardı ediyorsun. Bu iki bölüm bizlere, “doğal benliğin”gerçek
inanlıların bile istedikleri ve doğru olduğunu bildikleri şeyleri
bile yapmalarında onları etkisiz bıracak kadar güçlü olduğunu
ortaya koymaktadır. İçlerinde Tanrı’nın Ruh’u bulunan insanlarda
bile insan doğası o kadar kötüdür ki, doğru olanı yanlızca
yapmakta başarısız olmakla kalmaz, ama ona karşı savaşırlarda.
Öyleyse, yeniden doğmamış olanlar iyilik yapma gücüne sahip
olmaları nasıl mümkün olabilir ki? Pavlus’un Romalılar 8:7’de
dediği gibi: “Benliğe dayanan düşünce Tanrı’ya düşmandır”. Bu sözü
çürütebilecek insanla tanışmak isterdim!
Tez 18: Kurtuluşun “özgür irade”ye bağlı olmadığını bilmek, çok
rahatlatıcı olabilir.
İtiraf etmeliyim ki, "özgür iradeyi” bana verilse bile
istemezdim! Eğer kurtuluşum benim elimde olsaydı, savaşmam gereken
tehlikelerin, güçlüklerin ve şeytanların karşılarında asla
duramazdım. Karşısında savaşılacak hiçbir düşman olmasaydı bile,
başarı kesin olmazdı. Tanrı’yı hoşnut ettiğimden veya yapmam
gereken başka birşeyin olup olmadığından emin olamazdım. Bunu, acı
içinde geçirdiğim yıllar boyu süren deneyimimle kanıtlayabilirim.
Beni kurtarmak konusunda verdiği vaade sadık olacaktır, fakat
benim yaptığım herhangi birşeyden ötürü değil, kendi yüce
merhameti yüzünden bunu yapacaktır. Tanrı yalan söylemez, ve
düşmanım olan Şeytanın beni O’nun elinden kapmasına izin
vermeyecektir. "Özgür iradeyle” tek kişi bile kurtulamaz. Ancak
karşılıksız lütufla birçokları kurtulacaktır. Bununla kalmayıp,
bir Hıristiyan olarak ben, Tanrı’yı hoşnut ettiğimden eminim,
kendi yaptıklarım yüzünden değil ancak O’nun lütfu sayesinde
olmaktadır bu. Eğer ben çok az ya da çok kötü açılmışsam,
lütufkarca beni affeder ve beni iyileştirir. Bu tüm
Hıristiyanların görkemidir.
Tez 19: Tanrı’nın yüceliğine leke sürülemez.
Tüm bunları konuşurken Tanrı’nın onurunu nasıl savunacağın
konusunda kaygılanıyor olmalısın. Diyebilirsin ki, “Çünkü Tanrı,
günahlı olmaları kendi ellerinde olmayan ve sadece Tanrı onları
kurtarmayı seçmediği için bu şekilde kalmaya zorlanan insanları
yargılıyor”. Pavlus’un dediği gibi, “Ötekiler gibi doğal olarak
gazap çocuklarıydık” (Efesliler 2:3). Ama buna başka açıdan
bakmalısın. Tanrı, kesinlikle hakketmedikleri halde aklyaıp,
kurtardığı herkese merhametini gösteren olarak saygı duyulmalıdır.
Tanrı’nın tanrısal olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda bilge ve
adildir de. Ancak O’nun adaleti insanın adaleti gibi değildir.
Pavlus’un Romalılar 11:33’de de açıkladığı gibi: “Tanrı’nın
zenginliği, bilgeliği ve bilgisi ne derindir! O’nun yargıları ne
denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır”. Eğer Tanrı’nın
doğasının, gücünün, bilgeliğinin ve bilgisinin bizlerinkinin çok
üzerinde olduğu konusunda hemfikirsek, adaletinin bizimkinden çok
daha iyi ve yüce olduğuna da inanmalıyız. Kendi görkemini bizlere
gösterdiğinde, şimdi inanmamız gerekenleri - yani, O’nun geçmişte,
şimdide ve gelecekte, her zaman adil olacağını - açıkça
göreceğimizi vaat etmiştir.
Başka bir örnek. Tanrı’nın dünyaya hükmediş şeklini göz önüne
alırken insan mantığı kullanırsanız, ya hiçbir Tanrının olmadığını
ya da Tanrının adil olmadığını söylemek zorunda kalacaksınız.
Kötüler kazanır, iyiler acı çeker (bak. Eyüp 12:6 ve Mezmur 73:12)
ve bu da adaletsizliklik gibi gözükmektedir. Bu nedenle birçokları
Tanrı’nın varlığını inkar edip, herşeyin şanşla olduğunu
söylerler. Bunun cevabı şudur ki, bu yaşamdan sonra başka bir
hayat vardır ve bu dünyada cezanlandırılıp, hakkettiğini
almayanlar, diğer hayatta cezanlandırılacaklar ve hakkettikleri
onlara verilecektir. Bu yaşam, gelecek olan hayat için bir
hazırlık, yahut, başlangıçtan başka hiçbir şey değildir. Bu sorun
tüm çağlarda tartışılmıştır fakat Kutsal Kitap’taki şekliyle
müjdeye inanmak dışında hiçbir şekilde çözümlenememiştir. Bu
soruna, üç kaynak ışık tutar: doğanın ışığı, lütuf ışığı ve görkem
ışığı. Doğanın ışığına bakıldığında, iyilerin acı çektiği ve
kötülerin kazandığı görüldüğünden Tanrı da adaletsizmiş gibi
görünür. Lütuf ışığı bizlere biraz daha yardımcı olur ancak günah
işleyip, suçlu olmaktan başka hiçbir şey yapamayan birisini
Tanrı’nın nasıl yargılayabileceğini açıklamaz. Hükümleri
insanların anlayışını aşsa da, Tanrı kendisini tamamıyla adil bir
Tanrı olarak göstereceği o günde yanlızca görkemin ışığı bizlere
bunu tam olarak açıklayacaktır. Tanrısal bir kişi, Tanrı’nın
herşeyi önceden bildiğine, önceden belirlediğine ve hiçbirşeyin
O’nun isteği dışında gerçekleşmeyeceğine inanır. Hiçbir insanın,
hiçbir meleğin, yahut diğer hiçbir yaratığın "özgür iradesi”
yoktur. Şeytan, bu dünyanın egemenidir ve Kutsal Ruh’un gücüyle
serbest bırakılmadıkları sürece insanları tutsak olarak kendinde
tutar. |