...................
ERASMUS’UN ÖĞRETTİKLERİ

Martin Luther
İradenin Tutsaklığı
Kaynak:
www.hristiyan.net

                         
...................
...................

İkinci Bölüm

Tez 1: Erasmus’un  "özgür irade” tanımı.

Tez 2: Erasmus’un Apokrif’e ait bir kitaba dayandırdığı tezi.

Tez 3: Erasmus’un “özgür irade” hakkındaki üç görüşü.

Tez 4: Erasmus’un Vaiz 15:14-17’e dayandırdığı tezine dönülmesi.

Tez 5: Erasmus’un Vaiz 15:14-17’yi kullanış şeklinin incelenmeye devam edilmesi.

Tez 6: Erasmus’un ileri sürdüğü tezler, insanın iradesinin tamamen özgür olduğu anlamına gelir.

Tez 7: Tekvin 4:7 - bir buyruğun verilmesinin, bu buyruğa itaat edilebileceği anlamına gelmediğini kanıtlayan bir başka bölüm.

Tez 8: Tesniye 30:19 - “Yasa sayesinde günahın bilincine varılır”.

Tez 9: Erasmus’un Yasa ve Müjde’yi karıştırması.

Tez 10: Tanrı’nın açıklanmış iradesi ve gizli iradesi.

Tez 11: Yükümlülük, itaat etme yetisinin varlığını kanıtlamaz.

Tez 12: İnsan, Tanrı’nın gizli iradesine burnunu sokmamalıdır.

Tez 13: Yasa, insanın zayıflığını ve Tanrı’nın kurtaran gücünü gösterir.

Tez 14: Yeni Antlaşma’da verilen bilgiler, aklanmış olanları yönlendirmek içindir.

Tez 15: Ödüllendirilme, Tanrı’nın vaadine dayanır, insanın hakkettiklerine değil.

Tez 16: Tanrı’nın kudreti, bizlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.


Tez 1:  Erasmus’un "özgür irade” tanımı.

Haksızlık yapmamak için senin yaptığın tanımı olduğu gibi burada vermeliyim: “Kişinin, kendisini sonsuz kurtuluşa yahut bunun tersi doğrultuda yönlendirmesine olanak veren etkenleri kendisine uygulamasında kullandığı insan iradesinin gücü olarak tanımlayabilirim”.

Buna, tanım diyemezsin! Tanım, açık olmalı. Fakat bu ifadenin anlaşılması için her parçasının açıklanması gerek. Ayrıca, bir şeyi açıklamak isterken çok farklı başka bir şeyi açıklamışsın. Demek istediğim, senin tarif ettiğin türden irade özgürlüğüne yalnızca Tanrı sahiptir, ama sen insanların da bu gibi bir iradeye sahip olduklarını söylüyorsun. Fakat insan da aynı şekilde efendisine itaat etmek zorunda olan bir köledir. Çoğu insan Tanrı’nın emirlerine uygun bir şekilde davranıyor. Bu senin tarif ettiğin gibi “iradenin özgürlüğü müdür”?

Bu sözde tanımı biraz parçalara ayırmalıyım. Bazı bölümler yeterince açık ancak diğer kısımlara saldırabilmem için onları biraz daha açıklamalıyım. Bir şeylerden suçlularmış gibi ışıktan korkuyorlar! Senin sözünü ettiğin “insan iradesinin gücü”nün birşeyi seçme ya da reddetme, onaylama ya da onaylamama gücü olduğunu varsayarak başlayacağım. Gerçekten de, insan iradesinin işlevi budur. Fakat sen, bir de şunu ekliyorsun: “…etkenleri kendisine uygulamasında kullandığı…” Senin burada yaptığın şey, insanı iradesinden ayırmaktır. İnsana, iradesini yönlendirme gücü veriyorsun. Fakat, insanın iradesi kedisinin bir parçasıdır - bu seçimleri yapan parçasıdır. İnsanı, iradesinden ayırıp, iradesi üzerinde ona güç vermek, açıkça saçmalıktır! Eğer seni yanlış anladıysam, bu senin suçun çünkü kendini daha basit ve anlaşılır şekilde ifade etmeliydin!

Peki, kişiyi “sonsuz kurtuluşa götüren” şeyler nelerdir? Bunlar, Tanrı’nın işleri ve sözleri olmalıdır. Başka hiçbir şey bizleri sonsuz kurtuluşa ulaştıramaz. Pavlus şöyle diyor: “Tanrı’nın kendisini sevenler için hazırladıklarını hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır”. Daha sonra bu şeyleri nasıl kavrayabileceğimizi açıklayarak devam ediyor - “Oysa Tanrı bunları bize Ruh aracılığıyla açıkladı”. Bu demek olmalıdır ki Ruh olmaksızın bu kurtuluşu kesinlikle bilemez ve dolayısıyla bunu kendimize “uygulayamayız”.

Bu dünyanın tanıdığı gelmiş geçmiş en iyi eğitimli kişilerin çoğu, ruhsal şeyleri saçmalık olarak nitelendirmişlerdir. Aslında, dehaları ne kadar fazlaysa, ruhsal şeyleri de o kadar çok komik bulmuşlardır. İnsanlar, yanlızca Kutsal Ruh yüreklerini aydınlattığı için ruhsal şeylerin gerçeğini kavrayabilirler.

Devam edelim. Bizlere diyorsun ki "özgür irade”, Tanrı’nın işleyişini ve sözünü kabul edip, etmeyeceğine kendi başına karar verebilen insan iradesinin gücüdür. Bunu söylemek, insan iradesine cennet ya da cehennemi seçme yetisi vermektir. Kutsal Ruh’a yahut Tanrı’nın lütfuna hiçbir yer olmadığı anlamına gelir. Bu, insan iradesini Tanrı’yla aynı düzeye çıkartmak demektir.

Pelagian adı verilenler de aynısını yapmışlardır. Fakat sen bunu daha da ileriye götürdün! "Özgür iradeyi” iki kısma ayırdılar - bazı şeyler arasındaki farkı anlama gücü ve bu şeyler arasında seçim yapma gücü. Fakat senin "özgür iraden” anlamakta tamamıyla yetersiz kaldığı sonsuzluğa ilişkin şeyleri seçebilecek tek güçtür. “Yarım özgür irade” yarattın!

Ve şimdi de kendinle çelişkiye düşüyorsun çünkü bir zamanlar “insan iradesi lütuf olmaksızın hiçbir şey yapamaz” demiştin. Ama iş "özgür iradenin” tanımını yazmaya gelince insanın iradesine tam bir özgürlük verdin. Gerçekten de çok garip bir adamsın!

Bazı eski felsefecilerin öğretilerini seninkine yeğlerim. Onlar, kendi başına bırakılmış bir insanın sadece yanlış olanı yapabileceğini söylemişlerdi. Yanlıza lütfun yardımıyla insan iyi olanı seçebilir demişlerdi. İnsanın, aşağı inmekte özgür, ama yukarı çıkmak için yardıma ihtiyacı olduğunu söylemişlerdi! Ama buna "özgür irade” demek gülünçtür. Ben de tüm bunlara dayanarak, aşağı düşmekte özgür ancak bir insan tarafından kaldırılmadıkça yukarı çıkamayacak olan bir taşın "özgür iradesi” var diyebilirim! Felsefecilerin öğretileri seninkinden daha iyi. Taş, hem aşağı düşmeyi hem de yukarı çıkmayı seçebilir!


Tez 2:  Erasmus’un Apokrif’e ait bir kitaba dayandırdığı tezi.

"Özgür irade” konusunda tüm söylediklerini Ecclesiasticus 15:14-17’ye dayandırıyorsun. “Başlangıçta Tanrı insanı yarattı ve onu kendi aklının ellerine bıraktı”. Yazar, Tanrı’nın kuralları ve buyruklarına ilişkin ayrıca şunları eklemektedir: “Eğer benim buyruklarımı tutmak ve beni hoşnut eden imanda sürekli kalmak istiyorsan, onlar seni koruyacaktır. O, senin önüne ateş ve su koymuştur; ve elini ona uzatacaksın. Yaşam ve ölüm insanın önündedir; ve hangisini arzu ederse, o verilecektir kendisine”.

Vaiz'in Yahudiler tarafından Tevrat’a alınmadığını söyleyerek senin kanıt olarak gösterdiğin bu sözde metni gözardı edebilirdim, fakat kendinin bile bu metni “somut ve karışık” olarak tanımlaman benim için yeterlidir. "Özgür iradenin” ne olduğunu bizlere basit bir şekilde açıklayacak bir metin oluşturmak için senin ya da bir başkasının bir sonsuzluk boyunca uğraşması gerekecektir.


Tez 3:  Erasmus’un “özgür irade” hakkındaki üç görüşü.

"Özgür irade” hakkında tek bir taneden üç farklı görüş çıkartıyorsun! Şimdi bunlara bakalım. Birincisi, lütuf olmaksızın insanın iyilik yapmak isteyemeyeceği; iyiliği başlatıp, iyilikte ilerleyip ya da iyiliği tamamlayamayacağıdır. Bu görüşe, “aşırı fakat yeterince olası” diyorsun.

“Daha aşırı” olarak nitelendirdiğin ikinci görüşün ise "özgür iradenin” yanlızca günaha götürebileceği ve yanlızca lütfun tanrısal bir yaşama kişiyi yönlendirebileceğidir.

“En aşırı” olduğunu söylediğin üçüncü görüşün ise "özgür iradenin” anlamsız olduğu ve bizlerin içindeki iyinin ve kötünün sebebinin Tanrı olduğudur.

Bu görüşlerin ilkini kabul etmeye hazırsın çünkü bu ilk görüş, insana bazı şeyler için çaba göstermesine olanak veriyor. Diğer iki görüşe ise karşısın. Neden dediğini bilmiyor gibisin! Bunlar, üç farklı görüş değil, senin karşıtların tarafından ortaya konmuş tek bir düşüncenin üç farklı şekilde ifade edilmiş şeklidir. Senin "özgür irade” tanımının, senin kabul edilebilir olduğunu söylediğin o ilk görüşle alakası bile yoktur. Senin tanımın, "özgür irade” hem iyi hem de kötü olanı yapabileceğini söyler. Fakat senin kabul ettiğin görüş ise insan iradesinin Tanrı’nın lütfu olmaksızın iyi olanı seçemeyeceğini söyler. Bu iki irade birbiriyle zıttır. Birinci görüşü kabul ederek "özgür iradenin” iyi olanı yapamayacağını kabul ediyorsun. Biraz evvel şöyle demiştin: “İnsan iradesi öylesine kötüdür ki, özgürlüğünü kaybetmiştir ve günaha kulluk etmeye mecburdur ve daha iyi bir duruma geri dönemez”. Ama aynı şeyi ben söylediğimde, sen şunu diyorsun: “Böyle saçma birşey daha önce hiç duyulmamıştır”. Yazdıkların, iyi olmaya çalışmanın aynı anda "özgür iradenin” hem gücünde hem de gücünde olmadığı anlamına gelir. Eğer bu adam deli değilse, gerçek bir deliyle tanışmak isterdim!

Kullandığın ifadeler birbirine öylesine zıt ki bir arada olmaları mümkün değildir. “İyilik yapabilirlik” ile “iyilik yapamazlık” arasında orta bir yer yoktur.

Ortaya koyduğun ikinci ve üçüncü görüşlere gelince…birincisinde olmayan yeni hiçbir şey yok onlarda da. Üçü de mükemmel bir uyum içinde. Yanlızca ikinci ve üçüncü görüşe karşı olduğunu söylüyorsun fakat çok açıkça üçü de insan iradesinin tüm özgürlüğünü yitirdiğini, günaha hizmet etmek zorunda olduğunu ve iyi olanı arzulayamayacağını söylüyor. Ve eğer bu doğruysa, durum gerektirir ki insan kötülük yapar ve bunu yapar çünkü yapmak zorundadır. Buna engel olamaz.


Tez 4:  Erasmus’un Vaiz 15:14-17’e dayandırdığı tezine dönülmesi.

Apokrif’deki o bölüme geri dönelim ve demin belirttiğimiz görüşlerle karşılaştıralım. Muhtemelen doğru olduğunu düşündüğün bu görüş, "özgür iradenin” iyi olanı arzulayamayacağını söyler. Fakat Vaiz’den alıntı yapılan bölüm "özgür iradenin” bir dereceye kadar iyilik yapabileceğini kanıtlamak için kullanılmıştır. Sana göre o bölüm, ilk görüşü desteklemektedir fakat gerçekte onun hakkında hiçbir şey söylemez. İsa’nın Mesih olduğunu kanıtlamak için Pilatus’un Suriye Valisi olduğunu söyleyen bir bölümden alıntı yapsan daha iyi!

Ama haksızlık etmemek için Vaiz 15:14-17’ye bakacağız. Bölüm şöyle başlıyor: “Başlangıçta Tanrı insanı yarattı ve onu kendi aklının ellerine bıraktı”. Bu noktaya kadar, buyruklara ilişkin hiçbir şey söylenmiyor. İnsanın iradesi tamamıyla özgürdür ve Tanrı insanı herşeyin sahibi yapmıştır. Ama sonra, şu sözlerle Tanrı’nın buyruklarını ve kurallarını bunlara eklediği söylenir: “Eğer benim buyruklarımı tutmak…istiyorsan…” Bu da doğrudur. Tanrı insanı hüküm sürdükleri yerden almıştır ve o andan itibaren insan Tanrı’nın buyruklarının altına girmiştir. İnsan özgür değildi. Gördüğün gibi bu bölümü, seni değil beni destekleyecek şekilde anlamak da mümkün! Benim algılayışım Kutsal Yazıların tümüyle uyuşuyor, seninki ise bir metni Kutsal Yazıların tümüyle karşı karşıya bırakıyor.


Tez 5: Erasmus’un Vaiz 15:14-17’yi kullanış şeklinin incelenmeye
devam edilmesi.

“Eğer benim buyruklarımı tutmak…istiyorsan…” ifadesinin, insanın özgürce seçim yapabileceğini gösterdiğini söylüyorsun. Bunu söylemek, Tanrı’nın sözlerini insan mantığıyla yargılmaktır. Ama insan mantığıyla bile “eğer benim buyruklarımı tutmak…istiyorsan…” sözlerinin her zaman itaat edebilme yetisinin bulunduğunu göstermediğini sana ispatlayabilirim. Örneğin, anne-babalar çoğu zaman çocuklarına birşeyi yapmamalarını söylerler, çocuklarının yapabileceklerini kanıtlamak için değil, yardım istemeyi öğrensinler diye yapamayacaklarını kanıtlamak için böyle davranırlar.

Tanrı da bizlere böyle davranır. Onu tutamayacağımızı göstermek için bizlere Yasasını vermiştir. Bu da Pavlus’un Romalılar 3:20; 5:20; Galatyalılar 3:19,24’deki öğretisidir.


Tez 6:  Erasmus’un ileri sürdüğü tezler, insanın iradesinin tamamen özgür olduğu anlamına gelir.

İleri sürdüğün tezde çok temel bir çelişki var. Bir taraftan Vaiz 15:14-17’deki sözlerin (“eğer benim buyruklarımı tutmak…istiyorsan…”) insanın özgürce isteyebileceği ya da istemeyebileceği anlamına geldiğini söylüyorsun. Ama diğer taraftan ise belirtmiş olduğun üç görüşten birincisinin muhtemelen doğru olduğunu söylüyorsun. Fakat o görüş ise "özgür iradenin” iyi olanı yapamayacağını söylüyordu. Her ikisi de aynı anda doğru olamaz!

Vaiz: “Eğer arzulayıp, buyruklarımı tutmaya çalışmayı deneyeceksen…” demiyor. “Eğer benim buyruklarımı tutmak…istiyorsan…” diyor. O nedenle eğer Ecclesiasticus "özgür iradeyi” destekliyor ise bu yarım bir özgürlük değil tam bir özgürlük olmalıdır. Pelagian denen insanların bu sözlerden çıkardıkları sonuç budur.

Pelagianların görüşüne katılmayanlar çok büyük bir sorunla karşı karşıya kalacaklar. Senin dediğin gibi, bir kişi bu metinden sadece az bir "özgür irade” isteyebilir. Bu da demektir ki insan sadece Tanrı’yı arzulamak ve O’na itaat etmek konusunda özgürdür. Pelagianlar ise, bu bölümün iradenin ya tam özgürlüğünü ya da tam tutsaklığını öğrettiğini söyleyerek cevap vereceklerdir. Hatta, o bölümde ayrıca “…imanda sürekli kalmak istiyorsan…” ifadesi geçtiğinden tezlerini daha da ileri götürecektirler. Sonuç olarak ise, insanın ayrıca iman etmekte özgür olduğunu öğreteceklerdir. Ancak Kutsal Yazılar’da Pavlus buna şiddetle karşı çıkıyor ve imanın Tanrı’nın özel bir armağanı olduğunu söylüyor (Efesliler 2:8).

Ama şimdi Ecclesiasticus’un "özgür iradeyi” öğretmediğini söyleyen tezime geri dönmeliyim. “istiyorsan” ifadesinin “öyleyse yapabilirsin” anlamına gelmesi gerektiğini iddia etmek çok yanlıştır. İlk insan, Adem’e, Tanrı’nın lütfuyla yardım edilmiş olmasına rağmen Adem itaatsizlik etmiştir. Eğer Adem itaatsizlik etmişse, bizler daha hiçbir lütuf almamışken ne yapabiliriz ki? "Özgür irade” tamamıyla güçsüzdür. Eğer Adem’in durumunu Ecclesiasticus 15:14-17’nin yanına getirecek olursanız, bu bölümün "özgür iradeyi” desteklemekten çok uzak olduğunu, tersine onun karşısında olan çok güçlü bir görüş olduğunu göreceksiniz. Bu bölüm, Tanrı’ya itaat etme yetimiz olduğunu değil, Tanrı’nın iradesine itaat etme zorunluluğumuzu öğretir.


Tez 7:  Tekvin 4:7 - bir buyruğun verilmesinin, bu buyruğa itaat edilebileceği anlamına gelmediğini kanıtlayan bir başka bölüm.

Ayet şöyle der: “…günah kapıda pusuya yatmıştır; ve onun isteği sensin; fakat sen ona üstün ol”. Kötü düşüncelerin yenilebileceğini ve ille de günaha yol açmayacaklarını kanıtlamak için bu ayetleri kullanıyorsun. Bir kere daha kendinle çelişiyorsun. İnsanın iradesinin iyi olanı arzulayamayacağını söyleyen görüşün muhtemelen doğru olduğunu sen demin söylemiştin. Ama şimdi, Kutsal Ruh’un ya da Mesih’in yardımına ihtiyaç duymaktan tek bir kere bahsetmeden diyorsun ki, insanın iradesi kötü tutkuları yenebilir.

Aslında, bu ayetin öğrettiği şeyin bununla alakası yok. Yine bu ayet, insana neyi yapabileceğinin değil, yapması gereken şeyin gösterilişine bir örnektir. Diğer bir örnek ise birinci buyruktur - “Karşımda başka ilahların olmayacaktır”. Ayetler, buyruktur, buyrukların varlığı ise bunlara itaat edilebileceği anlamına gelmez. Tersine, Kain’in örneğinde olduğu gibi buyruklar yetersizliği ortaya çıkarır.


Tez 8:  Tesniye 30:19 - “Yasa sayesinde günahın bilincine varılır”.

"Özgür iradeyi” desteklemek için kullandığın üçüncü ayet şudur: “Senin önüne hayatla ölümü, bereketle laneti koydum…; bunun için hayatı seç”. Sen diyorsun ki: “İnsanın seçme özgürlüğünün olduğunu bundan daha açık ne gösterir ki?” Fakat körsün! Musa insanlara hayatı seçin dediğinde, insanlar onu mu seçti? Eğer öyle yapsalardı, Kutsal Ruh’un işleyişine ihtiyaç kalmazdı.

Diyorsun ki: “İki yolun kesiştiği bir yerde duran adama, sadece biri açıkken ‘İstediğini seç’ demek çok komiktir”. Ne saçma bir örnek! Bir yol ayrımında bulunduğumuz doğrudur ancak biri değil her ikisi de kapalıdır. Tanrı’nın lütfu olmaksızın iyiye giden yolu seçemeyiz. Diğer yola da Tanrı’nın izni olmadan yönelemeyiz! Romalılar 3:20’de Pavlus: “Yasa sayesinde gücün ya da iyiliğin bilincine varırız” demiyor. Ya da: “Yasa aracılığıyla iradenin gücü açığa çıkar”. Fakat şöyle diyor: “Yasa sayesinde günahın bilincine varılır”. Yasa, insanın yapabileceğini değil, yapması gerekeni söylemektedir.

Daha sonra “seçmek”, “dönmek” ve tutmak” kelimelerine ilişkin Tesniye 3’den alıntı yapıyorsun. İnsanların gerçekten de bu şeyleri yapmaya güçleri yoksa, buyrukların gereksiz olduğunu söylüyorsun. Ama yine tekrarlıyorum, bu buyruklar insanların yapmaları gereken şeyleri belirtirler. Gereksiz değildirler. Gururlu insana ne kadar güçsüz olduğunu göstermek için tasarlanmışlardır. İnsanı, sol kolu dışında her tarafı bağlı olan birine benzeterek bu bakış açısını komik duruma düşürmeye çalışıyorsun. O adama, sağ tarafında kaliteli bir şarap, sol tarafında ise yüksek mevkiler olduğu söyleniyor. Daha sonra ise bu ikisi arasında bir seçim yapması isteniyor. Bu örnekle ne kanıtlamaya çalışıyorsun? İnsan iradesinin kati özgürlüğüni mü kanıtlamaya çalışıyorsun? Çok unutgansın! Tanrı’nın lütfu olmasızın "özgür iradenin” hiçbir şey yapamayacağını sen söylemiştin. Örneğinle benim düşüncemi çürütmeye çalıştın ama şimdi de ben bir örnekle seni komik duruma düşüreceğim. Karşında iki kolu da bağlı bir adam var! Bu adam, kollarını sağa ve sola oynatmakta özgür olduğu konusunda kendisiyle gurur duyuyor. Bu yüzden, ona ellerini bir yönde oynatması söyleniyor - onunla dalga geçmek için değil, ama yapamayacağını göstermek için. Kutsal Yazılar’da insanın sadece Şeytan tarafından bağlı tutulmadığını ama aynı zamanda da doğru olan şeyi yapmakta özgür olduğunu düşünmeye kandırılmış olduğunu görüyoruz. Musa’nın yasası, insanların hayali özgürlükleriyle aldatıldıklarını göstermek için verilmiştir.


Tez 9:  Erasmus’un Yasa ve Müjde’yi karıştırması.

Kendi görüşünün doğruluğunu ispatlamak için bir dizi ayeti kullanıyorsun fakat yasa ile müjde arasındaki farkı göstermekte tamamen başarısızsın. Yasa hakkında olduğunu zannettiğin ayetlerin nasıl müjdeyi öğrettiğini sana göstereyim. Örneğin, Yeremya 15:19’a bakalım: “Eğer dönersen, seni geri getiririm…”, ve Zekarya 1:3: “Bana dönün,…, ben de size dönerim”. “Dön” kelimesi, insanın Tanrı’ya dönebilme yetisinin “Allahın Rabbi bütün yüreğinle seveceksin” ifadesindeki “seveceksin” emrine uyabilme yetisinden daha fazla mı olduğunu kanıtlıyor? Bu kelimeler, insanın kendi gücüyle Tanrı’ya dönebileceğini kanıtlamaz. Fakat insanlar ne yapmaları gerektiğini bildikleri zaman, o şeyleri yapma gücünü nereden bulabileceklerini soracaklardır. “Bana dönün” sözleri, “Bana dönmeye çalışın” demek değildir. İnsanlar dönmeye çalıştıklarında lütfun kendilerine sunulacağını söylüyorsun. Fakat bu, ayetlerin ikinci kısmının da şu anlama gelmesine neden olacaktır: “Ben de size dönmeye çalışacağım”! Olağanüstü birşey olurdu bu! Belki, Tanrı’ya da lütuf verilebilirdi!

Bırak bu boş düşünceleri! Kutsal yazılarda kullanılan “dön” kelimesi hem “yasal” hem de “müjdesel” anlamda kullanılmıştır. Yasal olarak kullanıldığında, insanın yanlızca itaat etmesini buyuran bir emir değil, fakat yaşantısının bütünüyle değişmesini gerektiren bir buyruktur (ör. Yeremya 4:1; 25:5; 35:15). “Dön” kelimesi müjdesel anlamda kullanıldığında, Tanrı tarafından bizleri rahatlatma amacıyla söylenir çünkü bizden birşey istenmez, Tanrı’nın lütfu bizlere sunulur (ör. Mezmur 14:7; 116:7; 126:1). Zekarya, bizlerin önüne hem yasa hem de lütuf mesajı koymuştur. Yasanın tümü “Bana dönün” ile özetlenirken, lütuf ise “Size döneceğim” ifadesiyle özetlenir.

Hezekiel 18:23’ü de aynı şekilde kullanıyorsun. “Ben kötü adamın ölümünden mi zevk duyarım? Daha ziyade yollarından dönüp yaşamasından değil mi?” Bir kere daha “dönüp” kelimesinin, o kişilerin dönebilecekleri anlamına geldiğini söylüyorsun. Bu metni, müjde yerine yasaya dönüştürüyorsun. Günah işlememenin bir zorunluluk olduğunu söylüyorsun. Bu yasadır. Fakat Rab: “Ben kötü adamın ölümünden mi zevk duyarım?” diyor ve açıkça günahkarın hakkettiği ve farkında olduğu cezadan sözediyor. Tanrı böyle bir kişiye bağışlanma ve kurtuluş ümidi veriyor. Yasanın sözleri, günahlarını ne hisseden ne de bilen kişilerin sırtlarında çok ağır bir yükdür. Yapmaları gereken şeyler kendilerine gösterilmiştir. Fakat müjde, günahlarının bilincinden gelen rahatsızlık içinde olanlara ve üzüntüye düşenlere verilmektedir.

Bu nedenle Hezekiel’in “Ben kötü adamın ölümünden mi zevk duyarım?” sözleri "özgür iradeyi” kanıtlamaktan çok uzak olmakla beraber tam tersini ispatlar. Tanrı’nın vaatleri olmaksızın ne denli ümitsiz olduğumuzu göstermektedir bu ayetler. Aslında, lütuf bizleri kaldırıncaya dek, her an daha da kötüleşiriz. Günahkarları kurtarmak için bu merhamet sözleri gereklidir (tabi eğer Tanrı’nın bu şeyleri sadece konuşmayı sevdiği için söylediğini düşünmüyorsanız!). Günahını yasanın kendisine gösterdiği kişiden başka hiçkimse bu vaat sözlerini alamayacaktır. Tanrı’nın yasasının gücünü hissetmemiş olanlar ve ölüm ve yargıdan korkmayanların, Tanrı’nın merhamet vaatlerine ilgi duymazlar.


Tez 10: Tanrı’nın açıklanmış iradesi ve gizli iradesi.

Biraz önce Hezekiel kitabındaki bölümde peygamberin sözleri, yasa aracılığıyla neden bazı insanların günahlarının bilincine varıp, bazılarının ise varmadığı sorusuyla hiçbir şekilde ilgili değildir. Ayrıca peygamber, neden bazıların Tanrı’nın lütfunu alıp, bazılarının almadığı konusuyla da ilgilenmemektedir.

Tanrı’nın açıklanmış iradesiyle, gizli iradesi arasında çok belirgin bir ayrım yapmalıyız. Gizli iradesinde Tanrı, seçeceklerinin (Tanrı’nın) merhametini almalarını planlar. Buna burnumuzu sokmayıp, saygıyla hayranlık duymalıyız. Bizler, Tanrı’nın kendisine saklı tuttuklarıyla değil, bizlere açıkladıkları şeylerle ilgilenmeliyiz.

Bunu elimizdeki metne uygularsak, demek olur ki yücelikte saklı olan Tanrı, günahkarın ölümünden pismanlık duymuyor. Fakat, insana kendini açıklamış olduğu şekilde Tanrı, yarattığı insanlarda gördüğü ölüm yüzünden üzülmektedir ve bu ölümün kaldırılabilmesi için bir adım atmıştır. Tanrı’nın gizli iradesiyle yönlendirilmemiz imkansızdır çünkü bu iradeyi hiçbir zaman bilemeyiz. O’ndan korkup O’na hayranlık duymamız için, gizli bir iradesinin olduğunu bilmemiz yeterlidir.

Bu nedenle, eğer yok olursak bunun bizim suçumuz olduğunu söylemek doğru olur çünkü gerçekten de hatalı olan insanın iradesidir (Matta 23:27). Fakat bu hatayı Tanrı’nın her insandan neden çıkarıp almadığı ya da bizler bundan kaçamazken neden bizleri bu hatalardan sorumlu tuttuğunu sorgulamak bize düşmez. Sorsak bile, cevabını bulamayacağız. Pavlus’un Romalılar 9:20’de dediği gibi: “Ama ey insan, sen kimsin ki Tanrı’ya karşılık veriyorsun?”.


Tez 11: Yükümlülük, itaat etme yetisinin varlığını kanıtlamaz.

Şu sözlerle devam ediyorsun: “Kendisine buyrulanı tutmak, her insanın gücü dahilinde değilse bu gerektirir ki, Kutsal Yazılardaki tüm teşvik sözleri, tüm vaatler, tehditler, azarlamalar, bereketler, lanetler ve düzinelerce örnekler faydasız ve gereksizdir. Fakat daha önce birçok kereler de söylediğim gibi, belirli bür yükümlülük belirten Kutsal Kitap ayetleri, senin ileri sürdüğün gibi böylesine bir “özgür iradenin” varlığını kanıtlamak için kullanılamaz.

Kendi görüşünü desteklemek için kullandığın son bölümlerden biri ise Tesniye 30:11-14: “Çünkü bugün sana emretmekte olduğum bu emir senin için güç değildir, ve senden uzak değildir. O göklerde değildir ki, diyesin: Kim bizim için göklere çıkacak ve bizim için onu alıp getirecek, ve bize işittirecek ki onu yapalım? Ve o denizden öte değildir ki, diyesin: Kim bizim için bu denizin ötesine gidecek, ve bizim için onu alıp getirecek, ve bize işittirecek ki, onu yapalım? Fakat yapasın diye o kelam sana çok yakındır, ağzında ve yüreğindedir”.

Diyorsun ki, bu sözler bizlere buyrulanı yanlızca yapabileceğimizi değil, ama bunları yapmamızın da yürümek kadar kolay olduğunu gösterir! Ama bu metnin anlamı eğer buysa, Mesih’in zamanını bpşuna harcadığını söylemeliyim. Doğal olarak ve kolyaca Tanrı’nın gerektirdiklerini yapabileceğimiz için O’na hiç ihtiyacımız yokken Mesih, Kutsal Ruh’u bizlere göndermek için kanını döktü. Peki eğer durum buysa, lütuf olmaksızın “özgür iradenin” iyi olanı yapamayacağını söylediğin düşünceyle tüm bunlar nasıl uyum içinde olabilirler? Bunu kendinin söylediğini unuttun mu?

Bu nedenle Pavlus’un Romalılar 10:8’de Tesniye 30:11-14 için söylediklerini burada belirtmemin pek gereği yok. Yanlızca, o bölümde "özgür irade” hakkında hiçbir şey söylenmediğini görmek için o ayetlere bakacağım. Örneğin, “senin için güç”, “senden uzak”, “göklerde” ve “denizden öte” sözleri ne anlama gelmektedir? Bu sözler, sadece, yapmaya çalışabileceğimiz şeyleri anlatmaktadır. Bu şeyleri yapabilme yetimiz hakkında hiçbir şey söylemezler. Basitçe, uzaklıktan bahsederler. Söylediklerimin ilkokul mantığı olduğunu biliyorum ama böylesine saçma düşüncelerle karşı karşıya kalmışken ne yapabilirim ki? Basitçe belirtmek gerekirse Musa, bu ayetlerde yasayı adil olarak veren bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanrı’nın yasasının ne olduğunu bilmedikleri için insanları özürsüz bırakmaktadır. Tanrı’nın gerektirdiklerini öğrenmek için başka hiçbir yere bakmaları gerekmez. Yasa’yı bilmediklerinden onu tutmadıklarını söyleyemezler. Yasa’nın bir giz olduğunu ileri süremezler. Çok açıkça ortadadır ve görülmektedir. Bu nedenle "özgür iradenin” itaatsizlik için ileri sürdüğü bahanelerin hepsi ortadan kaldırılmıştır.

Bu ayetlerin Tanrı’nın gerektirdiklerini bizlere gösterdiğini tekrar belirtmeliyim. Bizlere, yapabileceklerimizi değil, yapmamız gerekenleri göstermektedirler. Bizlere, ne kadar zayıf ve günahlı olduğumuzu göstermek üzere tasarlanmışlardır.


Tez 12: İnsan, Tanrı’nın gizli iradesine burnunu sokmamalıdır.

Şimdi ise senin Yeni Antlaşma’dan “kanıt” olarak gösterdiğin ayetlere bakalım. Özellikle Matta 23:37: “Ey Kudüs!…ben de kaç kez senin çocuklarını öyle toplamak istedim, ama siz istemediniz”. Eğer herşey Tanrı’nın arzuladığı gibi olacaksa, Kudüs’ün haklı olarak şöyle cevap vermesi gerektiğini söylüyorsun: “Gözyaşlarını neden boşa harcıyorsun? Eğer peygamberlerini dinlememizi istemediysen, neden gönderdin ki? Ne yapacağımıza sen karar vermişken, bizleri neden sorumlu tutuyorsun?”

Fakat daha önce de söylediğim gibi, Tanrı’nın gizli iradesine karşırmak insanların işi değildir, çünkü Tanrı’ya ilişkin gizlide olan şeyler bizleri çokça aşmaktadır (1.Timoteyus 6:16). İsa Mesih aracılığıyla neleri bilip, neleri bilmememiz gerektiğini bizlere açıklayan beden almış Tanrı’yı düşünerek geçirmeliyiz (Koloseliler 2:3). Beden almış Tanrı’nın: “sizleri toplamak istedim, ama siz istemediniz” dediği doğrudur. Mesih, tüm insanlara kurtuluşu sağlamak için yapılması gereken her şeyi yapmak, acı çekmek ve sunmak için dünyaya gelmiştir. Tanrı’nın gizli iradesiyle katılaştırılan bazı insanlar onu reddetmiştir (Yuhanna 1:5,11). Bu beden almış aynı Tanrı, kendi tanrısal iradesi uyarınca bazı kişileri yok olmak üzere bırakmış olduğu halde, tanrısızların yok olmasından yok olmasından üzülmekte ve bunlar için göz yaşı dökmektedir. Bu nedenini sormak bize düşmez, sadece O’nun karşısında korku ve saygıyla durmamız gerekir.

Bazıları ise, köşeye sıkıştığım anda, Tanrı’nın gizli iradesine burnumuzu sokamayız diyerek kaçmaya çalıştığımız ileri sürecektir. Ancak bu benim icadım değildir. Pavlus, Romalılar 9:19 ve 21. ayetlerde ve kendisinden önce İşaya da (İşaya 58:2) bu şekilde konuşmaktadır. Çok açıktır ki, Tanrı’nın gizli iradesini araştırmaya kalkmamalıyız, özellikle tanrısız insanların şiddetli bir şekilde bunu yapmaya ayartıldıklarını gördüğümüzde bizler bunu yapmamalıyız. Onları sessiz ve saygılı olmaya çağırmalıyız. Bu doğrultuda sorgulamaya devam etmek isteyenler, tabi ki yapabilirler fakat Tanrı’ya karşı savaşıyor olacaklardır. Kimin kazanacağını göreceğiz!


Tez 13: Yasa, insanın zayıflığını ve Tanrı’nın kurtaran gücünü gösterir.

Gösterdiğin bir başka ayet ise Matta 19:17: “Yaşama kavuşmak istersen, O’nun buyruklarını yerine getir”. “İstersen” sözünün iradesi özgür olmayan birine nasıl söylenebileceğini soruyorsun. Fakat daha önceleri sen de "özgür iradenin” iyi olanı arzulayamayacağı ve lütuf olmaksızın yanlızca günaha hizmet edebileceği konusunda benimle aynı fikirdeydin. Nasıl olur da şimdi iradenin tamamen özgür olduğunu ispatlamak istersin? “Arzu edersen” ya da “istersen” gibi ifadelerinin kullanılması, o şeyi yapabilme yetisinin o kimsede olduğu anlamına geldiği gerçekten de doğru mudur? Örneğin şöyle deseydik: “Eğer Davut’la karşılaştırılmak istiyorsan, onun gibi mezmurlar yazmalısın”. Bununla söylemek istediğimiz, Tanrı bizlere bu yetiyi vermedikçe Davut gibi olmamızın imkansız olduğu değil midir? Bu nedenle, Kutsal Yazılar’da bizlere nelerin Tanrı gücüyle yapılabileceğini ve nelerin insan gücüyle yapılamayacağını gösteren ifadeler görmekteyiz. Bu ifadeler yanlızca bizlerin doğal gücüyle yapamayacağı şeyleri göstermez fakat bu gibi şeylerin Tanrı’nın gücüyle yapılabileceği bir zamanın geleceği vaadini verir. Kutsal Yazıların anlatmak istediğini şu şekilde de ifade edebiliriz: “Buyrukları tutma iradesine eğer sahip olursan (ki bu da senin kendinde değil, Tanrı tarafından istediği kişiye vermesiyle mümkündür), onlar seni o zaman koruyacaklardır”.

Aynı şekilde görüyoruz ki, emredilenlerin hiçbirini yapamayacak durumda olmamıza rağmen, hepsini yapabiliriz - zayıflığımız bizim kendimizindir, yapabilirliğimiz ise Tanrı’nın lütfuyla gelir.


Tez 14: Yeni Antlaşma’da verilen bilgiler, aklanmış olanları yönlendirmek
içindir.

Yeni Antlaşma’da iyi ve kötü işlere ilişkin ayetlere dayanan birçok tez ileri sürüyorsun. Örneğin: “Sevinin, sevinçle coşun! Sizden önce yaşamış olan peygamberlere de böyle zulmettiler” (Matta 5:12). Eğer herşey Tanrı’nın istediği gibi oluyorsa, iyi işlerin ödüllendirilmesi gibi bir şey olamaycağını söylüyorsun.Yani sen bu ayetin, insanın yardıma ihtiyacı olmadan cennette kendisine ödüller kazandıracak iyi işleri yapabileceği anlamına gelmesini istiyorsun. Bak sen! Kitabın büyüdükçe senin “özgür iraden de” görmeyeli bayağı gelişmiş! "Özgür irade” artık sadece iyi olanı arzulayıp, yapma gücüne sahip değil ama şimdi bir de sonsuz yaşamı elde edebilmesini istiyorsun! Peki o zaman Mesih’e ve Kutsal Ruh’a ne ihtiyacımız var?

“Zeki” insanlar “normal” insanlar için çok açık olan şeylere karşı bayağı kör olabiliyorlar! Eski Ahit ile Yeni Ahit arasındaki farkı görmekte başarısız oluyorsun. Eski Antlaşma’da, bizleri Yeni Antlaşma’daki vaatlere koşarak gitmemizi sağlayan yasalar ve tehditler bulunmaktadır. Yeni Antlaşma’da, çarmıha gerilmiş Mesih’te lütuf ve günahlardan bağışlanma bulduğumuz müjde bulunmaktadır. Ayrıca, lütfu ve affı alarak aklanmış olanları yüreklendirmek, Ruh’un meyvelerini ortaya çıkartmak ve çarmıhı cesaretle taşımalarını sağlamak için teşvik sözleri ve bilgiler bulunmaktadır.

Kutsal Yazılar’da sadece insaların uyarınca yaşaması gereken yasaları görmekle, Kutsal Ruh’un değiştirme işine karşı tamamen körsün. Kutsal Yazıları çalışmak için bunca zaman harcamış bir kişi için çok şaşırtıcı bir şey bu. Işık, karanlıkla ne kadar uyum içindeyse Matta 5:12’nin de "özgür iradeyle” o kadar ilgisi vardır. O ayet, zaten “lütuf altında” olan elçileri bu dünyanin sorunlarına karşı güçlendirmek ve teşvik etmek için yazılmıştır.

Tez 15: Ödüllendirilme, Tanrı’nın vaadine dayanır, insanın hakkettiklerine   değil.

Matta 5:12’deki “ödül” bir vaat gibidir. Fakat vaadin varlığı, bizlerin birşeyleri yapabileceği anlamına gelmez. Sadece, belirli bazı şeyleri yaparsak ödüllendirileceğimizi kanıtlar. Buradaki soru, karşılığında ödülün sunulduğu davranışları yapıp, yapamayacağımızdır. Bazıları, bu ödülün koşan herkesin önüne konduğunu bu nedenle de herkesin koşup, ödülü kazanabileceğini söylerler! Ne kadar da komik bir mantıktır bu! (“Özgür irade” böyle düşüncelerle kanıtlanabilecek olsaydı, bunların bayağı yardımı olurdu!)

Herşeye karar veren Tanrı’ysa, ödül söz konusu olamaz düşüncesini savunmaya çalışıyorsun. Eğer bununla, isteksiz bir işçiyi “ödüllendirmek istemeyeceğini” söylemek istiyorsan, sana katılıyorum. Fakat insanlar iyiyi ve kötüyü isteyerek yaptıklarında, ödül veya ceza bunların doğal sonuçlarıdır. İradelerini kendi güçleriyle kontrol edemeseler bile bu geçerlidir. Ancak diğer taraftan bizler yanlızca lütuf aracılığıyla iyi olanı yapmayı arzulayabiliyorsak, açıkça görülür ki kazanç ve ödül de yanlızca lütuf aracılığla gelir.

Fakat ödül hakkında değil, yaptıklarımızın sonuçları hakkında konuşmalıyız. Karşılığı verilmeyecek hiçbir iyilik ve kötülük yoktur. Cehennem ve yargı, tüm kesinliğiyle kötü olanları beklemektedir. Aynı şekilde, tanrısal kişileri de bir krallık bekler çünkü bu onlara göksel Babaları tarafından hazırlanmıştır (Matta 25:34). Tanrı’nın krallığını kazanmak için iyi işler yapmaya çalışırsak, başarısız olacağız ve böylece tanrısal olmadığımızı göstereceğiz.

Öyleyse, tüm Kutsal Yazılar’da krallığı vaat eden ve cehennem tehditlerini ortaya koyan ayetler ne anlama gelmektedir? (Tekvin 15:1; II. Tarihler 15:7; Eyüb 34:11; Romalılar 2:7). Bunlar basitçe, iyi ve kötü yaşanmış hayatların sonuçlarını gösterir. Bilgilendirmek ve uyandırmak için tasarlanmışlardır. Ödül hakkında hiçbir şey söylemezler fakat bizlere neler yapmamız gerektiğini öğretir ve sona kadar dayanmamız için teşvik ederler. (Tekvin 15:1; 1. Korintliler 15:58; 16:13). Bu aynı bizim bir kimseyi, yaptıklarının Tanrı’yı hoşnut ettiğini söyleyerek teşvik etmemiz ya da yaptıklarının Tanrı’yı hoşnut etmediğini söyleyerek o kişiyi uyarmamız gibidir.

Fakat sen şu sözlerinle karşı çıkıyorsun: “Eğer herşey daha önceden karara bağlanmışsa Tanrı neden bunları bizlere açıklama zahmetine katlanıyor ki?” Bunun cevabı şudur ki Tanrı, Sözü aracılığıyla amaçlarını bizlerde ortaya çıkarır. Bunu, Sözü olmaksızın da yapabilirdi fakat bizlerin O’nunla beraber çalışması O’nu hoşnut etmiştir. Bu nedenle, bizleri de bu işleyişe dahil etmek için Sözü’nde bunları bizlere açıklar. Bu sebeple Tanrı kendi amaçlarını bizlerde gerçekleştirir fakat aynı zamanda da kendi gücünün ve görkeminin ve bizim zayıflığımızın ve kötülüğümüzün tüm dünyada ilan edilmesi için ödüllerden ve cezalardan bahseden Sözünü tüm dünyaya vermektedir. Fakat tüm diğer kişilerin değersiz saydığı bu gerçekler, Tanrısal kişilerce kabul edilip, yüreklerde saklanırlar.


Tez 16: Tanrı’nın kudreti, bizlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.

“Onları meyvelerinden tanıyacaksınız” (Matta 7:16) sözlerindeki meyvelerin bizlere ait olduğunu ve bu nedenle Tanrı’nın Ruh’u tarafından bizlere verilemeyeceğini söylüyorsun. Ne saçma bir mantıktır bu! O’nu kabul edip, almış olmamıza rağmen Mesih’in bizlerin olduğu söylenir. Gözlerimizi biz yaratmamış olsak da bizimdirler! Sonra, Luka 23:34’den başka bir tez ileri sürüyorsun: “Baba onları bağışla”. İrademiz eğer özgür değildiyse, İsa o zaman katillerini bağışlasaydı daha iyi olurdu çünkü "özgür iradeleri” yoktu ve başka türlü davranamazlardı diyorsun. Fakat bunun cevabı Rab’bin kendi sözlerinde bulunmaktadır: “çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar”. Bu sözlerle Mesih’in anlatmak istediği, bu kişilerin iyi olan şeyi arzulayamadıkları gerçeği daha ne kadar açık olabilir ki? Bilmedikleri şeyi nasıl arzulayabilirler ki? İradenin zayıflığına ilişkin bundan daha güçlü bir ifade kullanılamazdı. İrade, yanlızca iyilik yapmakta yetersiz değildir fakat ne yaptıklarının ne derece kötü olduğunu ne de iyinin ne olduğunu bilmemektedir!

Yine başka bir ayeti, Yuhanna 1:12’yi kullanıyorsun: “Ancak kendisini kabul edip, adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi”. Eğer iradeleri özgür değilse Tanrı onlara çocuklar olma hakkını nasıl verebilir diyorsun. Fakat ayeti dikkatli oku. Yuhanna burada, İblis’in çocuğu olmaktan Tanrı’nın çocuğu olmaya doğru kökten ve bütünüyle bir değişmeden söz ediyor. Kişi hiçbir şey yapmıyor burada, ama yanlıza bir şeyden başka bir şeye dönüşüyor! Bizler, içimizdeki "özgür iradenin” kullanılmasıyla değil, Tanrı’nın yaptığı bir eylem sonucu Tanrı’nın çocukları oluruz. Yuhanna bizlere, insanların iman ettikleri taktirde lütuf mijdesinin tüm insanlar için Tanrı’nın çocukları olmak gibi muhteşem bir fırsatı yarattığını anlatmaktadır. Arzulamanın ve iman etmenin, kendi güçleriyle yapabilecekleri şeyler olmaması bir kenara, bunlar hakkında herhangi bir önbilgiye de sahip değillerdir. İnsanlar, Mesih’e hem Tanrı Oğlu hem de İnsanoğlu olarak iman etmeyi gerektiren bir müjdeyi kendi kendilerine ortaya çıkaramazlar. Eğer durum böyleyse, nasıl olurda onu kabul etmeye yeterli ya da istekli olabilirler? Yuhanna bu ayette "özgür iradenin” sahip olduğu iyi özellikleri değil, müjde aracılığıyla Tanrı’nın tüm dünyaya bildirdiği Tanrı Krallığının zenginliklerini vaaz etmektedir. Yuhanna aynı zamanda "özgür iradenin” müjdeye karşı olmasından ötürü onu kabul edenlerin sayısının ne kadar az olduğundan bahsetmektedir. “Özgür iradenin” gücü şöyle tanımlanabilir - Şeytan iradenin üzerinde hüküm sürer böylece irade Tanrı’nın lütfunu reddeder. İrade aynı zamanda yüreklerimizde yasayı yerine getiren Kutsal Ruh’u da reddeder çünkü "özgür irade” yasaya kendi çabalarıyla itaat edebileceğini düşünür.

Ve bundan sonra sen, düşüncelerini desteklemek için Pavlus’un sözlerinden alıntı yapıyorsun - o Pavlus ki, özgür iradenin en ateşli karşıtıdır! Romalılar 2:4’ü kullanıyorsun : “Tanrı’nın sınırsız iyiliğini, hoşgörüsünü ve sabrını hor mu görüyorsun? O’nun iyiliğinin seni tövbeye yönelttiğini bilmiyor musun?” Ve şu soruyu soruyorsun: “ ‘Özgür iradesi’ olmayan insanlar, Tanrı’nın iyiliğini hor görmekten nasıl suçlu olabilirler? Kötülüğü kontrol eden yargıç olarak nasıl insanları yargılayabilir ki Tanrı?” Romalılar 2:4’deki sözlerin, Tanrısız kişilerin ne kadar güçsüz olduklarını kendilerine göstermek amacıyla yapılmış bir uyarı olduğunu nasıl oluyor da göremiyorsun? Onları alçaltarak Tanrı, bu gibi insanları Kendi lütfunu almak üzere hazırlamaktadır.

 

1      2      3      4