İbni Haldun, çok yönlü bir düşünürdür. Bu özelliğinden dolayı İbni
Haldun’u, çeşitli bilim dalları kendilerinden saymışlar ve bunu
ispat için çeşitli gerekçeler ileri sürmüşlerdir.
Gerçekten İbni Haldun için tarihçi, tarih felsefecisi,
sosyolog, iktisatçı, siyaset teoricisi vs. tanımları
yapılagelmiştir. Sosyal bilimler alanında belli bir disiplin
açısından yürütülen her hangi bir incelemede, İbni Haldun’un
“MUKADDİME”sine yer vermek gelenek olmuştur. Bu, Mukaddime’ye
dolayısıyla İbni Haldun’a verilen önemi gösteriyor. Bir düşünüre
sözgelimi “Tarihçi” ya da “siyaset bilimcisi” denildiğinde
kategorik bir tanım yapıldığını kabul edilir. Eğer ele alınan
düşünür incelenmesi karmaşık bir olgunun odağı durumunda ise, İbni
Haldun örneğinde olduğu gibi, İslam gibi karmaşık ve büyük bir
uygarlığın, XVI. yüzyıl gibi altüstlüklerin yaygınlaştığı çağın
ürünü ise, üzerine yapılan tanımlarda büsbütün çoğalacaktır. Bir
tasnif biliminin oluşmadığı çağda, özel olarak tarihi, genel
olarak “bilimi” teolojiden kurtarma yolunda temel bir
aşamayı gerçekleştiren İbni Haldun’u, günümüz tarihçisi “tarih
biliminin gerçek kurucusu” olarak kabul edecektir. Tarihi,
toplum olayları olarak ele alıp incelemeyi hedef tutan İbni
Haldun’a, bir iktisat politikacısı kurucusu gözü ile de
bakılabilecektir. Yine İbni Haldun 14. yüzyıl İslam ortodoksisinde
görevli iken devlet ve iktidar olgularını Anayasa=Şeriat dışında
objektif karakteri itibariyle ele alışı ise, kendisinin günümüz
siyaset bilimcileri tarafından “çağdaş anlamı ile ilk siyaset
bilimcisi” diye adlandırılmasına yol açabilecektir.(5)
İşte İbni Haldun tanımlanırken (dar anlamda) böyle muhtelif
kategorik ayrımlara uğramaktadır. Halbuki Mukaddime bir bütün
olarak ele alındığında, her bakışın ve tanımlamanın kendi
açısından bir doğruyu içerme çabası ile kullanıldığı, fakat her
birinin, aynı zamanda bütünü tam olarak yansıtmadığı, hatta bazı
hallerde yanlış yansıttığı görülecektir. Burada bilhassa belirtmek
istediğim nokta, hem doğrudan İbni Haldun üzerine yapılan
çalışmaların hem de dolaylı olarak İbni Haldun’u da incelemiş
bulunan büyük çoğunluğun düşünüre sınırlı, dar açılardan
yaklaşmakta olmalarıdır.
İbni Haldun için; bazı sınıflamalarda da, “bağımsız düşünür”
olarak belirtilmektedir. Bu “bağımsızlık” teşhisine
kalıplara uymama halinden ötürü söylenmemektedir. İbni Haldun’un
metodunun gereğince belirlenemeyişi bir kavram kargaşası
doğurmakta, düşünürün amaç ve araçları bütün olarak ele
alınmadığından bunların iç-ilişkileri gözden kaçırılmaktadır.
Nitekim İbni Haldun’un sebep-sonuç ilişkileri bakışından
“duragan” olduğu iddia edilirken, öte yandan bir başka
araştırıcı düşünürün “dinamik” anlayışın doruğuna vardığını
söyleyebilmekte, Sünni geleneğin takipçisi denilirken laik
anlayışın gerçek kurucusu olduğu da öne sürülmektedir. Psikolojik
saiklerin “asabiyet” teorisini temellendirdiği ifade edilirken,
öte yandan sosyo ekonomik yapının bu teoriyi temellendirdiği de
kabul edilmektedir.
İbni Haldun’a bir yanda orijinal bir metodun kuruculuğu, öte
yandan geleneksel İslam hukukçuluğu yakıştırılabilmektedir. Bu
kadar farklı görüşlerin bulunuşu yukarıda da izah ettiğimiz gibi
İbni Haldun’un belirli görüşlerinin ve Mukaddime’nin belirli
bölümlerinin bütünden soyutlanarak ele alınmasından ileri
gelmektedir. Bunun da temeline İbni Haldun’un metodunu
araştırmanın kategorik sınırlamalara sığdırılması çabası
yatmaktadır.(6)
Buraya kadar, İbni Haldun’un çeşitli şekillerde tanımlandığını,
soyut olarak belirtmiş olduk. Bunu çeşitli örneklerle
somutlaştırmak mümkündür. Katip Çelebi, İbni Haldun’u
tarihi açıklayan bir üstat, bir tarihçi olarak görmektedir.
Naima da takipçisi olduğu Katip Çelebi’den esinlenerek İbni
Haldun’u tarihçi olarak görmektedir. Gerçekten Naima mülk-devlet
sorununa eğilirken İbni Haldun’u bir tarihçi olarak kabul
etmektedir.(7)
Abdurrahman Şeref Bey, Tarih-i Devleti
Osmaniyye’nin önsözünde amacını açıklarken hareket noktası olarak
İbni Haldun’u seçmektedir. C. Brockelmann, İbni Haldun’un
öneminin esas itibariyle tarihçi oluşundan ileri geldiğini
belirtmekte, Levy, İbni Haldun’u felsefeci, tarihçi
niteliğinde görmekte; Toynbee, İbni Haldun’un bir tarih
felsefecisi olarak yazdığı Mukaddime’nin kendi alanında gelmiş
geçmiş en büyük eser olduğunu ifade etmektedir. Hittiye
göre İbni Haldun İslam’ın en büyük tarih felsefecisidir.
Sosyolojistler de İbni Haldun’a sahip çıkmışlardır. Başta A.
Ferreire olmak üzere birçok sosyolog İbni Haldun’u
“sosyolojinin” habercisi, öncüsü, benzeri şekillerde
sınıflandırmışlardır. Düşünür, tarih sosyolojisinin, sosyo
morfolojinin, genel sosyolojinin ve siyaset sosyolojisinin öncüsü
niteliğinde görülebilmektedir.(8)
Hamide Topcuoğlu, İbni
Haldun’u tarih felsefecisi ve siyaset sosyolojisinin öncüsü kabul
etmektedir.(9)
Prof. Dr. Yavuz Abadan, İbni Haldun’u
“Siyaset Teoricileri” arasında saymaktadır.(10)
Prof. Dr.
Bülent Daver’de, devletin kaynağı ve niteliği hakkındaki
teorilerden söz ederken İbni Haldun’a önemli ölçüde
başvurmaktadır.(11)
İbni Haldun, felsefe ve tarihten pedagojiye, oradan sosyal
psikolojiye, siyaset teorisinden ekonomiye kadar çeşitli araştırma
ve incelemelere konu olmuş ve düşünüre yeni tanımlar yüklenmesi
kaçınılmaz bir durum almıştır. Ekonomi alanında Avrupa’daki
Merkantilist görüşlerden 400 yıl kadar önce emeğe dayanan bir
değer teorisi kurması, İbni Haldun’un ilk iktisatçı, iktisat
biliminin kurucusu ya da ekonomi politiğin önderi olarak irdeleyen
çalışmaların yapılmasına yol açmıştır. İbni Haldun’un tarihçi,
tarih felsefecisi ya da doğrudan felsefeci, sosyolojinin, sosyal
psikolojinin kurucusu, siyaset teorisinde önemli bir kavşak, öncü
bir iktisatçı vb. olarak tanımlandığı görülmektedir.
DİPNOTLAR
5) HASSAN Ümit:İbni Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi,
Ankara 1982.
6) HASSAN Ümit: age, s. 10
7) NÂİMA Mustafa:Nâima Tarihi (Çev. Zuhuri Danışman) C. 1, s. 44.
8) HASSAN Ümit: age, s. 12-13.
9) TOPCUOĞLU Hamide:Hukuk Sosyolojisi Dersleri, 2. bası,
İstanbul, s. 338.
10) ABADAN Yavuz:Devlet Felsefesi, s. 163.
11) DÂVER Bülent:Siyasal Bilme Giriş, s. 164, Ankara, 1968.
|