İbni Haldun, insanı sosyal varlık olarak kabul eden bir
düşünürdür. Bu tesbit çağına göre oldukça ileri bir tesbittir.
Karşılaştığı ihtiyaçları yalnız başına giderebilmekten, varlığını
kendi gücü ile sürdürebilmekten uzak olan insan için toplu yaşamı
zorunlu bir hayat tarzı olarak kabul etmiştir. Düşünür, insan
iradesinin eseri olarak karşılaştığı toplu yaşamı Mukaddime’de
Bedevi ve Hazeri toplum tipleri olarak formüle etmiştir.
İbni Haldun’a göre, göçebelik yerleşik hayattan öncedir. Göçebe
yaşamı ikiye ayrılır. Birincisi, koyun, inek gibi hayvanları
besliyerek geçinen Türk- Türmen ve Berberilerdir. Bu göçebelere;
“çoban göçebeleri” adı verilir. Diğeri ise, deve beslemekle
geçinen Araplar, Batı Afrika’lı Berberiler ve Kürt göçebelerdir.
O’na göre; göçebe hayatın asıl özellikleri bu ikinci grupta
görülür. Toplumsal gelişme kanunlarına uygun olarak yaşamlarını
sürdüren göçebeler zamanla servet edinip kuvvetlenerek yerleşik
hayata geçebilirler.
Düşünür, iklimin, maddi hayat tarzının, üretim koşullarının,
insanların özelliklerini ve dolayısıyla toplumların özelliklerini
belirlediğini saptamıştır. O’na göre, kişisel ve etnik
karakterler ırki değil sonradan kazanılmıştır. “İnsan,
alışkanlıklarının oğludur. Onunla alışıp kaynaşmıştır. O kendi
tabiat ve mizacının oğlu değildir. Hayatta alışmış olduğu şeyler,
onun yaradılışı ve tabiatı, onun için bir meleke ve bir alışkanlık
olur. Bunlar insan için bir tabiat veya yaradılıştan gelme bir
özellik gibi olur.
(48)
Göçebeler uzak ve tenha yerlerde yaşadıklarından ve bundan dolayı
diğer insanlarla ilişki olanağı zor olduğundan çekingen, kaba ve
sert mizaçlı fakat kentlere oranla iyi ahlaklı kişilerdir. Temel
ihtiyaçları hayatlarını sürdürecek basit bir barınağa, giyecek ve
yiyeceğe dayanmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı bencil olmayıp
kabilenin çıkarlarını kendi çıkarlarına üstün tutarlar. Bundan
dolayı da cesaret ve kahramanlık başlıca değer yargılarını
oluşturur. Göçebe toplulukları, ne kendini, ne de kabilesini güven
içinde hissetmediğinden yabancılara karşı çekingen, ancak kendine
güvenen savaşçı ve cesur kişiliktedirler. Göçer hayat şartları;
dayanıklı, kendine güvenen, cesur, birbirine bağlı fertlerin
yetişmesini sağlar. Göçebe topluluklar, yerleşik hayatın
rahatlığına dalmış devletler için daimi potansiyel bir tehlike
oluştururlar. Yani; Bedevi toplumlardaki vuruculuk-dövüşkenlik hem
korunma hem de dayanışma içindir. Bedeviliğin sert olan, sosyal
hayatı, yiğit ve dürüst bir hareket tarzını kaçınılmaz kılar.
GÖÇEBE TOPLUMLARDA
TOPLUMSAL DÜZEN
İbni Haldun; Bedevi toplum ile uygar toplumu siyasi örgütlenme
yönünden ayırmaktadır. Bedevilikteki siyasi örgütlenmenin
Hazerilikten farklı oluşunun temel göstergesi olarak,
kitle-lider ilişkisi ve liderliğin değişik toplumlardaki
niteliği, siyasi örgütlenme biçimlerinin üstünde önemle duruyor.
İbni Haldun, “cemiyet” ile “devlet”i birbirinden
ayırıyor. O’na göre, öyle cemiyetler vardır ki, bir devlet haline
gelememişlerdir. Fakat bu durum, o cemiyetin kendine has düzeni
olan bir insan topluluğu olarak yaşaması için bir engel değildir.
O halde her düzen devlet düzeni değildir. Bazı cemiyetlerde
devlet olmadığı halde düzen oluşmuştur. Göçebe cemiyetler bu tip
topluluklardır.
Göçebe cemiyetleri bir arada tutup yaşatan bir düzen ve bir ortak
hukuk normları oluşmuştur. Bu sosyal ve hukuki düzeni meydana
getiren bu sosyal ilişkiye İbni Haldun; “asabiyyet” bağı
adını verir.
İbni Haldun; göçebe topluluklarda düzeni sağlayan asabiyet bağının
yanında “Riyaset” adını verdiği şeflerin otoritesi de yer
alır. Yani göçebe gelenekli Bedevi topluluklarda siyasi örgütlenme
Riyaset (başkanlık) biçimindedir. Düşünüre göre;
“Riyaset”te iktidarın el değiştirmesi çoğu halde nisbi olarak
zayıftan daha kuvvetlisine geçecektir. Başkanın üyesi bulunduğu
kabiledeki asabiyyetin diğer asabiyyetlere yada sözkonusu
kabilenin belirli boy ve dallarının diğer boy ve dallara sırası
ile üstün gelmiş olması gerekir. Bu üstünlük kendini kabul
ettirdiği sürece diğer asabiyyetler başkanın asabiyyetine itaat
ederler. Ve siyasi bir örgütlenme biçimi olarak siyaset belirli
bir asabiyyetin iktidarı altında devam eder.(49)
Bedevi toplumlardaki örgütlenme biçiminin askeri nitelikte bir
demokrasi özelliği gösterdiğini belirtmek gerekir. Bu tip bir
örgütlenmede ölçü kabile içersinde aynı sülaleden gelenlerin
üstüste başkan olabilecekleridir. Ancak, bu durum başkanlıktaki
iktidar üzerinde tekel kurulduğu anlamına gelmez. Daha güçlü bir
asabiyyete sahip kabilenin belli coğrafi bölgede bir arada
yaşıyanlar veya göçebeliklerini sürdüren diğer kabileler üzerinde
üstünlük kurması her zaman mümkün olabilir. Aynı kabile içerisinde
bir boyun asabiyyeti de üstünlük-iktidar sağlıyabilir. Kabilenin
başındaki başkan, bu ihtimalleri ortadan kaldırdığı sürece
iktidarını sürdürebilir.(50)
Başkanlık yönetimi
denen yönetim şeklinde; başkan, “otorite” sahibidir. Kudret
sahibi olan bakanın emir ve yasaklarına itaat esasdır.
(51) Başkan
şeref ve asalet sahibidir. Bu özellikler bir soy içersinde sürüp
gidebilir. Aynı sülale içinde birbirini takip eden başkanlıkların
her birinin bu mevkiiyi hakedecek bir yönetimi sürdürmesi, kandaş
toplum özelliklerini koruması gereklidir. “Asalet” Bedevi
toplulukların yaşama biçimlerine uygun ve onu koruyucu geliştirici
bir davranış içerisinde olmakla korunabilir. Bir soydan gelmiş
olmanın yada öyle olduğunu varsaymanın görev ve yükümlülüğünü
erdemli bir biçimde sürdürmek demektir. Kandaş soyluluk, iktidar
potansiyelini gösterir ve daima asabiyyet potasında
değerlendirilmelidir.(52)
Başkanlıkta (Riyaset) bulunan bu otorite ile Hükümdarlıkta mevcut
olan otorite farklıdır. Bedevi toplumda başkanın emir ve yasakları
Bedevi örgütlenmenin gereklerini, bu örgütlenmenin ardında yatan
gelenek, görenekler çerçevesinde yürütülür. Bazı hallerde,
ekonomik ilişki, savaş gibi yeni toplumsal kararlar alınır.
Başkanlık, ululuktan ibaret olup, ona başkaları uyrukluk ediyorsa
da, başkan zor ve kuvvetle hükmünü yürütmek durumunda değlidir.
Bedevi topluluklar arasındaki çekişmeler, büyüklerin müdahalesi
ile sona erdirilir. Dışarıdan gelen saldırıda gençler tarafından
önlenir. Bedevi toplumda iktidarın maddi temelini kandaş toplumun
ekonomik-sosyal örgütlenmesi, manevi anlamdaki temelini ise,
sevgi-esirgeme, dayanışma duygusu oluşturmaktadır.
Bu yolla oluşan otorite Bedevi toplumun başkanlarının önderliği
ile geçerlilik kazanır. Hazeri toplumda ise, toplumun siyasi
örgütlenmesi olan mülk-devlet ilişkisi temelinde uygulanır. Devlet
yoluyla uygulanan yönetimde esas olan iktidar olabilme ve bunu
sürdürebilme kudretidir. Hükümdar da asabiyyete dayanır.
İktidarını kurmak ve sürdürmek için gerekli olan asabiyyet, artık,
mülkün gerekleri ve hükümdarın istekleri doğrultusunda
işleyecektir.(53)
Bedevi toplumların yönetiminde baskı yoktur. Baskı ve tecavüze
uğrayanlar korunur, halleri düzeltilir, gelenekler, görenekler,
eşitsizliği giderici yöndedir. Adalet esastır. Hazeri (uygar)
toplumda, demokratik kandaş toplumun özelliklerinin ortadan
kalktığı görülür. Mülk-devlet düzeninin ileri aşamalarında ise bu
toplumun yönetiminde iktidar araçları, zor kullanma ve baskıdır.(54)
İbni Haldun; göçebe kabilelerde düzeni sağlayan asabiyyet bağının
yanında “Riyaset” adını verdiği şeflerin de otoritesi yer alır,
diyor. İbni Haldun henüz devlet seviyesine ulaşmamış cemiyetlerde
bile yöneten ve yönetilenler farklılaşmasının bulunduğunu ifade
ediyor. Kabile mensuplarının aralarındaki anlaşmazlıklar için
herkesin sayıp sevdiği kabile büyüklerine başvurmalarına bakarak,
şeflerin birer hukuk düzenleyicisi durumunda olduğu tespitini
yapıyor. Hiçbir cemiyetin yasa kuralları olmaksızın
yaşayamayacağını ortaya koymuştur. Göçebe cemiyetlerde; sosyal ve
hukuki temellerin olduğu, “Asabiyye” bağı ile kabile büyüklerine
“Riyasete” duyulan saygının sonucu oluşan bir tür kendiliğinden
düzen ve geleneklerin ağır bastığı yazısız hukuk kurallarının
oluştuğunu yazıyor.
YERLEŞİK/UYGAR (HAZERİ) TOPLUMLAR
İbni Haldun’a göre; yerleşik cemiyetler siyasi örgütlemenin yani
devletin kuruluşundan hemen sonra veya devletle beraber ortaya
çıkarlar. Göçebe cemiyetler ise, zamanla kuvvet ve servet
kazandıktan sonra, bir yerleşik hayata geçerler. Derken, yavaş
yavaş kasaba ve şehirler kurulur, işbölümü gelişmeye başlar. Ancak
yerleşik hayata geçen göçebelerin hepsi kendi başlarına devlet
kuramazlar. Bir kısmı kurulmuş devletlere tabi olarak onun
himayesinde bolluk ve zenginlik,sulh ve sükun içinde yaşamayı
tercih ederler.(55)
Asabiyye bağı kuvvetli olan toplumlar devlet kurma başarısını
gösterebilirler. Devlet safhasına ulaşan yerleşik cemiyetlerde,
siyasi teşkilat insanları dış tehlikelere karşı koruduğundan,
insanlar askerlikten ve tekdüze üretim işleri ile uğraşmaktan
vazgeçerler. Sanat, edebiyat, mimarlık gibi kültürel konularla
ilgilenmeğe başlarlar. Ticaret ve endüstri alanında çalışarak daha
çok para kazanma yoluna gitmeğe başlarlar. Güvenlik,bol para ve
işbölümünün gelişmesi, kişilerde yeni yeni ihtiyaçlarla, bunların
en ince, en güzel ve en yeni şekillerde karşılanması arzusunu
oluşturur.(56)
Yerleşik hayatta insanlar yavaş yavaş zevk ve
rahatlarına düşerek gittikçe bireyci olur ve kötü alışkanlıklar
edinirler. Mal ve canlarını korumayı idare edenlere bırakmaları,
kalelerle çevrili şehirlerde güven içinde yaşamaları insanların
göçebelikteki cesaret ve savaş kabiliyetlerini yitirirler. Devlet
hayatının gerekli kıldığı idareciler sınıfının her kademesinden
meşru veya gayrı meşru emirlere uymaya alışan insanlar,
idarecilerin zamanla zulme ve şiddete başvurmaları da eklenince,
göçebe hayattaki bağımsızlık ve onur, duygularını büsbütün
kaybederek kendilerine güveni olmayan korkak, sinsi ve dalkavuk
kişiler olurlar. Bu durum devletin varlığının sonuna kadar
devam eder.
YERLEŞİK CEMİYETLERDE
TOPLUMSAL DÜZEN
Uygar toplumlarda yani yerleşik cemiyetlerde çeşitli soy, sop ve
kabileler birarada yaşadığından akrabalık bağları gevşemiştir.
Siyasi örgütlenmeye doğru gittikçe bu cemiyetlerde sosyal ve
hukuki düzeni sağlayacak yeni ilişkiler, yeni toplumsal örgütlenme
şekilleri oluşmaktadır.
Devlet kuran yerleşik cemiyetlerde akrabalık ve soy bağının yerini
yavaş yavaş bir “hanedana bağlılık ve din duygusu”
almaktadır. Bu özellikler bazen kurulmuş devletin sürekliliğini,
bazen da yeni bir devletin kurulmasını içlerinde çeşitli soy,
kabile ve bunlara bağlı olarak rekabetlerin yanaştığı, eski ahlaki
özelliklerin meydana getirir. Bu gevşemiş cemiyetlerde, çeşitli
soyların isteklerini bağdaştırıp, radikal değişimleri önleyecek,
dışta her an saldırıya hazır kuvvetli göçebelere karşı savunmayı
sağlayacak kuvvetli bir “siyasi ve hukuki teşkilatlanmaya yani
devlete duyulan ihtiyaç açıkça bellidir. Bu göçebe düzenini
sağlayan değer ve ilişkilerin yerini almak zorundadır.
DİPNOTLAR
48) Mukaddime:C. I, s. 322.
49) HASSANÜmit: age, s. 216.
50) HASSANÜmit: age, s. 216.
51) Mukaddime:C. I, s. 333.
52) HASSANÜmit: age, s. 216-217.
53) HASSANÜmit: age, s. 218.
54) HASSANÜmit: age, s. 215.
55) Mukaddime:C. I, s. 375-376.
56) Mukaddime: C. I. s. 317 vd.
|