DESCARTES ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Yöntem üzerine konuşma, Descartes'ın birinci dönem
yapıtlarındandır. 1618'den 1637'ye kadar sürmüş olan bu birinci
döneminde, Descartes bir filozoftan çok bir bilim adamıdır.
Dünya
üzerine, insan üzerine, insanın evrendeki yeri üzerine evrensel
bir bilim geliştirmeye yönelir. 1637'den sonranın Descartes'ı bir
bilim adamı olmaktan
çok bir filozoftur ya da bir metafizikçidir.
Asıl adı Discours de la méthode, pour bien conduire
la raison et chercher la vérité dans les sciences, plus la
dioptrique, les météors et la géométrie qui sont les essais de
cette méthode (Usu iyi yönetmek ve bilimlerde doğruyu aramak için
yöntem üzerine konuşma ve bu yöntemin denemeleri olan dioptrik,
meteorlar ve geometri) olan bu kitabın bugün yalnızca altı
bölümlük Yöntem üzerine konuşma bölümü ilgi çeker. Kitabı oldukça
kalınlaştıran öbür bölümler bugün için yalnızca bilim tarihi
uzmanlarının ilgisini çekebilir.
Yukarıda yaptığımız ayrımı, bilim adamı ve filozof ayrımını,
Descartes için derinleştirmemek gerekir. Descartes bilimlerin
felsefeden kopmaya başladığı o dönemlerde çalışmalarını sürdüren
bilim adamlarının tersine, bilimi her zaman felsefi bir bakış
açısı içinde bütünleştirmeye özen göstermiştir. Descartes, pek
belirgin bir biçimde, çağının bilim adamlarının yalnızca teknik
sorunlar çerçevesinde sınırlandığını görecek, onların tuttuğu
yoldan daha değişik bir yol tutacaktır. Gene de 1618-1637 arasında
Descartes özellikle bilimsel konulara eğilir. Onun bu konularda,
özellikle fizyoloji alanında ortaya koymuş olduğu bilgilerin
bugünkü bilgilerimiz karşısında pek bir anlamı kalmadığını
söyleyebiliriz. Özellikle Ortaçağ boyunca ölü kesmeyi yasaklayan
kilise çevreleri insan bedeninin yapısını ve işlevlerini bilmek
için çaba gösterenlerin gözünü korkutmuştu. Flaman anatomi uzmanı
Vesalius'un (1514-1564) başına gelenler bu baskının en belirgin
tanığıdır.
Hegel'in gerçek bir değerbilirlikle "modern felsefenin kurucusu"
dediği Descartes 31 Mart 1596'da La Haye'de (Touraine) doğdu.
Rennes parlamentosunda danışmanlık yapmış olan babası Joachim
Descartes oldukça zengin bir kişiydi. Annesi Jeanne Brochard onu
doğurduktan bir yıl sonra bu dünyaya gözlerini kapayıvermişti. On
yaşında Cizvitlerin Collège Royale de la Flèche okuluna giren
Descartes on sekiz yaşında bu okuldan ayrıldı, iki yıl sonra yani
1616'da Poitiers'de hukuk öğrenimini tamamladı. Askerlik mesleğini
seçerek 1618'de Moritz von Nassau'nun, 1619'da Bavyera
seçicisinin, 1621'de Bocquoy kontunun ordularına girdi; böylece
Almanya'yı, İsviçre'yi, İtalya'yı, Hollanda'yı, Macaristan'ı,
Polonya'yı dolaştı. 1627'de ünlü La Rochelle kuşatmasına katıldı.
1628'de Hollanda'ya çekildi ve kendini felsefeye adadı.
Hollanda'nın Francher, Amsterdam, Deventer, Utrecht, Leiden,
Endegeest, Egmond ve özellikle Alkmaar gibi kentlerinde dingin bir
yaşam sürdü. Bu arada üç kez Fransa'ya gitti. 1649'da İsveç
kraliçesi Kristina onu yanına çağırdı. Sarayda büyük ilgi gören,
bu arada bir de bale yazan filozofun güçsüz bedeni İsveç'in
soğuklarına dayanamadı. Descartes 1650'de Stockholm'de zatürreeden
öldü.
Descartes'ın düşünce yaşamında en çok etkili
olmuş olan kişi ünlü bilim adamı Isaac Beeckman'dır. İki düşünce
adamı 1618'de karşılaştılar. Descartes kendisinden sekiz yaş büyük
olan bu kişiye büyük bir saygıyla bağlandı. Isaac Beeckman, Caen
Üniversitesi'nden ünlü bir tıp doktoruydu; matematikle
ilgileniyor, matematik-fizik alanında önemli çalışmalar yapıyordu.
Descartes ilk incelemesi Compendium musicae'yi (Müzik özeti) Isaac
Beeckman için yazmıştır. "Müziğin konusu sestir, amacı hoşa gitmek
ve bizde çeşitli tutkular uyandırmaktır" diye başlayan bu
incelemenin bugün için büyük bir önemi yoktur. Ancak Descartes'ın
Beeckman'la dostluğu Beeckman'ın ölümüne (1637) kadar sürmüştür.
Descartes'ın Beeckman'a yazdığı mektuplar her satırında sarsılmaz
bir dostluğun inceliklerini yansıtır. Örneğin Descartes 26 Ocak
1619 tarihli mektubunda şöyle der: "Mektubunuzu aldım, bekliyordum
zaten. Ona göz atar atmaz müzikle ilgili notları görünce içim
sevinçle doldu: beni unutmadığınızı daha nasıl gösterecektiniz?
Bir şey daha bekliyordum, o benim için daha önemliydi: ne
yaptınız, ne yapıyorsunuz, sağlığınız nasıl? İnanın bana, yalnızca
bilimi düşünüyor değilim, sizi de düşünüyorum; yalnızca
düşüncelerinizi değil, düşünceleriniz çok önemli ama, bütün bir
insan olarak sizi düşünüyorum."
Descartes, ulusal dillerin Avrupa'da yeni yeni kendini bulduğu bir
yüzyılda bazı yapıtlarını Latince, bazı yapıtlarını Fransızca
yazmıştır. İlk incelemeleri Compendium musicae (1618) ve Regulae
ad directionem ingenii (Usun yönetimi için kurallar) (1631)
adlarından da anlaşılacağı gibi Latince yazılmıştır. Discorus de
la méthode (Yöntem üzerine konuşma) Fransızca yazılmıştır ve 8
Şubat 1637'de Leyden'de Jean Maire yayını olarak çıkmıştır,
filozofun basılan ilk yapıtıdır. Kitabın Latince çevirisi 1644'te
yayımlandı, çeviriyi Descartes basılmadan önce gözden geçirdi
(yayımcısı L. Elzevier). Yöntem üzerine konuşma bütünsel bir yapı
ortaya koymaz, her bölüm ayrı bir konuyu işler. Bölümler arasında
bağlantı bulunmadığı gibi, bazı düşünce tutarsızlıkları da
görülür. Örneğin birinci bölümde neredeyse tümüyle mahkûm edilen
Stoa felsefesi üçüncü bölümde benimsenir. Kitap ayrı ayrı
makalelerden oluşmuş gibidir, belki de bu makaleler çok değişik
zamanlarda yazılmıştır. Bu parçalı kitabın en önemli yanı
Descartes'ın düşüncesindeki gelişimle ilgili tarihsel çizgiyi
ortaya koyuyor olmasıdır.
Descartes'ın bir başka önemli kitabı Meditationes ilk olarak 1641
ve 1642'de Latince yayımlandı. 1641'de yapılan birinci baskı
Paris'te Michel Soly yayınevinin baskısıdır: Renati Descartes,
Meditationes de prima philosophia (René Descartes, İlk felsefe
üzerine düşünceler). Kitaba altı bölümlük eleştiriler toplamı ve
bu eleştirilere Descartes'ın verdiği yanıtlar eklenmişti. 1642
baskısı Amsterdam'da L.Elzevier Yayınevince yayımlandı, bu baskıya
yalnızca birinci eleştiri eklenmişti. Kitabın Fransızca çevirisi
1647'de Paris'te Veuve Jean Camusat ve Pierre le Petit'de
Méditations métaphysique de René Descartes (René Descartes'ın
metafizik düşünceleri) çıktı. Çeviriyi Luynes Dükü yapmıştı ve
birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, altıncı eleştirilerin
çevirileri de kitaba eklenmişti. Çeviriyi Descartes baştan sona
gözden geçirmiştir. Beşinci eleştirinin yerine Descartes'ın bir
açıklaması konulmuştur.
Les Principes de la philosophie (Felsefenin ilkeleri) ilkin L.
Elzevier'de 1644'te yayımlandı, Latince olarak çıktı: Renati
Descartes, Principia philosophiae (René Descartes, Felsefenin
İlkeleri). Yapıtın Fransızca çevirisini rahip Picot yapmıştır,
çeviriyi Descartes gözden geçirmiştir. Yapıt 1647'de Paris'de
Henri Le Gras'da çıktı. Felsefenin İlkeleri Descartes'ın daha
önceki felsefe çalışmalarının geniş bir özeti gibidir ya da daha
önceki çalışmalarıyla ilgili geniş çerçeveli bir açıklamadır.
1649'da Les Passions de l'âme (Ruhun Tutkuları) Hollanda'da
basıldı. Yapıt İsveç kraliçesi Kristina'ya yollanmıştı. Descartes
bu kitabında tutkular adı altında insan ruhsallığının çeşitli
olgularını incelemiştir. Ruhun Tutkuları bir ruhbilim
araştırmasıdır, aynı zamanda ahlak konularıyla pek ilgilenmeyen
Descartes'ın insan ruhsallığından giderek geliştirdiği bir ahlak
araştırmasıdır. Filozofun sağlığında basılmış olan yapıtları
bunlardır.
Şimdi filozofun ölümünden sonra basılmış olan yapıtlarını görelim.
Daha önce adını andığımız Compendium Musicae 1650'de Amsterdam'da
çıktı. 1662'de Leiden'de Traité de l'homme'un (İnsan İncelemesi)
Latince bir çevirisi yayımlandı. 1664'te Jacques Le Gras Le Monde
de M.Descartes ou le traité de la lumière'i (Bay Descartes'ın
dünyası ya da ışık incelemesi) yayımladı. 1657'de Charles Angot
Lettres de M. Descartes'ı (Bay Descartes'ın mektupları) çıkardı.
1659'da mektuplardan bir cilt daha çıktı. 1664'de L'Homme de René
Descartes (René Descartes'ın İnsanı), bir de Traité de le
formation de foetus (Ceninin oluşumu üzerine inceleme) çıktı.
Descartes'ın daha önce adını andığımız çok önemli ve bitmemiş
yapıtı Regulae ad directionem ingenii (Usun yönetimi için
kurallar) gün ışığına çıkmakta geç kalmış, bu arada elyazmaları
yitip gitmişti. 1648'de yapılan Flamanca basılan bir kopyadan
yararlanılmıştır. Regulae'nin Latince baskısı 1701'de çıktı. Bu
kitapta yöntemle ilgili pek çok sorun ele alınır, ancak yalnızca
yöntemin uygulamalı yanıyla ilgilenilir, köklü bir yöntem
araştırmasına gidilmez. Kitapta on ikişer kuralı içeren üç bölüm
olacaktır. Ne var ki filozof ilk on sekiz kuralı incelemiş, onları
izleyen üç kuralı bildirmiş ama incelememiş, kalanına hiç
dokunmamıştır.
Descartes felsefesi skolastik felsefeye kökten bir karşıtlığı
içerir, bir tür karşı-skolastik'dir. Bacon (1561-1626) ve
Descartes bize yeni düşüncenin temellerini sunarlar. Bu yüzden
Leibniz, skolastiklere Descartes kadar katı bakmasa da Descartes'ı
şu sözlerle yüceltir, onun yeni düşünce için önemini şu sözlerle
belirtir: "Hep söylerim, Descartes'çı düşünce doğru bilgiye geçiş
yeridir, bu yerden geçmeden doğru bilgiye varmak zordur." Leibniz
skolastikleri şu sözlerle savunur: "Ama onlar bizim yeni
filozoflar topluluğunun sandığı gibi ne öylesine doğruların
uzağındadırlar, ne de öylesine gülünç durumdadırlar." Leibniz'e
göre skolastiğin küllerini karıştırırsak derinde bir yerlerde nice
değerli maden bulabiliriz.
Descartes felsefesinin temelindeki sorun felsefenin en eski
sorunudur: değişenle, akıp gidenle değişmez olanın karşıtlığıdır.
Buna göre ruhsal olanla maddesel olanı birbirinden ayırmak
gerekir. Ruhsal olan ya da tanrısal olan kalıcıyı, mekanik bir
düzende varolan maddesel şeyler de geçiciyi belirler. Descartes'ın
yüzyılı bir mekanikçilik yüzyılıdır, ancak bu arada Tanrı'nın
varlığını da gözden kaçırmamak gerekir. Bu yüzyıl aynı zamanda
matematiğin öne çıktığı bir yüzyıldır. Descartes bir bilgin ya da
bilim adamı olarak bu dünyayı, metafizikçi olarak da aşkın dünyayı
ve aşkın dünyayla bu dünya ilişkisini ele alır. Galileo Galilei
(1564-1642) iki ayrı bilimi yani fizikle matematiği evlendirmiş ya
da matematik-fiziği kurmuş, böylece çağdaş bilim kavrayışının
oluşmasında ilk büyük adımı atmıştı, bir başka deyişle çağdaş
göreli ve ölçmeci bilim kavrayışının temellerini atmıştı.
Descartes da mekanikçi fizyolojinin ve fizyolojik ruhbilimin
kurucusu oldu, bu arada biyoloji alanında belirlenimci bir bakış
geliştirdi, cebir işaretlerini basitleştirdi ve analitik
geometriyi temellendirdi.
Metafizikçi ya da filozof Descartes, felsefesini bir öngörüyle
birden bire kurmak gibi bir yol tutmayı düşünmeden, ilkelerini
araya araya, yavaş yavaş belirledi ve bu arayışının öyküsünü
yazmaktan geri durmadı. Sağduyu diye de adlandırdığı usun,
dünyanın en iyi paylaştırılmış şeyi olduğunu söylerken hıristiyan
felsefesinin bakış açısıyla tersleşiyordu. Örneğin Aziz Augustinus,
zihnimizde kuşkuyu gerektirmeyecek biçimde hazır bulduğumuz
tanrısal kaynaklı bilginin hepimizde eşit olamayacağını
benimsiyordu. Descartes bu dinci görüşün karşısına şöyle çıkar:
"Doğru yargılama ve doğruyu yanlıştan ayırma gücü, sağduyu ya da
us diye adlandırılan güç, doğal olarak bütün insanlarda eşittir."
Kişinin düşünce yolunda verimli sonuçlar alamamasının tek nedeni
usunu iyi kullanamıyor olmaktan başka bir şey olamazdı.
Yavaş ilerlemek, kuşkuyu elden bırakmamak Descartesçı yöntemin
temelini oluşturur. Bazı eski filozofların, özellikle Pyrrhon'un (M.Ö.
365-275) doğru bilginin varlığını yadsıyan olumsuz kuşkuculuğu
Bacon'da ve Descartes'da olumlu kuşkuya dönüşecektir. Olumsuz
kuşkucu, bilginin evrenselliğini yadsıyarak işe başlar. Yeniçağın
kuşkucuları şöyle düşünecektir: ancak kuşkuyla yola çıkarsak doğru
bilgiye ulaşabiliriz, kesinliklerden yola çıkmak yanılmayı göze
almak demektir. Descartes'da doğru bilginin başlıca kaynağı
apaçıklıktır. Filozofun yöntemi kuşkuculuk temeline dayanır, onun
kuşkusu yöntemli kuşkudur: doğruyu elde etmek için kuşkulanmak bir
zorunluluktur. Her şeyden kuşkulanabilirim, ancak
kuşkulanamayacağım bir şey vardır, o da kuşkulanan ben'in
kendisidir. Aziz Augustinus kuşkuyu ortadan kaldırmak için
"kuşkulanıyorsam varım" demişti. Descartes da her şeyden kuşkulana
kuşkulana "cogito ergo sum"a yani "düşünüyorum öyleyse varım"a
ulaşır.
Descartes felsefesi öncelikle bir yöntem felsefesidir. Eski
filozoflar yöntemli olma ya da en azından tutarlı düşünme çabası
içinde yöntem sorununu enine boyuna tartışmamışlardı. Yöntem
sorununun tartışılması Bacon ve Descartes'la başlar. Bacon
Aristoteles'in Organon'unu düşünerek Novum organum'u yazmıştı.
Descartes pekçok çalışmasında yöntem sorununa ağırlık verir.
Yöntem sorunu önemlidir, çünkü eski filozofların sandığının
tersine salt ussallıkla her sorunu çözmemiz olası değildir, usu
ussal yöntemlerle donatmak gerekir, ussal etkinlik her zaman
yöntemle desteklenmelidir. Yani mantık yöntem değildir ya da
yöntemi vermez, Descartesçı yöntemin temel kuralı apaçık olmayan
hiçbir şeyi doğru diye almamaktadır. Bir başka kural bütünün
içinde temel olanı ya da en basit olanı bulmak, o en basit olandan
bileşiğe doğru ilerlemektir. Bu bakış açısı filozofun matematiğe
olan aşırı bağlılığıyla ilgilidir. Descartes'ın yöntemi matematik
yöntemdir demek gene de doğru olmaz, ancak onun yönteminde
matematiksel kavrayışın büyük bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz.
Descartes cogito deneyinde ortaya koyduğu ben kavrayışından
giderek metafiziğini temellendirir; bu bakış elbette hıristiyancı
bakış açısına ters düşer. Hıristiyancı bakış açısı Tanrı kavramını
hiçbir kuşku duymadan en başa yerleştirir ve Tanrı'dan bene
ulaşır. Oysa Descartes Tanrı'yı bende bulmuştur. Tanrı'ya benden
giderek ulaşmıştır. Burjuva düşünce dizgesinin egemen olmaya
başladığı ve ben kavramının öne çıktığı bir dönemde Descartes'ın
beni başa koyması elbette bugün bizim için yadırgatıcı değildir
ama o zaman için çok yenidir. Böylece Descartes, benden giderek,
dünyayı özgürce yaratan Tanrı fikrine ulaşır ve ondan, onun
varlığından maddesel dünyayı türetir. Böylece başlangıçta
belirttiğimiz karşıtlık, ruhsal töz ve maddesel töz karşıtlığı bir
uzlaştırmayla, iki tözün yanyana ya da altlı üstlü koyulmasıyla
aşılmış olur. Böylece uzamda ve zamanda yer kaplamayan tözden
devingen ve uzamlı töze az çok yumuşak bir geçiş yapılmış olur
(daha yumuşak bir geçiş Leibniz'de olduğu gibi heptanrıcılığa
yakın bir bakışı ya da Spinoza'da olduğu gibi doğrudan doğruya
heptanrıcı bir bakışı gerektirecektir).
Descartes maddede tam bir mekaniklik bulur, maddesel olguların
tümünü devinimle açıklar. Devingen olan uzamda olandır, yer
kaplayandır. Düşünceyle ruh aynı şeydir ve "İnsan ruhu tanrısal
bir şeylere sahiptir." İnsanda ruh ya da düşünsel olan, bedenle
birleşmiştir. Bu birleşme kozalaksı bez'de gerçekleşir.
Aristotelesçi bir anlayışla skolastikler ruhu beden için bir
"biçim" saymışlardı. Descartes ruhla maddeyi ya da bedeni iki ayrı
töz olarak belirlemiş, her ikisini insan varlığında kesinlikle
birbirinden ayırmıştır. Ancak, Descartes'a göre hiçbir şey, "ruhun
üzerinde onunla ilişkili olan beden kadar etkide bulunamaz." Ruhta
tutku ya da edilim olan şey bedende edimdir. Descartes, Ruhun
tutkuları'nda "Ruh bedenin tüm parçalarıyla ayrılmaz bir biçimde
birleşmiştir" der. Demek ki tutkular ruhta gerçekleşirler ama
onların kaynağı bedendir, bedendedir. "Üyelerin sıcaklığı ve
devinimi bedenden, düşünceler ruhtan gelirler."
Her felsefe gibi Descartes felsefesi de çağının bilincini belli
bir açıdan içselleştirir. Onda XVII. yüzyıl bilim ve felsefe
dünyasının temel kavrayışları belirginleşir. Descartes,
skolastikleri araştırmadan bildiren düşünürler olarak belirlerken
birçok belirlemelerini salt gözlem ve ussal çıkarım üzerine
kurarak pek çok yanılgıya düşmüştür. Bu onun zayıflığı değil,
felsefenin ve bilimin yazgısıdır: kimse bilimde ve felsefede her
şeyi son açıklamalarına götürebilecek kadar öngörülü değildir;
bilim ve felsefe yapmak yanlışa düşmek özgürlüğünü kullanabilmekle
olasıdır. Bilim adamı Descartes havada dolaşan tozları hava
atomları yerine alabiliyor, fizyolojik açıklamalarında temelsiz
yargılar öne sürebiliyordu, daha neler neler... Düşüncenin
kaçınılmaz yazgısıdır bu, filozof arayışlarında yürekli olmak
zorundadır. "Kepler yıldızların arkasına onları yörüngesinde
götüren bir melek yerleştiriyor, gelgit olayını 'nemli yıldızların
erdemi'yle açıklıyordu. Galilei 'boşluğun gücü' kavrayışını
koruyor, sonuçsal nedenlerin varlığını öneriyordu. Descartes bu
metafizik kavramları bilimden kesinlikle uzaklaştırmıştı. O, büyük
bir yüreklilikle, tüm doğa olgularını yalnızca mekaniğin ve
geometrinin aydınlık yasalarıyla açıklamaya çalıştı. Elbette
bilimi metafizikten kesinlikle ayırmıyordu, çünkü metafizikte
tümden gelimin çıkış noktasını buluyordu. Ama başa metafiziği
koyarken özellikle bilimin nesnel değerini korumaya çalışıyordu."
(L. Debricon).
Elinizdeki çeviri Yöntem üzerine konuşma'nın ilk çevirisi değil.
Descartes'ın öbür kitaplarını olduğu gibi bu kitabını da daha önce
Mehmet Karasan çevirmişti. Bizim elimizde çevirinin 1962 tarihli
ikinci baskısı var. Karasan çevirisi dil açısından oldukça
eskidir, yalnızca sözcükler değil anlatım da bugünkü dilimize uzak
düşmektedir. Buna göre bu çeviriyi eski sözcüklerin yerine
yenilerini koyarak anlamak da pek kolay değildir. Bu
söylediklerimiz elbette toplumsal dönüşümlerle gelen dil
değişiklikleriyle ilgilidir, yoksa Karasan çevirisinin uyarlı bir
çeviri olduğu tartışma götürmez. Bir kitap daha önce çevrilmişse,
o çeviriden yararlanmak yeni çeviriciler için bir zorunluluktur.
Biz de Karasan çevirisinden yeterince yararlandık, diyebilirim ki
bu çeviri olmasaydı bazı şeyleri yanlış anlayabilirdik. Bu
söylediklerimizden baştan sona Karasan çevirisini izlediğimiz gibi
bir anlam çıkarılması yanlış olur. Çeviriyi yaparken Karasan'la
uyuşmadığımız çok nokta oldu. Bu da çeviri denilen işin nasıl güç
bir iş olduğunu gösteriyor.
Bu tür temel kitapların bir ya da iki çevirisinin değil birçok
çevirisinin olması gerekir. Her çeviri özgün yapıta ayrı bir
yaklaşım olacaktır. O koşullarda değişik metinlerden giderek özü
yakalamak daha kolaydır. Ancak düşünce dünyamızın koşulları böyle
bir zenginliği yazık ki olası kılmıyor bugün. Temel kitapların
elimizde bir ya da iki çevirisi varsa bu da az şey değil. Çünkü bu
tür kitaplar ancak uzmanının çevirmesi gereken kitaplardır. Bir
filozofu yakından tanımıyorsanız onun terimlerini yanlış
aktarabilirsiniz. Asıl güçlük Descartes'ın anlatımından ya da
dilinden geliyordu, bu da XVII. yüzyılda Fransızca'nın henüz
bugünkü yapısına kavuşmamış olmasıyla ilgilidir. Avrupa'da ulusal
dillerin aşağı yukarı bir yüzyıldır oluşmaya başladığı bir dönemin
yazarı olarak Descartes elbette bugünkü Fransızca'dan oldukça uzak
bir Fransızca'yla yazacaktı. XVIII. yüzyılın felsefe kitapları
bile bize bu anlamda büyük güçlükler çıkarır. Bugünkü anlatım,
Fransızcada ancak XIX. yüzyılda oluşmaya başlamıştır.
Descartes'ın anlatım biçimi, özellikle noktalı virgüllerle
bağlanan cümleciklerin oluşturduğu uzun cümleleri okuyucuya zaman
zaman güçlük çıkarabilecektir. Ancak bu güçlüğün Descartes
düşüncesiyle ilgili olmadığını, Descartes düşüncesinin bir
özelliği olmadığını rahatça söyleyebiliriz. Descartes "Zor
şeylerin daha güzel olduğuna inanmak ölümlülerin ortak yanlışıdır"
diyecek kadar, "Yöntemden kesin ve kolay kuralları anlıyorum"
basitten, yalından, apaçıktan yana bir filozoftur, o her zaman
yazdıklarının bir roman gibi kolay anlaşılmasını istemiştir. Dil
zorluğu dışında Descartes düşüncesinin herhangi bir zorluğu
yoktur. Yöntem üzerine konuşma Descartes düşüncesinin tarihsel
gelişimini ortaya koyan bir kitap olmakla bir tür romandır zaten,
bu arada bir arayışın belgesidir: Descartes felsefesinin oluşumu o
zamanlar henüz tamamlanmamıştır. Ancak bu yapıtta Descartes
felsefesinin gelecekteki gelişmeleri birer taslak olarak yer
almaktadır. En önemlisi de kitabın bize önerdiği yöntem
kavrayışının henüz çok taze oluşudur: üç yüzyıldır bizler
özellikle yöntem açısından Descartesçı bir kavrayışı temel
alıyoruz. Nasıl Descartes'dan geçmeden çağdaş düşünceyi kavramak
olası değilse, Yöntem üzerine konuşmadan geçmeden de Descartes'ı
kavramak olası değildir.
Afşar Timuçin
İstanbul, Eylül 1998
|