...................
YÖNTEM ÜZERİNE KONUŞMA USUNU İYİ KULLANMAK VE BİLİMLERDE DOĞRUYU ARAŞTIRMAK İÇİN   -2

Descartes
Fransızca'dan çeviren ve açıklamaları yazanlar: Afşar Timuçin - Yüksel Timuçin

                         
...................
...................

Henüz bitmemiş olan savaşlar (9) nedeniyle Almanya'da bulunuyordum; imparatorun (10) taç giyme töreninden dönüyor, orduya katılmaya gidiyordum; kışın bastırmasıyla bir yerde konakladım, orada beni oyalayacak herhangi bir konuşma ve beni tedirgin edecek yakınlıklar ve tutkular olmadığından bütün gün soba başında (11) yalnız kapanıp kalıyor, tüm vaktimi düşüncelerimle baş başa geçiriyordum. Bu düşünceler arasında gözden geçirmeyi ilk düşündüklerimden biri şu oldu: birçok parçadan oluşmuş ve çeşitli ustaların elinden çıkmış yapıtlarda genellikle yalnızca bir kişinin oluşturduğu yapıtlardaki kadar yetkinlik yoktu. Böylece tek bir mimarın başladığı ve bitirdiği yapıların birçok mimarın başka amaçlarla yapılmış eski duvarları kullanarak onarmaya uğraştığı yapılardan daha güzel ve daha düzgün olduğu görülür. Böylece başlangıçta birer köyken büyük kentlere dönüşmüş olan bu eski kentler genellikle bir mühendisin kendi kafasına göre planladığı düzgün yeni kentler yanında o kadar dağınık kalıyor ki bunlardaki yapılar ayrı ayrı gözden geçirildiğinde her birinde başka kentlerin yapılarında bulunduğu kadar hatta daha çok sanat bulunsa da onlardan kiminin büyük kiminin küçük yapılmış oluşuna, yollarının eğri büğrü oluşuna bakarak, insanın onları düşünceli insanlardan çok rastlantının düzenlemiş olduğuna inanası geliyor. Bununla birlikte, tek tek kişilerin yapılarının kentlerin güzelliğine uygun olmasını sağlamakla görevli bazı memurların varolduğunu düşünsek de başkalarının yapıtları üzerinde çok iyi sonuçlar alınamayacağı apaçıktır. Böylece düşündüm ki eskiden yarı vahşiyken yavaş yavaş uygarlaşarak ancak suçların ve çekişmelerin uyarsızlığıyla zorlandıkları ölçüde yasalarını yapan halklar bir toplum olarak yaşamaya başladıkları andan sonra birkaç öngörülü yasa koyucunun yaptığı yasalara göre davranan halklar kadar iyi uygarlaşmış olamadılar. Düzenlemelerini yalnızca Tanrı'nın yaptığı gerçek dinin tüm öbür dinlerden çok daha iyi düzenlenmiş olduğu kesindir. İnsani şeylerden söz edersek, eskiden Sparta çok başarılı olduysa bu onların yasalarından her birinin özellikle iyi olmasından değil, (bilindiği gibi bu yasaların çoğu pek garipti ve hatta iyi törelere tersti) ama tek kişinin (12) yaptığı yasalar olmakla tümünün aynı amaca yöneliyor almasındandı diye düşünüyorum. Böylece kitaplardaki bilimlerin, en azından nedenleri olası olmaktan öteye geçmeyen ve hiçbir göstermede bulunmayan, çeşitli kişilerin görüşleriyle yavaş yavaş oluşturulmuş ve şişirilmiş olan bilimlerin, kendini ortaya koyan şeyler üzerine sağduyulu bir insanın doğal olarak yapabildiği basit usavurmalardan doğruya daha yakın olmadığını düşündüm. Şunu da düşündüm: büyük adam olmadan önceki çocukluk dönemimizde uzun süre genellikle birbirine karşıt olan ve belki de ne biri ne öbürü bize her zaman en iyiyi gösterebilen isteklerce ve eğitmenlerce yönetildik, bu yüzden yargılarımızın doğumumuzdan bu yana tüm usumuzu kullanmak ve ancak onunla yönetilmiş olmak durumunda vereceğimiz yargılar kadar arı ve sağlam olması hemen hemen olanaksızdı.

Gerçekten, bir kentin tüm evlerini onları başka biçimde yeniden yapmak ve yolları daha güzel kılmak amacıyla yerle bir ettiklerini görmüyoruz; ama bazı kimselerin kendi evlerini yeniden yapmak için, hatta bazen temelleri çok sağlam olmadığı ve bu yüzden yıkılma tehlikesinde olduğu zaman, onu yıkmak zorunda kaldıkları görülür. Bunu örnek alarak tek bir kişinin bir devleti yeniden biçimleme tasarıları yaparak onda her şeyi temelden değiştirmek ve onu yeniden kurmak için devirmesi ussal değildir diye düşünüyordum; bilimleri ya da onları öğreten okullardaki kurulu düzeni yeniden biçimlemenin de ussal olmadığını düşünüyordum; ama bugüne kadar doğru olduğuna inandığım tüm görüşleri, sonra yerine daha iyilerini ya da onları us düzeyinde doğruladığım zaman aynılarını koymak için, bir kere yok saymaya girişmekten daha iyi bir şey yapamazdım diye düşünüyordum. Bu yolla yaşamımı, yalnızca eski temeller üzerine kurmaktan ve gençliğimde doğru olup olmadığını incelemeden kendimi inanmaya bıraktığım ilkelere dayanmaktan çok daha iyi yönetmeyi başaracağıma kesinlikle inandım. Çünkü bunda çeşitli güçlükler görmüş olsam da bunlar çaresi bulunmayacak güçlükler değillerdi, halkı ilgilendiren en küçük şeylerin yeniden düzenlenmesinde rastlanılacak güçlüklere benzer güçlükler de değillerdi. Bu iri gövdeleri devrilince kaldırmak ya da sarsıldığında tutmak çok güçtür, düşüşleri de pek şiddetli olabilir. Sonra, aralarındaki ayrılıkla, birçoklarında görülen eksiklikleri zaman içinde kullanılışları oldukça yumuşatmış, hatta birçoklarını sakınıklıkla çaresini bulmaktan daha iyi gidermiş ve düzene koymuştur. Sonunda bu eksiklikler de hemen hemen her zaman olacak olan değişimlerinden daha kolay katlanılır şeylerdir: tıpkı dağlarda dolanan büyük yolların kullanıla kullanıla, yavaş yavaş düzgün ve uygun duruma gelmesi gibi; onları izlemek en doğru yolda gitmek için kayalara tırmanmaktan ya da uçurumların dibine inmekten çok daha iyidir.

Bu yüzden, doğuştan ya da konumları gereği kamu işlerinin yürütülmesine yöneltilmedikleri halde her zaman kafalarında bu konuda yeni düzenlemeler yapmaktan geri kalmayan karıştırıcı ve tedirgin mizaçlıları hiçbir zaman onaylamayacağım. Bu yazıda bende bu deliliğin bulunduğu konusunda kuşku yaratabilecek en küçük bir şeyin varolduğunu düşünseydim onun yayımlanmış olmasından üzüntü duyardım. Amacım asla kendi düşüncelerimi düzenlemeye çabalamaktan ve tümüyle benim olan bir temel üzerine kurmaktan daha öteye gitmez. Ben oldukça beğendiğimden size burada yapıtımın bir örneğini gösteriyorum, ancak bunu yaparken kimseye ona öykünmeyi öneriyor değilim. Tanrı'nın yardımlarından daha iyi pay almış olanların daha yüksek amaçları olacaktır; ama birçoğunun benimkini çok atılgan bulacaklarından korkarım. Eskiden doğru saydığı tüm görüşlerden kopma kararı herkesin benimseyebileceği bir örnek değildir; zaten dünyada hemen hemen bu işe hiç yatkın olmayan iki çeşit insan vardır. Birinciler kendilerini olduklarından daha usta sanarak acele yargılar ortaya koymaktan çekinmeyen, tüm düşüncelerini bir düzen içinde sürdürme konusunda yeterince sabır gösteremeyen kimselerdir: bu yüzden edindikleri ilkelerden bir kere kuşkulanmaya ve herkesin tuttuğu yoldan ayrılmaya yöneldiler mi bir daha doğru yola çıkaran patikayı bulamazlar ve tüm yaşamlarında doğru yoldan ayrılmış kalırlar. İkincilere gelince, onlar doğruyu yanlıştan ayırt etme konusunda kendilerini yetiştirenlerden daha az becerikli oldukları yargısına varacak kadar akıllı ya da alçakgönüllü olduklarından daha iyisini kendileri aramaktansa başkalarının görüşlerini izlemekle yetinirler.

Bana gelince, tek bir hocam olsaydı ya da en bilgililerin görüşleri arasında her zaman süregelmiş ayrılıkları bilmeseydim kuşkusuz ben de bu sonuncular arasında olurdum. Ama çok garip ve pek de inanılır olmayan şeylerin bile bazı filozoflarca söylendiğini daha kolej sıralarında öğrenmiştim; o zamandan beri yolculuk yaparken duyguları duygularımıza oldukça ters düşen kimselerin böyle olmakla barbar ya da vahşi olmadıklarını, ama pek çoklarının uslarını bizim kadar hatta bizden daha iyi kullandıklarını gördüm; sonra, Fransızlar ya da Almanlar arasında yetişen bir kişinin, aynı ruhu taşıyarak, tüm yaşamını Çinliler ya da yamyamlar arasında geçirmiş olsaydı, şimdiki durumundan ne kadar ayrı durumda olacağını düşündüm; sonra da giysilerimizin biçimine kadar, on yıl önce beğendiğimiz ve belki on yıl sonra da beğeneceğimiz şeyin bugün bize ne kadar garip ve ne kadar gülünç geldiğini gördüm ve şu sonuca vardım: bizi inandıran şey, herhangi bir kesin bilgiden çok alışkı ve örnektir; bununla birlikte görüşlerin çokluğu ortaya çıkarılması biraz güç doğrular için hiç de değerli bir kanıt değildir, çünkü bir toplumdan çok, tek bir adamın onları ortaya çıkarması çok daha olasıdır; böylece görüşleri başkalarının görüşlerinden üstün tutulabilecek tek bir kimse göremiyordum, bu durumda kendi yolumu kendim bulmak durumunda kaldım.

Ama yalnız ve karanlıkta yürüyen bir adam gibi çok yavaş gitmeye ve her şeyde çok sakınık davranmaya karar verdim, öyle ki çok yavaş ilerlersem en azından kendimi düşmekten koruyacaktım. Ayrıca, yazacağım kitabın tasarısını yapmaya ve zihnimin yatkın olabileceği her şeyin bilgisine ulaşmak için doğru yöntemi araştırmaya zaman ayırmadan önce, daha önceleri usun süzgecinden geçirmeden doğru olduğuna inandığım görüşlerin tümünü yanlış diye bir yana atmak istemedim.

Gençken felsefenin bölümlerinden mantığı, matematiklerden geometricilerin ayrıştırmasını ve cebiri biraz olsun incelemiştim, bunlar tasarıma bazı katkıları olacak gibi görünen üç sanat ya da bilimdi. (13) Ama onları incelerken gördüm ki mantık sözkonusu olduğunda onun tasımları ve öbür bilgilerinin çoğu başkalarına yeni bir şey öğretmekten çok bilinen şeyleri açıklamaya yarıyordu (14), bilinmeyen şeyler üzerine yargıya varmadan konuşmaktan başka işe yaramayan Lullus (15) sanatı gibi. Gerçekten, mantık çok doğru ve çok iyi pek çok kural içermesine karşın, onda araya karışmış o kadar çok zararlı ve gereksiz başka kural vardır ki onları ayıklamak hemen hemen henüz yontulmamış bir mermer kitlesinden bir Diana ya da bir Minerva çıkarmak kadar güçtür. Sonra, eskilerin ayrıştırmasına ve yenilerin cebirine gelince, çok soyut konularla ilgilenmeleri ve hiçbir işe yaramaz görünmeleri dışında, birincisi her zaman biçimlerin belirlenmesiyle sınırlanmıştır ve imgelemi yormadan anlığı çalıştıramaz; ikinciye gelince, bazı kurallara ve bazı rakamlara o kadar bağımlıdır ki zihni geliştiren bir bilim olmak yerine zihni engelleyen karışık ve karanlık bir sanat olur. Bu, her üçünün yararlarını içeren ve yanlışlarını dışlayan başka bir yöntem aramak gerektiğini düşünmeme neden oldu. Yasaların çokluğu çok zaman kötülüklere özürler sağlar, oysa az sayıda olan ama insanların sıkı sıkıya uyduğu yasalara sahip olan bir devlet daha iyi örgütlenmiştir; bunun gibi mantığı oluşturan çok sayıda kural yerine dört kuralın bana yeteceğine inandım, yeter ki onlara uymaktan bir kere bile geri kalmamak konusunda sağlam ve değişmez bir karar almış olayım.

Birincisi, doğruluğunu apaçık bilmediğim bir şeyi doğru diye almamak, yani acelecilikten ve önyargıdan özenle kaçınmak, yargılarımda zihnime açık ve seçik bir biçimde gelen ve hiçbir biçimde kuşkuya koyamadığım şeylerin dışında herhangi bir şeyi tanımamak.

İkincisi, inceleyeceğim güçlüklerden her birini olabildiğince parçalara ayırmak ve onları en iyi çözümlenebilecek duruma getirmek.

Üçüncüsü, düşüncelerimi en basit ve tanınması en kolay olan nesnelerden başlayarak ve yavaş yavaş, derece derece ilerleyerek en karmaşık bilgilere kadar götürmek ve doğal olarak birbiri ardından gelmeyen şeyler arasında da bir düzen varsaymak.(16)

Sonuncusu, her yerde bütünsel saymalar ve en genel gözden geçirmeler yaparak hiçbir şeyi dışta bırakmadığımdan güvenli olmak.(17)

Geometricilerin en güç göstermelere ulaşmak için kullanma alışkanlığında oldukları tümüyle basit ve kolay olan bu uzun nedenler zinciri, insanların bilgisine ulaşabildikleri her şeyin aynı biçimde birbirine bağlandığını ve doğru olmayan bir şeyi doğru diye almamak ve birinin öbüründen çıktığı sırayı izlemek koşuluyla bunlardan erişilmeyecek kadar uzak ve bulunamayacak kadar gizli bir şeyin kalmayacağını düşünme olanağı sağlamıştı bana. Böylece hangi şeylerle başlamak gerektiğini aramakta çok güçlük çekmedim: çünkü en basit ve tanınması en kolay şeylerle başlamak gerektiğini zaten biliyordum; bilimlerde önceden doğruyu araştırmış olanlar arasında yalnızca matematikçilerin bazı göstermeler yani bazı kesin ve apaçık nedenler bulabildiğini göz önünde tutarak, onların inceledikleri aynı şeylerden başlamam gerektiğinden kuşkuya düşmüyordum; bundan beklediğim tek yarar zihnimi doğrularla beslenmeye ve boş nedenlerle yetinmemeye alıştırmaktı. Ama bunun için genellikle matematikler (18) denilen tüm özel bilimleri öğrenmeye çalışmayı amaç edinmedim, bu bilimlerin konularının değişik olmasına karşın tümünün çeşitli ilişkiler ya da oranlardan başka bir şeyi incelememek konusunda birbirlerine uymaktan geri durmadıklarını görerek, bu oranları, onların bana bilgiyi daha kolay sağlayacak şeylerde bulunduklarını varsayarak ve daha sonra uygun gelecekleri tüm şeylere daha iyi uygulanabilmeleri için onları hiçbir biçimde zorlamayarak, genel olarak yalnızca bu oranları incelememin daha iyi olacağını düşündüm. Sonra onları bilmek için bazen herbirini özellikle ele almak ve bazen de onları yalnızca anımsamak ya da birçoğunu birlikte anlamak gereksinimi duyacağımı göz önünde tutarak, düşündüm ki, onları ayrıca incelemem için çizgiler olarak tasarlamam gerekiyordu; çünkü onlardan ne daha basit bir şey bulabiliyor, ne de imgelemim ve duyularımla onlardan daha seçik olarak kurgulayabileceğim herhangi bir şey görebiliyordum; ne var ki onları anımsamak ya da birçoğunu bir arada kavramak için onları olabildiğince kısa bazı işaretlerle açıklamam gerekiyordu; böylece geometrik ayrıştırmanın ve cebirin en iyi yanlarını alıyor ve birinin yanlışını öbürüyle düzeltiyordum.(19)

Gerçekten, seçmiş olduğum bu pek az ilkeye tam tamına uymak bana genel olanlardan başlayarak bu iki bilimin kapsadığı tüm sorunları çözme kolaylığını verdi, öyle ki en basit ve en genel olanlardan başlayarak onları incelemeye iki üç ayımı verdim, bulduğum her doğru sonra başkalarını bilmeme yarayacak bir kural oldu, böylece eskiden bana çok güç gelen pek çok sorunun da üstesinden geldim, ama sonuna doğru bilmediklerimin de hangi yolla ve nereye kadar çözülebileceğini belirleyebildiğimi de sanıyorum. Her şeyin bir doğrusu olduğunu, o doğruya ulaşan herhangi bir kişinin o şeyi bilinebileceği ölçüde bildiğini, örneğin aritmetik öğrenmiş bir çocuğun kurallara uyarak bir toplama yaptığında ele aldığı toplam konusunda insan zihninin bulabileceği her şeyi bulduğundan güvenli olduğunu bilirseniz söylediklerimin pek de boş şeyler olmadığını göreceksiniz. Çünkü, sonunda, doğru sırayı izlemeyi ve aranılan şeyin tüm koşullarının tam tamına sayımını yapmayı öğreten yöntem, aritmetiğin kurallarına kesinliği veren her şeyi içerir.

Ama bu yöntemde beni en çok hoşnut eden şey onunla her konuda usumu yetkin olarak değilse bile en azından gücümün yettiğince en iyi biçimde kullanmaktan güvenli olmamdı; ayrıca, bu yöntemi uygularken zihnimin konularını yavaş yavaş daha açık ve daha seçik bir biçimde kavramaya alıştığını seziyordum ve bu yöntemi özel herhangi bir konuya bağımlı kılmadan cebirin güçlüklerinde yaptığım gibi başka bilimlerin güçlüklerine de yararlı bir biçimde uygulamayı tasarlıyordum. Bunun için kendini ortaya koyan her şeyi hemen incelemeye girişmem doğru olmazdı; çünkü, bu, yöntemimin belirlediği düzene ters düşerdi. Ancak onların ilkelerinin tümüyle felsefeden alındığını ve felsefede şu güne kadar doğru ilkeler bulmadığımı göz önünde tutarak, her şeyden önce felsefede doğru ilkeler yerleştirmeye çalışmam gerektiğini düşündüm; bu da dünyanın en önemli şeyiydi ve ben aceleciliğin ve önyargılılığın en çok korkulası olduğu yerde, o zamanki yirmi üç yaşımdan daha olgun bir yaşa ermeden, o zamandan önce edinmiş olduğum tüm yanlış görüşleri söküp atarak olduğu kadar, daha sonra usavurmalarıma konu olacak pek çok deney toplamak ve benimsemiş olduğum yöntemde giderek daha güçlü olmak için bir takım alıştırmalar yaparak kendimi hazırlamadan, onda en uç noktaya varmaya kalkmamalıydım. (20)


DİPNOTLAR

9. Filozofun burada sözünü ettiği savaşlar Otuz Yıl Savaşları'dır. 1618-1648 arasında Avrupa'yı, özellikle Kutsal İmparatorluk topraklarını kana bulamış olan bu savaşlar din savaşları görünümündeydi ama özellikle Habsburglarla Burbonları karşı karşıya getiriyordu, yani siyasal bir anlaşmazlığa dayanıyordu. Fransa'yla İspanya arasında 1659'a kadar uzayan Otuz Yıl Savaşları Kutsal İmparatorluk'un parçalanmasına yol açtı.
10. Bohemya (1617) ve Macaristan (1618) kralı Ferdinand imparatorluk tacını giyerek Ferdinand II von Habsburg adını aldı. Karl von Habsburg'un oğlu ve Maximilian II'nin yeğeniydi.1578'de Graz'da doğmuş, 1637'de Viyana'da ölmüştür.
11. Biz "soba başında" diye çevirdik ama Descartes dans un poêle yani "sobada" diyor ve elbette "sobayla ısıtılmış odada" demek istiyor.
12. Descartes mitolojide Sparta'nın kurucusu olarak adı geçen Lykurgos'dan söz ediyor. Büyük bir gezgin olduğu, Sparta yasalarını hazırladıktan sonra çıkıp gittiği ve bir daha dönmediği söylenir.
13. Descartes burada özellikle eski bir tartışmayı belirtir: mantık bir sanat mı, yoksa bir bilim midir? Filozof, Aziz Tommaso'ya dayanan bir çözümü benimsemiş gibidir: mantık hem bir bilimdir, hem de başka bilimlerin kurulmasını sağlayan bir sanattır.
14. Her zaman skolastiğe yöneltilen başlıca eleştiri budur: tasarım yönteminde sonuç ya da vargı doğrudan doğruya öncüllerden çıkarılır, bir başka deyişle çıkarımla elde edilen bilgi öncüllerde zaten içerilmiştir, dolayısıyla bu çerçevede tümdengelim yapmak yeni bir şey söylemek değil, yalnızca bilineni yinelemektir. "Bütün insanlar ölümlüdür / Sokrates insandır / Sokrates de ölümlüdür" dediğimde Sokrates'in ölümlü oluşunu doğrudan doğruya insanın ölümlü olmasından çıkarıyorum. Bu biçimsel yönteme karşı Descartes matematiksel tümdengelimi önerecektir.
15. Özgün metinde adı "Lulle" olarak geçen kişinin asıl adı Lulio'dur (Latince'si Lullus). Raimondo Lulio (Katalanca'sı Ramon Llull) 1233'te Parma'da doğmuş, 1315'te Bugia'da ölmüş bir İspanyol dinbilimcisidir ve Müslümanlara, özellikle İbni Rüşd'e ve yandaşlarına düşmanlığıyla bilinir. İsa'yı düşünde görüp evini barkını bırakan ve yollara düşen Lulio 1265'te keşiş oldu ve Müslümanlıkla savaşıma girebilmek için Arapça öğrendi. Büyük sanat diye adlandırdığı bir mantık yöntemi bulmuştu, bu yöntem sözde en derin doğruları kavramlardan oluşan bir tür cebirle ortaya koyuyordu. Ona göre us her şeyi, inancın gizlerini bile ortaya koyabilirdi. Descartes dostu Beeckman'a yazdığı 29 Nisan 1619 tarihli mektupta şöyle diyor: "Üç gün önce Dordrecht'de bir handa bilgin bir kişiyle karşılaştım, onunla Lullus'un Ars parva'sı üzerine söyleştik. Övünüyordu: bu sanatın kurallarını öyle bir ustalıkla kullanıyormuş ki, kendi söylemesine göre, hangi konuda olursa olsun bir saat konuşabiliyormuş, sonra aynı konu üzerinde bir saat daha konuşması istenirse, öncekilerden tümüyle ayrı sözler bulması istenirse yirmi saat bile konuşabiliyormuş. Buna inanabiliyorsanız onu kendiniz de görebilirsiniz. Bu adam biraz geveze bir yaşlıydı ve onun kitaptan edinilmiş bilgileri beyninde olmaktan çok dudaklarının ucundaydı."
16. Birinci ve ikinci kuralı Descartes daha önce Usun yönetimi için kurallar'da tek bir kural olarak vermişti, buna göre yöntemin özü basitten bileşiğe ve bileşikten basite ilerlemeye dayanıyordu. Bu iki yönlü ilerlemede basite ulaşmak bir tür ayrıştırmayla, basitten bileşiğe ya da bütüne gitmek de bir tür bileştirmeyle gerçekleşiyordu. Usun yönetimi için kurallar'ın V. kuralında Descartes şöyle der: "Tüm yöntem bazı doğruları ortaya koyabilmek için zihnimizin gözlerini kendilerine doğru çevirmek durumunda olduğumuz nesnelerin düzeninde ve konumunda yatar. En karmaşık ve karanlık önermeleri derece derece en basit önermelere indirgiyorsak, sonra da tüm önermelerin en basitlerinin sezgisinden gene derece derece tüm öbürlerinin bilgisine yükselmeye çalışıyorsak bu yöntemi gerçeğe uygun biçimde izliyoruz demektir."
17. Sayma yöntemi bir bütünde tüm öğeleri gözden geçirmek, onlardan hiçbirini dışta bırakmadığımızdan güvenli olabilmek için onları yeniden yeniden saymak anlamına gelir. Daha çok tümdengelime ağırlık veren Descartes -onun bilgi kuramı da bunu gerektirmektedir- tümevarımı daha çok bir sayma işlemi olarak görür, bu noktada Bacon'ın yöntem anlayışından iyiden iyiye ayrılır. Descartes Kurallar'ın yedincisinde "Bu sayma ya da tümevarım, önerilen bir soruya bağlı olan her şeyin yeniden gözden geçirilmesidir" diye bir açıklamada bulunur. Yedinci kural şöyledir: "Bilimi yetkin kılmak için konumuzu ilgilendiren her şeyi düşüncenin sürekli ve tam anlamında kesiksiz bir devinimiyle bütünü içinde ve teker teker gözden geçirmek ve onları yeterli ve düzenli bir saymada bir araya getirmek gerekir."
18. Skolastikler gökbilim, müzik, optik gibi bilimleri "matematikler" diye adlandırırlardı. Descartes da bu terimi çok sık kullanır.
19. Descartes burada bize cebir işaretlerinde yaptığı yeniliği anımsatıyor. Onun amacı ayrı ayrı alanları teker teker incelemek değil, bütün bu alanları kucaklayacak ve açıklayacak evrensel bir bilim kurmaktır, bir başka deyişle evrensel matematiği gerçekleştirmektir. O aritmetik ve geometri ikilemini ortadan kaldırmak için sayıları "çizgiler"le (sürekli nicelikler) açıklıyor.
20. Felsefe tüm öbür bilimleri önceler, çünkü onların ilkelerini kendinde barındırır. Metafizik temellendirme en önemli temellendirme olarak daha sonraya bırakılmalıdır. Bu yüzden Descartes düşünürlüğünün ilk döneminde bir bilim adamı olarak görünürken daha sonra metafiziğe yönelecektir.

 

1      2      3      4      5      6      7