Henüz
bitmemiş olan savaşlar (9) nedeniyle
Almanya'da bulunuyordum; imparatorun (10)
taç giyme töreninden dönüyor, orduya katılmaya gidiyordum; kışın
bastırmasıyla bir yerde konakladım, orada beni oyalayacak herhangi
bir konuşma ve beni tedirgin edecek yakınlıklar ve tutkular
olmadığından bütün gün soba başında (11)
yalnız kapanıp kalıyor, tüm vaktimi düşüncelerimle baş başa
geçiriyordum. Bu düşünceler arasında gözden geçirmeyi ilk
düşündüklerimden biri şu oldu: birçok parçadan oluşmuş ve çeşitli
ustaların elinden çıkmış yapıtlarda genellikle yalnızca bir
kişinin oluşturduğu yapıtlardaki kadar yetkinlik yoktu. Böylece
tek bir mimarın başladığı ve bitirdiği yapıların birçok mimarın
başka amaçlarla yapılmış eski duvarları kullanarak onarmaya
uğraştığı yapılardan daha güzel ve daha düzgün olduğu görülür.
Böylece başlangıçta birer köyken büyük kentlere dönüşmüş olan bu
eski kentler genellikle bir mühendisin kendi kafasına göre
planladığı düzgün yeni kentler yanında o kadar dağınık kalıyor ki
bunlardaki yapılar ayrı ayrı gözden geçirildiğinde her birinde
başka kentlerin yapılarında bulunduğu kadar hatta daha çok sanat
bulunsa da onlardan kiminin büyük kiminin küçük yapılmış oluşuna,
yollarının eğri büğrü oluşuna bakarak, insanın onları düşünceli
insanlardan çok rastlantının düzenlemiş olduğuna inanası geliyor.
Bununla birlikte, tek tek kişilerin yapılarının kentlerin
güzelliğine uygun olmasını sağlamakla görevli bazı memurların
varolduğunu düşünsek de başkalarının yapıtları üzerinde çok iyi
sonuçlar alınamayacağı apaçıktır. Böylece düşündüm ki eskiden yarı
vahşiyken yavaş yavaş uygarlaşarak ancak suçların ve çekişmelerin
uyarsızlığıyla zorlandıkları ölçüde yasalarını yapan halklar bir
toplum olarak yaşamaya başladıkları andan sonra birkaç öngörülü
yasa koyucunun yaptığı yasalara göre davranan halklar kadar iyi
uygarlaşmış olamadılar. Düzenlemelerini yalnızca Tanrı'nın yaptığı
gerçek dinin tüm öbür dinlerden çok daha iyi düzenlenmiş olduğu
kesindir. İnsani şeylerden söz edersek, eskiden Sparta çok
başarılı olduysa bu onların yasalarından her birinin özellikle iyi
olmasından değil, (bilindiği gibi bu yasaların çoğu pek garipti ve
hatta iyi törelere tersti) ama tek kişinin
(12) yaptığı yasalar olmakla tümünün aynı amaca yöneliyor
almasındandı diye düşünüyorum. Böylece kitaplardaki bilimlerin, en
azından nedenleri olası olmaktan öteye geçmeyen ve hiçbir
göstermede bulunmayan, çeşitli kişilerin görüşleriyle yavaş yavaş
oluşturulmuş ve şişirilmiş olan bilimlerin, kendini ortaya koyan
şeyler üzerine sağduyulu bir insanın doğal olarak yapabildiği
basit usavurmalardan doğruya daha yakın olmadığını düşündüm. Şunu
da düşündüm: büyük adam olmadan önceki çocukluk dönemimizde uzun
süre genellikle birbirine karşıt olan ve belki de ne biri ne öbürü
bize her zaman en iyiyi gösterebilen isteklerce ve eğitmenlerce
yönetildik, bu yüzden yargılarımızın doğumumuzdan bu yana tüm
usumuzu kullanmak ve ancak onunla yönetilmiş olmak durumunda
vereceğimiz yargılar kadar arı ve sağlam olması hemen hemen
olanaksızdı.
Gerçekten, bir kentin tüm evlerini onları başka biçimde yeniden
yapmak ve yolları daha güzel kılmak amacıyla yerle bir ettiklerini
görmüyoruz; ama bazı kimselerin kendi evlerini yeniden yapmak
için, hatta bazen temelleri çok sağlam olmadığı ve bu yüzden
yıkılma tehlikesinde olduğu zaman, onu yıkmak zorunda kaldıkları
görülür. Bunu örnek alarak tek bir kişinin bir devleti yeniden
biçimleme tasarıları yaparak onda her şeyi temelden değiştirmek ve
onu yeniden kurmak için devirmesi ussal değildir diye
düşünüyordum; bilimleri ya da onları öğreten okullardaki kurulu
düzeni yeniden biçimlemenin de ussal olmadığını düşünüyordum; ama
bugüne kadar doğru olduğuna inandığım tüm görüşleri, sonra yerine
daha iyilerini ya da onları us düzeyinde doğruladığım zaman
aynılarını koymak için, bir kere yok saymaya girişmekten daha iyi
bir şey yapamazdım diye düşünüyordum. Bu yolla yaşamımı, yalnızca
eski temeller üzerine kurmaktan ve gençliğimde doğru olup
olmadığını incelemeden kendimi inanmaya bıraktığım ilkelere
dayanmaktan çok daha iyi yönetmeyi başaracağıma kesinlikle
inandım. Çünkü bunda çeşitli güçlükler görmüş olsam da bunlar
çaresi bulunmayacak güçlükler değillerdi, halkı ilgilendiren en
küçük şeylerin yeniden düzenlenmesinde rastlanılacak güçlüklere
benzer güçlükler de değillerdi. Bu iri gövdeleri devrilince
kaldırmak ya da sarsıldığında tutmak çok güçtür, düşüşleri de pek
şiddetli olabilir. Sonra, aralarındaki ayrılıkla, birçoklarında
görülen eksiklikleri zaman içinde kullanılışları oldukça
yumuşatmış, hatta birçoklarını sakınıklıkla çaresini bulmaktan
daha iyi gidermiş ve düzene koymuştur. Sonunda bu eksiklikler de
hemen hemen her zaman olacak olan değişimlerinden daha kolay
katlanılır şeylerdir: tıpkı dağlarda dolanan büyük yolların
kullanıla kullanıla, yavaş yavaş düzgün ve uygun duruma gelmesi
gibi; onları izlemek en doğru yolda gitmek için kayalara
tırmanmaktan ya da uçurumların dibine inmekten çok daha iyidir.
Bu yüzden, doğuştan ya da konumları gereği kamu işlerinin
yürütülmesine yöneltilmedikleri halde her zaman kafalarında bu
konuda yeni düzenlemeler yapmaktan geri kalmayan karıştırıcı ve
tedirgin mizaçlıları hiçbir zaman onaylamayacağım. Bu yazıda bende
bu deliliğin bulunduğu konusunda kuşku yaratabilecek en küçük bir
şeyin varolduğunu düşünseydim onun yayımlanmış olmasından üzüntü
duyardım. Amacım asla kendi düşüncelerimi düzenlemeye çabalamaktan
ve tümüyle benim olan bir temel üzerine kurmaktan daha öteye
gitmez. Ben oldukça beğendiğimden size burada yapıtımın bir
örneğini gösteriyorum, ancak bunu yaparken kimseye ona öykünmeyi
öneriyor değilim. Tanrı'nın yardımlarından daha iyi pay almış
olanların daha yüksek amaçları olacaktır; ama birçoğunun benimkini
çok atılgan bulacaklarından korkarım. Eskiden doğru saydığı tüm
görüşlerden kopma kararı herkesin benimseyebileceği bir örnek
değildir; zaten dünyada hemen hemen bu işe hiç yatkın olmayan iki
çeşit insan vardır. Birinciler kendilerini olduklarından daha usta
sanarak acele yargılar ortaya koymaktan çekinmeyen, tüm
düşüncelerini bir düzen içinde sürdürme konusunda yeterince sabır
gösteremeyen kimselerdir: bu yüzden edindikleri ilkelerden bir
kere kuşkulanmaya ve herkesin tuttuğu yoldan ayrılmaya yöneldiler
mi bir daha doğru yola çıkaran patikayı bulamazlar ve tüm
yaşamlarında doğru yoldan ayrılmış kalırlar. İkincilere gelince,
onlar doğruyu yanlıştan ayırt etme konusunda kendilerini
yetiştirenlerden daha az becerikli oldukları yargısına varacak
kadar akıllı ya da alçakgönüllü olduklarından daha iyisini
kendileri aramaktansa başkalarının görüşlerini izlemekle
yetinirler.
Bana gelince, tek bir hocam olsaydı ya da en bilgililerin
görüşleri arasında her zaman süregelmiş ayrılıkları bilmeseydim
kuşkusuz ben de bu sonuncular arasında olurdum. Ama çok garip ve
pek de inanılır olmayan şeylerin bile bazı filozoflarca
söylendiğini daha kolej sıralarında öğrenmiştim; o zamandan beri
yolculuk yaparken duyguları duygularımıza oldukça ters düşen
kimselerin böyle olmakla barbar ya da vahşi olmadıklarını, ama pek
çoklarının uslarını bizim kadar hatta bizden daha iyi
kullandıklarını gördüm; sonra, Fransızlar ya da Almanlar arasında
yetişen bir kişinin, aynı ruhu taşıyarak, tüm yaşamını Çinliler ya
da yamyamlar arasında geçirmiş olsaydı, şimdiki durumundan ne
kadar ayrı durumda olacağını düşündüm; sonra da giysilerimizin
biçimine kadar, on yıl önce beğendiğimiz ve belki on yıl sonra da
beğeneceğimiz şeyin bugün bize ne kadar garip ve ne kadar gülünç
geldiğini gördüm ve şu sonuca vardım: bizi inandıran şey, herhangi
bir kesin bilgiden çok alışkı ve örnektir; bununla birlikte
görüşlerin çokluğu ortaya çıkarılması biraz güç doğrular için hiç
de değerli bir kanıt değildir, çünkü bir toplumdan çok, tek bir
adamın onları ortaya çıkarması çok daha olasıdır; böylece
görüşleri başkalarının görüşlerinden üstün tutulabilecek tek bir
kimse göremiyordum, bu durumda kendi yolumu kendim bulmak
durumunda kaldım.
Ama yalnız ve karanlıkta yürüyen bir adam gibi çok yavaş gitmeye
ve her şeyde çok sakınık davranmaya karar verdim, öyle ki çok
yavaş ilerlersem en azından kendimi düşmekten koruyacaktım.
Ayrıca, yazacağım kitabın tasarısını yapmaya ve zihnimin yatkın
olabileceği her şeyin bilgisine ulaşmak için doğru yöntemi
araştırmaya zaman ayırmadan önce, daha önceleri usun süzgecinden
geçirmeden doğru olduğuna inandığım görüşlerin tümünü yanlış diye
bir yana atmak istemedim.
Gençken felsefenin bölümlerinden mantığı, matematiklerden
geometricilerin ayrıştırmasını ve cebiri biraz olsun incelemiştim,
bunlar tasarıma bazı katkıları olacak gibi görünen üç sanat ya da
bilimdi. (13) Ama onları incelerken
gördüm ki mantık sözkonusu olduğunda onun tasımları ve öbür
bilgilerinin çoğu başkalarına yeni bir şey öğretmekten çok bilinen
şeyleri açıklamaya yarıyordu (14),
bilinmeyen şeyler üzerine yargıya varmadan konuşmaktan başka işe
yaramayan Lullus (15) sanatı gibi.
Gerçekten, mantık çok doğru ve çok iyi pek çok kural içermesine
karşın, onda araya karışmış o kadar çok zararlı ve gereksiz başka
kural vardır ki onları ayıklamak hemen hemen henüz yontulmamış bir
mermer kitlesinden bir Diana ya da bir Minerva çıkarmak kadar
güçtür. Sonra, eskilerin ayrıştırmasına ve yenilerin cebirine
gelince, çok soyut konularla ilgilenmeleri ve hiçbir işe yaramaz
görünmeleri dışında, birincisi her zaman biçimlerin
belirlenmesiyle sınırlanmıştır ve imgelemi yormadan anlığı
çalıştıramaz; ikinciye gelince, bazı kurallara ve bazı rakamlara o
kadar bağımlıdır ki zihni geliştiren bir bilim olmak yerine zihni
engelleyen karışık ve karanlık bir sanat olur. Bu, her üçünün
yararlarını içeren ve yanlışlarını dışlayan başka bir yöntem
aramak gerektiğini düşünmeme neden oldu. Yasaların çokluğu çok
zaman kötülüklere özürler sağlar, oysa az sayıda olan ama
insanların sıkı sıkıya uyduğu yasalara sahip olan bir devlet daha
iyi örgütlenmiştir; bunun gibi mantığı oluşturan çok sayıda kural
yerine dört kuralın bana yeteceğine inandım, yeter ki onlara
uymaktan bir kere bile geri kalmamak konusunda sağlam ve değişmez
bir karar almış olayım.
Birincisi, doğruluğunu apaçık bilmediğim bir şeyi doğru diye
almamak, yani acelecilikten ve önyargıdan özenle kaçınmak,
yargılarımda zihnime açık ve seçik bir biçimde gelen ve hiçbir
biçimde kuşkuya koyamadığım şeylerin dışında herhangi bir şeyi
tanımamak.
İkincisi, inceleyeceğim güçlüklerden her birini olabildiğince
parçalara ayırmak ve onları en iyi çözümlenebilecek duruma
getirmek.
Üçüncüsü, düşüncelerimi en basit ve tanınması en kolay olan
nesnelerden başlayarak ve yavaş yavaş, derece derece ilerleyerek
en karmaşık bilgilere kadar götürmek ve doğal olarak birbiri
ardından gelmeyen şeyler arasında da bir düzen varsaymak.(16)
Sonuncusu, her yerde bütünsel saymalar ve en genel gözden
geçirmeler yaparak hiçbir şeyi dışta bırakmadığımdan güvenli
olmak.(17)
Geometricilerin en güç göstermelere ulaşmak için kullanma
alışkanlığında oldukları tümüyle basit ve kolay olan bu uzun
nedenler zinciri, insanların bilgisine ulaşabildikleri her şeyin
aynı biçimde birbirine bağlandığını ve doğru olmayan bir şeyi
doğru diye almamak ve birinin öbüründen çıktığı sırayı izlemek
koşuluyla bunlardan erişilmeyecek kadar uzak ve bulunamayacak
kadar gizli bir şeyin kalmayacağını düşünme olanağı sağlamıştı
bana. Böylece hangi şeylerle başlamak gerektiğini aramakta çok
güçlük çekmedim: çünkü en basit ve tanınması en kolay şeylerle
başlamak gerektiğini zaten biliyordum; bilimlerde önceden doğruyu
araştırmış olanlar arasında yalnızca matematikçilerin bazı
göstermeler yani bazı kesin ve apaçık nedenler bulabildiğini göz
önünde tutarak, onların inceledikleri aynı şeylerden başlamam
gerektiğinden kuşkuya düşmüyordum; bundan beklediğim tek yarar
zihnimi doğrularla beslenmeye ve boş nedenlerle yetinmemeye
alıştırmaktı. Ama bunun için genellikle matematikler
(18) denilen tüm özel bilimleri
öğrenmeye çalışmayı amaç edinmedim, bu bilimlerin konularının
değişik olmasına karşın tümünün çeşitli ilişkiler ya da oranlardan
başka bir şeyi incelememek konusunda birbirlerine uymaktan geri
durmadıklarını görerek, bu oranları, onların bana bilgiyi daha
kolay sağlayacak şeylerde bulunduklarını varsayarak ve daha sonra
uygun gelecekleri tüm şeylere daha iyi uygulanabilmeleri için
onları hiçbir biçimde zorlamayarak, genel olarak yalnızca bu
oranları incelememin daha iyi olacağını düşündüm. Sonra onları
bilmek için bazen herbirini özellikle ele almak ve bazen de onları
yalnızca anımsamak ya da birçoğunu birlikte anlamak gereksinimi
duyacağımı göz önünde tutarak, düşündüm ki, onları ayrıca
incelemem için çizgiler olarak tasarlamam gerekiyordu; çünkü
onlardan ne daha basit bir şey bulabiliyor, ne de imgelemim ve
duyularımla onlardan daha seçik olarak kurgulayabileceğim herhangi
bir şey görebiliyordum; ne var ki onları anımsamak ya da birçoğunu
bir arada kavramak için onları olabildiğince kısa bazı işaretlerle
açıklamam gerekiyordu; böylece geometrik ayrıştırmanın ve cebirin
en iyi yanlarını alıyor ve birinin yanlışını öbürüyle
düzeltiyordum.(19)
Gerçekten, seçmiş olduğum bu pek az ilkeye tam tamına uymak bana
genel olanlardan başlayarak bu iki bilimin kapsadığı tüm sorunları
çözme kolaylığını verdi, öyle ki en basit ve en genel olanlardan
başlayarak onları incelemeye iki üç ayımı verdim, bulduğum her
doğru sonra başkalarını bilmeme yarayacak bir kural oldu, böylece
eskiden bana çok güç gelen pek çok sorunun da üstesinden geldim,
ama sonuna doğru bilmediklerimin de hangi yolla ve nereye kadar
çözülebileceğini belirleyebildiğimi de sanıyorum. Her şeyin bir
doğrusu olduğunu, o doğruya ulaşan herhangi bir kişinin o şeyi
bilinebileceği ölçüde bildiğini, örneğin aritmetik öğrenmiş bir
çocuğun kurallara uyarak bir toplama yaptığında ele aldığı toplam
konusunda insan zihninin bulabileceği her şeyi bulduğundan güvenli
olduğunu bilirseniz söylediklerimin pek de boş şeyler olmadığını
göreceksiniz. Çünkü, sonunda, doğru sırayı izlemeyi ve aranılan
şeyin tüm koşullarının tam tamına sayımını yapmayı öğreten yöntem,
aritmetiğin kurallarına kesinliği veren her şeyi içerir.
Ama bu yöntemde beni en çok hoşnut eden şey onunla her konuda
usumu yetkin olarak değilse bile en azından gücümün yettiğince en
iyi biçimde kullanmaktan güvenli olmamdı; ayrıca, bu yöntemi
uygularken zihnimin konularını yavaş yavaş daha açık ve daha seçik
bir biçimde kavramaya alıştığını seziyordum ve bu yöntemi özel
herhangi bir konuya bağımlı kılmadan cebirin güçlüklerinde
yaptığım gibi başka bilimlerin güçlüklerine de yararlı bir biçimde
uygulamayı tasarlıyordum. Bunun için kendini ortaya koyan her şeyi
hemen incelemeye girişmem doğru olmazdı; çünkü, bu, yöntemimin
belirlediği düzene ters düşerdi. Ancak onların ilkelerinin tümüyle
felsefeden alındığını ve felsefede şu güne kadar doğru ilkeler
bulmadığımı göz önünde tutarak, her şeyden önce felsefede doğru
ilkeler yerleştirmeye çalışmam gerektiğini düşündüm; bu da
dünyanın en önemli şeyiydi ve ben aceleciliğin ve önyargılılığın
en çok korkulası olduğu yerde, o zamanki yirmi üç yaşımdan daha
olgun bir yaşa ermeden, o zamandan önce edinmiş olduğum tüm yanlış
görüşleri söküp atarak olduğu kadar, daha sonra usavurmalarıma
konu olacak pek çok deney toplamak ve benimsemiş olduğum yöntemde
giderek daha güçlü olmak için bir takım alıştırmalar yaparak
kendimi hazırlamadan, onda en uç noktaya varmaya kalkmamalıydım.
(20)
DİPNOTLAR
9. Filozofun burada sözünü
ettiği savaşlar Otuz Yıl Savaşları'dır. 1618-1648 arasında
Avrupa'yı, özellikle Kutsal İmparatorluk topraklarını kana bulamış
olan bu savaşlar din savaşları görünümündeydi ama özellikle
Habsburglarla Burbonları karşı karşıya getiriyordu, yani siyasal
bir anlaşmazlığa dayanıyordu. Fransa'yla İspanya arasında 1659'a
kadar uzayan Otuz Yıl Savaşları Kutsal İmparatorluk'un
parçalanmasına yol açtı.
10. Bohemya (1617) ve Macaristan (1618) kralı Ferdinand
imparatorluk tacını giyerek Ferdinand II von Habsburg adını aldı.
Karl von Habsburg'un oğlu ve Maximilian II'nin yeğeniydi.1578'de
Graz'da doğmuş, 1637'de Viyana'da ölmüştür.
11. Biz "soba başında" diye çevirdik ama Descartes dans un
poêle yani "sobada" diyor ve elbette "sobayla ısıtılmış odada"
demek istiyor.
12. Descartes mitolojide Sparta'nın kurucusu olarak adı
geçen Lykurgos'dan söz ediyor. Büyük bir gezgin olduğu, Sparta
yasalarını hazırladıktan sonra çıkıp gittiği ve bir daha dönmediği
söylenir.
13. Descartes burada özellikle eski bir tartışmayı
belirtir: mantık bir sanat mı, yoksa bir bilim midir? Filozof,
Aziz Tommaso'ya dayanan bir çözümü benimsemiş gibidir: mantık hem
bir bilimdir, hem de başka bilimlerin kurulmasını sağlayan bir
sanattır.
14. Her zaman skolastiğe yöneltilen başlıca eleştiri budur:
tasarım yönteminde sonuç ya da vargı doğrudan doğruya öncüllerden
çıkarılır, bir başka deyişle çıkarımla elde edilen bilgi
öncüllerde zaten içerilmiştir, dolayısıyla bu çerçevede
tümdengelim yapmak yeni bir şey söylemek değil, yalnızca bilineni
yinelemektir. "Bütün insanlar ölümlüdür / Sokrates insandır /
Sokrates de ölümlüdür" dediğimde Sokrates'in ölümlü oluşunu
doğrudan doğruya insanın ölümlü olmasından çıkarıyorum. Bu
biçimsel yönteme karşı Descartes matematiksel tümdengelimi
önerecektir.
15. Özgün metinde adı "Lulle" olarak geçen kişinin asıl adı
Lulio'dur (Latince'si Lullus). Raimondo Lulio (Katalanca'sı Ramon
Llull) 1233'te Parma'da doğmuş, 1315'te Bugia'da ölmüş bir
İspanyol dinbilimcisidir ve Müslümanlara, özellikle İbni Rüşd'e ve
yandaşlarına düşmanlığıyla bilinir. İsa'yı düşünde görüp evini
barkını bırakan ve yollara düşen Lulio 1265'te keşiş oldu ve
Müslümanlıkla savaşıma girebilmek için Arapça öğrendi. Büyük sanat
diye adlandırdığı bir mantık yöntemi bulmuştu, bu yöntem sözde en
derin doğruları kavramlardan oluşan bir tür cebirle ortaya
koyuyordu. Ona göre us her şeyi, inancın gizlerini bile ortaya
koyabilirdi. Descartes dostu Beeckman'a yazdığı 29 Nisan 1619
tarihli mektupta şöyle diyor: "Üç gün önce Dordrecht'de bir handa
bilgin bir kişiyle karşılaştım, onunla Lullus'un Ars parva'sı
üzerine söyleştik. Övünüyordu: bu sanatın kurallarını öyle bir
ustalıkla kullanıyormuş ki, kendi söylemesine göre, hangi konuda
olursa olsun bir saat konuşabiliyormuş, sonra aynı konu üzerinde
bir saat daha konuşması istenirse, öncekilerden tümüyle ayrı
sözler bulması istenirse yirmi saat bile konuşabiliyormuş. Buna
inanabiliyorsanız onu kendiniz de görebilirsiniz. Bu adam biraz
geveze bir yaşlıydı ve onun kitaptan edinilmiş bilgileri beyninde
olmaktan çok dudaklarının ucundaydı."
16. Birinci ve ikinci kuralı Descartes daha önce Usun
yönetimi için kurallar'da tek bir kural olarak vermişti, buna göre
yöntemin özü basitten bileşiğe ve bileşikten basite ilerlemeye
dayanıyordu. Bu iki yönlü ilerlemede basite ulaşmak bir tür
ayrıştırmayla, basitten bileşiğe ya da bütüne gitmek de bir tür
bileştirmeyle gerçekleşiyordu. Usun yönetimi için kurallar'ın V.
kuralında Descartes şöyle der: "Tüm yöntem bazı doğruları ortaya
koyabilmek için zihnimizin gözlerini kendilerine doğru çevirmek
durumunda olduğumuz nesnelerin düzeninde ve konumunda yatar. En
karmaşık ve karanlık önermeleri derece derece en basit önermelere
indirgiyorsak, sonra da tüm önermelerin en basitlerinin
sezgisinden gene derece derece tüm öbürlerinin bilgisine
yükselmeye çalışıyorsak bu yöntemi gerçeğe uygun biçimde izliyoruz
demektir."
17. Sayma yöntemi bir bütünde tüm öğeleri gözden geçirmek,
onlardan hiçbirini dışta bırakmadığımızdan güvenli olabilmek için
onları yeniden yeniden saymak anlamına gelir. Daha çok
tümdengelime ağırlık veren Descartes -onun bilgi kuramı da bunu
gerektirmektedir- tümevarımı daha çok bir sayma işlemi olarak
görür, bu noktada Bacon'ın yöntem anlayışından iyiden iyiye
ayrılır. Descartes Kurallar'ın yedincisinde "Bu sayma ya da
tümevarım, önerilen bir soruya bağlı olan her şeyin yeniden gözden
geçirilmesidir" diye bir açıklamada bulunur. Yedinci kural
şöyledir: "Bilimi yetkin kılmak için konumuzu ilgilendiren her
şeyi düşüncenin sürekli ve tam anlamında kesiksiz bir devinimiyle
bütünü içinde ve teker teker gözden geçirmek ve onları yeterli ve
düzenli bir saymada bir araya getirmek gerekir."
18. Skolastikler gökbilim, müzik, optik gibi bilimleri
"matematikler" diye adlandırırlardı. Descartes da bu terimi çok
sık kullanır.
19. Descartes burada bize cebir işaretlerinde yaptığı
yeniliği anımsatıyor. Onun amacı ayrı ayrı alanları teker teker
incelemek değil, bütün bu alanları kucaklayacak ve açıklayacak
evrensel bir bilim kurmaktır, bir başka deyişle evrensel
matematiği gerçekleştirmektir. O aritmetik ve geometri ikilemini
ortadan kaldırmak için sayıları "çizgiler"le (sürekli nicelikler)
açıklıyor.
20. Felsefe tüm öbür bilimleri önceler, çünkü onların
ilkelerini kendinde barındırır. Metafizik temellendirme en önemli
temellendirme olarak daha sonraya bırakılmalıdır. Bu yüzden
Descartes düşünürlüğünün ilk döneminde bir bilim adamı olarak
görünürken daha sonra metafiziğe yönelecektir.
|