...................
YÖNTEM ÜZERİNE KONUŞMA USUNU İYİ KULLANMAK VE BİLİMLERDE DOĞRUYU ARAŞTIRMAK İÇİN   -3

Descartes
Fransızca'dan çeviren ve açıklamaları yazanlar: Afşar Timuçin - Yüksel Timuçin

                         
...................
...................

Sonunda, nasıl oturduğumuz evi yeniden yapmaya başlamadan önce onu yıkmak, gereç sağlamak ve mimar bulmak ya da kendimiz mimarlık yapmak, bu arada özenle plan çizmek yetmezse, aynı zamanda bu iş sürerken rahatça oturulacak bir başka ev bulmak gerekirse, işte tam bunun gibi usum beni yargılarımda kararsız olmaya zorlarken eylemlerimde kararsız kalmayayım (21) ve elimden geldiğince mutlu yaşamayı bundan böyle elden bırakmayayım diye kendime, sizinle paylaşmak istediğim üç ya da dört kuraldan oluşan, geçici bir ahlak anlayışı geliştirdim.

Birincisi, Tanrı'nın çocukluğumdan beri yetişmem için bana bağışladığı dine sıkı sıkıya bağlı kalarak ülkemin yasalarına ve alışkanlıklarına uymak ve tüm öbür konularda birlikte yaşayacağım en sağduyulu kimselerin uygulamada hep birlikte benimsediği en ılımlı ve aşırılıktan en uzak görüşleri izleyerek kendimi yönetmektir. Çünkü kendi görüşlerimin tümünü yeniden incelemeyi istediğimden onları yok saymaya başlar başlamaz en sağduyulu kimselerin görüşlerini izlemekten daha iyi bir şey yapamayacağıma güveniyordum. İranlılar ya da Çinliler arasında bizim aramızda olanlar kadar sağduyulu kimseler olabilse de, bana birlikte yaşayacaklarımın görüşlerini kendime örnek almak daha yararlı görünüyordu; görüşlerinin gerçekten ne olduğunu bilmek için, yalnızca göreneklerimizin bozulmuşluğundan inandığı her şeyi söyleyecek pek az insan bulunduğundan değil, ama birçoğunun kendilerinin de bunu bilmemesinden ötürü söylediklerinden çok yaptıklarına bakmam gerekiyordu; çünkü insanın bir şeye inanmasını sağlayan düşünce eylemiyle insanın bir şeye inandığını bilmesini sağlayan düşünce eylemi birbirinden ayrıdır, genellikle onlardan biri varsa öbürü yoktur. Aynı yaygınlıkta benimsenen birçok görüş arasından ben en ılımlılarını seçiyordum: çünkü bunlar uygulamaya her zaman en uygun olanlardı ve tüm aşırılıklar kötü sayıldığından büyük bir olasılıkla en iyileriydi; öte yandan aşırı noktalardan birini seçmişsem, yanıldığımda doğru yoldan iyice ayrılmamam için, öbür aşırı noktaya tutunmam gerekecekti. Özellikle insanın özgürlüğünü kısıtlayan tüm yükümlülükleri aşırılıklar arasına koyuyordum. Benim bu söylediklerimden iyi bir amaçla zayıf ruhların kararsızlığını gidermek için ya da hatta dindışı bir amaçla insanlar arasındaki ticari ilişkilerin güvenliği için tutarlı olmayı gerektiren yeminlerin ya da sözleşmelerin dayandığı yasaları doğru bulmadığım sonucu çıkarılmasın ama, dünyada her zaman aynı durumda kalan herhangi bir şey görmediğim için ve kendi payıma yargılarımı giderek yetkinleştirmeye ve onları daha kötü kılmamaya karar verdiğim için, onayladığım bazı şeyler artık iyi olmadıklarında ya da artık onları öyle değerlendirmediğimde bu şeyleri iyi diye almaya kendimi zorlayacak olursam, sağduyuya karşı büyük bir yanlış yapmış olacağımı düşünürdüm.

İkinci kuralım, eylemlerimde elimden geldiğince tutarlı ve kararlı olmak ve en kuşku götürür görüşlerin bile bir kere çok güvenli olduklarına karar verdiğim zaman onları dirençle izlemek olacaktı. Bu konuda, ormanda yolunu şaşırmış yolcuları örnek alacaktım, ormanda yolunu şaşırmış yolcular bir o yana bir bu yana fır dönerek dolaşmamalılar, bir yerde durup kalmamalılar da, ama olabildiğince aynı yöne doğru hep dosdoğru yürümeliler ve başlangıçta o yolu seçmeye belki yalnız rastlantıyla karar vermiş olsalar da sıradan nedenlerle yollarını değiştirmemeliler: çünkü bu yolla tam istedikleri yere gidemeseler de hiç değilse sonunda büyük bir olasılıkla bir ormanın ortasında olmaktan daha iyi bir yere varacaklardır. Böylece yaşamın eylemleri insana süre tanımadığından, çok kesin bir doğru vardır, o da en doğru görüşleri belirleyecek durumda olmadığımız zaman en olası görüşleri izlemek zorunda olduğumuzdur; ayrıca görüşlerden hangisinin hangisinden daha olası olduğunu belirleyemediğimiz zaman bunların bazıları üzerinde karar kılmamız ve sonra bunların uygulamayla ilgili olduklarını göz önünde tutarak bunları kuşku götürür görüşler olarak değil de doğru ve kesin görüşler olarak değerlendirmemiz gerekir, çünkü bizi buna iten bir neden vardır. Bu, rasgele iyi diye uyguladıkları şeyleri sonra kötü diye yargılayan zayıf ve kararsız insanların vicdanlarını karıştıran tüm pişmanlıklardan ve azaplardan hemen kurtulmamı sağladı.

Üçüncü kuralım (22), her zaman yazgıdan çok kendimi yenmeye, dünyanın düzenini değiştirmekten çok arzularımı değiştirmeye çalışmak ve genellikle düşüncemizin dışında herhangi bir şeye tümüyle egemen olamayacağımıza göre, dışımızdaki şeylerle ilgili olarak elimizden geleni yaptıktan sonra bizi başarmaktan alıkoyan her şeyin bizim açımızdan mutlak olarak olanaksız olduğuna inanmaya alışmaktır. Bu beni elimde olmayan bir gelecekle ilgili isteklere kapılmaktan ve böylece kendimi hoşnut etmekten engellemek konusunda yeterli görünüyordu. Çünkü istemimiz doğal olarak yalnızca anlığımızın ona herhangi bir biçimde olası gösterdiği şeyleri arzulamaya yöneldiğinden, elbette bizim dışımızda olan tüm iyi şeyleri aynı zamanda gücümüzü aşan şeyler diye belirlersek, doğuşumuza bağlı görünen yoksunluklar kendi yanlışımızın sonucu olmadığı zaman Çin ya da Meksika krallıklarına sahip olmadığımıza üzülmeyiz; hep denildiği gibi zorunlulukları erdem sayarak, hastaysak sağlıklı olmayı ya da hapisteysek özgür olmayı, elmaslardan daha dirençli maddelerden yapılmış bedenlere ya da kuşlar gibi uçmak için kanatlara sahip olmayı istemeyeceğiz. Ama her şeye bu açıdan bakmaya alışmak için uzun bir çabaya ve hep kendi üstüne düşen bir düşünceye gereksinim olduğunu söylüyorum; ve eskiden yazgının egemenliğinden kendini kurtaran, acılara ve yoksulluğa karşın mutlulukta tanrılarıyla yarışan bu filozofların (Stoacılar) gizi özellikle buna dayanıyordu. Çünkü hep doğanın kendileri için çizdiği sınırları belirlemeye çalışarak düşüncelerinden başka hiçbir şeye egemen olamayacaklarına, bunun onları başka şeyler için herhangi bir heyecan duymaktan alıkoyacağına iyice inanıyorlardı; düşüncelerini öylesine mutlak bir biçimde kullanıyorlardı ki, doğanın ve yazgının çokça desteklediği ama bu felsefeye bağlı olmadıkları için her istediklerini kullanamayan insanlardan kendilerini daha zengin, daha güçlü, daha özgür, daha mutlu saymakta bir bakıma haklıydılar.

Sonunda, bu ahlak anlayışına sonuç olarak, bu yaşamda insanların en iyiyi seçmeye çalışmak için yaptıkları çeşitli işleri gözden geçirmeyi düşündüm (23); başkalarının işlerinden söz etmek istemeden, kendi işimde de bulunduğum yerden, yani tüm yaşamımı usumu geliştirmeye ve kendimi yükümlü kıldığım yöntemi izleyerek elimden geldiğince doğrunun bilgisinde ilerlemeye adamayı sürdürmekten daha iyisini yapamayacağımı düşünüyordum. Bu yöntemi kullanmaya başlayalı öylesine büyük sevinçler yaşamıştım ki, bu yaşamda ondan daha tatlı, daha masum bir sevinç olabileceğini sanmıyordum; her gün bu yöntemle bana oldukça önemli görünen ve genellikle başka insanların bilmediği bazı doğrular ortaya koyarak ruhumu öylesine sevinçle dolduruyordum ki bunun ötesinde hiçbir şey beni ilgilendirmiyordu. Ayrıca önceki üç kural yalnızca kendimi yetiştirmeyi sürdürmem amacına yönelikti: Tanrı doğruyla yanlışı ayırt etmemiz için her birimize bir ışık vermiş olduğundan zamanı gelince onları incelemek için kendi yargı gücümü kullanmayı düşünmeseydim bir an bile başkalarının görüşleriyle yetinmek zorunda olduğuma inanmazdım ve başkalarının görüşlerini izleyerek, varsa daha iyilerini bulmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığıma inanabilseydim tedirginlikten kurtulmazdım. Sonunda, gücümün yettiğince tüm bilgileri edinmemi sağlayacağını düşünerek bir yol izlemeseydim ve aynı yolla elimde olan tüm gerçek iyilikleri de edinmeyi düşünmeseydim, ne arzularımı sınırlayabilir ne de mutlu olabilirdim, öyle ki istemimiz ancak anlığımızın ona iyi ya da kötü gösterdiğine göre herhangi bir şeyi istemeye ya da yadsımaya yöneldiğinden iyi yapmak için iyi yargılamak yeterlidir ve en iyiyi yapabilmek için de yani tüm erdemleri elde edebilmek ve onunla birlikte elde edilebilecek tüm iyilikleri elde edebilmek için olabildiğince iyi yargılamak yeterlidir, bu kesin olduğu zaman mutlu olmamak olası değildir.

Böylece bu kuralları koyduktan ve onları inancımda her zaman birinci yeri alan inanç doğrularıyla birlikte bir yana ayırdıktan sonra geri kalan tüm görüşlerimden özgürce kurtulmaya girişebileceğim yargısına vardım. Öyle ki, bunu bu düşünceleri elde ettiğim soba başında daha uzun süre kapanıp kalmaktan çok insanlarla konuşarak daha iyi başaracağımı umuyordum, kış daha bitmeden yola koyuldum. Sonra, dokuz yıl boyunca dünyada orada burada dolaşmaktan başka bir şey yapmadım; dünyada oynanan tüm komedilerde oyuncu olmaktan çok izleyici olmaya çalışarak kuşku götürebilecek ve bizi yanıltabilecek her konu üzerinde özellikle düşünerek, zihnimden, ona daha önce sızmış olabilecek tüm yanlışları temizliyordum. Bunun için, kuşkulanmak için kuşkulanan ve her zaman çözümsüz olmayı isteyen kuşkuları örnek alıyor değildim: çünkü, tersine, tüm amacım kesin olarak güvenli olmaya ve kayayı ya da kili bulmak için kaygan toprağı ve kumu atmaya yönelmekti. Sanırım bu da benim oldukça başarılı olmamı sağlıyordu, öyle ki incelediğim önermelerin yanlışlığını ya da kesinliksizliğini zayıf sanılarla değil, açık ve güvenli usavurmalarla ortaya çıkarmaya çalışırken, onlarda çok kuşku götürür şeylerle karşılaşmadım, kesin hiçbir şey içermedikleri zaman bile onlardan her zaman oldukça kesin bazı sonuçlar çıkarıyordum. Eski bir evi yıkarken onun yıkıntılarını doğal olarak yenisini yapmakta kullanmak için sakladığımız gibi, kötü temellendirilmiş diye düşündüğüm görüşlerimin tümünü yıkarken çeşitli gözlemler yapıyordum ve birçok deney kazanıyordum, bunlar o zamandan beri daha kesin görüşleri oluşturmakta bana yardımcı oldular. Ayrıca, kendim için ortaya koyduğum yöntemi kullanmayı sürdürüyordum; çünkü genel olarak tüm düşüncelerimi onun kurallarına göre yönlendirmenin ötesinde, zaman zaman kendime birkaç saat ayırıp onu özel olarak matematiğin güçlüklerine ya da bu kitapta açıklanmış olan birçoğunda göreceğiniz gibi, öbür bilimlerin yeterince sağlam bulmadığım tüm ilkelerinden ayrı tutarak matematiklerdeki güçlüklerle az çok benzer kıldığım başka güçlüklere uyguluyordum. Böylece, görünüşte tatlı ve masum bir yaşam geçirmekten başka bir işi olmadığından hazları kötülüklerden ayırmakla uğraşan ve boş vakitlerinde sıkılmamak için yaraşır olan tüm eğlencelerden yararlanan biri gibi, belki kitap okumaktan ya da bilim adamlarıyla görüşmekten daha çok amacımı sürdürmeyi ve doğrunun bilgisinden yararlanmayı elden bırakmıyordum.

Bununla birlikte, bilginler arasında tartışılagelen güçlüklerle ilgili seçimimi yapmadan, geçerli felsefeden daha kesin hiçbir felsefenin temellerini araştırmaya başlamadan, bu dokuz yıl gelip geçti.

Daha önce aynı amaçları olsa da başaramadığını sandığım birçok üstün insan örneği bana o kadar çok güçlük düşündürdü ki bazılarının başardığım söylentisini yaydığını görmeseydim, belki de o an bu işe girişmeye cesaret edemezdim. Bu görüşü neye dayandırdıklarını söyleyemiyorum; konuşmalarımın buna bazı katkıları olduysa, bu biraz okumuş olanların yapma alışkanlığında olmadığı gibi, bilmediğim şeyi en içtenlikle dosdoğru söyleyerek ve belki de hiçbir öğretiyle övünmeden daha çok başkalarının kesin saydığı pek çok şeyden kuşkulanıyor oluşumun nedenlerin göstermem olmuş olmalıdır. Ama kendini olduğundan başka biri gibi almak istemeyecek kadar onurlu olduğum için, bana verilen üne yaraşır olmaya tüm araçları kullanarak çalışmam gerektiğini düşünüyordum; tam sekiz yıl önce bu arzuyla tanıdıklarımın bulunabileceği her yerden uzaklaşmaya ve buraya (24) çekilmeye karar verdim, bu ülkede uzun süren savaş (25) öyle bir düzen kurmuştur ki orada bulunan ordular ancak barışın meyvelerinden olabildiğince güvenli bir biçimde yararlanmayı sağlasın diye oluşturulmuş gibidir; böylece çok etkin ve başkalarının işlerine meraklı olmaktan çok, kendi işlerinde çok özenli olan büyük bir insan kalabalığının arasında, en kalabalık kentlerde, hiçbir kolaylıktan yoksun kalmadan en uzak çöllerdeki kadar yalnız ve kopmuş yaşayabildim.



DİPNOTLAR

21. Kuramda çözülmemiş sorun bizi askıda bırakır, güçlüklere iter. Eylemde çözülmemiş sorun yaşama sayısız güçlük çıkarır. Çözümsüzlük kuramda olduğu kadar eylemde de tedirgin eder filozofu. Eylem alanında kararsızlığı gidermek için bazı davranış kurallarını benimsemek gerekmektedir.
22. Üçüncü kural tümüyle Stoacı bir kavrayışı içerir. Bu çerçevede bu kural tümüyle kendine söz geçirebilme ya da kendine egemen olma düşüncesine dayanır. Descartes, Stoa filozoflarında yetkin bilgin tipini bulur.
23. Burada dördüncü bir kural karşımıza çıkıyor. Zaten Descartes üçüncü bölümün başlarında "üç ya da dört kuraldan oluşan" demişti. Filozof, yöntemini ortaya koyarken yaptığı gibi, burada da kendisi için benimsenebilir bir formül ortaya koyuyor. İlk üç kural herkes için geçerli olabilirken, bu örtülü dördüncü kural Descartes'ın kişisel seçimleriyle ilgilidir.
24. Descartes "buraya" derken "Hollanda'ya" demek istemektedir. Hollanda Descartes için tüm düşüncesini geliştirmesine olanak verecek dingin bir ortamdır. Siyasal karışıklıklar içindeki Fransa böyle bir gelişim için elverişli değildir. M. Leroy'nın dediği gibi, Descartes "Fransa'dan, kralından ve ailesinden kaçmıştır". Leroy'ya göre "Yaşamı bir tehlikeden aralıksız kaçıştır. O bu tehlikeyi açıkça ortaya koymaz. Ancak bu tehlike mektuplarında ve gezi notlarında sezilir".
25. Hollandalıların İspanyollarla savaşı. 1572'de başlayan bu savaş 1648'e kadar sürdü. XVII. yüzyılın Hollandası bugünkü Hollanda'dan çok büyüktü, bugünkü Belçika, Lüksemburg, bir bölüm Fransa toprağını içeriyordu. Bu topraklar uzun süre Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'na bağlı kaldı. İmparatorluğun parçalanmasıyla İspanyolların denetimine giren ülkede gelişmekte olan ulusallık bilinci halkı toplum sorunları karşısında duyarlı kılıyordu. 1566 ve 1572 ayaklanmaları, ardından 1576 ayaklanması İspanyollarca kanlı bir biçimde bastırılmıştı.

 

1      2      3      4      5      6      7