Sonunda,
nasıl oturduğumuz evi yeniden yapmaya başlamadan önce onu yıkmak,
gereç sağlamak ve mimar bulmak ya da kendimiz mimarlık yapmak, bu
arada özenle plan çizmek yetmezse, aynı zamanda bu iş sürerken
rahatça oturulacak bir başka ev bulmak gerekirse, işte tam bunun
gibi usum beni yargılarımda kararsız olmaya zorlarken eylemlerimde
kararsız kalmayayım (21) ve
elimden geldiğince mutlu yaşamayı bundan böyle elden bırakmayayım
diye kendime, sizinle paylaşmak istediğim üç ya da dört kuraldan
oluşan, geçici bir ahlak anlayışı geliştirdim.
Birincisi, Tanrı'nın çocukluğumdan beri yetişmem için bana
bağışladığı dine sıkı sıkıya bağlı kalarak ülkemin yasalarına ve
alışkanlıklarına uymak ve tüm öbür konularda birlikte yaşayacağım
en sağduyulu kimselerin uygulamada hep birlikte benimsediği en
ılımlı ve aşırılıktan en uzak görüşleri izleyerek kendimi
yönetmektir. Çünkü kendi görüşlerimin tümünü yeniden incelemeyi
istediğimden onları yok saymaya başlar başlamaz en sağduyulu
kimselerin görüşlerini izlemekten daha iyi bir şey yapamayacağıma
güveniyordum. İranlılar ya da Çinliler arasında bizim aramızda
olanlar kadar sağduyulu kimseler olabilse de, bana birlikte
yaşayacaklarımın görüşlerini kendime örnek almak daha yararlı
görünüyordu; görüşlerinin gerçekten ne olduğunu bilmek için,
yalnızca göreneklerimizin bozulmuşluğundan inandığı her şeyi
söyleyecek pek az insan bulunduğundan değil, ama birçoğunun
kendilerinin de bunu bilmemesinden ötürü söylediklerinden çok
yaptıklarına bakmam gerekiyordu; çünkü insanın bir şeye inanmasını
sağlayan düşünce eylemiyle insanın bir şeye inandığını bilmesini
sağlayan düşünce eylemi birbirinden ayrıdır, genellikle onlardan
biri varsa öbürü yoktur. Aynı yaygınlıkta benimsenen birçok görüş
arasından ben en ılımlılarını seçiyordum: çünkü bunlar uygulamaya
her zaman en uygun olanlardı ve tüm aşırılıklar kötü sayıldığından
büyük bir olasılıkla en iyileriydi; öte yandan aşırı noktalardan
birini seçmişsem, yanıldığımda doğru yoldan iyice ayrılmamam için,
öbür aşırı noktaya tutunmam gerekecekti. Özellikle insanın
özgürlüğünü kısıtlayan tüm yükümlülükleri aşırılıklar arasına
koyuyordum. Benim bu söylediklerimden iyi bir amaçla zayıf
ruhların kararsızlığını gidermek için ya da hatta dindışı bir
amaçla insanlar arasındaki ticari ilişkilerin güvenliği için
tutarlı olmayı gerektiren yeminlerin ya da sözleşmelerin dayandığı
yasaları doğru bulmadığım sonucu çıkarılmasın ama, dünyada her
zaman aynı durumda kalan herhangi bir şey görmediğim için ve kendi
payıma yargılarımı giderek yetkinleştirmeye ve onları daha kötü
kılmamaya karar verdiğim için, onayladığım bazı şeyler artık iyi
olmadıklarında ya da artık onları öyle değerlendirmediğimde bu
şeyleri iyi diye almaya kendimi zorlayacak olursam, sağduyuya
karşı büyük bir yanlış yapmış olacağımı düşünürdüm.
İkinci kuralım, eylemlerimde elimden geldiğince tutarlı ve kararlı
olmak ve en kuşku götürür görüşlerin bile bir kere çok güvenli
olduklarına karar verdiğim zaman onları dirençle izlemek olacaktı.
Bu konuda, ormanda yolunu şaşırmış yolcuları örnek alacaktım,
ormanda yolunu şaşırmış yolcular bir o yana bir bu yana fır
dönerek dolaşmamalılar, bir yerde durup kalmamalılar da, ama
olabildiğince aynı yöne doğru hep dosdoğru yürümeliler ve
başlangıçta o yolu seçmeye belki yalnız rastlantıyla karar vermiş
olsalar da sıradan nedenlerle yollarını değiştirmemeliler: çünkü
bu yolla tam istedikleri yere gidemeseler de hiç değilse sonunda
büyük bir olasılıkla bir ormanın ortasında olmaktan daha iyi bir
yere varacaklardır. Böylece yaşamın eylemleri insana süre
tanımadığından, çok kesin bir doğru vardır, o da en doğru
görüşleri belirleyecek durumda olmadığımız zaman en olası
görüşleri izlemek zorunda olduğumuzdur; ayrıca görüşlerden
hangisinin hangisinden daha olası olduğunu belirleyemediğimiz
zaman bunların bazıları üzerinde karar kılmamız ve sonra bunların
uygulamayla ilgili olduklarını göz önünde tutarak bunları kuşku
götürür görüşler olarak değil de doğru ve kesin görüşler olarak
değerlendirmemiz gerekir, çünkü bizi buna iten bir neden vardır.
Bu, rasgele iyi diye uyguladıkları şeyleri sonra kötü diye
yargılayan zayıf ve kararsız insanların vicdanlarını karıştıran
tüm pişmanlıklardan ve azaplardan hemen kurtulmamı sağladı.
Üçüncü kuralım (22), her zaman
yazgıdan çok kendimi yenmeye, dünyanın düzenini değiştirmekten çok
arzularımı değiştirmeye çalışmak ve genellikle düşüncemizin
dışında herhangi bir şeye tümüyle egemen olamayacağımıza göre,
dışımızdaki şeylerle ilgili olarak elimizden geleni yaptıktan
sonra bizi başarmaktan alıkoyan her şeyin bizim açımızdan mutlak
olarak olanaksız olduğuna inanmaya alışmaktır. Bu beni elimde
olmayan bir gelecekle ilgili isteklere kapılmaktan ve böylece
kendimi hoşnut etmekten engellemek konusunda yeterli görünüyordu.
Çünkü istemimiz doğal olarak yalnızca anlığımızın ona herhangi bir
biçimde olası gösterdiği şeyleri arzulamaya yöneldiğinden, elbette
bizim dışımızda olan tüm iyi şeyleri aynı zamanda gücümüzü aşan
şeyler diye belirlersek, doğuşumuza bağlı görünen yoksunluklar
kendi yanlışımızın sonucu olmadığı zaman Çin ya da Meksika
krallıklarına sahip olmadığımıza üzülmeyiz; hep denildiği gibi
zorunlulukları erdem sayarak, hastaysak sağlıklı olmayı ya da
hapisteysek özgür olmayı, elmaslardan daha dirençli maddelerden
yapılmış bedenlere ya da kuşlar gibi uçmak için kanatlara sahip
olmayı istemeyeceğiz. Ama her şeye bu açıdan bakmaya alışmak için
uzun bir çabaya ve hep kendi üstüne düşen bir düşünceye gereksinim
olduğunu söylüyorum; ve eskiden yazgının egemenliğinden kendini
kurtaran, acılara ve yoksulluğa karşın mutlulukta tanrılarıyla
yarışan bu filozofların (Stoacılar) gizi özellikle buna
dayanıyordu. Çünkü hep doğanın kendileri için çizdiği sınırları
belirlemeye çalışarak düşüncelerinden başka hiçbir şeye egemen
olamayacaklarına, bunun onları başka şeyler için herhangi bir
heyecan duymaktan alıkoyacağına iyice inanıyorlardı; düşüncelerini
öylesine mutlak bir biçimde kullanıyorlardı ki, doğanın ve
yazgının çokça desteklediği ama bu felsefeye bağlı olmadıkları
için her istediklerini kullanamayan insanlardan kendilerini daha
zengin, daha güçlü, daha özgür, daha mutlu saymakta bir bakıma
haklıydılar.
Sonunda, bu ahlak anlayışına sonuç olarak, bu yaşamda insanların
en iyiyi seçmeye çalışmak için yaptıkları çeşitli işleri gözden
geçirmeyi düşündüm (23); başkalarının
işlerinden söz etmek istemeden, kendi işimde de bulunduğum yerden,
yani tüm yaşamımı usumu geliştirmeye ve kendimi yükümlü kıldığım
yöntemi izleyerek elimden geldiğince doğrunun bilgisinde
ilerlemeye adamayı sürdürmekten daha iyisini yapamayacağımı
düşünüyordum. Bu yöntemi kullanmaya başlayalı öylesine büyük
sevinçler yaşamıştım ki, bu yaşamda ondan daha tatlı, daha masum
bir sevinç olabileceğini sanmıyordum; her gün bu yöntemle bana
oldukça önemli görünen ve genellikle başka insanların bilmediği
bazı doğrular ortaya koyarak ruhumu öylesine sevinçle
dolduruyordum ki bunun ötesinde hiçbir şey beni ilgilendirmiyordu.
Ayrıca önceki üç kural yalnızca kendimi yetiştirmeyi sürdürmem
amacına yönelikti: Tanrı doğruyla yanlışı ayırt etmemiz için her
birimize bir ışık vermiş olduğundan zamanı gelince onları
incelemek için kendi yargı gücümü kullanmayı düşünmeseydim bir an
bile başkalarının görüşleriyle yetinmek zorunda olduğuma
inanmazdım ve başkalarının görüşlerini izleyerek, varsa daha
iyilerini bulmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığıma inanabilseydim
tedirginlikten kurtulmazdım. Sonunda, gücümün yettiğince tüm
bilgileri edinmemi sağlayacağını düşünerek bir yol izlemeseydim ve
aynı yolla elimde olan tüm gerçek iyilikleri de edinmeyi
düşünmeseydim, ne arzularımı sınırlayabilir ne de mutlu
olabilirdim, öyle ki istemimiz ancak anlığımızın ona iyi ya da
kötü gösterdiğine göre herhangi bir şeyi istemeye ya da yadsımaya
yöneldiğinden iyi yapmak için iyi yargılamak yeterlidir ve en
iyiyi yapabilmek için de yani tüm erdemleri elde edebilmek ve
onunla birlikte elde edilebilecek tüm iyilikleri elde edebilmek
için olabildiğince iyi yargılamak yeterlidir, bu kesin olduğu
zaman mutlu olmamak olası değildir.
Böylece bu kuralları koyduktan ve onları inancımda her zaman
birinci yeri alan inanç doğrularıyla birlikte bir yana ayırdıktan
sonra geri kalan tüm görüşlerimden özgürce kurtulmaya
girişebileceğim yargısına vardım. Öyle ki, bunu bu düşünceleri
elde ettiğim soba başında daha uzun süre kapanıp kalmaktan çok
insanlarla konuşarak daha iyi başaracağımı umuyordum, kış daha
bitmeden yola koyuldum. Sonra, dokuz yıl boyunca dünyada orada
burada dolaşmaktan başka bir şey yapmadım; dünyada oynanan tüm
komedilerde oyuncu olmaktan çok izleyici olmaya çalışarak kuşku
götürebilecek ve bizi yanıltabilecek her konu üzerinde özellikle
düşünerek, zihnimden, ona daha önce sızmış olabilecek tüm
yanlışları temizliyordum. Bunun için, kuşkulanmak için kuşkulanan
ve her zaman çözümsüz olmayı isteyen kuşkuları örnek alıyor
değildim: çünkü, tersine, tüm amacım kesin olarak güvenli olmaya
ve kayayı ya da kili bulmak için kaygan toprağı ve kumu atmaya
yönelmekti. Sanırım bu da benim oldukça başarılı olmamı
sağlıyordu, öyle ki incelediğim önermelerin yanlışlığını ya da
kesinliksizliğini zayıf sanılarla değil, açık ve güvenli
usavurmalarla ortaya çıkarmaya çalışırken, onlarda çok kuşku
götürür şeylerle karşılaşmadım, kesin hiçbir şey içermedikleri
zaman bile onlardan her zaman oldukça kesin bazı sonuçlar
çıkarıyordum. Eski bir evi yıkarken onun yıkıntılarını doğal
olarak yenisini yapmakta kullanmak için sakladığımız gibi, kötü
temellendirilmiş diye düşündüğüm görüşlerimin tümünü yıkarken
çeşitli gözlemler yapıyordum ve birçok deney kazanıyordum, bunlar
o zamandan beri daha kesin görüşleri oluşturmakta bana yardımcı
oldular. Ayrıca, kendim için ortaya koyduğum yöntemi kullanmayı
sürdürüyordum; çünkü genel olarak tüm düşüncelerimi onun
kurallarına göre yönlendirmenin ötesinde, zaman zaman kendime
birkaç saat ayırıp onu özel olarak matematiğin güçlüklerine ya da
bu kitapta açıklanmış olan birçoğunda göreceğiniz gibi, öbür
bilimlerin yeterince sağlam bulmadığım tüm ilkelerinden ayrı
tutarak matematiklerdeki güçlüklerle az çok benzer kıldığım başka
güçlüklere uyguluyordum. Böylece, görünüşte tatlı ve masum bir
yaşam geçirmekten başka bir işi olmadığından hazları kötülüklerden
ayırmakla uğraşan ve boş vakitlerinde sıkılmamak için yaraşır olan
tüm eğlencelerden yararlanan biri gibi, belki kitap okumaktan ya
da bilim adamlarıyla görüşmekten daha çok amacımı sürdürmeyi ve
doğrunun bilgisinden yararlanmayı elden bırakmıyordum.
Bununla birlikte, bilginler arasında tartışılagelen güçlüklerle
ilgili seçimimi yapmadan, geçerli felsefeden daha kesin hiçbir
felsefenin temellerini araştırmaya başlamadan, bu dokuz yıl gelip
geçti.
Daha önce aynı amaçları olsa da başaramadığını sandığım birçok
üstün insan örneği bana o kadar çok güçlük düşündürdü ki
bazılarının başardığım söylentisini yaydığını görmeseydim, belki
de o an bu işe girişmeye cesaret edemezdim. Bu görüşü neye
dayandırdıklarını söyleyemiyorum; konuşmalarımın buna bazı
katkıları olduysa, bu biraz okumuş olanların yapma alışkanlığında
olmadığı gibi, bilmediğim şeyi en içtenlikle dosdoğru söyleyerek
ve belki de hiçbir öğretiyle övünmeden daha çok başkalarının kesin
saydığı pek çok şeyden kuşkulanıyor oluşumun nedenlerin göstermem
olmuş olmalıdır. Ama kendini olduğundan başka biri gibi almak
istemeyecek kadar onurlu olduğum için, bana verilen üne yaraşır
olmaya tüm araçları kullanarak çalışmam gerektiğini düşünüyordum;
tam sekiz yıl önce bu arzuyla tanıdıklarımın bulunabileceği her
yerden uzaklaşmaya ve buraya (24)
çekilmeye karar verdim, bu ülkede uzun süren savaş
(25) öyle bir düzen kurmuştur ki
orada bulunan ordular ancak barışın meyvelerinden olabildiğince
güvenli bir biçimde yararlanmayı sağlasın diye oluşturulmuş
gibidir; böylece çok etkin ve başkalarının işlerine meraklı
olmaktan çok, kendi işlerinde çok özenli olan büyük bir insan
kalabalığının arasında, en kalabalık kentlerde, hiçbir kolaylıktan
yoksun kalmadan en uzak çöllerdeki kadar yalnız ve kopmuş
yaşayabildim.
DİPNOTLAR
21. Kuramda çözülmemiş sorun bizi askıda bırakır,
güçlüklere iter. Eylemde çözülmemiş sorun yaşama sayısız güçlük
çıkarır. Çözümsüzlük kuramda olduğu kadar eylemde de tedirgin eder
filozofu. Eylem alanında kararsızlığı gidermek için bazı davranış
kurallarını benimsemek gerekmektedir.
22. Üçüncü kural tümüyle Stoacı bir kavrayışı içerir. Bu
çerçevede bu kural tümüyle kendine söz geçirebilme ya da kendine
egemen olma düşüncesine dayanır. Descartes, Stoa filozoflarında
yetkin bilgin tipini bulur.
23. Burada dördüncü bir kural karşımıza çıkıyor. Zaten
Descartes üçüncü bölümün başlarında "üç ya da dört kuraldan
oluşan" demişti. Filozof, yöntemini ortaya koyarken yaptığı gibi,
burada da kendisi için benimsenebilir bir formül ortaya koyuyor.
İlk üç kural herkes için geçerli olabilirken, bu örtülü dördüncü
kural Descartes'ın kişisel seçimleriyle ilgilidir.
24. Descartes "buraya" derken "Hollanda'ya" demek
istemektedir. Hollanda Descartes için tüm düşüncesini
geliştirmesine olanak verecek dingin bir ortamdır. Siyasal
karışıklıklar içindeki Fransa böyle bir gelişim için elverişli
değildir. M. Leroy'nın dediği gibi, Descartes "Fransa'dan,
kralından ve ailesinden kaçmıştır". Leroy'ya göre "Yaşamı bir
tehlikeden aralıksız kaçıştır. O bu tehlikeyi açıkça ortaya
koymaz. Ancak bu tehlike mektuplarında ve gezi notlarında
sezilir".
25. Hollandalıların
İspanyollarla savaşı. 1572'de başlayan bu savaş 1648'e kadar
sürdü. XVII. yüzyılın Hollandası bugünkü Hollanda'dan çok büyüktü,
bugünkü Belçika, Lüksemburg, bir bölüm Fransa toprağını
içeriyordu. Bu topraklar uzun süre Kutsal Roma Germen
İmparatorluğu'na bağlı kaldı. İmparatorluğun parçalanmasıyla
İspanyolların denetimine giren ülkede gelişmekte olan ulusallık
bilinci halkı toplum sorunları karşısında duyarlı kılıyordu. 1566
ve 1572 ayaklanmaları, ardından 1576 ayaklanması İspanyollarca
kanlı bir biçimde bastırılmıştı.
|