|
|
................... |
|
|
DEVLET ADAMI -3 |
Platon
Dr. Behice Boran ile Mehmet Karasan tarafından, B. Jowett'in
İngilizce ve A.Diès'in Fransızca çevirileri temel alınarak
çevrilmiştir. |
|
|
................... |
|
................... |
YABANCI:
Ama insanlar arasında sözde olsun, işte olsun iyilerle kötülerin
ayrılığını gerçekten en iyi gösteren şey, doğru ölçüyü aşan şey,
yahut da ondan aşağıya düşen şey değil midir?
GENÇ SOKRATES: Öyle.
YABANCI:
Öyleyse, büyükle küçüğün iki türlü varlığı, iki türlü
ölçüsü vardır: Öyle ya, biraz önce yaptığımız gibi, yalnız
karşılıklı ilişkileri söylemekle kalmayıp, daha çok şimdi
yaptığımız gibi, bir yandan birbirleriyle, öte yandan da doğru
ölçüyle olan ilişkilerini ayırmalıyız.
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI:
Büyüğün özü ancak küçüğün özüyle ilişkili olur da hiçbir
şeyle ilişkili olmazsa o zaman onun doğru ölçüyle hiçbir ilişkisi
olmaz, değil mi?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Böyle bir görüş bizi sanatlarla, yarattıkları eserleri
yok etmeye götürmez mi? Üstelik de araştırmamızın konusu olan
devlet bilgisiyle gözden geçirdiğimiz dokumacılığı ortadan
kaldırmaz mı? Çünkü bütün bu sanatlar için doğru ölçünün altında ya da üstünde kalan şey, var olmayan bir şey değildir, ama can
sıkıcı bir şeydir. Sanatlar onu yarattıkları eserlerden
uzaklaştırmak isterler. Böylece ölçüyü koruyarak eserlerini iyi ve
güzel kılarlar.
GENÇ SOKRATES: Bu belli.
YABANCI:
Ama devlet sanatını ortadan kaldırırsak, krallık bilimi
üzerine araştırmamız çıkmaz bir yola girmez mi?
GENÇ SOKRATES: Ona kuşku yok.
YABANCI:
O halde, nasıl bundan önce, Bilgicide (Sofist) yokluğu
zorla var kıldıksa, -çünkü yokluğun varlığı, düşünüşümüzün biricik
sığınağıydı- şimdi de, çok azı yalnızca kendi aralarında değil,
oluşturulması gereken doğru ölçüyle de ölçülür kılmak zorundayız.
Çünkü bu noktada anlaşmadıkça, devlet adamının varlığını itiraz
dışı bırakmak olanaksızdır.
GENÇ SOKRATES: Öyleyse önce yaptığımızı burada da elimizden
geldiği kadar yapmaya çalışalım.
YABANCI:
Ama bu, Sokrates, ötekinden daha büyük bir iş. Ötekinin
ne kadar vaktimizi aldığını henüz unutmadık. Ama bu sorun üzerinde
şimdiden şunu doğru olarak söyleyebiliriz.
GENÇ SOKRATES: Neyi?
YABANCI:
Yukarıda söylediğimiz doğru ölçü ilkesine bir gün salt
doğruluğun ne olduğunu kanıtlamak için muhtaç olacağız. Bana öyle
geliyor ki şimdi uğraştığımız sorunda, bir yandan sanatların
gerçek şeyler olduğunu, öte yandan da büyükle küçüğün yalnızca
birbirlerine oranla değil, doğru ölçünün oluşmasına oranla da var
olduğunu ileri süren düşünce ve ona dayanan kanıtlama hem
doğrudur, hem de bu kanıtlama yeter. Çünkü doğru ölçü varsa
sanatlar da vardır; ama ikisinden biri yoksa, hiçbiri yoktur.
GENÇ SOKRATES: Doğru, ama sonra?
YABANCI:
Ölçü sanatını, dediğimiz gibi bölmek için, şüphesiz onu
aşağıdaki bölümlere ayırmamız gerekirdi: Bir yana sayının,
uzunluğun, enliliğin, derinliğin, kalınlıkların kendi
karşıtlarıyla ölçüldüğü sanatları, öte yana doğru ölçüye, uyguna,
yerindeye, gerekliye, en ileriye, en gerinin tam ortasında bulunan
doğru ölçüye göre olan sanatları korduk.
GENÇ SOKRATES: İşte şüphesiz iki geniş bölüm; hem de
birbirinden
çok farklı.
YABANCI:
Gerçekten Sokrates, aklı başında birçok kimsenin, derin
bir gerçek gibi yinelemekten hoşlandıkları şu "ölçü sanatı var
olan her şeye uygulanır" sözü yok mu, işte şimdi biz de onu
söylemek üzereyiz. Doğrusu, bütün sanat eserlerinin, herhangi bir
biçimde, ölçüde payı vardır. Ama insanlar nesneleri incelemek için
türlere ayırmaya alışkın değildir; bunun için, bu türlü ölçüler ne
kadar farklı olurlarsa olsunlar onların benzediklerine hükmederek
aynı olduklarını söylerler; bölümlerine ayırmadıkları başka
şeylerde de tam tersini yaparlar. Oysa doğrusu, birtakım şeyler
arasında bir ortaklık görünce bu ortaklık içinde türleri oluşturan
bütün ayrımları ayırt etmedikçe bu şeyleri elden bırakmamak
gerektiği gibi ; bir çoklukta bir sürü benzemezlikler görünce de,
saklı bulunan bütün akrabalık çizgilerini biricik bir benzerlik
içine kapatıp bir türün özünde toplamadan önce, ondan yüz
çevirmemek ve vazgeçmemek gereklidir. Fakat eksiklikler üzerine
de, fazlalıklar üzerine de bu kadarı yeter. Yalnızca burada iki
türlü ölçü sanatı bulduğumuzu bilelim ve bunların neden ibaret
olduklarını söylediğimizi anımsayalım.
GENÇ SOKRATES: Anımsayalım.
YABANCI:
Sözümüzü bitirdikten sonra yalnızca şimdiki sorunla
değil, genel olarak bu türlü tartışmalarla ilgili başka bir
konuşmaya geçelim.
GENÇ SOKRATES: Hangi konuşmaya?
YABANCI:
Diyelim ki bize şu soruluyor: Okuma öğrenen birine filan ya da falan sözcüğün hangi harflerden oluştuğu sorulduğu zaman, bu
araştırma ona, sırf bu ayrı sorunu çözsün diye mi, yoksa
karşılaşacağı dilbilgisi sorunlarını çözme gücünü kazanması için
mi yaptırılır, ne dersin?
GENÇ SOKRATES: Karşılaşacağı bütün sorunları çözebilmesi için
yaptırılır kuşkusuz.
YABANCI:
O halde, devlet adamı üzerine araştırmamız için ne
diyeceğiz? Araştırmayı, sırf ona olan ilgimizden ötürü mü, yoksa
karşılaşacağı her türlü konu üzerinde en iyi diyalektikçi olması
için mi yapıyoruz dersin?
GENÇ SOKRATES: Bunun için olduğu apaçık.
YABANCI:
Doğrusu, aklı başında bir kimse, sırf dokumacılık aşkıyla
dokumacılığın tanımını aramaya kalkmaz. Ama öyle sanırım ki
herkesin bilmediği bir şey vardır, o da şudur: Bazı varlıkların
duyulara çarpan ve kolayca görülen doğal benzerlikleri vardır, bu
varlıklardan birinin açıklanmasını isteyenlere, -uzun uzun
nedenlere kadar gitmeden, işi kolayca halletmek istersek- bu
benzerlikleri göstermek hiç de güç olmayacaktır. Ama en büyük, en
değerli varlıklara gelince; onlar üzerinde insanlara açık bir
düşünce ya da açık bir sezgi vermek için sizi sorguya çeken ruhu
doyurabilecek, ruhun merakını doyurmak için şu ya da bu duyuya
bağlanabilecek hayaller yoktur. Bunun için, her şeyin nedenini
göstermeyi de, anlamayı da öğrenmeye çalışmalı. Çünkü varlıkların
en büyüğü, en güzeli olan cisimsiz varlıkları bize ancak akıl
açıkça gösterebilir. Başka hiçbir şey gösteremez. Şu anda
söylediklerimizin hepsi bu varlıklar üzerinedir. Fakat konu ne
olursa olsun, küçük örnekler üzerine çalışmaktan daha kolaydır.
GENÇ SOKRATES: Pek doğru.
YABANCI:
Öyleyse bu konu üzerine ne için bu kadar uzun
konuştuğumuzu aklımızdan çıkarmayalım.
GENÇ SOKRATES: Niçin?
YABANCI:
Dokumacılık, evrenin gerisin geriye hareketi, bilgici,
dolayısıyla da yokluğun varlığı üzerine uzun tartışma canımızı
sıktığı için. Öyle ya, uzun olduklarını hissediyorduk, hepsi
konusunda da yalnızca fazla değil, gereksiz olacakları korkusuyla,
kendi kendimize çıkışıyorduk. Bundan böyle bu türlü sıkıntılardan
kurtulmak için ikimiz de bu noktalara işaret ettik, bunu bil.
GENÇ SOKRATES: Anlaşıldı. Sen yalnızca devam et.
YABANCI:
O halde, sen de ben de, şimdi söyleneni anımsayarak hangi
konu üzerinde olursa olsun konuşmalarımızın kısalık ya da
uzunluğunu, asla genişliklerine göre değil, ölçü sanatının, daha
yukarıda gözden kaçırmamak gerektiğini söylediğimiz bölümüne
uygunluğuna göre yermeli ya da övmeliyiz.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Ama her şeyi bu kurala uydurmak da gerekmez. Çünkü
gereksiz ve anlamsız uzunluk bir yana bırakılırsa, sözlerimizin
uzunluğunu, beğenilmek isteğine uydurmaya hiç de gereksinimimiz
yoktur; verilen bir sorunun çözümünü en kolay, en çabuk bulmak
yoluna gelince; akıl onu birinci sıraya değil, ikinci sıraya
koymayı ve türlere ayırmayı öğreten yönteme daha fazla, hepsinden
üst değer vermeyi buyuruyor; sonra çok uzun bir söz dinleyenin
kafasını daha çok çalıştırıyorsa, uzunluğu nedeniyle
sabırsızlanmadan sonuna kadar devam etmeyi emrediyor; bizimkiler
gibi konuşmalarda sözün uzayıp gitmesini beğenmeyen ve konunun
çevresinde dolaşmamızı doğru bulmayan bir adam karşısında da
sabırsızlanmamalı; tartışmanın uzunluğunu eleştirdikten sonra
çabucak ve hemen gitmesine izin vermemeli; bu eleştiriyi yapanın,
kısa sözün dinleyenleri diyalektiğe daha yetili kılacağını, gerçeği
düşünceyle kanıtlamada daha usta bir hale sokacağını göstermesi
gerekir. Başka nokta üzerine yapılabilecek eleştiri ya da övgülere
gelince, bunlara hiç aldırmamalı; dahası onları dinliyor bile
görünmemeli. Zaten sen de benim gibi düşünüyorsan bunun üzerine
konuşmanın bu kadarı yeter. Şimdi dokumacılık örneğimizi uygulamak
için devlet adamına dönelim.
GENÇ SOKRATES: Hakkın var, dediğin gibi yapalım.
YABANCI:
Kralı, benzeri bütün sanatlardan, ayrıca da sürülerle
uğraşanlardan ayırmıştık. Şimdi, devletin kendi içinde yardımcı
sanatlarla yetiştirici sanatlar kalıyor; ilkin onları
birbirlerinden ayırmamız gerekiyor.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Onları ikiye bölmenin güç olduğunu biliyor musun? Niçin
güçtür; İlerledikçe daha iyi göreceğiz.
GENÇ SOKRATES: Peki, ilerleyelim.
YABANCI:
Mademki ikişer ikişer bölemiyoruz, kurbanları böler gibi yan
yana bölelim, çünkü elden geldiği kadar ikiye yakın bir sayıda
bölmek gerekiyor.
GENÇ SOKRATES: Peki, burada nasıl davranacağız?
YABANCI:
Biraz önceki gibi. Biliyorsun, dokumacılığa araç sağlayan
bütün sanatları yardımcı sanatlar sırasına koymuştuk.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Şimdi de aynı şeyi yapacağız, ama daha geniş olarak;
kentte ufak ya da büyük bir araç yapan bütün sanatlar yardımcı
sanatlar sırasına konmalıdır; çünkü, onlarsız ne devlet, ne de
devlet adamı olur, fakat krallık sanatının işlerinde hiçbir
payları olmadığını da söyleyebiliriz.
GENÇ SOKRATES: Evet, yoktur.
YABANCI:
Doğrusu, bu türü ötekilerden ayırmaya kalkmak güç bir
iştir; çünkü şunun ya da bunun aracı olduğu söylenmeyecek hiçbir
şey yoktur, denilebilir. Bu hiç de yabana atılır bir düşünce
değildir. Bununla birlikte, devlette bulunan şeyler arasında, ayrı
özden bazıları vardır ki üzerine söyleyecek sözüm var.
GENÇ SOKRATES: Ne dedin?
YABANCI:
Ötekinden başka özellikleri vardır; çünkü bunlar, araç
gibi, yetiştirmek için değil, yetiştirileni korumak için
yapılmıştır.
GENÇ SOKRATES: Nelerdir onlar?
YABANCI:
Ateşte ya da ateşsiz hazırlanan kuru ya da yaş maddeleri
koymak için yapılan, yalnızca ''vazo'' adını verdiğimiz şeyler
türüdür bu; kuşkusuz pek zengin bir tür. Bildiğime göre de
aradığımız bilimle hiçbir ilgisi yoktur.
GENÇ SOKRATES: Ona kuşku yok.
YABANCI:
Şimdi de ötekilerden büsbütün ayrı üçüncü bir nesne
türünü gözden geçirelim: Karada ya da denizde, gezgin ya da
durağan, değerli ya da değersiz olsun bir tek adı vardır. Çünkü
dayanak olmak için yapılmıştır, hep de bir şeye oturak olur.
GENÇ SOKRATES: Nedir o?
YABANCI:
Taşıt dediğimiz şey; devlet sanatının değil daha çok
dülger, çömlekçi ya da demirci sanatının işidir.
GENÇ SOKRATES: Sezdim.
YABANCI:
Bu üç türden sonra, bunlardan ayrı, daha önce
söylediğimiz şeylerin çoğunu, giyecekleri, silahların büyük
kısmını, duvarları, toprak ya da taş bütün sığınakları, başka
böyle bir sürü şeyleri içine alan dördüncü bir türü ayırt etmek
gerekmez mi? Madem ki bütün bunlar sığınmak için yapılmıştır,
onlara, haklı olarak hepsini kapsayan "sığınak" adını verebiliriz.
Daha doğrusu, birçokları, devlet adamı sanatından çok mimarlık ya
da dokumacılık sanatına girer.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Beşinci tür olarak da süs, resim ve resimle müzik
yardımıyla yapılan bütün taklitleri kabul etmek gerekmez mi? Bu
eserlerin zevkimize hizmetten başka bir amacı yoktur; onları bir
tek ad altında toplamak yerinde olur.
GENÇ SOKRATES: Hangi ad?
YABANCI:
Eğlence adı, sanırım.
GENÇ SOKRATES: Ona kuşku yok.
YABANCI:
Tek başına hepsine uygun olan ad budur, çünkü hiçbirinin
ciddi bir amacı yoktur, hepsininki eğlencedir.
GENÇ SOKRATES: Bunu da oldukça iyi anladım.
YABANCI:
Fakat söylediğimiz bütün sanatların yardımıyla eserleri
oluşturan gereci sağlayan, kendisi de başka birçok sanatlardan
çıkan, çeşitli türü de altıncı olarak almayacak mıyız?
GENÇ SOKRATES: Neden söz etmek istiyorsun?
YABANCI:
Altından, gümüşten, madenlerden çıkarılan bütün
şeylerden; baltanın, budamanın sağladığı, dülgerliğin,
sepetçiliğin verdiği bütün şeylerden... Sonra buna bitkilerin
kabuklarını soyma ile hayvan derisini yüzen saraçlık sanatı,
mantar, papirüs ve urganları hazırlayan benzer sanatları yani
karışık türleri oluşturacak basit türleri sağlayan sanatlar
topluluğunu katalım. Bundan bir bütün kurar, ona da insanın ilk
kazancı deriz; henüz her türlü bileşimden uzak, hiç de krallık
biliminin ürünü olmayan bir kazanç...
GENÇ SOKRATES: Peki.
YABANCI:
Yiyeceğe, bedenimize karışarak bölümlerinin etkisiyle
bedenin bölümlerini beslemek gücünde olan bütün şeylere gelince...
Bunlarla yedinci bir tür oluşturarak adına beslenme sanatları
demek gerekmez mi? Daha güzel bir ad bulursak, o başka. Bunların
hepsini devlet sanatına yüklemekten çok çiftçilik, avcılık, beden
eğitimi, hekimlik, aşçılık sırasına koymakla daha doğru bir iş
görmüş oluruz.
GENÇ SOKRATES: Ona şüphe yok.
YABANCI:
Böylece evcil hayvanlar bir yana, sahip olabildiğimiz
bütün malları bu yedi türde gösterdik. Nitekim bak: İlkin, başa
konması gereken ilk maddeleri, sonra araç, vazo, taşıt, sığınak,
eğlence ve beslenmeyi söyledik. Bu türlerden birine sokmak
olanaklı olmasına karşın, unuttuğumuz, önemi az şeyleri burada ele
almıyoruz. Sözgelişi para, mühür, damga sınıfından olanlar gibi.
Çünkü bu şeylerin değerleriyle boy ölçüşebilecek bir türleri
yoktur; buna karşılık bazıları süs, bazıları da araç sırasına
girebilir; şüphesiz güçlükle ama iyice çekince birleşeceklerdir.
Köleler bir yana, evcil hayvanlara gelince,onlar, daha önce
çözümlediğimiz bir sanata girecektir ki o da sürü yetiştirme
sanatıdır.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Geriye kölelerle hizmet edenler kümesi kalıyor; bunlar
arasında, iplik yapan, pamuk atan yahut da söylediğimiz başka
işleri gören kimselerin kumaş dokumakta dokumacı ile yarışa
girdikleri gibi, kralla da aynı şeyde yarışa girdiklerini görür
gibi oluyorum. Yardımcı dediğimiz bütün ötekilere gelince;
söylediğimiz sanatlarla birlikte krallık ve devlet adamlığından
ayrılmış, uzaklaştırılmışlardır.
GENÇ SOKRATES: Öyle görünüyor.
YABANCI:
Haydi şimdi geriye kalanları ele alalım. Onlar üzerine de
daha sağlam bir bilgi edinmek için yakından gözden geçirelim.
GENÇ SOKRATES: Peki, haydi.
YABANCI:
İlkin, buradan yargıya vardığımıza göre, hizmetçilerin en
çok hizmeti olanları, gördükleri iş ve bulundukları durumlar
bakımından, düşündüğümüzün tamamıyla tersidirler.
GENÇ SOKRATES: Kimlerdir onlar?
YABANCI:
Bunlar, satın alınan ya da buna benzer bir yolla sahip
olunan kimselerdir. Bunlara tartışmasız, köle diyeceğiz. Bunların
krallık sanatında en ufak bir payları yoktur.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Peki ama, söylediğimiz kimselerin hizmetine isteyerek
giren, bazen pazar yerlerinde, bazen de kara ya da deniz yoluyla
bir kentten başka bir kente giderek çiftçilikle, öteki sanatlar
arasında taşıyıcı ve dağıtıcı görevi yapan; mala karşılık para,
paraya karşılık da mal veren sarraf, tüccar, gemici, perakendeci
denilen serbest vatandaşların da devlet sanatında yerleri var
mıdır, dersin?
GENÇ SOKRATES: Belki, hiç olmazsa ticaret siyasetinde.
YABANCI:
Herhalde, önlerine gelenin hizmetine girdiklerini
gördüğümüz gündelikçilerle aylıkçıların, krallık işinde pay
aldıklarını görmek tehlikesi yoktur.
GENÇ SOKRATES: Bunu nasıl düşünürüz ki?
YABANCI:
Ama her zaman bazı resmi ve dinsel işlerimizi gören
kimseler için ne diyeceğiz?
GENÇ SOKRATES: Hangi kimseler? Hangi işler?
YABANCI:
Bütün elçiler ve gördükleri iş nedeniyle yazma bilgisi
edinmiş bütün kimseler; sonra, kamu hizmetleriyle ilgili başka bir
sürü işi pek iyi yerine getiren başka kimseler. Ya bunlar için ne
diyeceğiz?
GENÇ SOKRATES: Onlara da kent devletlerinin başları değil, biraz
önce dediğimiz gibi, görevlileri diyeceğiz.
YABANCI:
Devlet sanatının en belli başlı adaylarının bu yandan
başlarını kaldıracağını söylediğim zaman düş görmüyordum sanırım.
Oysa onları herhangi bir hizmet kolunda aramak kuşkusuz bize pek
tuhaf göründü.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Öyleyse, henüz mihenk taşına vurmadıklarımıza daha da
yaklaşalım. İlkin kehanetle uğraşan, aynı hizmet biliminin bir
parçasına sahip olanları ele alalım; çünkü onların, insanlar
yanında tanrıların sözcüsü oldukları söyleniyor.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Öte yandan rahipler de, halkın inandığına göre, bizim
adımıza tanrılara istedikleri kurbanları sunmayı, bize
yardımlarını yollamalarını sağlamak için gereken duaları etmeyi
bilirler. Her iki iş de bir hizmet sanatına girer, sanırım.
GENÇ SOKRATES: Öyle görünüyor.
YABANCI:
Öyleyse amacımıza götüren yolun üzerindeyiz. Çünkü, şüphe
yok, rahiplerle kâhinler heybetli kimselerdir, gördükleri işin
büyüklüğü oranında bir saygınlıkları vardır. Nitekim Mısır'da,
rahiplik soyundan olmayan bir kral saltanat süremez. Aşağı
tabakadan biri zorla krallığa yükselmişse, saltanatta tutunabilmek
için, rahipler sınıfına girmek zorundadır. Hellenlerde de, bu
yüksek din hizmetlerinin en önemlilerini görmek işi, en yüksek
devlet adamlarına emanet edilmiştir. Söylediklerim, ülkemizde daha
açıkça görülüyor. Çünkü burada en haşmetli, en eski ulusal gelenek
derecesine çıkan kurbanları sunmak işi, yazgının krallığa
yükselttiği devlet adamlarına düşer.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
O halde şimdi, yazgının seçtiği şu krallarla rahipleri,
hizmetçileriyle birlikte inceleyelim; sonra, öteki adaylar bir
yana bırakılınca ortaya çıkan pek kalabalık yeni sürüyü de ele
alalım.
GENÇ SOKRATES: Kimi demek istiyorsun?
YABANCI:
Pek garip kimseleri kuşkusuz.
GENÇ SOKRATES: Bu da ne?
YABANCI:
İlk bakışta, birçok boylu bir ırk. Bu adamların birçoğu
aslanlara, kentauroslara ve bu türden başka canavarlara,
birçokları da satyrlere ya da gücü az ama çok kurnaz hayvanlara
benzer; gözünü kırpmaya vakit kalmadan dış görünüşlerini,
özelliklerini değiştirirler. Şimdi, tam üstüne bastım sanırım,
Sokrates: Bu adamların ne olduğunu şimdi biliyorum.
GENÇ SOKRATES: Anlat.. Acayip bir şey bulmuşa benziyorsun.
YABANCI:
Evet, çünkü nesneleri hep acayip gösteren bilgisizliktir.
Biraz önce başımdan geçen de buydu. Devlet işleri çevresindeki
gürültülü kalabalığı görünce şaşaladım.
GENÇ SOKRATES: Hangi kalabalık?
YABANCI:
Bütün bilgicilerin en büyüğü, bu sanatın en ustası
olanları. Aradığımızı da açıkça görmek istiyorsak onu, gerçek
devlet adamlarıyla gerçek krallardan, güç de olsa, ayırmak
gerekir.
GENÇ SOKRATES: Gerçekten, yakasını bırakmamalıyız.
YABANCI:
Ben de öyle düşünüyorum. Haydi, söyle.
GENÇ SOKRATES: Neyi ?
YABANCI:
Monarklık bildiğimiz yönetim biçimlerinden biri değil
midir?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Monarklıktan sonra ufak bir topluluğun hükümeti, yani
oligarklık gelir sanırım.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Üçüncü devlet şekli de demokratlık denilen, büyük
kalabalığın beyliği değil midir?
GENÇ SOKRATES: Besbelli.
YABANCI:
Bu üç biçim de kendilerinden doğan iki yeni adla beş
olmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Hangi adlar?
YABANCI:
Bu hükümetlerde neyin egemen olduğunu gözden geçirerek;
yani, zor mu yoksa özgürlük mü, yoksulluk mu yoksa zenginlik mi,
yasa mı yoksa yasadışılık mı, hangisinin egemen olduğunu gözden
geçirerek; ilk iki hükümetten her birinin ikiye bölündüğü görülür.
Monarklığın iki türü olduğundan ona da iki ad verilir: tyrannosluk
ile krallık.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Bir kent-devlette güç ufak bir zümrenin elinde bulunursa,
buna aristokratlık ya da oligarklık diyoruz.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Demokratlığa gelince, sorun değişiyor: Kitle ister
zenginlere zor kullanmadan ya da zorla emretsin, ister yasaları
saysın ya da saymasın, kimse ona hiçbir zaman başka bir ad takmak
istemiyor.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Ama, gerçek hükümetin, şu ''bir; birkaç; birçok;
zenginlik ile yoksulluk; bağımlılık ile özgürlük yazılı yasa ya da
yasadışılık'' sözleriyle tanıttığımız hükümetlerden biri olduğunu
sanıyor muyuz?
GENÇ SOKRATES: Doğrusu, neden sanmayalım?
YABANCI:
Sorunu aşağıdaki bakımdan, daha açık biçimde gözden
geçir.
GENÇ SOKRATES: Hangi bakımdan?
YABANCI:
Başlangıçta söylediğimiz üzerinde anlaştık mı, yoksa
anlaşmadık mı?
GENÇ SOKRATES: Ne dedin?
YABANCI:
Krallık yönetimi bir bilimdir demiştik sanırım.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Öyle herhangi bir bilim değil, ama başka bilimler
arasında ortaya çıkardığımız hem eleştirici, hem yönetici bir
bilim.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI:
Bu yol gösterici bilimde de cansız varlıkların
yönetimiyle canlı varlıkların yönetimini birbirinden ayırdık; hep
bu şekilde böle böle şimdiki noktaya vardık; gerçi bilimi gözden
kaçırmadık ama yeter açıklıkla da henüz tanıtamadık.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Öyleyse, ilkelerimize uygun gitmek istiyorsak, bu hükümet
biçimlerini ayırmaya yarayacak niteliğin ne "birkaç" ya da
"birçok", ne özgürlük ya da bağımlılık, ne de yoksulluk ya da
zenginlik olmayıp bir bilimin varlığı olduğunu göstermeliyiz.
GENÇ SOKRATES: Bunu görmezlikten gelemeyiz.
YABANCI:
Öyleyse, bundan böyle ortaya çıkan sorun şudur: İnsanları
yönetmek bilimi -ki bilimlerin en gücüdür ve elde edilebilen en
büyük bilimdir- bu hükümet biçimlerinden hangisinde bulunur? Çünkü
hangi rakipleri bilgili kraldan uzaklaştırmak gerektiğini görmek
istiyorsak, bu bilimi incelemeliyiz; bunlar, gerçekten hiç de
devlet adamı olmadıkları halde devlet adamı olduklarını söyleyerek
birçoklarını da buna inandıran rakipleridir.
GENÇ SOKRATES: Evet, tartışmanın daha önce gösterdiğine göre,
doğrusu bu ayırma gereklidir.
YABANCI:
Peki sen, bir devlette kalabalığın böyle bir bilimi
edinebileceğine inanıyor musun?
GENÇ SOKRATES: Nasıl inanabilirim?
YABANCI:
On bin kişilik bir devlette, yüz ya da elli kişinin bu
bilimi edinebileceğini sanıyor musun?
GENÇ SOKRATES: Öyle olsaydı, devlet sanatı sanatların en kolayı
olurdu. Pek iyi biliyoruz ki bütün Hellenler arasında on bin kişi
içinde bu ölçüde bir kral bulmak şöyle dursun, satranç ustası bile
bulmak güçtür. Çünkü söylediğimize göre, krallık bilgisine sahip
olan kimse, krallık etsin etmesin, kral adını alacaktır.
YABANCI:
İyi ettin de anımsattın. Yanılmıyorsam, bundan şu
çıkıyor: Gerçekten, gerçek bir hükümet varsa, böyle bir hükümetin
yönetimini bir tek, ya da iki, ya da az sayıda adamda aramalıdır.
GENÇ SOKRATES: Buna diyeceğim yok.
YABANCI:
Ama ister uyruklarına zor kullanmadan ya da zorla
emretsinler, ister yazılı yasalara göre ya da yasasız yönetsinler,
isterse zengin ya da yoksul olsunlar, şimdi düşündüğümüze göre
hükümetlerini bir sanata göre yönettikçe, bunları baş olarak
tanımak gerektir. Hekimler için de böyledir! İster bizi kendi
rızamızla, isterse bir yerimizi yontarak, yakarak ya da acıtarak
zorla iyi etsinler, ister yazılı kurallara uysunlar, isterse
uymasınlar, ister yoksul, ister zengin olsunlar, içimizi
temizlesin ya da başka bir şekilde bizi zayıflatsın, ya da
şişmanlatsınlar, bütün bunları, bedenin iyiliği ve onu kötü iken
daha iyi kılmak ve daima baktıkları hastaları kurtarmak için olmak
koşuluyla, bizi bir sanata göre tedavi ettikçe onlara hekim
demekte en ufak bir sakınca bile görmüyoruz. İşte, başka herhangi
bir emir verme sanatı gibi, hekimlik sanatının da doğru tanımını
nerede aramak gerektiğini görüyoruz, sanırım.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Öyleyse hükümetler arasında biricik doğru hükümet,
yalancı değil, gerçek bir bilime sahip başların bulunduğu hükümet
olması gerekiyor. Bu başların yasalara göre, ya da yasalara
bakmadan, uyruklarının gönül rızasıyla ya da zorla yönetmeleri,
yoksul ya da zengin olmaları, bütün bunlar doğru kuralın
değerlendirilmesinde hesaba katılmaz.
GENÇ SOKRATES: Peki.
YABANCI:
Bu başların, ister devleti temizlemek ve sağlığını
korumak için şunu ya da bunu öldürtmesi ya da sürmesi gereksin,
ister devleti küçültmek için kovandan oğul salar gibi, dışarıya
kollar çıkarması, ya da devleti büyütmek için yabancıları içeri
sokması ve yeni yurttaşlar edinmesi gereksin, onlar devleti bilim
ve doğrulukla korudukça, kendileri de elden geldiği kadar iyi
kaldıkça böyle bir hükümet, gözümüzde biricik doğru hükümet
olacaktır. Adlarını söylediğimiz öteki hükümetlere gelince, bunlar
ne doğru ne de gerçek hükümetlerdir. Sadece taklittirler. Yasaları
iyi olanlar, iyi taklit edenler, kötü olanlar da kötü taklit
edenlerdir. O kadar.
GENÇ SOKRATES: Doğrusu Yabancı söylediklerin bana pek doğru
görünüyor ama, bir noktada güçlüğüm var: Yasasız hükümet, bak bunu
anlamadım.
YABANCI:
Tam benim sana soracağım zaman sen bana sordun, Sokrates.
Çünkü düşüncelerimi kabul ediyor musun, yoksa bunlar arasında
beğenmediğin bir tanesi var mı diye sormak üzere idim. Sen benden
önce atıldın: Yasasız bir hükümet doğru mudur, yoksa değil midir?
Şimdi bunu bilmek ve tartışmak istiyoruz.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Her ne kadar yasaların bir noktaya kadar kral işi olduğu
apaçıksa da, bununla birlikte en iyisi gücü yasalara değil,
bilgili bir krala vermektir. Biliyor musun, niçin?
GENÇ SOKRATES: Niçin? Söyler misin?
YABANCI:
Çünkü yasa en yararlı emirler verecek biçimde, herkes
için en iyi, en doğru olanı aynı zamanda asla kapsayamaz. Çünkü
insanlarla onların işleri arasındaki ayrılık, sonra insana ait
hiçbir şeyin hiçbir zaman olduğu yerde durmaması, hiçbir sanata,
hiçbir konu üzerinde, her zaman ve her durum için doğru, mutlak
bir kural koymak olanağını vermiyor. Bu nokta üzerinde anlaştık,
sanırım.
GENÇ SOKRATES: Anlaşmaz olur muyuz?
YABANCI:
Oysa yasanın, tıpkı kendinden emin kara cahil,
buyurduğuna karşı kimseye ağız açtırmayan, şu ya da bu durum için
daha iyi ve kendi buyruklarının önceden görmediği yeni bir durum
karşısında bile bir soruya katlanamayan bir adam gibi, bu mutlak
kuralı kurtarmaya uğraştığını görüyoruz.
GENÇ SOKRATES: Doğru söylüyorsun: yasa her birimize karşı
gerçekten senin söylediğin gibi davranıyor.
YABANCI:
Öyleyse her zaman mutlak kalanın hiçbir zaman mutlak
olmayana uyması olanaksız değil midir?
GENÇ SOKRATES: Korkarım öyledir.
YABANCI:
Yasa en doğru kural değilse niçin yasa çıkarmak zorunda
bulunuyoruz? Nedenini bulmamız gerek.
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI:
Başka devletlerde olduğu gibi, sizde de sırf yarış
düşüncesiyle koşu ya da başka oyunların düzenlendiği ortak spor
gösterileri yok mudur?
GENÇ SOKRATES: Olmaz olur mu, hem de bin bir türlüsü var.
YABANCI:
Öyleyse, bu türlü gösterileri bilim kurallarına göre
yöneten beden eğitimi öğretmenlerinin verdiği emirleri
hatırlayalım.
GENÇ SOKRATES: Hangi emirleri?
YABANCI:
O, tek durumların inceliklerine girerek, herkes için ayrı
ayrı emirler vermez; yalnızca kaba taslak bir gözle bakarak genel
olarak bedene yararlı emirler verir, durumların çokluğuyla
kişilerin çokluğunu göz önüne alır.
GENÇ SOKRATES: Evet, öyle.
YABANCI:
Böylece gerçekte, spor yapanların hepsinden aynı çabayı
ister; koşuda, güreşte, başka bütün sporlarda hareketleri aynı
zamanda başlatır, aynı zamanda durdurur.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
O halde, yasa koyan için de aynı yargıya varabiliriz: O
da, bütün sürü için verdiği emirlerde, uyruklarına doğruluk ve
karşılıklı anlaşmaya dayalı ödevlerini buyururken, hiçbir zaman
her kişiye ayrı ayrı uyan bir kural kullanamaz.
GENÇ SOKRATES: Herhalde öyle.
YABANCI:
O daha çok durumların çokluğu ile kişilerin çokluğuna
göre kurallar koyacaktır sanırım. Böylece, ister yazılı yasalar
çıkarsın, ister yazısız yasaları kabul ederek ulusal geleneklere
yasa gücü versin, gene hep, her biri için toptan bir yasa
yapacaktır.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
Evet, doğru. Çünkü Sokrates, yasayı koyan, her kişiye
yapması gerekeni noktasına noktasına göstermek için, hayatının her
anında her bir kişinin yanında nasıl bulunabilir? Bence krallık
bilgisine gerçekten sahip bir kimse, bunu yapabildiği gün, artık
bu sözde yasaları yazarak kendi eliyle kendine engel olmak
zahmetinden kurtulacağı apaçık bir şeydir.
GENÇ SOKRATES: Hiç değilse söylediğimize göre kuşkusuz, yabancı.
YABANCI:
Söyleyeceğimize göre daha da kuşkusuz, dostum.
GENÇ SOKRATES: Ne söyleyeceksin?
YABANCI:
Şunu... Baktığı ya da yetiştirdiği kimselerden uzun zaman
uzak kalacağını sandığı bir yolculuğa çıkmaya hazırlanan bir hekim
ya da beden eğitimi öğretmeni, hastalarının ya da öğrencilerinin
verdiği öğütleri akıllarında tutamayacağına inanarak, yazılı bir
reçete ya da izlence bırakmak istemez mi?
GENÇ SOKRATES: Evet, ister.
YABANCI:
Ama hekim umduğundan daha kısa süren bir yolculuktan
sonra hastasının yanına döner de hastasını rüzgârların,
mevsimlerin gidişinde beklenmedik başka bir değişme yüzünden daha
iyi bir durumda bulursa, yazılı emirlerinin yerine başkalarını
vermekten çekinir mi? Yoksa, kendisi başka bir reçete vermeyerek,
hastalar da reçeteye karşı gelerek, -sanki yalnızca bu reçeteler
hekimliğe ve sağlığa uygun, başka her davranış sağlığa ve
hekimliğe aykırı imiş gibi- eski reçeteleri bozmaya hakkı
olmadığında inat mı edecektir? Bilim ve sanatta böyle davranmak,
yasa oluşturma tarzını büsbütün gülünç bir duruma sokmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Sokmaz olur mu?
YABANCI:
Ama, ayrı ayrı devletlerde, kendi yasa yapıcılarının
yasaları altında yaşayan insan sürüleri için buyurulmuş, yazılı ya
da yazısız bu türlü yasalar, doğru ve eğri üzerine olur da, sonra
doğru ve eğriyi bilen yasa yapıcının kendisi, ya da onun yetkisine
sahip biri yurduna dönerse, o zaman, ilk duyurduklarını
değiştirmek ona yasak mı olacaktır? Böyle bir yasak, öteki
durumdakinden daha gülünç olmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Olmaz olur mu?
YABANCI:
Birçoklarının bu konuda ne dediğini biliyor musun?
GENÇ SOKRATES: Hemen aklıma gelmiyor.
YABANCI:
Oysa güzel ve düzgün bir söz etmişler. Diyorlar ki:
Ataların yasalarından daha iyi yasalar biliyorsak, onları kendi
yurdumuzda yurttaşlardan her birini ayrı ayrı inandırdıktan sonra
koymaya hakkımız vardır, başka türlü olmaz.
GENÇ SOKRATES: Peki, hakları yok mu?
YABANCI:
Belki. Ama, bir adam çıkar da, daha iyi yasaları,
oylarını almadan zorla yurttaşlara kabul ettirmeye kalkarsa, böyle
güç kullanmaya ne ad vereceğiz, söyler misin? Yok, dur! Daha
önceki örneklerimize dönelim.
GENÇ SOKRATES: Ne demek istedin?
YABANCI:
İşinin uzmanı bir hekim, çocuk olsun, yaşlı başlı bir
erkek ya da kadın olsun, yazılı reçeteye bakmadan ve hastasını
inandırmak için de uğraşmadan, daha iyi bir tedaviye zorlarsa, o
zaman bu zorlamaya ne ad vereceğiz? Sanata karşı işlenmiş bir
hata, zararlı bir yanılma adlarından başka bir ad verebilir miyiz?
Zorlamanın kurbanı olanın da, hekim tarafından sağlığına zararlı
ve sanata aykırı bir tedaviye zorlandığını söylemekten başka her
şeyi söylemeye hakkımız olmayacak mı?
GENÇ SOKRATES: Söylediğin katışıksız gerçek.
YABANCI:
Devlet sanatında da hata işleyene ne ad veriyoruz? Ona
namussuz, kötü, yoldan sapmış demiyor muyuz?
GENÇ SOKRATES: Öyle diyoruz.
YABANCI:
O halde, daha doğru, daha yararlı, daha güzel bir biçimde
hareket etmek için yazılı ya da gelenekten gelen yasayı bozmaya
zorlanan kimseler, bu zordan yakındıkları zaman, yakınmalarının
gülünç olmasını istemiyorlarsa, duruma göre, zor kullananların,
kurbanlarına karşı namussuzca, haksızca, kötü davrandığını
söylemekten başka her şey söylemeye hakları olmayacak mı?
GENÇ SOKRATES: Pek doğru.
YABANCI:
Ama zoru kullanan zenginse, zor doğrudur, yoksulsa
yanlıştır mı demek gerekir? Yoksa, bir baş, ister yurttaşları
sözle inandırmaya çalışsın ya da çalışmasın, ister zengin ya da
yoksul olsun, isterse yazılı yasalara uysun ya da uymasın yararlı
işler gördüğü zaman, bunda iyi ve bilge bir adamın uyruklarının
işlerini görürken her zaman göz önünde tuttuğu, doğru bir
yönetimin şaşmaz ölçüsünü mü görmek gerekir? Tıpkı bir kaptanın
dikkatini hep gemi ve gemidekilere vererek, bir yasaya uymak şöyle
dursun, tam tersine kendi bilgisini yasa bilerek kendisiyle
birlikte yolcuları da kurtarması gibi; devletin dümenini bu ilkeye
göre çevirebilen başlar da, sanatlarına yasadan üstün bir güç
vererek, doğru hükümeti böylece gerçekleştirmeyecekler midir?
Akıllı başların da, her fırsatta yurttaşlar arasında esinini akıl
ve bilimden alan tam bir doğrulukla davranmak, yalnızca onları
korumayı değil, olduklarından daha iyi kılmak için de çalışmayı
gerektiren bu biricik ve büyük kuralı uyguladıkça yanılma
tehlikesine düşmeden her şeyi yapabilecekleri doğru değil midir?
GENÇ SOKRATES: Son söylediğine bir diyecek yok.
YABANCI:
Ama şuna da bir diyecek yok.
GENÇ SOKRATES: Neye?
YABANCI:
Kim olursa olsun, büyük bir insan kitlesi, devleti akılla
yönetebilmek için hiçbir zaman böyle bir bilime tamamıyla sahip
olamayacaktır. Tam tersine, bu biricik doğru hükümeti ufak bir
zümreden, birkaç kişiden, dahası tek bir kişiden beklemek gerekir;
öteki hükümetlere de doğru hükümetin bazen iyi, bazen kötü
taklitleri demeli.
GENÇ SOKRATES: Bununla ne demek istiyorsun? Doğrusu biraz önce de
bu taklitten bir şey anlamadım.
YABANCI:
Böyle bir sorunu ortaya attıktan sonra bu nokta üzerinde
yapılan yanlışı gösterecek yerde, adamakıllı incelemeden bir yana
bırakmak tehlikeli olurdu.
GENÇ SOKRATES: Hangi yanlışı?
YABANCI:
Arayacağımız şudur: Öyle kolayca bilinir ve bulunur bir
şey olmasa da yine yakalamaya çalışalım. Bizce tanımladığımız
hükümetten başka doğru hükümet bulunmadığına göre; ötekilerin,
yaşamak için yazılı yasalarını ondan almak, böylece en doğru
olmasa da, bugün doğru bulunanı yapmak zorunda kaldıklarını
görmüyor musun?
GENÇ SOKRATES: Neyi?
YABANCI:
Devlette herhangi bir kimsenin yasalara karşı bir şey
yapmaya kalkışmasını yasak etmek, kalkışacak olanı da ölüm
cezasına çarptırmak ve en ağır işkencelere uğratmak zorunda
kaldıklarını görmüyor musun? Biraz önce anlattığımız birinci ilke
bir yana bırakılınca, bu ikinci olarak gelen en doğru, en güzel
ilkedir. Şimdi anlatmamız gereken, ikinci sıraya koyduğumuz bu
ilkenin nasıl yerleştiğidir, değil mi?
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Öyleyse yine kral olmak için yaratılmış başların
betimlemesini yapmayı her istediğimizde gözümüzde canlanan
hayallere dönelim.
GENÇ SOKRATES: Hangi hayaller onlar?
YABANCI:
Gerçek kaptanla birçok adama bedel olan hekimlere
dönelim. Bunları bir sahnedeymiş gibi tasarlayalım.
GENÇ SOKRATES: Nasıl bir sahne?
YABANCI:
Şöyle... Hepimizin onlardan ne müthiş eziyetler çektiğimizi
söylediğimizi varsayalım. Hekimlerden biri ya da öteki, içimizden
birini kurtarmak istediği zaman, birincisi gibi ikincisi de onu
kurtarıyor! ama ona şerefsizce davranmak istedikleri zaman da, onu
dolandırarak ilaçların ancak ufak bir kısmını hastanın yararına
kullandıkları ya da hiç de kullanmadıkları, geri kalanın hepsini
kendi yakınları için kullandıkları gibi, gerçekten bir haraç olan
paralar isteyerek ona kötü bakıyorlar; üstelik de son olarak
hastanın akrabalarından ya da düşmanlarından para alarak zavallıyı
öldürüyorlar. Kaptanlara gelince: Onlar da aynı türden bin bir
kötülük yapıyorlar; denize açıldıklarında sizi ıssız bir yerde
bırakmak için bir numara çeviriyor, koca denizin ortasında yanlış
hareketler yaparak sizi denize atıyor ve daha bir sürü hainlikler
yapıyorlar. Şimdi bütün bunları söyledikten sonra aramızda
konuşarak şöyle bir karar aldığımızı düşün: Bu iki sanatın, köleye
ya da efendiye, kime olursa olsun, efendi olarak emretmesine artık
izin vermeyeceğiz; ya bütün ulus, ya da yalnızca zenginler
toplanarak, işten anlamayanlara, her sınıftan halka, gemicilik ve
hekimlik üzerine düşünce söyletecek, hekimlik ilaçlarıyla
araçlarını hastalarda nasıl kullanmamız gerektiğini, ister denizde
gitmek, ister yolculuğun tehlikelerinden, rüzgâr ve deniz ya da
korsan tehlikelerinden sakınmak, son olarak da uzun gemilerle uzun
gemilere karşı deniz savaşına tutuşmak için gemilerle gemicilik
araçlarını kullanmak gerektiği üzerine söz söyleteceğiz.
Kalabalığın ister hekimler ya da kaptanların düşünceleriyle, ister
işten anlamayan zavallıların düşüncesiyle olsun, bu konu üzerine
verdiği kararları da taştan sütunlar ya da mermer levhalar üzerine
yazacağız, ya da yazmadan onlara ulusal geleneklerin gücünü
vereceğiz. Böylece bundan böyle bütün gelecek boyunca,
denizcilikte olduğu kadar hekimlikte de onlara ayak uyduracağız.
GENÇ SOKRATES: Tuhaf şeyler söylüyorsun, doğrusu.
YABANCI:
Sonra her yıl, ulusun başına ister zenginler, isterse
halk arasından kurayla seçilen başları getireceğiz; böylece, başa
geçenler de gemileri kullanmakta olduğu kadar hastaları iyi
etmekte de, yazılı yasaya göre emir vereceklerdir.
GENÇ SOKRATES: Bu söylediklerin ötekilerden daha garip doğrusu.
YABANCI:
Şimdi şunu düşün bakalım: Devlet adamlarından her birini,
süresini bitirince; ister önceden hazırlanmış bir listeye göre
zenginler arasından, isterse doğrudan doğruya halk arasından
kurayla seçilen yargıçlardan kurulmuş bir mahkeme önünde,
yaptıklarının hesabını vermeye çağırmak gerekir. Burada isteyen
kimse başları, kendi süreleri içinde gemileri yazılı yasalara ya
da ataların eski göreneklerine göre kullanmamaktan suçlu
bulacaktır. Hastaları iyi edenlere karşı da aynı suçlamada
bulunmaya izin verilecektir. Aynı yargıçlar mahkûmların
çekecekleri cezayla ödeyecekleri parayı da saptayacaklar.
GENÇ SOKRATES: Doğrusu bu adamlara emretmeyi kendi gönlüyle kabul
eden bir kimse bu cezayı da, bu parayı ödemeyi de hak etmiştir.
YABANCI:
Dahası var. Bütün bu söylediklerimizden başka, şu yasayı
da kabul etmek gerekecektir: Kim kaptanlık sanatıyla denizcilik
bilimini ya da sağlık kurallarını, yellerle sıcak ve soğuk
üzerinde hekimliğin elde ettiği gerçeği yazılmış yazıdan başka bir
yerde arar da bu konular üzerinde bilginlik taslarsa; ona ne
hekim, ne de kaptan denecek, sadece havada konuşan geveze bir
bilgici olduğu söylenecektir. Sonra, onu gençleri baştan çıkarıyor
diye suçlayarak, gençleri yasalara uymaksızın denizcilik bilimi ve
hekimlikle uğraşma, böylece gemilere ya da hastalara işi bilerek
emretme konusunda kandırdığını söyleyeceklerdir. Yurttaşları
mahkemeye vermek yetkisinde olanlardan rasgele biri de onu
mahkemeye verecektir; mahkeme de, gençlere ya da yaşlılara
yasalarda yazılanı aşağı görerek öğreticilik yaptığı kanısına
varınca onu en ağır işkencelerle cezalandıracaktır. Çünkü kimsenin
yasalardan daha bilgili olmaya asla hakkı yoktur. Çünkü kimse
hekimliği, sağlık bilgisini, dümenciliği, gemiciliği bilmez
değildir. Çünkü ülkede yerleşen yazılı yasalarla görenekleri
herkes öğrenebilir Sokrates. Bu bilimlerle askerlik bilimi ya da
avcılığın başka herhangi bir türü, resmi ya da taklidin başka
herhangi bir bölümü, marangozluk ya da başka herhangi bir ev
eşyası yapma sanatı, çiftçilik ve her türlü ağaççılık için de
böyle olsaydı; beygir ya da herhangi bir sürü yetiştirmeyi,
tanrılar bilimi ya da onlara hizmet biliminin herhangi başka bir
bölümünü, tavla oyununu, ister kuramsal, ister düzeye, katıya,
harekete uygulanan pratik sayılar biliminin bütününü, kısaca bütün
bunların yazılmış yasalarla yönetildiğini görseydik, sanatla
yönetilecek yerde yazılı yasayla bu biçimde yönetilen bütün bu
işlerin durumu ne olurdu?
GENÇ SOKRATES: Her türlü araştırmayı yasak eden bu yasayla
kovulan bütün sanatların bir daha dirilmek umudu olmaksızın
ortadan kaybolduğunu göreceğimiz ve şimdi bile pek zor olan
hayatın artık büsbütün çekilmez olacağı apaçıktır.
YABANCI:
Şöyle bir düşünceye de ne dersin? Bu sanatlardan her
biriyle uğraşmayı yazılı yasanın boyunduruğu altına koyduğumuzu ve
bu buyurucu yasayı, seçimle ya da ad çekmeyle saptanan başa kabul
ettirdiğimiz zaman da bu hiçbir şey bilmeyen başın yazılı yasaya
hiç aldırmadığını ve para aşkı ya da hevesle, yasanın buyruğuna
karşı davrandığını düşünelim. Bu, öncekinden daha büyük bir
kötülük olmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Pek doğru söylüyorsun.
YABANCI:
Çünkü birçok denemeden doğan ve her maddesi iyi niyetli
akıl öğreticilerin öğüdü ve yüreklendirmesiyle halk tarafından
kabul olunan yasalara karşı gelmeye kalkışan bir kimse, bence
birinciden yüz kere daha kötü bir suç işlemiş olacak, yazılmış
yasanın yaptığından daha şaşmaz bir biçimde, her türlü çabayı
ortadan kaldıracaktır.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Böylece hangi alanda olursa olsun, nerede yasalar, yazılı
yasalar oluşturulursa; orada alınacak ikinci bir karar ne bir
kişinin, ne de bir kitlenin bunları bozmasına izin vermeyecektir.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI:
O halde bu yasalar her bir alanda, olabildiği kadar tam
bilgili kimselerin esiniyle kaleme alınan gerçeğin taklitleri
olacaktır.
GENÇ SOKRATES: Hiç şüphesiz.
YABANCI:
Bununla birlikte, anımsarsın ki bilen kimse, gerçek
devlet adamı, birçok durumda, yalnızca kendi sanatından esinlenir
ve kendi işinde yeni bir davranışı, kendinin kaleme aldığı ve
kendisi bulunmadığı zaman için buyurduğu emirlerden daha iyi
bulduğu zaman, yazılı yasaya hiç aldırmaz demiştik.
GENÇ SOKRATES: Evet, öyle demiştik.
YABANCI:
Oluşturulmuş yasaları bulunan bir kişi ya da topluluk,
daha iyi davrandığını sanarak, bu yasaların buyruğuna aykırı
harekete kalkışırsa, o zaman bunlar da ellerinden geldiği kadar,
gerçek devlet adamıyla aynı şeyi yapmazlar mı?
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI:
Böyle davranan kimseler bilgisiz kimselerse, şüphesiz
gerçeği taklide çalışacaklardır, ama pek kötü taklit edeceklerdir;
ama tersine, sanatlarını iyi bilen kimselerse, o zaman da
yaptıkları taklit olmayacak, bütün gerçekliğiyle gerçeğin kendisi
olacaktır.
GENÇ SOKRATES: Kuşkusuz.
YABANCI:
Halbuki daha önce hiçbir kalabalığın herhangi bir sanata
sahip olamayacağı konusunda uyuşmuştuk.
GENÇ SOKRATES: Evet, uyuştuk.
YABANCI:
Öyleyse gerçekten bir krallık sanatı varsa, zenginler
topluluğuyla halk kalabalığı hiçbir zaman bu devlet sanatına sahip
olamayacaklardır.
GENÇ SOKRATES: Buna olanak var mı?
YABANCI:
Bu sözde devletler de, biricik bilenin devleti olan bu
gerçek devleti olabildiği kadar tam taklit etmek isterlerse,
oluşturulmuş yasalara sahip olduktan sonra, yazılı yasayla
ataların göreneklerine karşı bir şey yapmaktan sakınmalıdırlar.
GENÇ SOKRATES: Pek iyi dedin.
YABANCI:
Bu taklidi yapanlar zenginlerse, devlete aristokratlık
diyoruz; ama yasaya hiç aldırmazlarsa, o zaman oligarklık olur.
GENÇ SOKRATES: Öyle görünüyor.
YABANCI:
Bununla birlikte, tek bir baş işbilen başı taklit ederek
yasaya göre hükümeti yönettiği zaman kendisine kral adını
veriyoruz. Yasaları sayan bu hükümdarın önderi bilim ya da kanı
olmasına göre de ayrı adlar kullanmıyoruz.
GENÇ SOKRATES: Öyle.
YABANCI:
Böylece tek baş gerçekten bilime sahip olduğu zaman ona
sakınmadan aynı kral adını vereceğiz, başka bir ad vermeyeceğiz;
işte bunun içindir ki bugünkü hükümetler beş ayrı adla
adlandırılırlar, fazla değil.
GENÇ SOKRATES: Evet, öyle.
YABANCI:
Ama dikkat et. Tek baş yasaları da, görenekleri de hesaba
katmayıp işbilen devlet adamını taklit eder, gerçekte taklidi de
hırs ve bilgisizlikten esinlendiği halde, "gerektiği zaman yazılı
yasaya aykırı hareket edilebilir" derse, böyle bir baş, her zaman,
her yerde thyrannos adını hak etmez mi?
GENÇ SOKRATES: Etmez olur mu?
YABANCI:
Thyrannos, kral, oligarkhlık, aristokratlık, demokratlık,
bak işte böyle doğuyor: Hepsinin kaynağı insanların, söylediğimiz
tek hükümdarlara karşı duyduğu sevgisizliktir. Böyle bir erke
lâyık bir adamın bulunabileceğine ve hakkıyla doğruluğu bütün
uyruğuna eşit olarak dağıtarak, erdem ve bilimle devleti yönetmek
isteyeceğine ve yönetebileceğine inanmıyorlar. Tersine, aramızdan
canının istediğine saldıracağına, kötü davranacağına, öldüreceğine
inanıyorlar. Çünkü, söylediğimiz gibi bir hükümdar bulunsaydı,
sevilir, biricik salt iyi devleti yöneterek mutlu yaşardı.
GENÇ SOKRATES: Ona kuşku mu var?
YABANCI:
Ama madem ki gerçekte, denildiği gibi, kent-devletlerde,
arı kovanından çıkar gibi doğuştan üstün bir ruh ve bedende bir
kral yetişmiyor, öyleyse en doğru devletin izlerinden giderek
yasalar yazmak için bir araya gelmek zorundayız.
GENÇ SOKRATES: Öyle görünüyor.
YABANCI: Öyleyse Sokrates, işlerini bilim üzerine değil de,
yazılmış yasayla görenek ve töre üzerine kuran bu türlü
devletlerde olan ve olacak bütün kötülüklere şaşacak mıyız? Oysa,
aynı ilke bu şekilde, herhangi başka bir sanatta yaratılan bütün
eserleri yok ederdi. Ya da, asıl yaşılacak şey, bir devlette
yaradılışta bulunan dayanma gücü değil midir? Çünkü ta ilk
zamanlardan beri devletleri içten kemiren bu kötülüğe karşın
içlerinden bazıları hâlâ devrilmeden ayakta durabiliyor;
birçokları da zaman zaman, suyun dibini boylayan gemiler gibi, en
ağır işlerde en büyük bilgisizlikle suçlu, sefil kaptan ve
tayfalarının yanlışı yüzünden yok olmuşlar, oluyorlar,
olacaklardır da; çünkü devlet sanatından bir şey anlamadıkları
halde onu bütün başka bilimlerden daha iyi bildiklerini
sanıyorlar.
GENÇ SOKRATES: Tam gerçeği söyledin. |
|
1
2
3
4 |
|
|
|
|
|
|
|