GİRİŞ
Bilim nedir?
Bilim olanla olmayan arasında bir sınır var mıdır? Eğer bir sınır
varsa, bilimsel olmayan önermeler anlamsız mıdır? Bilim nesnel
midir? Nesnellik varsa, nasıl sağlanmaktadır? Bilimsel bilgi bir
gelişim içinde midir? Eğer öyleyse, bilimsel bilgi nasıl
ilerlemektedir? Eleştirinin bilimsel kuramlar açısından taşıdığı
önem nedir? Bilimsel
kuramlar arasında bir tercih (yeğleme) söz konusu olabilir mi?
Bilimsel bir kuram nasıl oluşturulur?
Bunlar ve akla
gelebilecek diğer sorular ve bunlara verilecek cevaplar, bilimsel
bilginin niteliğinin ortaya konması açısında çok büyük önem
taşımaktadır. Makale, bu sorulara Karl Popper’in bilim felsefesi
bağlamında yanıt arayacaktır.
İlk ana
bölümde Popper’in eleştirel tutuma verdiği önem açıklanmaktadır.
İkinci ana bölümde, Popper’in doğrulamacılık eleştirisi yer
almaktadır. Üçüncü ana bölüm ve sonuç ise yanlışlamacılığın
tamamen ortaya konduğu bölüm olacaktır.
Bu bağlamda
denilebilir ki, makale, pozitivist bilim felsefesinin iki önemli
anlayışını içermektedir: Doğrulamacılık ve yanlışlamacılık.[1]
I.
POPPER’DE ELEŞTİREL TUTUM
Makale,
Popper’in bilim felsefesini eleştirel tutumu bağlamında, merkezi
noktaya eleştirelliği koyarak açıklamaya çalışacaktır, zira
Güzel’in de belirttiği gibi (1996:7) “eleştirel olmak, başka bir
değişle ussal olmak Popper’in felsefesinin temelidir.”
Karl
Popper’e (1965: 15) göre aslında “felsefeye özgü hiçbir yöntem
yoktur”. Popper’e göre dünyayı anlamak için birçok yöntem vardır;
ancak, bu demek değildir ki Popper’in diğer yöntemlerden daha çok
değer verdiği bir yöntem yoktur. Popper (1965: 16), mevcut
probleme göre değişebilen bu yöntemler arasında “bir yöntemin
bahsedilmeye değer olduğunu” belirtir ki bu da kendi felsefesinin
temelini oluşturan eleştirel yöntemdir.
A.
ELEŞTİREL YÖTEME GİRİŞ
Popper’in
yazılarında eleştirel yöntemi öven birçok ifade bulunmaktadır.
Popper’in bilim felsefesini açıklamak bağlamında yardımcı olacak
bu noktalara makalenin sistematiği içinde değinilecektir.
Popper’in felsefesiyle ilgili önemli noktalar yakalayabileceğimiz
“Preface to the English Edition” ile devam edecek olursak
Popper’in (1965:17) ussal tartışmanın olması gerekliliğini
espirili bir dille ifadelendirdiği görülür: “Şüphesiz Tanrı
temelde kendisiyle konuşur; çünkü O, konuşmaya tenezzül edecek
birisine sahip değildir. Fakat felsefeciler, diğer insanlardan
daha fazla tanrı-benzeri (godlike) olmadıklarını bilmelidirler.”
Bu noktada Popper, tartışmamanın “Tanrısal” özelliğine dikkat
çekerek insanların Tanrı olmadıklarından dolayı tartışmaları
gerektiğini, insanın temel özelliklerinden biri olarak ortaya
koyar. Tam bu noktada “amip ile Einstein arasındaki farkın ortaya
konulması” anlamlı olacaktır.
Popper,
bilim-öncesi düzey ve bilimsel düzey ayrımına gider. “Bilim-öncesi
düzeyde, yanılmış olabileceğimiz düşüncesi pek hoşumuza gitmez.
(…) Bilimsel düzeyde ise düzenli olarak yanlışlarımızı
hatalarımızı ararız” (Magee, 1996:24). Bilim-öcesi düzeyde
istenmeyen yanılgılarımız sorunlara yol açarken, bilimsel düzeyde
bu yanılgıları bizatihi kendimiz istemekteyiz. İşte az önce
bahsedilen “amip ile Einstein” arasındaki fark da tam olarak
burada açıklığa kavuşturulmaktadır. Popper’e göre (1996a:193);
“deneme-yanılma yöntemi elbette bilimsel veya eleştirel yaklaşımla
-kestirim ve çürütme yöntemiyle- düpedüz özdeş değildir.
Deneme-yanılma yöntemi yalnız Einstein tarafından değil, daha
inakçı biçimde amip tarafından da uygulanır. Aradaki fark,
denemelerden çok yanılmalar karşısında gösterilen eleştirel ve
yapıcı tutumda yatar” (italikler benim).
İşte,
bilimsel düzeyde düzenli olarak yanlış kuram arama ve yanlış
kuramları dışarıda bırakma bir yöntem olarak gelişir ve
kullanılır. Bu yönteme “eleştirel yanlışı dışarda bırakma yöntemi”
denir (Magee, 1996: 24). Dışarda bırakma yöntemi, Popper’in bilim
felsefesinin bir anlatımı olan “yanlışlamacılığın” temelini
oluşturur ve bilim felsefesiyle eleştirinin Popper’de nasıl iç içe
geçmiş olduğunun önemli bir göstergesi olarak karşımıza çıkar.
Bu bağlamda
Popper’de eleştirinin önemini anlamak için açıklama gereksinimi
duyduyum en önemli konulardan birisi de “Popper’in Üç Dünya
Kuramı”dır. Bu kurama geçmeden önce eleştirinin ve tartışmanın
Popper’deki önemini daha da perçinlemek amacıyla Eski Yunan
filozoflarına uzanacağız.
B.
GELENEĞİN USSAL KURAMINA DOĞRU:
“Towards A
Rational Theory Of Tradition” (1963a) adlı makalesinde Popper
ussal gelenekten bahseder ve bu geleneğin adresini Eski Yunan
olarak gösterir. Bunun nedeninin “Yunan filozoflarının doğada ne
olduğunu anlamaya çalışan ilk filozoflar olduğu” yollu düşünceyi
tatminkar bulmaz. O’na göre Eski Yunan filozofları gerçekten de
doğada ne olduğunu anlamaya çalıştılar; fakat onlardan önceki
ilkel söylen-yapıcıları (myth-makers) da aynı şeyi yaptılar.
Bilim-öncesi söylen yapıcıları, bir fırtına yaklaştığında “Oh
evet, Zeus kızgın.” dediler, deniz dalgalı olduğunda da “Poseidon
kızgın.” dediler. Bu, Popper’e göre ussal gelenekten önce bulunmuş
olan tatminkar açıklama biçimleriydi. Bu noktada Popper gerçekte
belirgin olan farklılığın ne olduğunu sorar. Popper’e göre
söylenebilecek belki tek farklılık bilim-öncesi yapılan
açıklamaların daha kolay oluşuydu; çünkü, Popper’e göre, deniz
dalgalı olduğunda getirilen Poseidon’un kızgın olduğuna dair
açıklama, bunun hava ile su arasındaki sürtünmeden kaynaklandığını
söyleyen açıklamadan daha kolay anlaşılırdır (Popper, 1963a:126).
O zaman
Popper’e göre asıl farklılık neydi? Popper’e göre asıl yenilik,
onların tartışmaya başlamasıdır: “Dinsel geleneği eleştirmeden ve
değiştirilemez olarak kabul etmek yerine, onunla mücadele ettiler
ve hatta bazen eskisinin yerine yeni bir söylen icat ettiler”
(1963a:126). Kısacası, Eski Yunan filozofları yeni bir gelenek
icat ettiler: Bu, söylenlere karşı eleştirel bir tutum
benimsemenin, onlarla tartışmanın geleneğiydi. Bu söylenlerin
bizzat onu yaratanlar tarafından eleştirilebildiği bir gelenekti
bu Popper’e göre.
Popper’e
göre bilim dediğimiz şey, önceki söylenlerden kesin olduğu için
değil, ikinci-düzen bir geleneğin beraberinde geldiği için
farklıdır: “Bu ikinci düzen gelenek (second-order tradition)
eleştirel ve tartışmacı tutumdur” (Popper, 1963a:127).
C.
POPPER’İN ÜÇ DÜNYA KURAMI
Eleştirel
tutum ile ilgili son durak noktası kanımca Popper’i anlatabilmek
ve anlayabilmek için gerekli olan araçlardan birisi olan Popper’in
Üç Dünya Kuramı’dır.
Sayın Irzık’ın (1990:84) da belirttiği gibi Popper bilimsel
bilginin niteliğini ortaya koymak amacıyla “üç dünya kuramı”
diyebileceğimiz bir görüş geliştirir.
“Üç dünya
kuramı, nesnel anlamda bilgi ya da düşünce ile öznel anlamda bilgi
ya da düşünce arasındaki ayrıma dayanır. Öznel anlamda bilgi ya da
düşünce bir zihin hali ya da davranış eğilimidir; nesnel anlamda
bilgi ya da düşünce ise problemlerden, kuramlardan ve
argümanlardan oluşur “(Irzık, 1990:84).
Popper fizik
nesnelerin birinci dünyaya, düşüncelerimizin ikinci dünyaya ait
olduğunu söyler. Üçüncü dünya ise, kamusal alana çıkan
düşüncelerimizin somut yansımalarından (örneğin kitaplar,
makaleler, kütüphaneler vs.) oluşur ki bunlar artık eleştiriye
açıktır ve bu nedenle de nesneldir. Zaten Popper nesnel bir kuram
derken açıkça eleştiriye açık olan bir kuramı kastettiğini
belirtir: “Nesnel bir kuram derken, tartışılabilen, rasyonel
eleştiriye tabi tutulabilen, tercihan sınanabilen bir kuramı
kastediyorum.” (aktaran Irzık, 1990:89) der Popper.
“Bir başka
deyişle, kuram ve hipotezlerimizi ortaya atarız. Böylece onları
herkesin anlayıp eleştirme imkanı doğar. Gerekli donanıma sahip
herkez ileri sürülen görüşlerin mantıksal açıdan tutarlı olup
olmadığını, ampirik açıdan ise gözlem ve deney sonuçlarıyla uygun
olup olmadığını sorgulayabilir, onları eleştirebilir. Bilimsel
bilginin nesnelliği, ilke olarak herkesin böyle bir uğraşı
yürütebilecek olmasından, eleştirilebilir olmasından kaynaklanır.
Bilginin yürütülebilecek olmasından kaynaklanır. Bilginin nesnel
olması bireylerin tümünden birden bağımsız olması değil, tek tek
bireylerden bağımsız olması demektir. Bilginin kamusal niteliğini
anlamı budur” (Irzık, 1990:89).
Popper
(1996e) bu bağlamda üçüncü dünyanın özerkliği tezini ortaya atar
ve bunu şu uslamlama işle açıklar: 1. Deney: Bu noktada Popper,
bizden bütün makinelerimizin, aletlerimizin, öznel bilgilerimizin
vs. yok olduğunu ama kütüphaneler ile bunlardan öğrenme
yeteneğimizin ayakta kaldığını düşünmemizi ister. “Bu durumda,
belli ki, hayli zahmet çektikten sonra dünya yine rayın
oturacaktır.” (Popper, 1996e:117) der. 2. Deneyde; bu sefer bütün
kütüphaneler de yokolmuştur, böylelikle de kitaplardan bir şeyler
öğrenme yeteneğimiz işe yaramaz bir hale gelmiştir. Buradan şu
sonuca varır: “Bu iki deney üzerine düşünürseniz, üçüncü dünyanın
gerçekliği, anlamı, özerklik dercesi (hem ikinci hem de birinci
dünya üzerine etkileri kadar) zihnimizde daha açık olarak
belirecektir. Çünkü ikinci durumda uygarlığımız binlerce yıl
yeniden ortaya çıkamayacaktır” (Popper, 1996e:117).
Burada
Popper, üçüncü dünyanın bireyden, bilen özeneden ayrı olarak
(yarı) özerk olduğunu ortaya koymaya çalışır. Popper şöyle der:
“Özerklik düşüncesi benim üçüncü dünya kuramımın merkezidir:
üçüncü dünya bir insan ürünü, bir insan yaratısı olmakla birlikte
(…) kendi özerk alanını yaratır” (Popper, 1996e:128).
Popper özerkliğin bir başka anlatımı olarak matematikten verdiği
bir örnek ile “istenmedik yeni olgulara, beklenmedik yeni
sorunlara, ayrıca çoğu kez yeni çürütmelere” (1996e:128) neden
olma durumunu betimler:
“Doğal
sayılar dizisinin insan yapısı olduğu konusunda Brouwer’le aynı
düşüncedeyim. Ama bu diziyi biz yaratsak da dizi kendi özerk
sorunlarını yaratır. Tekle çift sayılar arasındaki ayrımı biz
yaratmadık: Bizim yaratımızın hem istenmedik hem de zorunlu bir
sonucudur” [2] (Popper, 1996e:128).
Bu
istenmedik ve zorunlu sonuçların ortaya çıkması düşüncesi Popper’i
bilginin gelişimi fikrine götürür: üçüncü dünya birinci dünyayı
etkileyerek geri-besleyecek ve bilgi zorunlu olarak artacaktır.
II. YANLIŞLAMACILIĞA DOĞRU
Birinci
kısımda Popper’in bilim felsefesi anlayışında eleştirel tutumun
önemi açıklanmaya çalışılmış ve yanlışlamacılık için bir temel
oluştululmak istenmiştir. Bu kısımda yanlışlamacılığın neye tepki
ve hangi soruna yanıt olduğu açıklanmak suretiyle,
yanlışlamacılığa adım adım ulaşılacaktır.
A. VİYANA
ÇEVRESİ VE DOĞRULAMACILIK
Mantıksal
olgucular ya da Yeni Olgucular olarak da adlandırılan Viyana
Çevresi’nin başlıca temsilcileri; Moritz Schlick, Rudolf Carnap ve
Otto Neurath’tır.
Viyana
Çevresi’nin en temel öğretisi doğrulamacılıktı: “Herşey
doğrulanabilirlik ilkesi denilen ve Schlick tarafından ‘bir
önermenin anlamı onun doğrulama yöntemidir.’ diye özlü bir biçimde
dile getirilen, ilkeye bağlıyıdı” (Magee, 1979:175). Ayer
-mantıksal olguculuğu Language, Truth and Logic (Dil, Doğruluk ve
Mantık) adlı eseriyle İngiltere’ye getiren kişidir- bunun iki
anlamı olduğunu söyler: “Brincisi, deney ve gözlemle -duyusal
gözlemle- doğrulanamayan herşeyin anlamsız olmasıydı. (…) İkincisi
ise, önceleri Schlick’in yorumladığı biçimde, bir önermenin anlamı
onu neyin doğrulayacağını söyleyerek betimlenebilir olmasını
gerektiriyordu” (Magee, 1979:176).
Görüldüğü
gibi Mantıkçı Pozitivizm’in temel sorunu “amlamsızlık”tır. Onlara
göre metafizik olan, gözlemle doğrulanamayan herşey anlamsızdır.
Carnap anlamsızlığı iki sınıfa ayırır. Birincisi “sözdizimi
(sentaks) bakımından doğru kurulmuş önermelerde anlamsız sözcükler
yer alır -bununla şu da öne sürülmüş olur: bu gibi sözcükleri
içinde blulunduran tüm tümceler için de doğrulama koşulları
verilmemiştir” (Akarasu, 1979:160). Bu anlamsız sözcüklere örnek
olarak, “mutlak”, “koşulsuz olan”, “gerçekten varolan”, “hiçlik”,
“evrentemelli” vb. sözcükleri verir. “Anlamsızlığın ikinci sınıfı
şurada bulunur: Anlamlı deyimler sözdizimi bakımından bozuk bir
biçimde biraraya getirlirler. Bu çeşitten anlamsızlığa örnek
‘Sezar bir sayıdır.’, ‘kırçiçeği bir hayvandır’” (Akarsu,
1979:161).
Metafizik
önermeler daha çok Carnap’ın ayırdığı anlamsızlığın birinci
sınıfınına dahildir. Carnap’a göre metafizik sorunlar
görüntü-sorunlardır. Başka bir ifadeyle sorun dahi değillerdir,
çünkü bunlar anlamsızdır. Örneğin biri gerçekçi (realist) öteki
idealist ya da tekbenci (solipist) iki coğrafyacı olduğunu
düşünelim. Her ikisi de Brezilya’nın ortasında belli bir gölün
olup olmadığını araştıracaklar. O bölgeye yapılan bilimsel bir
gezi ve empirik araştırmalar sonucu gölün mevcut olduğunu ve gölün
coğrafi durumunu, derinliği, yüzölçümü vb. ölçümleri alıyorlar. Bu
iki araştırmacının bu ölçümlerde bir karşıtlığı bulunmayacaktır.
“Ama eğer (…) biri gölün yalnızca var olmakla kalmayıp ayrıca
bilinçten bağımsız bir gerçekliği olduğunu öne sürerse, buna
karşılık tekbenci de böyle bir gerçeği yadsırsa, her ikisi de
artık empirik araştırmacı olarak değil, metafizikçi olarak
konuşuyorlar demektir” (Akarsu, 1979:161). Empirik araştırmalar
bitmiş olduğundan ve bu görüş ayrılıklarını karara vardıracak hiç
bir yol olmadığından, gerçekçi sav da solipist sav da anlamlı
olarak kabul edilemez sonucuna varılır.
Hem
doğrulamacılık hem de metafiziğin anlamsızlığı Popper tarafından
eleştirilecektir.
B. DOĞRULAMACILIĞIN ELEŞTİRİSİ
Popper
doğrulamacılığı Hume Problemi olarak da adlandırılan Tümevarım
Problemi ve ayrıca Sınırkoyma Problemi bağlamında değerlendirir.
Bu noktalara geçmeden önce Popper’in metafiziğin anlamsızlığı
görüşüne eleştirisi, bu bölüm için bir giriş niteliği
taşıyacaktır.
1.
Metafiziğin Anlamlılığı
Popper’e
göre; metafiziğin anlamsızlığının ya da daha genel bir ifadeyle
anlamlı/anlamsız ayrımının ortaya konması, hatalıdır ve bu aynı
anda hem çok geniş hem de çok dar bir tutumdur: Bilimsel kuramlar
da dahil tüm düşünceleri, inançları, iddiaları yadsıması ve
anlamsız kılması açısından çok geniş, yalnızca empirik önermeleri
anlamlı kılması açısından da çok dardır.
“Karl
Popper’le Söyleşi”de Magee’nin; bilimin dışında kalan herşeyin
anlamsız olduğu görüşüne Popper’in hiç katılmadığı saptamasını
ortaya atması sonucu Popper bunu şöyle yanıtlar:
“Hayır,
hiçbir zaman. Bence çürütülemez bir önerme deney bilimlerinin
olamaz, ama bu onu anlamsız kılmaz. Bilimsel kuramlarımızın
pekçoğu sınanamaz bilimöncesi kuramlardan geliştirildi. Newton’un
kuramının geçmişinin izi Anaksimandros’a Hesiedos’a kadar geri
götürülebilir; eski atomculuk kuramı 1905’lere kadar sınanamaz
olarak kaldı. Doğrusu bilimsel kuramlarımızın çoğu bilimöncesi
öykülerden doğmuştur. Bu öykülere ‘anlamsız’ demenin yanıltıcı
olacağını düşünüyorum” (Magee, 1996:29-30).
Görüldüğü
gibi Popper, metafiziğin ne anlamsız olduğunu ne de bilimsel
olduğunu savunuyor.
2. Tümevarım ve Doğrulamacılığın Sorunları
a)
Tümevarım (Hume) Problemi
Bilimsel
Araştırmanın Mantığı’nda birinci bölümde Popper, konuya Tümevarım
Problemi ile girer. Tekil önermelerden tümel önermelere varma
yöntemine tümevarım yöntemi denir ve “tümevarımlı çıkarımların
temellendirilip temellendirilemeyeceği ya da hangi koşullarda
temellendirilip temellendirilemeyeceği sorusu tümevarım sorunu
olarak bilinir” (Popper, 1996c: 36).
Şu basit
örnekle tümevarımı ve tümevarım problemini örneklendirelelim:
“Bir taşı
havaya bin kere attık ve hep geri düştü - hiç bir zaman havada
kalmadı ya da kül gibi dağılmadı ya da bir tırtıla dönüşmedi.
Dolayısıyla eğer ileride bir taşı havaya atarsak onun yere
düşeceği sonucuna vardık. ‘Her zaman yere düşüyor.’ önermesinden
‘Yere düşecek.’ sonucunu geçerli bir şekilde çıkaramayız fakat her
zaman düştüğü olgusal gerçekliğini, gelecekte de böyle yapacağına
delil kabul ederiz” (Hospers, 1994:51). “Bu türden düzenlilikleri
doğa yasası olarak kabul ederiz. Ama bu düzenliliklerin meydana
gelmeye devam edeceğini nasıl bilebiliriz [italikler benim]” (Hospers,
1994:52-53).
İşte, bir
tümevarımcı bu tip bir soruya doyurucu bir yanıt veremez, ancak
şöyle diyebilir: “Gelecekte de geçmişte işlediği gibi işleyeceğine
emin olduğumuz şeyler, yazı tura atışları ya da başkalarının
ölümleri değil doğanın yasalarıdır” (Hospers, 1994:53). Ne var ki,
şüpheci görüş bunu yeterli bulmaz, çünkü ona göre geçmişte meydana
gelen olayların gelecekte de devam edeceğine dair hiçbir mantıksal
neden öne sürülemez. Hume bunu şöyle dile getirir:
“[deneylerden çıkarılan] bütün delliller [geçmişin geleceğe]
benzeyeceği varsayımı ile temellendirildiği için; deneylerden
çıkarılan herhangi bir delilin; geçmişe benzerliğini ispat
edebilmesi imkansızdır. Olayların akışının her zaman düzenli
olduğunun önceden kabul edilmesi tek başına; yeni bir argüman ya
da yeni bir çıkarsama olmadan; bunun gelecekte de devam edeceğini
ispatlamaz” (aktaran, Hospers, 1994:55).
Hume’un bu
şüpheciliği Bertrand Russell’a şu saptamayı yapmasına neden
olmuştur: “Usdışının bütün XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın geride
bıraktığımız bölümü boyunca gösterdiği gelişme, Hume’un
deneyciliği yıkışının doğal sonucudur” (aktaran, Popper,
1996d:83).
Popper, Hume
(tümevarım) problemine bu bağlamda hem mantıksal (Hm), hem de
psikolojik (ruhbilimsel) (Hrb) olarak yaklaşır.
“Hm
Deneylerimizin olduğu [yinelenmiş] durumlardan, deneyimlerimizin
olmadığı diğer durumlara [sonuçlara] doğru uslamlamada bulunmakta
haklı mıyız? Hume’un Hm’ye yanıtı, ne kadar çok olursa olsun,
hayırdır. (…) Hume’un ruhbilimle ilgili sorunu şudur: Hrb Neden
aklı başında insanların tümü, gerçekten, deneyimini edinmiş
olmadıkları durumların, deneyimini edinmiş oldukları durumlara
uyacağını beklerler- buna inanırlar? (…) Hume’un Hrb’ye yanıtı
şudur: ‘Huy ya da alışkanlık’ yüzünden; yani, yinelemelerle,
idealarımn çağrışım mekanizmasıyla koşullandırdığımız için; Hume,
bu mekanizma olmasaydı yaşamımızı sürdüremezdik der” (Popper,
1996d: 86-87).
Popper,
tümevarım sorununa yanıt ararken Hume problemine bu şekilde
yaklaşır ve ruhbilimsel olan, inanaca dayalı terimleri yani öznel
terimleri, nesnel terimlere çevirmekle işe başlar. Popper’e
(1996d:88-89) göre “bir kez mantıksal sorun Hm, çözüldü mü, çözüm
(…) aktarım ilkesine dayanarak ruhbilimsel soruna Hrb’ye
aktarılır.” Bu da Hume’un usdışıcılığını dışarıda bırakır.
Popper
Hume’un mantıksal sorununu yeniden şu biçimlerde dile getirir:
“M1 Açıklayıcı evrensel kuramın doğru olduğu savı ‘deneysel
gereçekler’ aracılığıyla (…) birtakım test önermelerinin ya da
gözlem önermelerinin (ki deneye dayandıkları söylenebilir)
doğruluğu varsayılarak haklı çıkarılabilir mi?” (Popper,
1996d:89-90).
Popper’in bu
soruya yanıtı Hume’unkiyle aynıdır: “Hayır, haklı çıkaramayız;
hiçbir sayıda doğru test önermesi, açıklayıcı bir evrensel kuramın
doğru olduğu savını haklı çıkarmaz.” (Popper, 1996d:90)
Popper bu
akıl yürütmeyi ilerletir. Hume’un “doğrudur” kavramı yerine soruna
“doğrudur ya da yanlıştır” kavrımını koyar:
“M2
‘Deneysel gereçekler’ açıklayıcı bir kuramın doru ya da yanlış
olduğu savını haklı çıkarabilir mi; yani, test önermelerinin
doğruluğu sayıltısı, ister evrensel bir kuramın doğru olduğu
savını ister yanlış olduğu [3] savını haklı çıkarabilir
mi?” (Popper, 1996d: 90).
Popper’in bu
soruya yanıtı olumludur.
“M3 Böyle
‘deneysel gerekçeler’, birbirleriyle çelişen evrensel kuramları,
doğruluğa ya da yanlışlığa göre, bir diğerine yeğlemeyi, haklı
çıkarabilir mi? M2’ye yanıtım ışığında M3’ün yanıtı da açık
oluverir: Evet, şanslıysak kimileyin haklı çıkabilir. Çünkü test
önermelerimiz, çekişen kuramların kimilerini -ama tümünü değil-
çürütebilir; madem ki doğru bir kuram arıyoruz, yanlışlığı
kanıtlanmamış olanları yeğleyeceğiz” (Popper, 1996d: 90-91).
Bu akıl
yürütmelerle Popper, usdışılığa götüren tümevarım sorununa yanıt
bulduğunu söyler. Yanıt bulduğu sorun şudur: “Russel, Hume’un
Hm’ye verdiği yanıtla a) ussallık, b) deneycilik, c) bilimsel
işlemler arasında uyuşmazlık olduğunu vurgular” (Popper,
1996d:88). İşte Popper, yanıtıyla, bilim ile deney arasındaki
uyuşmazlık sorunu tersine çevirir. Bunu yanlışlamacılık ile
sağlar.
Özetle
Popper’in verdiği yanıtların anlamı şudur: Popper, M1’e verdiği
yanıt ile, kuramlara varsayımsal ya da kestirimsel diyebileceğimiz
sanılar olarak bakmamız gerektiğini söyler (Popper, 1996d:92).
M2’ye verdiği yanıt yanlışlamacılığı, M3’e verdiği yanıt, doğruya
tam olarak ulaşılamasa da doğruya yakın olanın saptanabilceğini,
bir kuramın diğer bir kurama yeğlenebileceğini anlatır.
b)
Sınırkoyma Problemi
Sınırkoyma
Problemi (problem of demarcation) kısaca bilim olan ile bilim
olmayan arasındaki sınırın ne olduğunu ortaya koyma problemidir.
Popper’in (1996c: 43) ifadesiyle; “bir yandan deney bilimlerini
öte yandan matematikle mantığı olduğu kadar ‘metafizik’ dizgeleri
birbirinden ayırabilmemizi sağlayacak bir ölçüt bulma problemine
sınırkoyma problemi” denir. Daha önce de açıklandığı gibi, Viyana
Çevresine göre bilim ile metafiziği birbirinden ayıran sınır,
doğrulamacılıktır. Doğrulamacılığın eleştirisi ise, bu yöntemin
sınırkoyma ölçütü olarak kullanılamayacağını gösterir.
Popper,
doğrulamacılık ilkesi hem çok geniş hem de çok dar derken
kastettiği de bu yöntemin aksaklıkları idi. Eğer bilim olan ile
olmayan arasındaki sınır, onun doğrulanabilirliği olsaydı o zaman
bir teoloji de bilim kavramı altında değerlendirilebilirdi, çünkü
bir teolog dünyaya her bakışında Tanrı’nın varlığını doğrulayan
binlerce empirik veri bize sunabilir. Popper buna, Marx’ın tarih
kuramını [4], Freud’un ruhçözümünü ve Alfred Adler’in
‘birey ruhbilimi’ diye adlandırdığı kuramını da ekliyor.
Adlerci ve
Freudcu görüş, Popper’e göre sürekli doğrulanabilirdir; çünkü
birbirine zıt, iki farklı olayda dahi aynı anahtar çözümleme her
iki olayın da aynı kefeye konulabileceğini açığa çıkarır.
“Bir çocuğu
boğmak niyetiyle suya iten adamın eylemiyle, çocuğu kurtarmak
amacıyla kendi canını feda eden adamın davranışı. Bu iki olayın
ikisi de hem Adlerci hem de Freudcu terimlerle aynı kolaylıkla
açıklanabilir. Freud’a göre birinci adam bastırılmış dürtüleri
(örneğin Oidipus kompleksinin bir bileşeni) yüzünden hastadır,
ikinci adam ise bunları yüceltmeyi başarmıştır. Adler’e göre ise
birinci adamın derdi aşağılık duygusudur (ve olasılıkla, bir suç
işlemeye cüret edebileceğini kendi kendine kanıtlama ihtiyacı
yaratmaktadır); ikinci adamınki de aynıdır (ancak bu kez duyulan
ihtiyaç, çocuğu kurtarmaya cüret edebileceğini kanıtlamaya
yöneliktir)” Popper, 1996a: 168).
Kısaca, bu
kuramların aslında en büyük çekiciliği, en büyük handikaplarını
oluşturur Popper’e göre: Olgularca hep doğrulanması. Peki Popper
bu sınırkoyma probleminin önüne nasıl geçer? Cevap
yanlışlamacılıktır.
C. ÇÖZÜM
ÖNERİSİ: YANLIŞLAMACILIK
Birinci ve
ikinci kısımlarda, yanlışlamacılığın arkaplanı ortaya konmaya
çalışılmıştı. Burada artık yanlışlamacılığın kendisi açıklanmaya
çalışılacak.
1. İÇERİK
VE OLASILIK
Popper’e
(1963b:217) göre “daha fazla empirik bilgi veya içerik içeren;
mantıksal olarak daha güçlü olan; daha fazla açıklayıcı ve
kestirimsel güce sahip olan; ve bu nedenle (…) daha güçlü
sınanabilen kuramlar” tercih edilebilir kuramlardır.”
O zaman
buradan çıkan sonuç, daha fazla empirik içerik, daha az olasılık
ve daha fazla sınanabilirliktir. Popper (1963b: 217-218) şu örneği
verir: “a ‘Cuma günü yağmur yağacak’ önermesi olsun; b ‘Cumartesi
günü hava güzel olacak’ önermesi olsun; ve ab ‘Cuma günü yağmur
yağacak ve Cumartesi günü hava güzel olacak’ önermesi [olsun]”; o
zaman ab önermesinin içeriği, bileşenleri olan a ve b
önermelerinden daha fazla olacaktır ve ab’nin olasılığı da
bileşenleri olan a ve b önermelerinden daha az olacaktır. Bu
durumlar şöyle formüle edilebilir:
1) Ct(a) £
Ct(ab) ³ Ct(b) {Ct = içerik, content}
2) p(a) ³
p(ab) £ p(b) {p = olasılık, probability}
Sonuç
olarak; içerik, ihtimalsizlik (improbability) arttıkça artar; o
zaman yüksek olasılık bizim amacımız olamaz, çünkü bizim amacımız
daha yüksek içeriktir. Başka bir ifadeyle, madem ki biz daha
yüksek içeriği amaçlıyoruz, o zaman biz aynı zamanda daha düşük
olasılığı amaçlamalıyız: “Madem ki düşük olasılık yüksek
yanlışlanma olasılığı anlamına geliyor, [o zaman] bunu takiben
yüksek yanlışlanabilirlik veya çürütülebilirlik veya
sınanabilirlik derecesi, bilimin amaçlarından birisidir” (Popper,
1963b: 219) ki bu da aslında yüksek bilgiverici içerik ile tam
olarak aynı şeydir.
Özetle,
madem ki yüksek içerik bilimin amacıdır, o zaman yüksek
yanlışlanabilirlik de bilimin amacıdır, çünkü bu ikisi aynı şeyi
ifadelendirir. Popper’in mantıksal çıkarımı, yanlışlamayı bilimin
amacı olarak ortaya koyar ve Popper’in bilim felsefesinin de en
önemli sonucudur. Bu öneri ayrıca bilim olan ile bilim olmayan
arasındaki sınırkoyma problemine de getirilen çözümdür:
Yanlışlanamayan kuramlar, bilimsel değildir.
Bu bağlamda,
bir bilimadamına düşen, kuramını yanlışlamaya çalışmaktır; çünkü
Popper’e (1996b:219) göre “bir kuramı yanlışladığımız her zaman,
önemli bir yeni buluşta bulunuruz.” Bu nokta bizi bilimsel
bilginin gelişimine götürür; bu görüşe göre bilimsel bilgi
yanlışlamalar ile ilerlemektedir.
2. Bilimsel Bilginin Gelişimi
Popper’e
göre “epistemolojinin her zaman olagelen ve hala da olmaya devam
eden merkezi problemi, bilginin gelişimi problemidir. Ve bilginin
gelişimi en iyi bilimsel bilginin gelişimi araştırılarak
çalışılabilir” (Popper, 1965:15).
Popper’de
bilginin gelişimini açıklayan bir örnek Magee’nin Karl Popper’in
Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı adlı eserinden bulunabilir.
“Diyelim ki,
çocuğumuza okulda öğretildiği gibi, suyun 100 santigrad
derecesinde kaynadığının bilimsel bir yasa olduğuna inanmakla işe
başlıyoruz. Doğrulayıcı durumlar ne denli çok olursa olsun, bunu
kanıtlamaya yetmez; ama geçerli olmadığı durumları arayarak, bunu
sınayabilriz. (…) Hayal gücümüzü yeterince işletirsek, çok
geçmeden, suyun kapalı kaplarda 100 santigrad derecesinde
kaynamadığını keşfederiz. Böylelikle bilimsel bir yasa sandığımız
şeyin öyle olmadığı anlaşılır. Şimdi, bu noktada yanlış yola
sapabilir, baştaki önermemizi, deneyci içeriğini şöylece
daraltarak kurtarmaya çalışabilirz:<> Bundan sonra, üçüncü
önermemizi yalanlama yolunda sistemli bir girişime başlayabilirz.
Ve bu böylece sürüp gider” (Magee, 1993:22).
Elbette
örneğimiz bu biçimde devam etmemeli; çünkü önceki bölümde
görüldüğü gibi bilim daha fazla içerik peşindedir, daha az değil.
O zaman yanlışlama durumunda ilkinin handikabını açıklayabilen
başka bir kuram geliştirmeliyiz. Örneğin <> kendimize
sorulmalıdır. Bu böyle devam eder; “bilgimizi artırır ve daha iyi
bir kuram arayışımızı yeniden başlatır” (Magee, 1993:23).
Buna bir
örnek de Popper’den verirsek, şu söylenebilir: “Kepler ve
Galileo’nin kuramları Newton’un mantıksal olarak daha güçlü ve
daha iyi sınanabilir kuramı tarafından birleştirildi ve geçildi,
ve benzer bir şekilde, Fresnel’inki ve Faraday’ınki de
Maxwell’inki tarafından geçildi. Newton’unki ve Maxwell’inki de
(…) Enstein’ınki tarafından geçildi. Herbir durumda ilerleme daha
bilgiverici ve dolayısıyla az olası kuramlara doğru oldu. (Popper,
1963b:220).
Burada
önemli olan bir nokta, kuramı değişikliğe uğratırken ad hoc [5]
değişikliğe başvurmamaktır. Yani bu değişiklikler de ayrıca
sınanabilir olmalıdırlar.
“Bazı
gerçekten sınanabilir kuramlar, sınanıp yanlış oldukları
anlaşıldıktan sonra da hayranları tarafından -örneğin bir ad hoc
yardımcı sayıltı devreye sokularak, ya da bütün kuram çürütmeden
kaçırılacak biçimde gene ad hoc olarak yeniden yorumlanmak
suretiyle savunulmağa devam edebilir. (…) Böyle bir kurtarma
işlemini daha sonra ‘uzlaşmacı çarpıtma’ ya da ‘uzlaşmacı hile’
adı altında betimledim” (Popper, 1996a:170).
3.
Doğruya Yakınlık ve Yeğleme
Açıklandığı
üzere Popper bir doğrunun olduğunu kabul etmesine karşın, doğruya
ulaşılamayacağını savunur; ancak doğruya yakınlık ve yeğleme
düşüncesi doğruya yaklaşma ve bilginin gelişimi düşüncesini
besler. Yukarıda anlatılan durumda olduğu gibi, bilgi İlerlemekte
ve doğruya yaklaşmaktadır. Peki, Popper’e göre mevcut kuramlar
arasında bir yeğleme nasıl yapılır? Bu bağlamda bir kuramın öteki
kuramdan daha fazla doğruya yakın (verisimilitude) olduğunu nasıl
anlarız?
t2 ve t1
kuramlarımız ve t2 de olgulara daha çok uygun olsun. (Popper’e
göre -Tarski’nin görüşü doğrultusunda- doğru, olgulara tekabül
edendir. Yani “bir teori, ancak ve ancak ondan çıkarılan gözlem
önermeleri doğru ise (olgulara tekabül ediyorsa) doğrudur” (Chalmers,
1990:211).) Bu durumda t2 aşağıdaki özelliklerde t1’den adaha
güçlü olacağından, doğruya daha yakındır; yani diğerine göre
yeğlenebilirdir:
t2 t1’den
daha kesin iddialara sahiptir ve daha kesin testlere
dayanabilmektedir.
t2 t1’den daha fazla olguyu açıklamaktadır.
t2 t1’den daha fazla detayı açıklar.
t2 t1’in geçemediği testlerden geçti.
t2 t1’in ileri sürmediği, yeni deneysel testler ileri sürdü.
t2 şimdiye kadar ilişkili olmayan problemlerle bağlantı kurdu.
“Bizim altı
olay listemiz için, t2 kuramının empirik içeriği t1 kuramınınkini
aşmaktadır” (Popper, 1963b: 232). Bu durumda t2 doğruya daha
yakındır ve daha yeğlenebilir bir kuramdır. (Eğer her iki kuram da
yanlış ise, daha kesin deneylerden geçen t2 tercih edilmelidir.
Çünkü yanlış içeriği daha az olacaktır (Popper, 1963b: 235).
Doğruya
yakınlık şöyle formülleştirilebilir (Popper, 1963b: 234):
Vs(a) = CtT(a)
- CtF(a); yani doğru içerik eksi yanlış içerik.
Bu durumda
Vs(a), iki durumda artacaktır:
CtF aynı
kalırken CtT artar ise
CtT aynı kalırken CtF azalır ise
Bu durumda
yanlışlamacılık, yanlış içeriği dışarı atacağından doğruya
yakınlığı sağlayan bir yöntemdir sonucuna varılabilir.
SONUÇ
Şu ana kadar
Popper’in karşı çıktığı geleneksel bilimsel görüş ile Popper’in
buna karşı çözümü açıklanmaya çalışıldı. Özetle aşağıdaki tablo,
Popper’in eleştirdiği geleneksel tümevarımcı görüşü
betimlemektedir.
Tümevarımsal (gelenksel) görüş1. Gözlem ve Deney2. Tümevarımsal
genelleme3. Varsayım4. Varsayımı doğrulama girişimi5. Doğruluk ya
da yanlışlığın kanıtlanması6. BilgiKaynak: (Magee, 1993:51).
Popper’in,
2. ve 4. sırada yer alan görüşleri nasıl eleştirdiği zaten
makalenin temel konusunu oluşturuyordu; ancak Popper bu sıralamada
ayrıca 1. ve 3. sırada yer alan görüşleri de eleştirmektedir.
Popper’in “bilimin gözlemden kurama doğru ilerlediğine dair
geleneksel görüşün” eleştirisine daha önce makalede
değinilmediğinden, bu ana bölümde “hipotezin, tezin, kuramın
gözlemden önce geldiği” savını açıklamak yerinde olacaktır.
“kurama
benzer hiçbirşey devreye girmeksizin salt gözlemden yola
çıktığımız fikri saçmadır.(…) Yirmi beş yıl önce, Viyana’da bir
grup fizik öğrencisine aynı noktayı kavratmağa çalışırken, dersime
aşağıdaki yönergeyle başladım: ‘kağıt kalem alın; dikkatle
gözleyin, ve gözlediklerinizi yazın!’ Belli ki ‘Gözle!’ komutu
saçmadır. (Hatta deyim olarak bile anlamsızdır, meğer ki geçişli
eylemin nesnesi önceden biliniyor sayılsın.) Gözlem her zaman
seçicidir. Seçilmiş bir nesne, belirlenmiş bir amaç, bir ilgi, bir
bakış açısı, bir sorun gereksinir” (Popper, 1996: 185).
Popper’e
göre bir yaratma mantığı yoktur. Yani varsayım, gözlem ve deney
sonucu ortaya çıkmaz. Herhangi bir şekilde oluşabilir. Bu bağlamda
bir bilimsel kuram, bilim-öncesi söylenlerden de ilham alabilir.
Önemli olan, Popper’e göre kuramı, sistemli yanlışlama çabasıdır.
Sonuç
itibariyle, Popper’in yöntemi şöyle formülleştirilebilir.
S1-DdK-YdB-S2;
yani, “bir sorun vardır (S1), bu soruna deneme niteliğindeki bir
kuramla çözüm sunulur (DnK), sonra bu kuram eleştirilir [italikler
benim], yanlışları dışarıda bırakılmaya çalışılır (YdB), bu da
yeni bir soruna yol açar (S2)” (Güzel, 1996: 12).
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
Akarsu, Prof. B.
(1979) Çağdaş Felsefe Akımları, İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, 302 sayfa.
Chalmers, A. (1990) Bilim Dedikleri, Hüsamettin Arslan (çev.)
Ankara, Vadi Yayınları, 256 sayfa.
Güzel C. (1996) “Sağduyu Filozofu: Popper,” iç., Cemal Güzel
(der.-çev.) Sağduyu Filozofu: Popper, Ankara, Bilim ve Sanat
Yayınları, s.7-16
Hospers, J. (1994) “Bilimsel Bilgi,” N. Emrah Aydınonat (çev.),
Ankara, 65 sayfa.
Irzık, G. (1990) “Karl Popper’in Üç Dünya Kuramı ve Bilimsel
Bilginin Nesnelliği,” Felsefe Tartışmaları, 9.Kitap, İstanbul,
Kent Basımevi, s.84-94.
Magee, B. (1979b) “Mantıkçı Pozitivizm ve Kalıtı - A. Ayer ile
Söyleşi,” Aytaç Oksal (çev.) iç., Magee, B. (der.) Tunçay M.
(Bas.Haz.) Yeni Düşün Adamları, İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, s.167-193.
---------- (1993) Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset
Kuramı, Mete Tunçay (çev.) İstanbul, Remzi Kitabevi, 147 sayfa.
---------- (1996) “Karl Popper’le Söyleşi,” Cemal Güzel (çev.)
iç., Güzel C. (der.çev.), Sağduyu Filozofu: Popper, s.17-34.
Popper, K.R. (1963a) “Towards A Rational Theory Of Tradition,”
iç., Conjectures And Refutations, London, Routledge and Kegan
Paul, s.120-135.
---------- (1963b) “Truht, Rationality, And The Growth Of
Scientific Knowledge,” iç., Conjectures And Refutations,
s.214-250.
---------- (1965) “Preface to the English Edition, 1958,” iç.,The
Logic Of Scientific Discovery, Fourth Impression, London,
Hutchinson Of London, s.15-23.
---------- (1996a) “Bilim: Kestirimler, Çürütmeler,” İsmet Birkan
(çev.) iç., Güzel C. (der.çev.), Sağduyu Filozofu: Popper,
s.165-212.
---------- (1996b) “Bilimin Amacı,” Cemal Güzel (çev.) iç., Güzel
C. (der.çev.), Sağduyu Filozofu: Popper, s.213-228.
---------- (1996c) “Bilimsel Araştırma Mantığı’ndan,” Cemal Güzel
(çev.-“Kuramlar” bölümü Kuruluş Dinçer ile) iç., Güzel C. (der.çev.),
Sağduyu Filozofu: Popper, s.35-83.
---------- (1996d) “Kestirimsel Bilgi: Tümevarım Sorununa İlişkin
Çözümüm,” Cemal Güzel (çev.) iç., Güzel C. (der.çev.), Sağduyu
Filozofu: Popper, s.83-114.
---------- (1996e) “Öznesiz Bilgikuramı,” Cemal Güzel (çev.) iç.,
Güzel C. (der.çev.), Sağduyu Filozofu: Popper, s.114-163.
Dipnotlar
1) Her iki
görüşün pozitivist olarak değerlerndirilmesinde en temel dört
nokta şudur: 1.Yöntembilimsel tekçilik, 2. olguculuk (deney ve
gözlem), 3. nesnellik, 4. bilimsel olan ile bilimsel olmayan
arasındaki sınır. Ancak hemen belirtilmelidir ki, doğrulamacılığın
ve yanlışlamacılığın ulaştığı sonuçlar şu dört temel noktalar
açısından birbirinden çok farklıdır: 1. Doğruya (truth-hakikat)
ulaşılabilirlik, 2. bilimsel bilginin gelişimi, 3. bilimsel
olmayan bilgi türlerinin anlamlılığı, 4. nesnelliğin sağlanması.
2) “(…) Hısımlık ilişkileri, toplumsal örgütlenme ve
yönetim biçimleri, yasa, görenek, uylaşım, gelenek, bağlaşma ve
düşmanlıklar, ayin törenleri, din, efsane, boşinanç, dil -bunların
hepsi insan-yapısıydı, ama hiçbiri onun tarafından yapılmamıştı ve
çoğu, onun tarafından değiştirilebilecek gibi değildi, hatta onun
kuşkulanmasına bile açık bulunmuyordu. Bundan ötürü, bu
soyutlamalar her bir insana karşı, onu doğumundan itibaren
biçimlendiren, insansal kılan, yaşamındaki hemen hemen her şeyi
belirleye bir çeşit nesnel gerçeklik olarak ortaya çıkıyorlardı,
yine de yarı özerk gibiydiler” (Magee, 1993:53-54).
3) Bu yanlışlamacılığın temel savıdır: Temel (tikel)
önermelerden tümel önermelere gidilemez, ama tümel bir önerme,
kendisine aykırı temel bir önerme tarafından yanlışlanabilir.
Örneğin; “Öncül: Siyah olmayan bir kuzgun x mevkinde t zamanında
gözlemlendi.” Bu durumda ‘Bütün kuzgunlar siyahtır’ önermesi
yanlışlandı: “Sonuç: Bütün kuzgunlar siyah değildir” (Chalmers,
1990:83).
4) “Bir Marxçı gazetesini açmayagörsün, her sayfasında
kendi tarih görüşünü doğrulayan kanıtlar bulmamazlık edemiyordu;
hem de sadece haberlerde değil bunların sunuluşunda -ki burası
gazetenin sınıfsal yanlılığını ele veriyordu- ve elbette özellikle
gazetenin söylemediklerinde de” Popper, 1996a:168).
5) Bir örnek bunu açılayabilir: “Bu gerçekten de on yedinci
yüzyılın başlarında Galileo ile Aristotelesçi bir hasmı arasında
vuku bulan bir karşılaşmaya dayanan bir örnektir. Yeni icat edilen
teleskopu vasıtasıyla ayı dikkatle gözlemlediğinden Galileo, ayın
pürüzsüz bir küre değil, dağlar ve kraterlerle dolu bir küre
olduğunu söyleyebilmişti. (…) Fakat gözlemler, Aristotelesçilerin
temel bir nosyonunu tehdit ediyordu. Galileo’nin rakibi,
teorisini, apaçık yanlışlama karşısında savundu ki bu bariz ad
hoc’du. O, ayın yüzeyinde, ay küresi tam pürüzsüz küre olacak
şekilde kraterleri dolduran ve dağları kaplayan görülemez bir
madde olduğunu ileri sürdü” (Chalmers, 1990: 102). |