...................
GÜZEL SAİNT-YVES VERSAILLES'A GİDİYOR
Voltaire
Sadık ve Safdil
Çeviri: Bekir Karaoğlu
                         
...................
...................
"Düşüncelerinize katılmıyorum; fakat onları söyleme hakkınızı sonuna kadar savunacağım."
Voltaire

"Hiç bir zaman anlayamayacağım düşünceleri bana kabul ettirdiği için onu asla bağışlamayacağım."
İmparatoriçe Eugenie

"Bu adamı kimse susturamayacak mı?"

Kral XV. Louis



GÜZEL SAİNT-YVES VERSAILLES'A GİDİYOR

Kahramanımız bir yandan avuntu buluyor, eğitimini tamamlıyor ve yıllarca kullanılmamış aklını geliştiriyorken, Rahip de Kerkabon ve kız kardeşi, güzel Saint-Yves acaba ne yapıyorlardı? Rahip ve kız kardeşi ilk bir ay merakla beklediler, üçüncü aydan sonra üzüntüye kapıldılar: Paris'ten gelen asılsız haberler sonucu onun ölmüş olduğuna inandılar. O sırada Brötanyalı bir saray korumanının ailesine yazdığı mektuptan, Safdil'e benzer bir gencin Versailles'a geldiğini, ancak gece yarısı tutuklanarak tutukevine götürüldüğünü ve bir daha haber alınmadığını öğrendiler.

Matmazel de Kerkabon ağlayarak kardeşine şöyle dedi: "Yazık! Yeğenimizin başına bir iş gelmiş; herhalde saray göreneklerini bilmediği için yanlış bir davranışta bulunmuş olmalı. Sevgili kardeşim, kalk gidelim. Ben Paris'i ve Versailles sarayını hiç görmedim; hem gezmiş oluruz, hem de belki yeğenimizi buluruz. Kardeşimizin oğluna yardım etmek görevimizdir. Belki de gençliğin verdiği heyecanı geçince çömez olmaya razı ederiz. Anımsıyor musunuz, Eski ve Yeni Ahitleri ne güzel yorumluyordu? Onu biz vaftiz ettiğimiz için, ruhunun kurtuluşundan biz sorumluyuz. Sevgilisi Saint-Yves her gün ağlıyor. Eğer Paris'te o sözü edilen eğlence yerlerinde kötü bir evde yaşıyorsa, onu oradan kurtarırız. Paris'e gidelim."

Rahip kız kardeşinin bu sözlerinden çok duygulandı. Safdil'i vaftiz etmiş olan Saint-Malo piskoposuna giderek izin ve yardım istedi. Piskopos izni onayladı ve kralın özel rahibi Peder La Chaise'e, Paris başpiskoposu Harlay'e ve Meaux piskoposu Bossuet'ye yazılmış tavsiye mektupları verdi.

Sonunda iki kardeş Paris'e geldiler; ancak daha ilk günden karmaşık bir labirentte kaybolmuş gibiydiler. Her gün kiraladıkları arabalarla araştırma yapıyor, ama bir sonuç elde edemiyorlardı.

Rahip Peder La Chaise'i görmeye gitti. Kralın özel rahibi o sırada Matmazel du Tron'la özel görüşme yapıyordu ve köy papazlarıyla görüşecek vakti yoktu. Rahip sonra başpiskoposa gitti. O da önemli kilise işlerini görüşmek üzere Madam de Lesdiguieres'le odaya kapanmıştı. Sonunda Paris dışındaki Meaux piskoposuna koştu: o da Matmazel de Mauleon'la gizemli konuları görüşüyordu. Rahip sonunda bu din adamlarına haber ulaştırabildi; üçü de yeğeni çömez olmadığı için bir şey yapamayacaklarını bildirdiler.

Zaman geçiyor ve iki kardeş yeğenleri için bir şey yapamadıklarından ötürü umutsuzlanıyorlardı.

O sıralarda Aşağı Brötanya yargıcı aptal oğlunu evlendirebilmek için manastırdan çıkmış olan Matmazel de Saint-Yves'i sıkıştırıyordu. Genç kız vaftiz oğlunu hâlâ unutamamıştı, bu gelecekteki kocadan nefret ediyordu. Zorla kapatıldığı manastırda Safdil'e sevgisi daha da alevlenmişti. Aşk bir genç kızda, yaşlı bir amca ve haladan daha güçlü duygular uyandırır. Üstelik güzel Saint-Yves manastırda okuduğu romanlardan cesaret almıştı.

Güzel kız kasabada konuşulan Brötanyalı saray korumanının mektubunu duymuştu. Versailles'a gidip kendi elleriyle bilgi toplamaya ve eğer sevgilisi tutukevindeyse bakanların ayaklarına kapanmaya karar verdi. İçinden bir ses ona saraylarda güzel kızların kolayca geri çevrilemeyeceğini söylüyordu. Ama bunun bedelinin ne olduğunu bilemezdi.

Kararını verdikten sonra yatıştı, damat adayını eskisi gibi terslemez oldu, kayınbabasına iyi davrandı ve böylece evine erinçli bir hava geldi. Düğün gününden bir gece önce, sabah dörtte düğün armağanlarını ve değerli ne varsa toplayıp gizlice kaçtı. Planını o kadar iyi yapmıştı ki sabah odasına girdiklerinde o çok uzaklardaydı. Herkes şaşkın ve öfkeliydi. Yargıç o gün ömründe sormadığı kadar soru sordu; koca adayı her zamankinden daha aptal olmuştu. Rahip de Saint-Yves kız kardeşinin peşinden gitmek istedi. Yargıç ve oğlu ona eşlik etmeye karar verdiler. Böylece yazgı tüm Aşağı Brötanya'yı Paris'e taşıyordu.

Güzel Saint-Yves kendisini izleyeceklerini biliyordu; gittiği yollarda arabacılara şişman bir rahip, iri yarı bir yargıç ve aptal bir genç görüp görmediklerini soruyordu. Üçüncü gün onların yaklaştığını öğrenince değişik bir yola saptı ve onlar boş yere Paris'te aranırken Versailles'a ulaşmayı başardı.

Fakat genç ve güzel bir kız Versailles'da yalnız başına ne yapabilirdi? Her türlü tehlikeye karşı savunmasız, bir yardım edeni olmadan kral korumanını nasıl bulabilirdi? Aşağı tabakalardan bir cizvit papazına başvurdu. Bu cizvit papazları her tabakada vardı. Başlarında kralın özel rahibi ve gallik kilisenin şefi denen Peder La Chaise olmak üzere, daha aşağıda prenseslerin özel rahipleri vardı. Bakanların cizvitleri yoktu; onlar o kadar aptal değillerdi. Sonra halkın cizvitleri vardı; örneğin hizmetçi kızların özel rahipleri kızların sayesinde hanımlarının gizlerini öğrenebiliyorlardı. Güzel Saint-Yves'in başvurduğu Peder Tout-à-Tous bunlardan biriydi. Ona derdini anlattı ve kendisine güvenilir bir aile yanında kalacak yer bulmasını istedi.

Peder Tout-à-Tous onu bir saray subayının eşi ve en yakın sırdaşı olan bir kadının yanına yerleştirdi. Saint-Yves eve girer girmez bu kadının dostluğunu ve güvenini kazanmaya çalıştı; Brötanyalı korumanı aratıp eve getirtti. Bu korumandan Safdil'in bir bakanlık yazmanıyla görüştükten sonra tutuklandığını öğrenince bu yazmanın yerine koştu. Bu güzel kızı gören yazmanın huyu hemen değişti, çünkü Tanrı kadınları herhalde erkekleri uysallaştırmak için yaratmış olmalı.

Kızın durumundan duygulanan yazman ona her şeyi açıkladı: "Sevgiliniz bir yıldan beri Bastille Tutukevindedir, ve eğer siz olmasanız, ömür boyu orada kalacaktır." Güzel Saint-Yves bayıldı. Kendine geldiğinde yazman ona "Size yardım edecek yetkim yok; bana yalnızca kötülük etmek için yetki veriyorlar. Bence siz bakan Louvois'nın yeğeni Bay de Saint-Poulange'a gidin, o hem iyilik hem de kötülük yapabilir. Bakan Louvois'nın iki ruhu vardır: biri Bay de Saint-Poulange, diğeri ise Madam du Bellay. Madam şu anda Versailles'da değil, geriye bir tek şansınız kalıyor: Bay de Saint-Poulange'ı yumuşatmak."

Böylece güzel Saint-Yves, bir parça sevinçle üzüntü, biraz umutla derin korkular arasında, bir yandan kardeşi tarafından kovalanıp, bir yandan sevgilisi için gözyaşları dökerek Bay de Saint-Poulange'ın evine koştu.


SAFDİL'İN KAFACA GELİŞMESİ

Safdil bilimde, özellikle insan bilimlerinde hızlı bir ilerleme gösteriyordu. Kafasındaki bu hızlı gelişmenin nedeni, yabanıl bir ortamda büyümüş olmasının yanı sıra, soylu bir öze sahip olmasıydı. Çocukluğunda hiçbir şey öğrenmediği için önyargılar da kazanmamıştı. Beyni çarpık düşünceye alışmadığından tüm doğruluğunu korumuştu. Olayları olduğu gibi görebiliyor, çocukluğumuzda bize söylendiği biçimde görmesini bilmiyordu. Arkadaşı Gordon'a şöyle diyordu: "Size baskı yapanlar aşağılık insanlardır. Eziyet gördüğünüz için sizin yanınızdayım, fakat jansenci olduğunuz için üzülüyorum. Her mezhep benim için bir yanlışlığın belirtisidir. Söyleyin bana, geometride mezhepler var mı?" Gordon "Hayır, oğlum," dedi, "İnsanlar kanıtlanan her gerçekte uzlaşabilirler, fakat kapalı gerçeklerde farklılıklar doğar." Safdil yanıtladı: "Bana kapalı gerçeklerden söz etmeyin. Yüzyıllardır sakız gibi çiğnenen bu laf yığını arasında en ufak bir gerçek olsaydı, şimdiye kadar kanıtlanırdı ve tüm insanlar aynı düşüncede olurlardı. Bu gerçek dünya için güneş gibi gerekli olsaydı, şimdi onun gibi ışıldardı. 'İnsanda temel bir gerçek var, Tanrı onu gizliyor,' demek, Tanrı'yı ve insanlığı aşağılamaktır."

Doğanın eğittiği bu saf çocuğun her sözü yaşlı bilge üzerinde derin izler bırakıyordu. Kendi kendine "Yoksa, şimdiye kadar düş ürünü şeyler için ömrümü boşa mı harcadım? Tanrısal lütuftan çok kendi mutsuzluğumdan eminim. Yıllarımı Tanrı'nın ve insanın özgür istemini araştırmakla geçirirken, kendi özgürlüğümü yitirdim; ne Aziz Augustin, ne de Aziz Prosper beni bu delikten çıkarabilir."

Safdil bir ara arkadaşına şöyle dedi: "Böyle akademik ve boş konular için kendilerine eziyet ettirenler bana pek bilge kişiler gibi gelmiyor; onlara baskı yapanlarsa canavardan başka bir şey olamazlar."

İki tutuklu bulundukları durumun adaletsizliği üzerinde anlaşıyorlardı. Safdil "Ben sizden yüz kez daha şanssızım," dedi, "Özgür bir ortamda doğdum, sevdiğim biri var; ama nedenini bilmeden ve soramadan ikisinden de ayrı tutuluyorum. Huronlar arasında yirmi yıl yaşadım; onlara barbar diyorlar; ama onlar kimseye baskı yapmıyorlar. Fransa'ya ayak basar basmaz kanımı bu ülke için akıttım; belki de bir kasabayı kurtardım, ödül olarak bu hücrede çürümeye bırakıldım. Siz olmasanız öfkeden ölürdüm. Öyleyse bu ülkede yasalar yok! İnsanları dinlemeden tutukluyorlar. İngiltere'de böyle değil; ah! asıl çarpışmam gereken İngilizler değilmiş." Böylece Safdil'in yeni gelişmekte olan filozof yanı öfkesini dizginleyemiyordu.

Arkadaşı ona karşı çıkmadı. Gözden uzak olana karşı sevgi daha da artar, felsefe de sevgiyi azaltmazmış. Safdil metafizik kadar sevgilisi Saint-Yves'den de söz ediyordu. Duyguları saflaştıkça sevgisi daha da artıyordu. Birkaç roman okudu, ama ruhuna uygun olanı pek azdı; yüreği hep okuduğundan ötelere gidiyordu; "Ah! bu yazarlar yalnızca sanat ve zekâlarını konuşturuyorlar," diyordu.

İyi yürekli yaşlı jansenci giderek ona daha çok bağlanmıştı. Safdil'in etkisiyle, daha önce bedensel bir günah saydığı aşkın, hem ruhu yücelten, hem de erdemli kılan yüce bir duygu olduğuna inanır oldu. Bir Huron'un jansencinin düşüncelerini değiştirebilmesi bir mucize sayılabilir.


GÜZEL SAİNT-YVES UYGUNSUZ ÖNERİLERE DİRENİYOR

Güzel Saint-Yves, yanında kaldığı evin hanımıyla birlikte yüzlerini örterek Bay de Saint-Poulange'ı görmeye gitti. Kapıya vardığında ilk gördüğü kişi, evden ayrılmakta olan kardeşi Rahip de Saint-Yves oldu. Önce ürküye kapıldı ama arkadaşı onu avuttu: "Size karşı olanlar daha önce geldiği için, özellikle siz de konuşmalısınız. Bu ülkede suçlayanlara hemen karşı çıkılmadığı için her zaman haklı oluyorlar. Üstelik, bildiğim kadarıyla, sizin yüzünüz kardeşinizin sözlerinden daha etkili olacaktır."

Bu sözlerden cesaret alan Saint-Yves huzura çıktı. Gençliği, alımı, yaşlı gözleri odadakilerin tüm dikkatini toplamaya yetti. Bakan yardımcısının dalkavukları bir an için efendilerini unutup güzelliği seyretmeye koyuldular. Saint-Poulange onu bir odaya aldı. Genç kız bütün içtenliğiyle ve inceliğiyle sorununu anlattı. Saint-Poulange etkilenmişti. Titreyen genç kadını avuttu: "Akşama yine gelin görüşelim; buradaki kalabalık içinde sorunları aceleye getiriyoruz, oysa sizin sorununuz derin bir inceleme gerektiriyor," dedi. Sonra genç kadının güzelliğine ve soylu duygularına övgüler yağdırıp akşam beşte gelmesini tembih etti.

Genç kız akşam yine oradaydı; ev sahibesi de onunla gelmişti, ama o salonda kalıp Hıristiyan Eğitimi adlı kitabı okudu; Saint-Poulange genç kızı özel odasına aldı. Önce ona "Biliyor musunuz, matmazel," dedi, "Kardeşiniz benden sizi hapse attırmak için bir belge istedi? Doğrusu, onun Aşağı Brötanya'ya postalanması için bir belge hazırlasam daha iyi olurdu." Saint-Yves içini çekti: "Ah! Bayım, ben kardeşim için böyle bir şey isteyemem. Yakındığım yanları var, ama insanların özgürlüklerine saygı duyarım. Sizden kasabamızı kurtaran, kralımıza iyi hizmet edebilecek olan ve görev başında ölen bir subayın oğlunun, iyi bir insanın özgürlüğünü geri vermenizi rica ediyorum. Onu neyle suçladıklarını bilmiyoruz; bir insanı dinlemeden nasıl tutuklayabilirler?"

Bunun üzerine bakan yardımcısı ona cizvit casusun ve iki yüzlü yargıcın mektuplarını gösterdi. Güzel kız haykırdı: "Nasıl? Dünyada böyle alçak insanlar olabilir mi? Bu kötü adam beni oğluyla evlenmeye zorlamak için bunu yaptı. Böyle insanların görüşleri alınarak mı yurttaşların yazgısıyla oynanıyor?" Genç kız bakan yardımcısının ayaklarına kapandı ve hıçkırarak sevdiği adamın özgürlüğünü istedi. O kadar iştah açıcıydı ki bakan yardımcısı ona, sevgilisine sakladığı hazinelerden kendisine de biraz tattırabilirse başarılı olacağını ima etti. Genç kız şaşkınlık içinde duymamış gibi yaptı. Ama bakan yardımcısı önerisini daha açık sözlerle yineledi. Böylece, her defasında genç kızın kabul etmediğini gören adam, yalnızca tutukluluğu kaldırmayı değil, armağanlar, evler, arabalar vermeyi öneriyordu. Genç kız bunları geri çevirdikçe Saint-Poulange'ın iştahı daha da artıyordu.

Güzel Saint-Yves divan üzerinde yarı baygın, şaşkın ve duyduğuna inanamayarak ağlıyordu. Bu kez Saint-Poulange onun ayaklarına sarıldı. Aslında çoğu genç kızın geri çeviremeyeceği yakışıklı bir adamdı. Ancak Saint-Yves Safdil'i seviyordu ve onu kurtarmak için de olsa sevgilisini aldatmanın günah olduğuna inanıyordu. Saint-Poulange'ın yalvarmaları ve ödülleri iki katına çıkmıştı. Sonunda, aklı başından gidip sevdiği adamı kurtarmanın tek yolunun bu olduğunu bildirdi. Bu tuhaf görüşmenin uzadığını gören ev sahibesi Hıristiyan Eğitimi kitabından başını kaldırıp söylendi: "Tanrım! iki saattir içerde ne yapıyorlar? Bay Saint-Poulange'ın hiç bu kadar uzun görüşme yaptığını görmedim. Herhalde genç kızın istediği zor bir şey ki hâlâ yalvarıyor olmalı."

Sonunda arkadaşı özel odadan çıktığında sersem gibiydi, hiçbir şey konuşamadı. İnsanların özgürlüğü ve kadınların namusuyla bu kadar rahatça oynayabilen devlet büyükleri ve yarı büyükleri üzerine derin düşünceler içinde eve döndü.

Arkadaşının evine geldiğinde dayanamayıp her şeyi ona anlattı. Dindar ev sahibesi istavrozlar çıkarıp onu avuttu: "Sevgili arkadaşım, yarın Peder Tout-à-Tous ile görüşelim; o Bay Saint-Poulange'ı yakından tanır; evindeki tüm hizmetçilerin din öğretmenidir. Peder iyi bir insandır ve birçok hanıma yardım etmiştir. Benim gibi siz de onu sırdaş kabul edin; ben hiç pişman olmadım. Biz zavallı kadınlar, hep bir erkeğin yol göstermesine gerek duyarız." Saint-Yves ertesi gün Peder Tout-à-Tous'u görmeyi kabul etti.


GÜZEL KIZIN CİZVİTLE GÖRÜŞMESİ

Güzel ve mutsuz Saint-Yves, Peder Tout-à-Tous ile görüştüğünde ona, hükümette güçlü bir adamın nişanlısını tutukevinden çıkarmak için yardımcı olmayı kabul ettiğini, ancak bunun için büyük bir bedel istediğini anlattı. Böyle ahlaksız bir öneriyi kabul etmek istemediğini, yalnızca kendi yaşamı söz konusu olsaydı bu öneriyi kabul etmek yerine canına kıyabileceğini, ancak nişanlısı söz konusu olunca ne yapması gerektiğini bilmediğini söyledi.

Peder Tout-à-Tous çok kızdı: "Şu iğrenç dinsizin yaptığına bak! Bana bu görevlinin adını söyleyin; mutlaka jansencinin biridir; onu sayın Peder La Chaise'e şikâyet edeceğim ve nişanlınızın yattığı hücreye onu kapattıracağım."

Genç kız uzun bir kararsızlıktan sonra Saint-Poulange'ın adını verdi.

Rahip duraladı: "Ah! Bay Saint-Poulange mı dedin, kızım? O zaman dur bakalım: kendisi şimdiye kadar gelmiş en değerli, en Hıristiyan bakanımızın yeğeni olur; bu iyi bir adamın böyle kötü bir niyeti olamaz, siz yanlış anlamış olmalısınız." Saint-Yves "Hayır, çok iyi duydum, çünkü defalarca söyledi. Ah! ben ne talihsizim. Ya utanç içinde öleceğim, yahut da sevgilim tutukevlerinde çürüyecek," diye ağladı.

Peder Tout-à-Tous genç kızı tatlı sözlerle yatıştırdıktan sonra şöyle dedi:

"Kızım, bir kere şu sevgilim sözcüğünü kullanmayın, çünkü bu söz Tanrı'nın gücüne gidebilir. Her ne kadar evlenmiş olmasanız da ona kocam deyin; bu daha dürüst olur."

"İkinci olarak, düşünce ve niyetinize göre kocanız olan bu adam gerçekte kocanız değildir. Buna göre, başkasıyla yapacağınız iş zina olmayacaktır; bu günahı işlemek dinimizde çok kötüdür."

"Üçüncü olarak, niyetiniz temizse, görünüşte kötü olan bir eylem Tanrı'nın katında kötü sayılmaz. Siz kocanızın özgürlüğünü düşündüğünüz için niyetiniz gerçekten temizdir."

"Dördüncü olarak, dinimizin tarihinde sizin durumunuza uygun düşen birçok güzel örnek vardır. Aziz Augustin'in yazdığına göre, İ.S. 340 yılında Roma'da Septimus Acindynus egemenken, Sezar'ın hakkını Sezar'a ödeyemediği için ölüme yargılanmış bir adam varmış. Adamın ödemesi gereken miktar yarım kilo altınmış, ama onun hiç parası yokmuş. Bu adamın çok güzel ve akıllı bir karısı varmış; zengin ve yaşlı bir komşusu bu kadına, kendisiyle günaha girerse kocasına gerekli olan yarım kilo altını vereceğini söylemiş. Kadın kocasının yaşamını kurtarabilmek için buna razı olmuş. Aziz Augustin bu kadının özverisini doğru bulmaktadır. Gerçi yaşlı komşu onu aldatıp parayı vermemiş ve kocası asılmış; ama bu kadın kocasını kurtarmak için elinden geleni yapmış oldu."

"Kızım, bir cizvit size Aziz Augustin'i tanık gösteriyorsa, en doğrusunu söylüyor demektir. Siz aklı başında bir kızsınız, size hiçbir öğüt vermeyeceğim. Ama kocanıza yararlı olacağınızdan eminim. Bay de Saint-Poulange dürüst bir adamdır, verdiği sözden dönmez. Sizin için dua edeceğim, umarım her şey Tanrı'nın istediği gibi olur."

Güzel Saint-Yves bakan yardımcısının önerisi kadar ürkütücü olan bu sözlerden sersemlemiş olarak arkadaşının evine döndü. Bir an kendine kıyıp sevdiği adamı o korkunç tutukevinde bırakmayı, en değerli varlığını satmanın vereceği utançtan kurtulmayı düşündü.


GÜZEL KIZIN ERDEMLİ DÜŞÜŞÜ

Güzel Saint-Yves ev sahibesinden kendisini öldürmesini istedi; ancak bu kadın da cizvit rahip gibi hoşgörülüydü ve ona uzun uzun öğütler verdi: "Ne yazık! Güzel kızım, bu tanınmış, soylu ve zarif saray çevresinde işler başka türlü görülmüyor. En büyüğünden en küçüğüne tüm konumlar sizden istenen bu tür bedeller karşılığı verilmiştir. Bakın, bana güven ve arkadaşlığınızı verdiğiniz için size şunu itiraf edeyim: ben de sizin kadar zorluk çıkarsaydım, kocam şimdi evini geçindirdiği bu işi bulamayacaktı. O bunu biliyor ve bana kızmak yerine, beni velinimeti olarak görüp saygı duyuyor. Siz sanıyor musunuz ki tüm bu valiler, ordu komutanları bulundukları konumları yalnızca görevlerindeki başarılara borçlular? Bunların büyük çoğunluğunun yükselmesinde eşlerinin payı vardır."

"Siz şimdi çok ilginç bir durumdasınız: sevgilinizi kurtarıp onunla evlenmeniz söz konusu. Bu yüce bir görevdir. Size sözünü ettiğim o güzel bayanları kimse ayıplamadı; sizi de alkışlayacaklar ve erdemli bir amaç için ufak bir günah işledi diyeceklerdir." Güzel Saint-Yves "Ah! Ne erdem! Ne ülke! İnsanları tanımayı yeni öğreniyorum. Peder La Chaise ile gülünç bir yargıç sevgilimi tutukevine attırıyorlar; ailem bana baskı yapıyor; bu zor anımda bana elini uzatanlar beni kirletmek istiyorlar. Bir cizvit yiğit bir adamın yaşamını karartırken, başka bir cizvit namusuma el uzatıyor. Her yanım tuzaklarla dolu ve benim dayanma gücüm kalmadı. Ya kendimi öldürmeli ya da kralla konuşmalıyım. Kral kiliseye veya tiyatroya giderken onun geçtiği yola kendimi atmalıyım."

Ev sahibesi "Sizi ona yaklaştırmazlar," dedi, "Hele onunla konuşmayı başarırsanız, Mons de Louvois ve Peder La Chaise sizi ömrünüzün sonuna kadar bir manastıra kapatırlar."

Arkadaşının bu sözleri genç kızın kararsızlığını ve umutsuzluğunu daha da artırıyordu. O sırada bir haberci geldi; Bay de Saint-Poulange'dan bir mektup ve iki pırlanta küpe getirmişti. Saint-Yves bunları almak istemedi, ama arkadaşı onları bir kıyıya koydu.

Haberci gittikten sonra ev sahibesinin okuduğu mektupta Saint-Poulange iki bayanı akşam yemeğine çağırıyordu. Saint-Yves asla gitmeyeceğini söyledi. Arkadaşının ona zorla takmak istediği küpeleri fırlatıp attı. Bütün gün direndikten sonra yenik düştü; arkadaşının getirttiği arabaya nereye gittiğini bilemeden bindi. Yolda ev sahibesi küpeleri yine denediğinde karşı koyacak gücü yoktu. Yemek sırasında onun durgun olduğunu gören Saint-Poulange umutlandı. Yemeğin sonuna doğru bakan yardımcısı ona kocasının salıverme kararını ve bir bölük komutanlığına atanma buyruğunu gösterdi, daha bir çok sözler verdi. Saint-Yves içinden "Ah! Kendinizi sevdirmek için bu kadar uğraşmasanız belki sizi sevebilirdim," diye düşündü.

Daha sonra uzun bir direniş, hıçkırıklar, gözyaşları sonunda yorgun düşen genç kız kendini teslim etti. Bütün bunlar olurken yalnızca Safdil'i düşünmekten başka dayanağı kalmamıştı.


GENÇ KIZ SAFDİL'İ VE JANSENCİYİ KURTARIYOR

Gün ağarınca genç kız elindeki belgelerle Paris'e koştu. Bu yolculuk sırasında yüreğinden geçenleri anlatabilmek zordur. Soylu ve erdemli bir yürek düşünün, bir yandan sevgilisine özgürlüğünü verebilme umudu, diğer yandan onu aldatmış olmanın suçluluğu; bu iki duygu arasında parçalanmak üzereydi. O artık, aklı taşra eğitimiyle daraltılmış bir kız değildi. Sevgilisinin akıl yoluyla erdiği olgunluğa o aşk ve yıkımlarla ulaşmıştı. Kadınlar erkeklerin düşünmeyi öğrenmesinden çok daha kolay duyguları öğrenirler. Bu yaşadıkları dört yıllık bir manastır eğitiminden daha öğreticiydi.

Çok sade giysiler içindeydi; bakan yardımcısının karşısına çıktığı o süslü giysilerden nefret ediyordu; elmas küpeleri ev sahibine bırakmıştı. Böylece, hem Safdil'i özlemiş olarak ve hem de kendinden nefret ederek, karmaşık duygularla tutukevinin kapısına geldi.

Arabadan inerken gücü yetmeyip sendeleyince ona yardım ettiler; gözleri yaşlı ve yüreği çarparak içeri girdi. Onu müdürün karşısına çıkardılar; konuşmak istedi ama sesi çıkmadı ve belgeleri gösterdi. Müdür Safdil'i çok sevmişti, onun salıverilmesine sevindi. Başkalarının talihsizliğinden yararlanmak veya onların gözyaşlarından zevk almaktan hoşlanan diğer birçok meslektaşı gibi yüreği taşlaşmamıştı.

Müdür tutukluyu odasına getirtti. İki sevgili birbirini görünce bayıldılar. Güzel Saint-Yves uzun süre kımıltısız ve ölü gibi kaldı. Müdür Safdil'e "Bu hanım eşiniz olmalı," dedi, "Bana evli olduğunuzu söylememiştiniz; duyduğuma göre, özgürlüğünüzü onun çabalarına borçluymuşsunuz." Saint-Yves "Ah! Onun eşi olmaya layık değilim," diyerek yine bayıldı.

Ayıldığında Safdil'e bu kez bölük komutanlığına atanma buyruğunu gösterdi. Safdil mutlu bir düşten uyanır gibi soruyordu: "Niçin buraya kapatılmıştım? Beni nasıl kurtardınız? Siz göklerden inen bir melek gibi yardımıma koştunuz."

Güzel Saint-Yves bakışlarını eğiyor, sevgilisine baktıkça kızarıyor ve gözleri yaşarıyordu. Sonunda Safdil'e, ömür boyu kimseye söyleyemeyeceği ama Safdil dışında herkesin kestirebileceği o ayrıntı dışında, tüm bildiklerini anlattı.

Safdil öfkeyle söyleniyordu: "Bu sefil kasaba yargıcı benim özgürlüğüme nasıl kastedebilir? Ah! Görüyorum ki bazı insanlar en yırtıcı hayvanlardan daha kötü olabiliyorlar. Ama kralın özel rahibi bir cizvitin de bu sahteciliğe karışması ne kadar kötü. Peki siz benim gibi bir yabancıyı nasıl unutmadınız? Yol yordam bilmeden, kimseden yardım görmeden Versailles'a nasıl gelebildiniz ve zincirlerimi kırdınız? Demek ki güzellik ve iffetin demir kapıları kırabilen ve tunç yürekleri yumuşatan tanrısal bir gücü varmış!"

Bu iffet sözcüğü üzerine Saint-Yves ağlamaya başladı. Oysa kendini suçladığı o günahın içinde bile ne kadar iffetli olduğunu bilmiyordu.

Sevgilisi şöyle sürdürdü: "Bağlarımı koparan melek, eğer biraz daha adalet getirecek gücünüz varsa, sizin bana sevmeyi öğrettiğiniz gibi bana düşünmeyi öğreten yaşlı bir adamı da kurtarabilir misiniz? Yazgı beni bu adama bağladı; onu babam gibi seviyorum, siz ve o olmadan yaşayamam."

Saint-Yves şaşırdı: "Yani ben yine bakan yardımcısına ...!" Safdil "Evet, her şeyimi size borçlu olmak istiyorum. Bu yetkiliye yine yazın ve başladığınız iyilikleri tamamlayın." Genç kız onun isteğini yapması gerektiğini duyumsuyordu. Yazmak için kalemi aldığında eline egemen olamadı. Üç kez yazmayı denedi, üçünü de yırttı. Sonunda bir mektup yazdı ve iki sevgili, tanrısal lütfun kurbanı yaşlı jansenciyi kucaklayıp ayrıldılar.

Mutlu ve üzgün Saint-Yves kardeşi rahibin kaldığı oteli biliyordu. Aynı yere gidip bir oda tuttular.

Henüz yerleşmişlerdi ki bakan yardımcısından bir haberci geldi. Yaşlı Gordon'un salıverme kararını gönderen Saint-Poulange genç kıza ertesi akşam için randevu veriyordu. Böylece, yaptığı her iyilik sonunda biraz daha kirleniyordu. Genç kız insanların yıkımları üzerine yapılan bu ticaretten iğreniyordu. Salıverme kararını Safdil'e verdi ve bakan yardımcısının randevu önerisini geri çevirdi. Safdil ancak arkadaşını kurtarmak üzere sevgilisinin yanından ayrılabildi. Koşarak tutukevine giderken bir yandan da dünya işlerinin nasıl döndüğünü düşünüyor ve iki kişiyi kurtaran bu kızın cesaretine hayranlık duyuyordu.


SAFDİL, GÜZEL SAİNT-YVES VE AKRABALARI BİR ARAYA GELİYOR

Güzel ve günahkâr Saint-Yves, kardeşi rahip Saint-Yves ve Safdil'in amca ve halasıyla bir araya gelmişti. Herkes olup bitenlerden dolayı şaşkınlık ve farklı duygular içindeydi. Rahip Saint-Yves yaptığı haksızlıktan pişman olmuş kardeşine sarılıp ağlarken genç kız da onu bağışlıyordu. Amca ve hala sevinçten ağlıyorlardı. Bu güzel toplulukta kötü yargıç ve sıkıcı oğlu yoktu: düşmanlarının salıverildiğini duyar duymaz oradan ayrılmışlar, kötülük ve budalalıklarını kendi kasabalarında yaymaya gitmişlerdi. Heyecan içindeki bu dört kişi Safdil'in arkadaşını özgürlüğe kavuşturup dönmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Rahip de Saint-Yves kız kardeşinin yanında konuşmaya cesaret edemiyordu. Matmazel de Kerkabon "Yeğenimi göreceğim," diye sevinçten uçuyordu. Güzel Saint-Yves ona "Yeğeninizi göreceksiniz, ama o artık bildiğiniz adam değil; duruşu, bakışı, düşünceleri, her şeyi değişmiş; saf olduğu kadar bilge bir kişi; kısaca ailenizin gurur duyacağı bir insan olmuş. Keşke ben de öyle olabilsem," dedi. Rahip de Kerkabon ona "Siz de aynı değilsiniz; başınızdan neler geçti de bu kadar değiştiniz?" diye sordu.

Bu konuşmaların ortasında Safdil elinden tuttuğu jansenci Gordon'la çıkageldi. Amca ve teyzesi yeğenlerine sarılıp uzun uzun öptüler. Rahip de Saint-Yves artık saf olmayan Safdil'in önünde neredeyse diz çöküp özür diledi. İki sevgili duygularını ancak bakışlarıyla anlatabiliyorlardı. Birinin bakışlarında minnettarlık ve sevgi, diğerininkinde ise utanç ve sıkıntı okunuyordu. Kimse genç kızın bu mutlu gününde durgun oluşuna bir anlam veremiyordu.

Yaşlı Gordon bir anda ailenin sevgilisi oldu, çünkü genç tutuklunun sıkıntılarını paylaşmış olması büyük bir onurdu. Yaşlı adam özgürlüğünü iki sevgiliye borçlu olduğu için aşka inanmaya başlamıştı, eski ve kuru düşünceleri değişiyordu. Yemekten önce herkes başından geçenleri anlattı. İki rahip ve hala bunları, hortlak öyküleri dinleyen çocuklar veya yıkım haberlerine meraklı adamlar gibi, gözlerini iri iri açarak dinliyorlardı. Gordon şöyle dedi: "Ne yazık! Matmazel de Saint-Yves'in kırdığı zincirlere bağlı daha beş yüzden fazla insan var; onların ne olacağını kimse bilmiyor. Güçsüze vurmak için birçok el kalkarken, yardım eli o kadar az ki." Bu düşünce onu daha duygulu ve minnettar yapıyor, güzel Saint-Yves'in davranışını daha değerli kılıyordu. Her şey genç kızın kararlı ve soylu davranışını bir kat daha yüceltiyordu. Ama, genç kıza duyulan hayranlık, sarayda etkili birine duyulan saygıyla karışık bir hayranlık gibiydi. Bu arada Rahip de Saint-Yves arada bir "kız kardeşim kısa sürede bu gücü nereden almış olabilir?" diye düşünmekten kendini alamıyordu.

Yemeğe oturdukları sırada Versailles'da evinde kaldığı bayan her şeyden habersiz olarak çıkageldi. Saraya gider gibi gösterişli bir arabayla gelmişti ve içerdekileri büyüklenen bir tavırla selamladı. Sonra Saint-Yves'i bir kıyıya çekip konuştu: "Niçin beyefendiyi bekletiyorsunuz? İşte elmas küpeleriniz; onları takın ve beni izleyin." Alçak sesle söylenen bu sözleri Safdil duydu; sonra küpeleri gördü. Rahip de Saint-Yves, amca ve hala da bir şey anlamadan bu mücevherlere hayranlıkla baktılar. Bir yıldır kendine egemen olmayı öğrenmiş olan genç adam yine de sendeledi. Güzel Saint-Yves sevgilisinin yüzündeki anlatımı görünce ölü gibi sarardı; ayakta zor duruyordu. Ev sahibesine "Ah! Madam, ne yaptınız? Beni ölüme gönderiyorsunuz," dedi. Bu sözler Safdil'in yüreğini deldi; ancak kendini tuttu ve yüzü bembeyaz olmasına karşın kardeşinin yanında sevgilisine bir şey söylemedi.

Sevgilisinin yüzündeki değişikliği fark eden Saint-Yves kadını salondan dışarı çıkarıp küçük bir odaya aldı; küpeleri onun ayaklarına attı. "Benim bunlara kapılmadığımı biliyorsunuz; size bunları verene söyleyin: beni bir daha asla göremeyecektir." Kadın küpeleri yerden alırken genç kız sözünü sürdürdü: "Onları ister geri alsın, ister size versin; şimdi lütfen gidin, beni dostlarım önünde daha fazla mahcup etmeyin." Kadın bu davranışa bir anlam veremeden oradan ayrıldı.

Güzel Saint-Yves yüreğindeki bu fırtınalara dayanamayarak boğulacak gibi oldu ve yatağına çekilmek istedi. Ancak, diğerlerini telaşlandırmamak için konuşmalara şakacı sözlerle katılmaya çalıştı; arada bir sevgilisine baktıkça yüreğine oklar saplanıyordu.

Genç kızın katılmadığı yemek başta sönük geçti; ancak bazı durgun toplantılarda olduğu gibi, yapmacık neşe gösterileri yerine, yararlı ve derin konuşmalar oldu.

Gordon birkaç tümceyle jansenciliğin tarihçesini anlattı, gördükleri baskılardan söz etti. Safdil ise, insanların aralarında yarattıkları bölünmeler yetmiyormuş gibi düşlem ürünü amaçlar için yeni baş ağrıları üretmelerini eleştirdi. Gordon anlattıkça Safdil eleştirisini yapıyordu; konuklar bu konuşmayı heyecanla dinliyor ve yeni bakış açılarıyla aydınlanıyorlardı. Yıkımların uzunluğu ve yaşamın kısalığından söz edildi. Her uğraşın baştan çıkarıcı ve tehlikeli bir yönü olduğuna dikkat çekildi: krallardan tutun da dilencilere kadar herkes suçu doğada buluyordu. Nasıl oluyordu da, birkaç kuruş için diğer insanlara cellatlık, gardiyanlık ve dalkavukluk yapmaya hazır insanlar bulunabiliyordu? Bir görevli hiç gözünü kırpmadan bir ailenin yaşamını söndürecek imzayı atabiliyor ve cellatlar bunu büyük bir zevkle yerine getirebiliyordu?

Gordon şöyle dedi: "Gençliğimde mareşal Marillac'ın bir akrabasını tanımıştım; bu adam ünlü akrabası yüzünden doğduğu yerde eziyet görmeye başlayınca Paris'e gelmiş, başka bir ad altında saklanıyordu. Yetmiş iki yaşında bir adamdı. Ona sürgünde eşlik eden karısı da aynı yaşlardaydı. Tek çocukları hayırsızın biri olup on dört yaşında evden kaçmış, önce asker olmuş sonra asker kaçağı, her türlü kötülük ve ahlaksızlığa karışmıştı. Bu çocuk sonunda Kardinal de Richelieu'nün korumanlarına katılmış ve böylece kanunun pençesinden kurtulmuştu. Bu serüvenci adam anne ve babasını tutuklamakla görevlendirildi. Bu görevi efendisine yaranmak isteyen uşağın titizliğiyle gözünü kırpmadan yerine getirdi. Onları tutukevine götürürken yaşlı anne ve babasının yazgılarına ilendiklerini işitti; onlara göre en büyük üzüntüleri oğullarının kötü yola düşmüş olmasıydı."

"Yine Peder La Chaise'in bir casusunun küçük bir ödül için kendi öz kardeşini ihbar ettiğini gördüm. Bu casusa ödülü vermediler; ölürken, yaptığı kötülükten değil cizvitlerce aldatılmış olmaktan yakınıyordu."

"Uzun yıllar yaptığım aile rahipliği görevi bana çok şey öğretti. Dışarıya karşı mutluluk maskesi taşıyan birçok ailenin bireyleri arasında acı ve nefret olduğunu gözledim; en büyük kötülüklerin açgözlülükten kaynaklandığını gördüm."

Safdil söze karıştı: "Ben yine de yüreği soylu ve duyarlı bir insanın mutlu olabileceğine inanıyorum; güzel Saint-Yves'le sade bir mutluluğu yakalayabileceğim." Burada Rahip de Saint-Yves'e döndü: "Umarım, geçen yıl olduğu gibi, olurunuzu bizden esirgemezsiniz." Rahip sıkıntı içinde özürler dileyerek karşı çıkmadığını belirtti.

Amca Kerkabon bu evliliğin yaşamında en güzel gün olacağını söyledi. İyi yürekli hala sevinçten ağlayarak kardeşine "Onun çömez olamayacağını size daha önce söylemiştim; böylesi daha güzel; Tanrı izin verirse ben onların anneleri olurum," dedi. Böylece herkes Saint-Yves'e övgüler yağdırdı.

Safdil, sevgilisinin yaptığı iyiliklerle yüreği dolu olduğu için elmas küpeler olayı onun üzerinde bir iz bırakmamıştı. Ancak, işittiği "beni ölüme gönderiyorsunuz" sözleri onu gizlice endişelendiriyor ve bu mutlu gününü zehirliyordu. Konuklar iki sevgilinin mutluluğu üzerine konuşmayı sürdürüyor ve gelecek için tasarılar yapıyorlardı. Birlikte Paris'e taşınmayı, buralarda iş bulmayı, en küçük bir mutluluk ışığında kolayca düşlenen tasarıları ortaya attılar. Fakat Safdil yüreğinin derinliklerinde bu tasarıları geri çeviriyordu. Kendisine verilen Saint-Poulange ve Louvois imzalı atama belgelerini yine okuyordu. Konuklar, Fransa'da en değerli özgürlük olan şölen sofrasında konuşma özgürlüğüne dayanarak, ona bu iki devlet adamının gerçek yüzlerini anlattılar.

Safdil şöyle dedi: "Ben Fransa kralı olsaydım, şöyle bir savaş bakanı seçerdim: Soylulara da sözünü geçirebilmesi için en soylu birisi olmalı. Orduda teğmenlikten mareşalliğe kadar hizmet etmiş olmasını isterdim; böylece askerlik yaşamının ayrıntılarını bilmiş olurdu. Subaylar bir sivil bakan yerine, savaşta birlikte çarpıştıkları birine yüz kez daha bağlılıkla hizmet ederlerdi. Ayrıca bakanımın eli açık, esprili ve neşeli olmasını isterdim; ülkemiz insanları özyapısı böyle olan birine daha çok güvenirlerdi." Safdil bakanın bu özyapıda olmasını isterken, neşeli birinin kıyıcılığa daha az yatkın olduğuna inanıyordu. Mons de Louvois onun bu tanımına pek uymuyordu.

Onlar sofradayken genç kızın hastalığı ağırlaştı; içini kavuran bir ateşle yanıyordu. Ancak masadakilerin neşesini bozmamak için yardım çağıramıyordu. Onun uyumadığını bilen kardeşi bir ara yatağına gitti; kardeşinin durumunu görünce haykırdı. Safdil ve konuklar içeri koştular. Genç adam her zamanki tatlı ve duyarlı davranışlarıyla sevgilisine sarılıp ilgilendi.

Hemen bir doktor çağırdılar. Bu doktor her yere koşarak giden ve bir önceki hastalığı bir sonrakiyle karıştıran, sağduyu ve deneyim yerine kitaplarına inanan türden bir doktordu. Aceleyle o sırada moda olan bir ilaç yazarak durumu daha da ağırlaştırdı. Modayı da hekimliğe sokmak Paris'te yaygın bir uygulamaydı.

Solgun Saint-Yves de hastalığını ağırlaştırmada hekime yardımcı oluyordu. Yüreğinin acısı bedenini öldürüyordu. Kafasındaki karmaşık duygular damarlarına sanki bir zehir salgılıyordu.


GÜZEL SAİNT-YVES'İN ÖLÜMÜ VE SONUÇ

İkinci bir doktor çağırdılar. Bu gelen de genç bir bedende doğayı özleyen tüm organlara yardımcı olmak yerine meslektaşına karşı çıkmaktan başka bir şey yapmadı. Hastalık iki gün sonra ölümcül bir duruma gelmişti. Duyguların beşiği denen yürekten sonra, düşüncenin beşiği denen beyin de hastalanmıştı.

Hangi anlaşılmaz mekanizma duygu ve düşüncelerle organlar arasında bir ilinti kurabiliyor? Bazen acı bir düşünce kan dolaşımını nasıl değiştirebiliyor ve bu dolaşım bozukluğu da düşünceyi etkileyebiliyor? Varlığından kuşku duyulmayan bu bilinmez akışkan bir an içinde tüm yaşam kanallarına nasıl girip duyguları, belleği, üzüntü ve neşeyi oluşturabiliyor? Unutulmak istenen bir dehşet anını anımsatabiliyor, bir hayvanı, düşünen veya sevilen biri yapabiliyor?

Bunlar Gordon'un aklından geçen düşüncelerdi; insanın pek ender aklına gelen bu düşünceler onun duyarlılığını azaltmıyordu, çünkü o, duygusuz olmakla övünen filozoflardan değildi. Bu genç kızın durumu, sevdiği çocuğunun ölümünü gören bir baba gibi onu üzüyordu.
 
Rahip de Saint-Yves ve Safdil'in amcasıyla halası umutsuzca gözyaşları döküyorlardı. Fakat Safdil'in soylu yüreğinin üzüntüsünü anlatacak sözcükler hiçbir dilde bulunamaz.

Halası ölmek üzere olan kızın başını zayıf kollarının arasına almış, kardeşi yatağın kıyısına diz çökmüştü. Safdil onun ellerini avuçları içinde tutuyor ve gözyaşlarıyla ıslatıyordu. Ona kurtarıcım, umudum ve eşim diyordu. Bu eş sözcüğünü işiten genç kız içini çekti, ona sevgiyle baktı ve sonra dehşetli bir çığlık attı: "Ben, sizin eşiniz! Ah, sevgilim, ben bu sözcüğe layık değilim. Ölmeyi hak ediyorum; cehennem şeytanlarına sizi kurban ettiğim için Tanrı beni cezalandırıyor. Beni düşünmeyin, siz mutlu yaşayın." Bu sevgi dolu ve korkunç sözler anlaşılamıyor, ama tüm yüreklerde derin etki bırakıyordu. Genç kız sözlerini açıklama cesareti buldu. Her sözcüğü başucundakileri şaşkınlık, üzüntü ve acıma içinde bıraktı. Bir haksızlığı düzeltmek için böyle aşağılık bir yola başvuran ve bu günahsız kızı kullanan o güçlü adama hepsi ilenç yağdırdılar.

Genç adam sevgilisine "Siz suçlu değilsiniz; suç yüreğimizde olur, oysa sizin yüreğiniz sevgi ve iffetle dolu," dedi. Bu sözlerindeki içtenlik genç kızı yaşama döndürür gibi oldu. Biraz avuntu bulurken hâlâ sevilmesine şaşırdı. Yaşlı Gordon jansencilik günlerinde onu kusurlu bulurdu, ama şimdi ona saygı duyuyor ve ağlıyordu.

Bu gözyaşları ve üzüntü arasında, genç kızın içinde bulunduğu tehlike tüm yürekleri doldururken bir saray habercisi çıkageldi. Kralın özel rahibi Peder La Chaise'den Montagne Manastırı rahibine haber getirmişti. Mektup Peder La Chaise'in yazmanı ve uşağı Valbled kardeşten geliyordu ve yaşlı rahibe randevu vererek görüşmek istiyordu. Mektupta yazıldığına göre Sayın Peder La Chaise rahibin yeğeninin başına gelenleri haber almıştı; hapse atılması büyük bir yanlışlıktı ve böyle şeyler bazen olabiliyordu, önem verilmemesi gerekiyordu. Rahip ertesi gün yeğenini ve onun arkadaşı Gordon'u getirirse Valbled kardeş onları huzura kabul ettirecek, daha sonra da Mons de Louvois ile görüştürecekti.

Mektupta ayrıca kralın, Safdil'in İngilizlere karşı gösterdiği yiğitlikten haberdar edildiği ve kralın yarın koridordan geçerken onu ödüllendireceği ve belki de ona göz ucuyla bakacağı yazılıydı. Bunun dışında saray hanımlarının yeğenini özel odalarına çağırıp "Hoşgeldiniz Bay Safdil" diyecekleri, o akşamki saray şöleninde kesinlikle ondan söz edileceği yazılmıştı.

Rahip de Kerkabon mektubu yüksek sesle okumuştu; Safdil öfkelendi, fakat haberciye bir şey demedi. Sonra kader arkadaşı Gordon'a dönüp buna ne diyeceğini sordu. Gordon şöyle yanıtladı: "İşte sarayda insanlara böyle maymun gibi davranırlar. Onları döver, sonra dans ettirirler." Bunun üzerine Safdil mektubu alıp yırttı ve haberciye "İşte yanıtımı aldınız," diyerek önüne attı. Amcası telaşlandı, sürgüne gönderileceğinden korkarak hemen bir mektup yazıp özür diledi.

Bu arada güzel ve talihsiz Saint-Yves ağırlaşıyor, sonunun geldiğini anlıyordu. Artık dayanma gücü kalmayanların dinginliği içindeydi. Safdil'e "Ah! sevgilim," dedi, "Yaptığım yanlışlığı yaşamımla ödüyorum; ancak sizin özgür olacağınızı bilmek beni avutuyor. Sizi aldatırken seviyordum, ölürken de seviyorum."

Genç kız başkalarına "cesaretle öldü" dedirtmek gibi boş bir hevesle metin olmaya çalışmıyordu. Kim yirmi yaşında sevgilisini, yaşamını ve iffet denen gururunu yitirirken metin olabilir? Zaten durumunun acılığını kendi söylemese de bakışları anlatıyor, ağlayabildiği kadar ağlıyordu.

Bazıları ölümü metin karşılayanları niçin bu kadar överler? Bu, hayvanların yazgısıdır. Bizler ancak yaşlılık ve hastalık sonucu kaçınılmaz olan ölümü böyle karşılayabiliriz. Büyük bir kaybın acısı elbette olur; bunu bastırmaya çalışan her kimse ölümün kollarında bile büyüklenmeyi sürdürmektedir.

Sonunda genç kız son soluğunu verdi; başucundakiler gözyaşları ve hıçkırıklara boğuldular. Safdil tüm duyularını yitirdi. Özyapısı güçlü kişilerin duyguları daha şiddetli olur. İyi yürekli Gordon onu iyi tanıdığı için, kendine geldiğinde canına kıymasından korkuyordu. Ortalıktaki tüm silahları kaldırdılar. Genç adam ayıldığında bunu fark etti; ağlamadan onlara "Yeryüzünde benim yaşamıma son vermemi engellemeye kimin hakkı ve gücü olabilir?" diye sordu. Gordon ona, özgürlüğümüzü yaşamımıza son vermekte kullanmamızın doğru olmadığı, bu dünyada nöbet başındaki asker gibi olduğumuz üzerine bilinen beylik lafları etmedi. Sanki Tanrı için bir miktar maddenin orada değil de burada toplanmış olmasının önemi var mıydı? Caton'un bir hançer darbesiyle yanıtladığı bu tür temelsiz düşüncelere yer yoktu.

Safdil'in fırtınalara gebe sessizliği, gözlerindeki durağan bakışlar ve dudaklarının titreyişi odadakileri hem acındırıyor, hem de dehşet içinde bırakıyordu. Herkes gözücuyla onu kolluyor, yalnız kalmamasına dikkat ediyorlardı. Bu arada otelci ve eşi geldiler; güzel Saint-Yves'in soğumaya başlayan cesedi sevgilisinin gözlerinden uzakta başka bir yere götürüldü.

Onlara otelin kapısında dualar okuyan iki papaz da katılmıştı. Yakınlarının ağlaştığı, sevgilisinin canına kıymaya hazırlandığı bu ortamda birden Saint-Poulange ve Saint-Yves'in ev sahibesi geldiler.

Saint-Poulange'ın bir kez tattığı mutluluk onun hevesini geçirmemiş, genç kıza daha da bağlanmıştı. Geri çevrilmiş olmak onu kışkırtmıştı. Peder La Chaise böyle bir yere gelmeyi düşünmezdi, ama bütün gün güzel kızın hayali gözlerinin önünden gitmeyen Saint-Poulange, kendi gelse iki kezden fazla görmek istemiyeceği bu kızın evine koşmuştu.

Bakan yardımcısı arabadan indiğinde ilk gördüğü şey bir tabut oldu. Zevk içinde yaşamaya alışmış kimselerin insan acılarına gösterdiği duyarsızlıkla yüzünü çevirip yukarı çıkmak istedi. Versailleslı kadın ölenin kim olduğunu merak edip sordu. Saint-Yves'in adını duyunca kadının gözleri büyüdü ve bir çığlık attı. Bunu duyan Saint-Poulange yüzünde şaşkınlık ve acıyla geri döndü. İyi yürekli Gordon da orada gözleri yaşlı duruyordu. Dualarını kesip bu saray adamına olanları anlattı. Saint-Poulange kötü doğmuş biri değildi, ama devlet hizmeti ve saray yaşamı onun ruhunu şaşırtmıştı. Yaşlandıkça yüreği taşlaşan bakanlardan değildi. Bakışlarını eğerek yaşlı adamı dinliyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ağladığına kendi de şaşıyor, ömründe ilk kez pişmanlık duyuyordu.

Gordon'a döndü: "Bana sözünü ettiğiniz bu olağanüstü genci tanımak istiyorum. Ölümüne neden olduğum bu talihsiz kız kadar bu gencin yazgısı da beni etkiliyor." Gordon onu odaya çıkarıp yakınlarının çevresini sardığı genç adamın önüne getirdi.

Bakan yardımcısı Safdil'e "Sizin yaşamınızı kararttım, kalan ömrümü onu onarmaya harcayacağım," dedi. Safdil'in ilk düşüncesi bu adamı oracıkta öldürmek ve sonra da kendini öldürmek oldu. Ancak hiçbir silahı yoktu ve çevresi sarılıydı. Odadakiler tüm nefretlerini ve aşağılamalarını Saint-Poulange'a kusarken o hiçbir şey söylemeden dinledi. Sonunda zaman her şeyi yumuşattı. Safdil Mons de Louvois'nın ordularında başka bir ad altında iyi bir asker olup çıktı. Buyruğundaki askerler bu hem filozof, hem yiğit komutanı benimsediler.

O bazen bu serüvenden söz ederken duygularına egemen olamayıp ağlıyordu. Yaşamının sonuna kadar güzel Saint-Yves'in anısına bağlı kaldı. Rahip de Saint-Yves ve de Kerkabon yeni birer göreve atandılar. Halası yeğeninin askerliğe, din adamlığından daha çok yakıştığını söylüyordu. Versailleslı kadın elmas küpeleri kendi taktı. Peder Tout-á-Tous çikolata, kahve, şeker ve deri ciltli Saygıdeğer Peder Croiset'nin düşünceleri adlı kitap gibi birçok armağana kavuştu. İyi yürekli Gordon ömrünün kalan kısmını Safdil'le geçirdi; tanrısal lütfu bir daha ağzına almadı. Yaşam felsefesi olarak, kötülük de bir iyiliğe yol açabilir özdeyişini seçti. Kimbilir ne kadar dürüst insan bunun tersini düşünmüştür: kötülükten iyilik çıkmaz!
 

1      2      3      4      5