Tanrısal yetkinlik üzerine ve Tanrı'nın her şeyi
en istenir biçimde yaptığı üzerine.
Sahip olduğumuz en yaygın ve en anlamlı Tanrı kavramı, Tanrı
mutlak olarak yetkin bir varlıktır sözleriyle oldukça iyi
anlatılmıştır. Ne var ki bundan ne gibi sonuçlar çıktığı
düşünülmüyor. Bunu daha iyi kavrayabilmek için doğada birbirinden
tümüyle ayrı yetkinlikler bulunduğunu, Tanrı'nın bu yetkinliklerin
tümüne birden sahip olduğunu, bu yetkinliklerden her birinin en
yüksek derecede Tanrı'ya özgü olduğunu belirtmek gerekir.
Yetkinliklerin de ne olduğunu bilmek gerekir. Yetkinliğin oldukça
kesin belirtisi şudur: son yetkinlik derecesine yatkın olmayan
biçimler ya da doğalar yetkin değillerdir, sayının ya da çizginin
doğası böyle bir doğadır. Çünkü sayıların en büyüğü (ya da tüm
sayıların sayısı) kadar tüm çizgilerin en büyüğü de çelişki
içerir, ama en büyük bilim ve tamgüçlülük için olanaksız diye bir
şey yoktur. Sonuç olarak güçlülük ve bilim yetkinliktirler ve
Tanrı'ya özgü olduklarından sınırsızdırlar.
Demek ki yüce ve sonsuz bilgeliğe sahip olan Tanrı yalnızca
metafizik anlamda değil, ahlak anlamında da en yetkin biçimde
etkindir. Bu bizim açımızdan şöyle anlatılabilir: Tanrı'nın
yapıtları üzerine ne ölçüde aydınlanırsak ve ne ölçüde bilgili
olursak bu yapıtları o ölçüde üstün bulmaya ve istenebilecek her
şeye uygun bulmaya yatkın oluruz.
Tanrı'nın yapıtlarında iyilik bulunmadığını ya da iyilik ve
güzellik kurallarının gelişigüzel olduğunu savunanlara karşı.
Böylece ben şeylerin doğasında ya da Tanrı'nın
bunlarla ilgili olarak sahip olduğu fikirlerde hiçbir iyilik ve
yetkinlik kuralı bulunmadığını, Tanrı'nın yapıtlarının ancak
biçimsel bir nedenle yani Tanrı tarafından yaratılmış olmak
nedeniyle iyi olduklarını savunanların çok uzağındayım. Çünkü bu
böyle olsaydı, yapıtlarının yaratıcısı olduğunu bilen Tanrı,
Kutsal Kitap'ın da belirttiği gibi, onları sonradan gözlemleyip
iyi bulduğunu açıklamazdı. Kutsal Kitap, Tanrı yapıtlarının
eşsizliğini bu yapıtlara bakarak da anlayabileceğimizi, hatta
onları nedenlerine bağlayan çıplak dış görünüşlerini hiç
düşünmeden de onların eşsizliğini anlayabileceğimizi bize
göstermek için bu insanbilimden yararlanmış olabilir. Gerçekten,
yaratıcıyı ancak yapıtlarını inceleyerek kavrayabiliriz. Açıkçası,
bu görüşün tersi bir görüş bana tümüyle tehlikeli görünüyor. Bu
görüşün tersi bir görüş son yenilikçilerin (2) görüşlerine çok
yakın görünüyor. Bu kişilere göre evrenin güzelliği ve Tanrı'nın
yapıtlarında bulduğumuz iyilik Tanrı'yı kendilerine göre anlayan
insanların yanılgılarından başka bir şey değildir. Ayrıca, şeyler
herhangi bir iyilik kuralıyla değil de Tanrı'nın istemiyle
iyidirler diyerek, bence hiç düşünmeden Tanrı sevgisini ve
Tanrı'nın tüm değerini yıkıyorlar. Yaptığının tersini yaptığı
zaman da övülesi olanı yaptıklarıyla ne diye övmeli? Demek ki,
geriye yalnızca zorbaca bir güç kalınca, istem usun yerini
tutunca, tiranın tanımına uygun olarak güçlünün hoşuna giden doğru
olunca Tanrı'nın adaleti ve bilgeliği nerede kalır? Öte yandan,
bence, her istem herhangi bir isteme nedeni gerektirir, bu neden
de doğal olarak istemi önceler. Bunun için metafizikle ve
geometriyle ilgili ölümsüz doğruların ve buna bağlı olarak da
iyilik, adalet ve yetkinlik kurallarının ancak Tanrı isteminin bir
sonucu olduğunu söyleyen bazı filozofların (3) bu sözlerini
tümüyle garip buluyorum, oysa bence bunlar ancak Tanrı'nın
istemine de, özüne de bağlı olmayan anlığının sonuçlarıdırlar.
Tanrı daha iyisini yapabilirdi diyen inananlara karşı
Tanrı yapıtlarının en son yetkinlikte olmadığını söyleyerek ve
Tanrı daha iyisini yapabilirdi diyerek yürekli bir savunuya giren
bazı çağdaşların (4) görüşlerini de onaylamıyorum. Çünkü bence bu
görüşün sonuçları Tanrı'nın değerine tümüyle ters düşer. "Uti
minus malum habet rationem boni, ita minus bonum habet rationem
mali." (5) Eylemi elden geldiğince yetkin yapmamak yetkinliksiz
eylemde bulunmaktır. Falanca mimar yapıtını daha iyi yapabilirdi
demek, o mimarın yapıtında eksiklik bulunduğunu söylemektir. Tanrı
yapıtlarının iyiliğini doğrulayan Kutsal Kitap'a da karşıttır bu.
Çünkü yetkinliksizlikler sonsuza kadar iner, öyle ki Tanrı
yapıtını nasıl yaparsa yapsın onun yapıtı daha az yetkin
yapıtlarla karşılaştırıldığında daha iyi olacaktır, yeterse bu.
Ama böyle övülen bir şey övülmeye değer değildir. Tanrı kitabında
ve aziz babaların yazılarında da benim görüşümü destekleyecek
birçok bölüm bulunacağına inanıyorum. Ama onlarda bu yeni
düşünürlerin (6) görüşlerini destekleyecek bölümler
bulunmayacaktır. Bu yeni düşünürlerin görüşleri bence tüm
Eskiçağ'da bilinmeyen görüşlerdir, bu görüşler evrenin genel uyumu
ve Tanrı davranışının gizli nedenleri üzerine sahip olduğumuz çok
az bir bilgi üzerine temelleniyor. Bu da birçok şeyin daha iyi
olabileceğini düşünme konusunda yüreklendiriyor bizi. Ayrıca bu
yeniler bazı çok ince düşünceler üzerinde dirençle duruyorlar, bu
düşünceler de pek sağlam temelleri olmayan düşüncelerdir, çünkü bu
kişiler kendinden daha yetkin bir şey bulunmayan bir yetkinin
varlığına inanmazlar, bu da bir yanılgıdır.
Yüce usa göre yetkinlik içinde eylemde bulunmak en yüce özgürlük
değilmiş gibi bu kişiler böylece Tanrı'nın özgürlüğünü
desteklediklerine inanırlar. Tanrı, isteminin herhangi bir nedeni
olmadan eylemde bulunur diye düşünmek, böyle bir şeyin olamayacağı
bir yana, Tanrı'nın değerine yaraşır bir görüş değildir. Örneğin
Tanrı'nın A ile B arasında bir seçim yaptığını, A'yı B'ye yeğ
tutması için hiçbir neden bulunmamakla birlikte A'yı seçtiğini
düşünelim. En azından, bu eylem Tanrı'ya yaraşır bir eylem
değildir bana kalırsa. Çünkü her övgünün "ex hypothesi" (7) olarak
burada bulunmayan herhangi bir nedene dayanması gerekir. Oysa
Tanrı kendine yaraşmayan bir eyleme girişmez bence.
Tanrı sevgisi Tanrı'nın yaptıklarından tam anlamıyla hoşnut olmayı
ve Tanrı'nın yaptıklarını tam anlamıyla benimsemeyi gerektirir,
bunun için sekinci (8) olmak gerekmez.
O büyük doğrunun genel bilgisi, yani Tanrı olası
olan en yetkin ve en istenir biçimde eylemde bulunur doğrusunun
bilgisi, bence Tanrı'ya her şeyin üstünde borçlu olduğumuz
sevginin temelidir. Çünkü seven kişi hoşnutluğunu sevgilisinin
kendisinin ve eylemlerinin mutluluğunda ya da yetkinliğinde arar.
"Idem velle et idem nolle vera amicitia est." (9) Bence,Tanrı'nın
istediğini istemeye hazır olunmadığı zaman, onun istediği şeyi
değiştirmek gücüne sahip olunduğu zaman Tanrı'yı sevmek güçtür.
Bana kalırsa, Tanrı'nın yaptıklarından hoşnut olmayanlar, amaçları
ayaklanmacıların amaçlarından pek ayrı olmayan hoşnutsuz uyruklara
benzerler.
Bu durumda, bu ilkelere göre Tanrı sevgisine uygun olarak eylemde
bulunmak için zor altında sabırlı olmamız yetmez, Tanrı istemiyle
başımıza gelen her şeyden hoşnut olmamız gerekir diye düşünüyorum.
Böyle bir benimseyişi geçmişle ilgili olarak düşünüyorum. Gelecek
konusunda ne sekinci olmak doğru, ne de eskilerin "logon aergon"
yani tembel akıl dediği sofistliğe göre elleri kolları kavuşturup
Tanrı'nın yapacağı şeyi beklemek doğrudur. Ama usumuz yettiğince
Tanrı'nın görünür istemine göre davranmalıyız, bu arada genelin
iyiliğine elimiz erdiğince katkıda bulunmaya çalışmalıyız,
özellikle bizimle ilgili olanın, bize yakın olanın, az ötemizde
olanın güzelliğe ve yetkinliğe ermesi için elimiz erdiğince
katkıda bulunmaya çalışmalıyız. Çünkü olaylar bize Tanrı'nın iyi
niyetimizin şimdilik etkili olmasını istemediğini gösterse de,
bundan Tanrı bizim yaptığımızı istemiyor diye bir anlam
çıkaramayız. Tersine, efendilerin en iyisi olan Tanrı yalnızca
doğru yönelim bekler, en iyi amaçların gerçekleştirilebilmesi için
uygun olan yeri ve zamanı yalnızca o bilir.
Tanrısal davranışın yetkinliğiyle ilgili kuralların neye
dayandığı, yolların basitliğiyle sonuçların zenginliğinin
birbiriyle dengeli olduğu üzerine.
Tanrı'ya güvenmek, Tanrı'nın her yaptığını iyi yaptığına, Tanrı'yı
sevenlere hiçbir şeyin zarar vermeyeceğine inanmak gerekir demek
ki. Ama özellikle Tanrı'yı bu evrensel düzeni seçmeye, günahlara
karşı dirençli olmaya, kurtarıcı iyiliklerini belli bir biçimde
dağıtmaya götüren nedenleri tanımaya çalışmak sonlu bir ruhun
yetkinliklerini aşar, hele bu ruh daha Tanrı'yı görme sevincine
ermemişse.
Gene de şeylerin yönetiminde Tanrı kayrasının etkinliği konusunu
ilgilendiren bazı genel belirlemelere ulaşmak olasılığı vardır.
Şöyle de diyebiliriz: yetkin bir biçimde davranan kişi en iyi
problemleri kurmayı bilen usta bir geometriciye benzer, yapının
yapımı için yerini ve parasını en iyi kullanan, yapının
güzelliğini bozabilecek şeyleri ortadan kaldıran bir mimara
benzer, hiçbir şeyi ham ve kısır bırakmayacak biçimde malını
mülkünü kullanan iyi bir aile babasına benzer, istediği etkiyi
seçilebilecek en basit yolla yaratabilen usta bir makiniste
benzer, küçücük bir kitaba en büyük güzellikleri sığdıran bilgin
bir yazara benzer. Varlıkların en yetkinleri, en az yer
kaplayanları, yani birbirlerini en az engelleyenleri ruhlardır.
Ruhların yetkinliği erdemleridir. Bu yüzden şu konuda hiçbir
kuşkumuz olmamalıdır: Tanrı'nın başlıca amacı ruhların
mutluluğudur, Tanrı bu mutluluğu genel düzenin elverdiği ölçüde
gerçekleştirir. Bu konuda daha söyleyeceklerimiz var.
Tanrı yollarının basitliği konusuna gelince, bu basitlik tam
tamına araçlarla ilgilidir, buna karşılık çeşitlilik, zenginlik,
bolluk da amaçlarla ya da sonuçlarla ilgilidir. Bunlardan biri
öbürüyle dengeli olmalıdır, nasıl bir yapı için ayrılan paranın
yapının öngörülen büyüklüğü ve güzelliğiyle dengeli olması
gerekirse. Gerçekten, Tanrı hiçbir harcamada bulunmaz. Tanrı'nın
harcaması imgesel dünyasını yaratmak için varsayımlar ortaya koyup
duran filozofun harcamasından daha azdır, çünkü gerçek bir dünya
yaratabilmek için kararlar vermek yeter Tanrı'ya. Ama erdem
konusunda kararlar ve varsayımlar birbirlerinden ne kadar bağımsız
olurlarsa o ölçüde harcamaların yerini tutarlar. Çünkü us
varsayımlarda ya da ilkelerde çokluktan kaçılmasını buyurur. Aşağı
yukarı gökbilimde her zaman en basit dizgenin benimsenmesi gibi.
Tanrı düzeni aşan hiçbir şey yapmaz,
düzenli olmayan olayların varlığını düşünemeyiz bile.
Genellikle Tanrı'nın eylemlerini olağan eylemler ve olağanüstü
eylemler olmak üzere ikiye ayırırlar. Ama Tanrı'nın düzen dışında
hiçbir şey yapmadığını düşünmek doğru olur. Böylece olağanüstü
diye alınan şeyler yaratıklar arasında kurulmuş bazı özel
düzenlerle ilgilidir. Çünkü, evrensel düzene gelince, bu düzende
her şey uyarlıdır. Gerçek olan yalnızca dünyada tam tamına
düzensiz bir şeyin varolamayacağı değil, aynı zamanda böyle bir
şeyin tasarlanamayacağıdır. Çünkü birinin bakla falı açar gibi
gülünç bir işe kalkıp kâğıdın orasına burasına gelişigüzel bir
biçimde noktalar koyduğunu düşünelim. Bence, kavramı belli bir
kurala göre durağan ve birbiçim olan, böylece bir elin belirlediği
biçimde bütün noktalarında geçilebilen bir çizgi düşünülebilir.
Biri bir çırpıda bir çizgi çiziversin, bu çizgi bazen doğru, bazen
daire, bazen daha başka bir şey olsun; bu çizginin tüm noktaları
için ortak olan, değişmelerin tümünü belirleyen bir kavram, bir
kural, bir denklem bulunabilir. Örneğin hiçbir insan yüzü yoktur
ki çevresi geometrik bir çizginin parçası olmasın ve belli bir
düzenlenmiş devinimle bir çırpıda çizilmesin. Ama bir kural çok
karmaşıksa ona uygun olan şey karmaşıklık diye alınır.
Böylece, denilebilir ki, Tanrı dünyayı ne biçimde yaratmış olursa
olsun, dünya her zaman düzenli olacaktır ve belli bir genel düzen
içinde bulunacaktır. Ama Tanrı dünyaların en yetkinini seçmiştir,
yani hem varsayımlar açısından en basit olanını, hem olgular
açısından en zengin olanını seçmiştir - çizilmesi çok kolay,
özellikleri ve sonuçları pek güzel ve pek geniş bir geometrik
çizgi gibi. Bu karşılaştırmaları tanrısal bilgeliğin eksik bir
görünümünü çizmek ve yeterince açıklanamayan şeyi herhangi bir
biçimde kavramak yolunda zihnimizi yükseltebilecek şeyi söylemek
için yapıyorum. Ama bunu yaparken tüm evrenin bağlı olduğu büyük
gizi açıklamakta olduğumu söylemek istemiyorum.
Mucizelerin ikincil kurallara karşıt olmakla
birlikte genel düzene uygun oldukları üzerine ve Tanrı'nın genel
ya da özel herhangi bir isteme göre neler isteyip nelere izin
vereceği üzerine.
Düzende bulunmayan bir şey kendini gerçekleştiremeyeceği için
mucizeler de doğal olaylar kadar düzenin içindedirler. Bunlara
doğal olaylar diyoruz, çünkü bunlar şeylerin doğası dediğimiz bazı
ikincil kurallara uymaktadırlar. Ve diyebiliriz ki bu doğa
Tanrı'nın bir alışkanlığıdır, Tanrı kendisini ve kuralları
kullanmaya götüren nedenden daha güçlü bir neden uğruna bu
alışkanlığı bırakabilir.
Genel ve özel istemlere gelince, şeyleri ele alış biçimimizden
giderek, Tanrı her şeyi seçmiş olduğu en yetkin düzene uygun olan
en genel istemine göre yapıyor diyebiliriz. Ama ayrıca Tanrı'nın
özel istemleri de vardır, bu istemler yukarıda andığımız ikincil
kuralların dışında kalır, çünkü evrenin tüm sırasını düzene koyan
yasaların en geneli kuraldışıdır.
Şunu da söyleyebiliriz: Tanrı kendi özel isteminin nesnesi olan
her şeyi ister; ama genel istemin nesnelerine gelince -öbür
yaratıkların ve özel olarak da ussal yaratıkların eylemleri
bunlardandır ve Tanrı bunlara yönelmek ister- burada iki şeyi
ayırdetmek gerekir: eylem kendinde iyiyse, diyebiliriz ki Tanrı bu
eylemi ister ve bazen de buyurur, bu eylem gerçekleşmese de; ama
eylem kendinde kötüyse ve eylem -şeylerin düzeni, özellikle de
ceza ve kefaret kötülüğü düzelttiği ve kötülüğü bol bol
dengelediği için, bu durumda da düzende hiç kötülük olmadığı
zamana göre daha da yetkinlik bulunacağı için- ancak rastlantıyla
iyi duruma gelebiliyorsa, o zaman Tanrı kendi koyduğu doğa
yasalarından ötürü eyleme yönelse de -çünkü bundan daha büyük bir
iyilik elde edebilecektir- o eylemi istediği söylenemez ama o
eyleme izin verdiği söylenebilir.
Tanrı'nın eylemleriyle yaratıkların eylemlerini ayırdetmek için
bireysel bir töz kavramının ne olduğu açıklanıyor.
Tanrı'nın eylemlerini yaratıkların eylemlerinden ayırmak çok
güçtür; bazı insanlar Tanrı'nın her şeyi yaptığına inanırlar,
bazılarına göre de Tanrı'nın tüm yaptığı şey daha önce yaratıklara
vermiş olduğu gücü korumaktır: bunlardan birinin ya da öbürünün ne
ölçüde söylenebileceği aşağıda gösterilecektir. Eylemler ve
edimler tam tamına bireysel töze bağlı oldukları için (actiones
sunt suppositorum) (10) böyle bir tözün ne olduğunu açıklamak
gerekir.
Gerçekten birçok yüklem bir tek özneye bağlı olduğu ve bu özne de
başka herhangi bir özneye bağlı olmadığı zaman buna bireysel töz
adı verilir; dahası var, çünkü bu açıklama sözsel bir açıklamadır.
Öyleyse belli bir özneye gerçek olarak bağlı olmanın ne anlama
geldiğini göz önünde tutmak gerekiyor.
Elbette her doğru önermenin temeli şeylerin doğasında bulunur; bir
önerme özdeş değilse, yani yüklem açık bir biçimde öznede
içerilmiş değilse, onun öznede gücül olarak bulunması gerekir;
filozofların yüklem öznededir derken "in-esse" diye belirledikleri
şey budur. Bu durumda her zaman öznenin terimi yüklemin terimini
kapsayacaktır, öyle ki konunun kavramını tam olarak anlayan bir
kişi yüklemin ona bağlı olduğu yargısına varacaktır.
Bu durumda şunu diyebiliriz: bireysel bir tözün doğası ya da tam
bir varlığın doğası öylesine tam bir kavrama sahiptir ki bağlı
olduğu öznenin tüm yüklemlerini içermeye ve çıkarsatmaya
yeterlidir. Oysa rastlantı dediğimiz şey, kavramı bağlanacağı
özneye bağlanabilecek şeylerin tümünü içermeyen bir varlıktır.
Böylece Büyük İskender'e bağlanan kral niteliği, özne göz önünde
tutulmamış olduğundan, bir birey için yeterince belirgin değildir
ve aynı öznenin öbür niteliklerini içermez, oysa İskender'in
bireylik kavramını ya da "o oluş"unu gören Tanrı, onda aynı
zamanda gerçekten onunla ilgili olarak söylenebilecek tüm
yüklemlerin temelini ve nedenini, örneğin onun Darius'u ve Porus'u
yeneceğini, hatta doğal bir ölümle mi yoksa zehirlenerek mi
öleceğini "a priori" olarak (deneyle değil) görür. Bizse bunu
ancak tarihin yardımıyla görebiliriz. Bu yüzden, şeylerin
bağlantısını tam olarak göz önüne alınca şunu söyleyebiliriz:
İskender'in ruhunda her zaman başına gelmiş olan şeylerin
kalıntıları, başına gelecek olan şeylerin bazı belirtileri,
evrende olup geçen şeylerin izleri bulunmaktadır - evrende olup
geçen şeyleri bilmek yalnızca Tanrı'ya özgü de olsa.
Her bir tözün kendi yönünden tüm evreni açıklaması
ve kavramında tüm olayların içerilmiş, tüm koşullarıyla ve dışsal
şeylerin tüm düzeniyle içerilmiş bulunması üzerine.
Birçok ilgi çekici çelişki çıkar bundan, örneğin iki tözün
birbirine tıpatıp benzemesi ve ancak "solo numero" (11) değişik
olması doğru değildir; Aziz Tommaso'nun bu bakımdan melekler ya da
yüce zekâlarla ilgili olarak öne sürdüğü "Quod ibi omne individuum
sit species infima" (12) savı, özgül ayrımı geometricilerin
biçimleri anladıkları gibi anlamak koşuluyla, tüm tözler için
doğrudur; bir töz ancak yaratılışla başlar ve yok oluşla ölür; bir
töz ikiye bölünemez; iki tözden bir töz yapılamaz; tözler
dönüşürler ama sayıları doğal olarak ne artar, ne eksilir.
Ayrıca her töz bütün bir dünya gibidir, Tanrı'nın ya da tüm
evrenin aynası gibidir, her töz Tanrı'yı ya da evreni kendine göre
açıklar, her kent onu değişik yerlerden gözleyene nasıl değişik
görünürse. Böylece evren varolan tözler sayısınca çoğalmıştır
diyebiliriz bir bakıma. Ve Tanrı'nın ünü de yapıtının tüm değişik
sunumları sayısınca çoğalmıştır. Şöyle de diyebiliriz: her töz
kendinde Tanrı'nın sonsuz bilgeliğinin, tamgüçlülüğünün özyapısını
taşır bir anlamda ve Tanrı'ya becerebildiğince öykünür. Çünkü her
töz karışık bir biçimde de olsa, evrende geçmişle, şimdiyle,
gelecekle ilgili olarak her olanı açıklar, bu da sonsuz bir algıya
ya da bilgiye benzer. Tüm öbür tözler de bunu açıkladıklarından ve
buna uyarlandıklarından her töz Yaradan'ın tamgüçlülüğüne
öykünerek kendi gücünü öbür tözler üzerine yayar diyebiliriz.
Tözsel biçimler düşüncesinde sağlam bir yan vardır
ama bu biçimler olaylarda hiçbir şeyi değiştirmez,
bunların özel etkileri açıklamakta kullanılmaları gerekir.
Sanırım eskilerin de, derin düşünme alışkanlığına ermiş, birkaç
yüzyıl önce dinbilim ve felsefe öğretmiş, içlerinden bazıları
azizlik katına yükselmiş usta kişilerin de sözünü ettiğimiz şeyler
üzerine bilgisi olmuştur; onların bugün gözden düşmüş bulunan
tözsel biçimlerin varlığını benimsemesini ve korumasını sağlayan
bu bilgidir. Ama onlar bizim yeni filozoflar topluluğunun sandığı
gibi ne öylesine doğruların uzağındadırlar, ne de öylesine gülünç
durumdadırlar.
Bu biçimleri ele almak fiziğin ayrıntılarında hiçbir işe
yaramayacak, tek tek olayların açıklanmasında kullanılamayacaktır,
buna ben de katılırım. Bu konuda bizim skolastikler de, onlara
uyan eski hekimler de yanılmışlardır. Bunlar cisimlerin
etkilerinin nasıl olduğunu incelemek zahmetine katlanmaksızın
yalnızca biçimlerden ve niteliklerden söz ediyorlar, böylece
cisimlerin özelliklerini temellendirdiklerini sanıyorlardı; bu,
saatlerin vakti nasıl gösterdiğini araştırmadan, bir saatte
bulunan vakti gösterme niteliğinin onun tözsel biçiminden
geldiğini söylemeye benzer. Gerçekte, saatin bakımını başkası
yapacaksa, saati satın alana yetebilir bu.
Ancak biçimlerin böylece eksik ve kötü kullanılışı, bilinmesi
metafizikte çok gerekli olan bir şeyi bizim gözümüzden
kaçırmamalıdır, bu öyle bir şeydir ki bence insan ilk ilkeleri
onsuz tanıyamaz, o olmadan zihnini cisimsel olmayan doğaların
bilgisine, Tanrı'nın eşsiz yapıtlarının bilgisine yükseltemez.
Bununla birlikte, nasıl ki bir geometrici süreklinin yapısındaki
ünlü karmaşıkla uğraşarak kafasını karıştırmak gereksinimi
duymazsa, bir ahlakçı filozof, daha ötede bir hukukçu ya da bir
siyasetçi özgür seçişle Tanrı vergisi arasındaki uzlaşmada ortaya
çıkan büyük güçlükleri aşmak için çabaya girmek gereksinimi
duymazsa (öyle ya, felsefede ve dinbilimde gerekli ve önemli olan
tartışmalara girmeden, geometrici tüm göstermelere ulaşabilir ve
siyaset adamı kendi sorunlarını çözebilir), bunun gibi fizikçi de
bazen daha önce yapılmış daha basit deneylerden yararlanarak,
bazen geometrinin ve mekaniğin göstermelerinden yararlanarak,
hiçbir zaman bir başka alanın genel belirlemelerine gereksinim
duymaksızın deneylerinin temellerini ortaya koyabilecektir; bu
fizikçi Tanrı'nın yardımına, bir ruha, bir Archaeus'a, buna benzer
bir şeye başvurursa, uygulama alanında önemli bir karar verileceği
sıra yazgının doğası ve özgürlüğümüzün doğası üzerine büyük
usavurmalara girmeye kalkan biri gibi garip bir iş yapmış olur.
İnsanlar yazgının ne olduğu üzerine zihinlerini yorarak bu yanlışı
sık sık kendiliklerinden yaparlar, bu yüzden bazen iyi bir çözüme
ulaşmaktan ya da gerekli bir çalışmayı gerçekleştirmekten geri
kalırlar.
Skolastikler denen dinbilimcilerle filozofların düşüncelerini
büsbütün aşağılamamak konusunda.
Eski felsefeye bir anlamda eski değerini kazandırmayı ve hemen
hemen tümüyle atılmış tözsel biçimleri "postliminio" geri
getirmeyi önermekle büyük bir tutarsızlığa düştüğümü biliyorum;
modern felsefe üzerine çok düşündüğümü, fizikte deneylere ve
geometride göstermelere çok zaman ayırdığımı, bu varlıkların
hiçliğine uzun zaman inandığımı bilirlerse, Aziz Tommaso'ya ve
zamanın öbür kişilerine çağdaşlarımızın yeterince adaletli
davranmadıklarını, skolastik filozoflarda ve dinbilimcilerde
-yolunca yordamınca kullanmak koşuluyla- sanıldığından daha büyük
bir sağlamlık bulunduğunu görmemi sağlayan çalışmalar yaptıktan
sonra, onları kendime karşın ve neredeyse zorla benimsediğimi
bilirlerse beni bir çırpıda suçlayamazlar. Şuna da inanıyorum:
doğru ve derin düşünen bir kafa bunların düşüncelerini analitik
geometricilerin yaptığı biçimde aydınlatıcı ve sindirici bir
tutumla ele almak güçlüğüne katlansa, onlarda çok önemli ve
tümüyle gösterilebilir nice doğrudan oluşan bir hazine bulacaktır.
Uzama dayanan kavramlarda imgelemsel bir şey bulunduğu, bunların
cisimlerin tözünü kuramayacakları üzerine.
Belirlemelerimizi sırasını bozmadan ele alalım: sanırım, tözün
yukarıda açıkladığım doğası üzerine kafa yoracak kişi şunu görecektir: cismin tüm yapısı yalnızca uzamdan
kurulmuş değildir, onda ruhlarla ilgili olan ve genel olarak
tözsel biçim diye adlandırılan herhangi bir şeyin varlığını da
zorunlu olarak görmek gerekir, bu şey olayları ve hayvanların ruhu
varsa hayvanların ruhunu hiç mi hiç değiştirmemekle birlikte. Şu
da gösterilebilir: büyüklük, biçim, devinim kavramları sanıldığı
kadar seçik kavramlar değildir, bunlar imgesel ve algılarımızla
ilgili bazı şeyler taşırlar, bizim dışımızda, şeylerin doğasında
gerçekten bulunup bulunmadığı konusunda kuşkulu olduğumuz renk
gibi, sıcaklık gibi niteliklerde ya da bunlara benzer niteliklerde
(genellikle daha büyük ölçüde) olduğu gibi. Bu yüzden bu nitelikler hiçbir töz oluşturmazlar.
Cisimlerde şimdi söylediğimizin dışında herhangi bir özdeşlik
ilkesi yoksa, hiçbir cisim varlığını bir andan çok
sürdüremeyecektir
Bununla birlikte öbür cisimlerin ruhları ve tözsel biçimleri ussal
ruhlardan çok ayrıdır, yalnızca ussal ruhlar bilirler eylemlerini,
bu ussal ruhlar doğal bir ölümle ölmedikleri gibi ne olduklarının
bilgisinin temelini de her zaman korurlar; bu da onları cezaya ve
armağana yatkın kılar, onları Tanrı'nın egemen olduğu evren
cumhuriyetinin yurttaşları yapar, dolayısıyla tüm öbür yaratıklar
onlara hizmet ederler. Bu konuyu az sonra daha geniş olarak ele
alacağız.
Her kişinin bireylik kavramı onun başına gelecekleri kesinlikle
içerdiğinden bu kavramda her olayın doğuşunun "a priori"
kanıtlarını ya da şu olayın öbüründen neden daha önce olduğunu
görebiliriz. Ancak bu doğrular ne ölçüde kesin olurlarsa olsunlar
gene de olumsal olmaktan kurtulamazlar, çünkü Tanrı'nın ya da
yaratıkların özgür seçişine, onların seçmeyi zorunlu kılmadan
eğilimli kılan özgür seçişine dayanırlar.
Daha ileriye gitmeden önce, yukarıda göstermiş olduğumuz
temellerden doğabilecek büyük bir güçlüğü ortadan kaldırmaya
çalışmalıyız. Şöyle demiştik: bireysel töz kavramı başına
gelebilecek her şeyi tam tamına içerir; bu kavrama bakarak
gerçekte onunla ilgili olarak söylenebilecek her şeyi söyleriz,
dairenin doğasında daireden çıkarsanabilecek tüm özellikleri
görebildiğimiz gibi. Ama bu durumda olumsal doğrularla zorunlu
doğrular ayrımı kalkmış, insan özgürlüğüne yer kalmamış, mutlak
bir yazgı tüm eylemlerimize de dünyanın öbür olaylarına da egemen
olacakmış gibi görünüyor. Ben bunu şöyle yanıtlayacağım: kesin
olanla zorunlu olanı birbirinden ayırmak gerekir: herkes gelecek
olumsalların sağlanmış olduğu, çünkü Tanrı'nın onları öngördüğü
üzerinde ortak görüşe sahiptir, ama bu onların zorunlu oldukları
anlamına gelmez. Ama (diyecekler) herhangi bir tanımdan ya da
kavramdan herhangi bir sonuç çıkarıldığında bu sonuç zorunludur.
Oysa herhangi bir kişinin başına gelebilecek bir şeyin, o kişinin
doğasında ya da kavramında gücül olarak bulunduğunu öne sürüyoruz,
daireyle ilgili özelliklerin daire kavramında bulunması gibi. Bu
durumda güçlük ortadan kalkmamıştır. Bu güçlüğü sağlam bir biçimde
giderebilmek için şöyle diyeceğim: bağlantı ya da birbirini izleme
iki türlü olur, biri mutlak olarak zorunludur, karşıtı çelişki
içerir, böylesi bir çıkarsama geometrinin doğruları gibi ölümsüz
doğrularda bulunur; öbürü ancak "ex hypothesi" zorunludur, ne var
ki kendinde olumsaldır, karşıtı da çelişki içermez. Bu bağlantı
tam tamına arı fikirler üzerine ve Tanrı'nın basit anlığı üzerine
değil, Tanrı'nın özgür buyrultularına ve evrendeki sıralanışa
dayanır.
Bir örnek verelim: Julius Caesar cumhuriyetin sürekli diktatörü ve
efendisi olacağına ve Romalıların özgürlüğünü ortadan
kaldıracağına göre, bu eylem kavramında içerilmiştir, çünkü biz
böyle bir konunun tam yetkin kavramının doğasının,yüklemi de
içerebilmesi için, her şeyi "ut possit in esse ubjecto" (13) kavradığını varsayarız. Denebilir ki
Caesar bu eylemi bu kavram ya da fikir dolayısıyla
gerçekleştirmekte değildir, çünkü bu eylem Tanrı her şeyi bildiği
için Caesar'a uymaktadır. Buna karşılık kesinlikle şunlar
söylenecektir: onun doğası ya da biçimi bu kavrama uymaktadır ve
Tanrı ona bu kişiliği verdiği için de onun bu kişiliğe uygun
olması gerekmektedir. Ben de gelecekteki olumsal olayları öne
sürerek şunu söyleyebilirim: onların gerçekliği ancak Tanrı'nın
anlığında ve istemindedir. Tanrı onlara bu biçimi önceden
verdiğine göre onların gene buna uymaları gerekir.
Ama bu güçlükleri başka benzer güçlüklerle örnekleyerek
hoşgördürmeye çalışmaktansa onları ortadan kaldırmayı daha uygun
bulurum, şimdi şurada söyleyeceklerim her ikisini ortadan
kaldırmaya yarayacaktır. Şimdi bağlantılar arasındaki ayrılığı ele
almak gerekiyor, diyorum ki önceselliklere uygun olarak
gerçekleşen şey kesindir ama zorunlu değildir, onun tersini yapan
kişi onun gerçekleşmesinin (ex hypothesi) olmazlığına karşın
kendinde olmaz olan bir şey yapmış olmaz. Çünkü biri çıksaydı da
Caesar konusuyla onun "mutlu girişimi" yüklemi arasındaki
bağlantıyı kanıtlamaya yarayan göstermeyi sonuna erdirebilseydi
şunu göstermiş olurdu: Caesar'ın gelecekteki diktatörlüğü
temellerini onun kavramında ya da doğasında bulur; bu kavram ya da
doğada onun Rubicon ırmağı kıyılarında durmak yerine bu ırmağı
geçmeye karar verişinin, Pharsalus savaşından yenik çıkacak yerde
savaşı kazanışının nedeni yatar, olayların böyle gelişmesi usa
uygundur ve dolayısıyla kesindir, ama kendinde zorunlu değildir ve
karşıtı çelişki içermez. Tanrı'nın az yetkini gerçekleştirmesinin
usa yatkın ve kesin olmasına benzer bu.
Caesar'ın bu yüklemiyle ilgili bu göstermenin sayılarla ya da
geometriyle ilgili göstermeler kadar mutlak olmadığını, ama
Tanrı'nın insan doğası üzerine verdiği, insanın her zaman (özgürce
de olsa) en iyi görüneni gerçekleştireceği konusundaki
buyrultusuna (birincinin ardından verdiği buyrultuya) dayanan
şeyler düzenini varsaydığını söyleyebiliriz. Bu tür buyrultular
üzerine temellenmiş her doğru kesin olmakla birlikte olumsaldır,
çünkü bu buyrultular şeylerin olasılığını değiştirmezler, daha
önce de söylediğim gibi, Tanrı her zaman kesin bir biçimde en
iyiyi seçse de, bu daha az yetkin olanın olası olmasını ve olası
kalmasını engelleyemez -daha az yetkin olan gerçekleşmese bile-,
çünkü onun gerçekleşmesini önleyen şey onun olası olmayışı değil
yetkin olmayışıdır. Karşıtı olası olan şey zorunlu değildir.
Demek ki bu tür güçlükler ne kadar büyük görünürlerse görünsünler
ortadan kaldırılabilecek güçlüklerdir (gerçekten bu güçlüklere
yönelen her kişi bunların ağırlığını aynı ölçüde duymuştur), yeter
ki tüm olumsal önermelerin öyle olmaları için değil de böyle
olmaları için nedenler bulunduğunu ya da (bu da aynı şeydir)
doğruluklarının "a priori" kanıtları bulunduğunu, bu kanıtların
onları kesin kıldığını, bu önermelerdeki özne-yüklem bağlantısının
her ikisinin doğasında temelleri bulunduğunu, ancak bunların
zorunlu göstermeleri olmadığını, çünkü bu nedenlerin ancak
olumsallık ilkesine ya da şeylerin varlığı ilkesine, yani eşit
ölçüde olası olan şeyler arasında en iyi olan ya da en iyi
görünene dayandığını, oysa zorunlu doğruların çelişmezlik ilkesi
üzerine ve Tanrı'nın özgür istemiyle yaratıkların özgür istemi göz
önünde tutulmadan özlerin olası oluşu ya da olası olmayışı üzerine
temellendiğini iyice düşünmek gerekir.
Tanrı evren üzerine sahip olduğu değişik görüşlerine göre çeşitli
tözler yaratır; Tanrı'nın araya girişiyle her tözün kendine özgü
doğası şu özelliğe sahip olmuştur: tözlerden birinde olan bir şey
tüm öbür tözlerde olan biteni karşılar, ama tözler birbirleri
üzerinde eylemde bulunmazlar.
Tözlerin doğasının ne olduğunu bir anlamda öğrendik, şimdi
tözlerin aralarındaki bağımlılığı, eylemlerini ve edimlerini
açıklamaya çalışalım. Apaçık görünen bir şey var: yaratılmış
tözler Tanrı'ya bağımlıdırlar, Tanrı onları korur, ayrıca biz
düşüncelerimizi nasıl üretiyorsak o da tözleri bir tür türümle (14
) yaratır. Çünkü Tanrı, değerini göstermek için yaratmayı uygun
gördüğü olguların genel dizgesini, deyim yerindeyse, her yana ve
her türlü çevirir; tambilirliğinden kaçan herhangi bir ilişki
bulunmadığı için de dünyanın tüm yüzlerini tüm olası biçimlerde
gözler. Evrene belli bir yerden bakmakla elde edilen her görüşün
sonucu, evreni bu görüşe uygun bir biçimde açıklayan bir tözdür. -
Tanrı, düşüncesini etkin kılmak ve bu tözü yaratmak istediği zaman
böyledir bu. Tanrı'nın görüşü nasıl her zaman doğruysa algılarımız
da doğrudur, ama bizim olan ve bizi aldatan yargılarımızdır.
Yukarıda da belirttik, şimdi söylediklerimiz de gösteriyor: her
töz apayrı bir dünya gibidir, Tanrı'dan başka bir şeye bağlı
olmayan bir dünya gibidir; böylece tüm olgular yani başımıza
gelebilecek her şey varlığımızın sonuçlarıdır ancak; bu olgular
doğamıza uygun olan, bir başka deyişle bizdeki dünyaya uygun olan
belli bir düzeni sürdürürler, bu düzene dayanarak bizler
davranışımızı düzenlemek için gelecekteki olguların başarılarıyla
doğrulanan yararlı gözlemler yapabiliriz, yani böylece çok zaman
yanılgıya düşmeksizin geçmişe dayanarak gelecek üzerine yargılar
verebiliriz, ve sıkıntıya düşmeden, olgular bizim dışımızda mı
değil mi, başkaları da olguları görüyor mu demeden bu olguların
gerçek olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, tüm tözlerin
algıları ya da anlatımları birbirlerini yanıtlarlar, öyle ki
tözlerin her biri gözlemlediği bazı nedenleri ve yasaları
incelikle izlerken, aynı şeyi yapan bir başka tözle
karşılaşacaktır. Belli bir günde belli bir yerde toplaşmaya
sözleşmiş birkaç kişinin gerçekten istekli oldukları zaman bu
toplaşmayı gerçekleştirebilecekleri gibi. Tümü aynı olguları
açıklasa da, buna göre tümünün tam tamına aynı anlatımı ortaya
koyması gerekmez, bu anlatımların orantılı olması yeter. Birçok
izleyicinin aynı şeyi gördüğünü sanması ve bu sanı üzerinde
birbiriyle gerçekten anlaşması, ama gene de her birinin kendi
ölçülerine göre görmesi ve konuşması gibidir bu da.
Tözsel olguların karşılıklı uyumunun nedeni yalnızca Tanrı'dır,
birinde özel olanı tümüne genel kılan yalnızca Tanrı'dır, böyle
olmasaydı hiçbir bağlantı olmazdı (tüm bireyler sürekli olarak
Tanrı'dan türerler, Tanrı evreni bireylerin gördüğü gibi görmez,
onların gördüğünden başka görür). Genel olarak benimsenmiş
olmamakla birlikte oldukça uygun bir biçimde şöyle diyebiliriz:
tek bir töz hiçbir zaman başka bir tek töz üzerinde etkide
bulunamaz ve onun etkisinde kalamaz. Şunu göz önünde tutmalıyız:
herhangi bir tözün başına gelen bir şey, yalnızca o tözün
"fikir"inin ya da "tam kavram"ının bir sonucudur, çünkü bu fikir
tüm yüklemleri ve olguları içerir, ve tüm evreni açıklar.
Gerçekten bize her şey ancak düşüncelerden ve algılardan
gelebilir, tüm gelecek düşüncelerimiz ve algılarımız olumsal da
olsalar önceki düşüncelerimizin ve algılarımızın sonucudurlar,
öyle ki şu anda benim başıma gelen ya da bana görünen şeyleri bir
bir ortaya koymak elimde olsaydı, onlarda bundan böyle tüm olacak
olanları ve tüm görünecek olanları görebilirdim. Benim dışımdaki
her şey yıkılıp gitseydi de yalnızca Tanrı'yla ben kalsaydık bile
bu böyle olurdu ve benim başıma aynı durumlar gelirdi. Ama belli
bir biçimde görüp seçebildiğimiz şeyleri bizim üzerimizde eylemde
bulunan nedenler gibi gördüğümüz bazı başka şeylere uladığımızdan,
bu yargının temelini ve onda gerçek olan yanı ele almamız
gerekecek.
Sonlu bir tözün bir başka töz üzerindeki eylemi,
Tanrı onları uyuşmaya zorladığı ölçüde, eyleme uğrayan tözün
anlatım derecesinin azalması, eylemdeki tözün anlatım derecesinin
artması biçiminde olur.
Ama uzun bir tartışmaya girmeden, metafizik dili uygulamanın
alanıyla uyuşturabilmek için şunu belirlemek yeter: daha yetkin
olarak açıkladığımız olguları özellikle ve haklı olarak kendimize
ulamaktayız, başka tözlere de en iyi açıkladıkları şeyi
ulamaktayız. Böylece her şeyi açıklamak açısından sonsuz uzamı
olan bir töz, açıklama biçiminin az ya da çok yetkin oluşuna göre
sınırlı olur. Tözlerin birbirlerini engellemelerini ya da
sınırlamalarını buna göre anlayabiliriz ve sonuç olarak bu konuda
şunu söyleyebiliriz: tözler birbirleri üzerinde eylemde
bulunurlar, tözler sanki birbirleriyle uyuşmak zorunda
bırakılmışlardır. Çünkü birinin anlatımını artıran öbürünün
anlatımını azaltan bir değişiklik olabilir. Tek bir tözün erdemi
Tanrı'nın değerini iyi açıklamaktadır, işte bu noktada az
sınırlanmıştır o. Her şey, erdemini ya da gücünü kullandığı zaman
yani eylemde bulunduğu zaman iyiye doğru değişir ve yayılır:
birçok töze uğrayan bir değişiklik olduğunda (her değişiklik
tümünü ilgilendirmektedir) şöyle denebilir sanıyorum: daha büyük
bir yetkinlik derecesine ulaşan ya da daha yetkin bir anlatım
derecesine yükselmiş olan töz gücünü kullanır ve eylemde bulunur,
daha az yetkinliğe düşmüş olan da güçsüzlüğünü gösterir ve
edilginleşir. Bence algısı olan bir tözün tüm eylemi bazı tutkulu
istekleri, her edilginleşmesi de bazı acıları getirir ya da tersi
olur, bununla birlikte şimdiki bir yararın daha sonra daha büyük
bir kötülükle yıkıldığı olmuştur. Eylemde bulunarak yani gücünü
kullanarak ve bundan haz duyarak günah işlenebilmesi buradan
gelir.
Tanrı'nın olağanüstü etkinliği özümüzün açıkladığı şeyde
içerilmiştir, çünkü bu anlatım her şeye yayılır, ama doğamızın
güçlerini, yani sonlu olan ve bazı ikincil kurallara bağlı bulunan
açıkseçik anlatımımızı aşar.
Şimdi, tözlere olağanüstü ya da doğaüstü bir şey uğramayacağına
göre, çünkü tözlerin tüm olayları doğalarının bir sonucu olduğuna
göre, bize Tanrı'nın bazen insanları ve öbür tözleri olağanüstü ve
mucizeli bir etkinlikle nasıl etkileyebildiğini açıklamak kalıyor.
Bazı ikincil kuralların üstünde olsalar da her zaman genel düzenin
evrensel yasasına uygun bulunan evren mucizeleriyle ilgili olarak
yukarıda söylediklerimizi anımsamamız gerekiyor. Her kişi ya da
her töz , büyük dünyayı açıklayan bir küçük dünya gibi olduğuna
göre, Tanrı'nın bu töz üzerindeki olağanüstü eylemi, bu tözün
özüyleya da bireylik kavramıyla açıklanan evrenin genel düzeninde
içerilmiş bulunsa da mucizeli olmaktan geri kalmaz. Bu yüzden biz
doğamızın açıkladığı her şeyi doğamızın içinde görürsek doğamız
için hiçbir şey doğaüstü olmaz, çünkü doğamız her şeye yayılır:
bir sonuç her zaman nedenini açıklar ve Tanrı tözlerin gerçek
nedenidir. Ama doğamızın en yetkin biçimde açıkladığı her şey özel
olarak doğamıza bağlı olduğundan -çünkü onun gücü buna dayanır ve
az önce açıkladığım gibi bu güç sınırlıdır- doğamızın güçlerini
hatta tüm sınırlı doğaların güçlerini aşan birçok şey vardır.
Sonuç olarak, daha açık bir biçimde konuşabilmek için şöyle
diyeceğim: Tanrı'nın mucizeleri ve etkileri şu özelliği
gösterirler: bir yaratılmış ruh, ne kadar aydınlanmış olursa
olsun, onları usavurmasına dayanarak önceden kestiremez, çünkü
genel düzenin seçik kavrayışı tümünü aşar: oysa doğal diye
adlandırılan her şey yaratıkların anlayabildikleri daha az genel
kurallara bağlıdır. Sözlerin anlamlar kadar kınanamaz olabilmesi
için bazı konuşma biçimlerini bazı düşüncelere bağlamak iyi olur,
tüm açıkladığımızı içerene özümüz ya da fikrimiz diyebiliriz ve bu
öz ya da fikir bizim Tanrı'yla bağımızı açıkladığı için
sınırsızdır, hiçbir şey onu aşamaz. Ve bizde sınırlı olan şey
doğamız ya da gücümüz diye adlandırılabilir, bu yüzden tüm
yaratılmış tözlerin doğalarını aşan şey doğaüstüdür.
|