...................
METAFİZİK ÜZERİNE KONUŞMA    -3
Gottfried Wilhelm Leibniz
Metafızık Üzerine Konuşma
Çeviri: Afşar Timuçin
                         
...................
...................

Tanrısal yetkinlik üzerine ve Tanrı'nın her şeyi en istenir biçimde yaptığı üzerine.

Sahip olduğumuz en yaygın ve en anlamlı Tanrı kavramı, Tanrı mutlak olarak yetkin bir varlıktır sözleriyle oldukça iyi anlatılmıştır. Ne var ki bundan ne gibi sonuçlar çıktığı düşünülmüyor. Bunu daha iyi kavrayabilmek için doğada birbirinden tümüyle ayrı yetkinlikler bulunduğunu, Tanrı'nın bu yetkinliklerin tümüne birden sahip olduğunu, bu yetkinliklerden her birinin en yüksek derecede Tanrı'ya özgü olduğunu belirtmek gerekir.

Yetkinliklerin de ne olduğunu bilmek gerekir. Yetkinliğin oldukça kesin belirtisi şudur: son yetkinlik derecesine yatkın olmayan biçimler ya da doğalar yetkin değillerdir, sayının ya da çizginin doğası böyle bir doğadır. Çünkü sayıların en büyüğü (ya da tüm sayıların sayısı) kadar tüm çizgilerin en büyüğü de çelişki içerir, ama en büyük bilim ve tamgüçlülük için olanaksız diye bir şey yoktur. Sonuç olarak güçlülük ve bilim yetkinliktirler ve Tanrı'ya özgü olduklarından sınırsızdırlar.

Demek ki yüce ve sonsuz bilgeliğe sahip olan Tanrı yalnızca metafizik anlamda değil, ahlak anlamında da en yetkin biçimde etkindir. Bu bizim açımızdan şöyle anlatılabilir: Tanrı'nın yapıtları üzerine ne ölçüde aydınlanırsak ve ne ölçüde bilgili olursak bu yapıtları o ölçüde üstün bulmaya ve istenebilecek her şeye uygun bulmaya yatkın oluruz.

Tanrı'nın yapıtlarında iyilik bulunmadığını ya da iyilik ve güzellik kurallarının gelişigüzel olduğunu savunanlara karşı.

Böylece ben şeylerin doğasında ya da Tanrı'nın bunlarla ilgili olarak sahip olduğu fikirlerde hiçbir iyilik ve yetkinlik kuralı bulunmadığını, Tanrı'nın yapıtlarının ancak biçimsel bir nedenle yani Tanrı tarafından yaratılmış olmak nedeniyle iyi olduklarını savunanların çok uzağındayım. Çünkü bu böyle olsaydı, yapıtlarının yaratıcısı olduğunu bilen Tanrı, Kutsal Kitap'ın da belirttiği gibi, onları sonradan gözlemleyip iyi bulduğunu açıklamazdı. Kutsal Kitap, Tanrı yapıtlarının eşsizliğini bu yapıtlara bakarak da anlayabileceğimizi, hatta onları nedenlerine bağlayan çıplak dış görünüşlerini hiç düşünmeden de onların eşsizliğini anlayabileceğimizi bize göstermek için bu insanbilimden yararlanmış olabilir. Gerçekten, yaratıcıyı ancak yapıtlarını inceleyerek kavrayabiliriz. Açıkçası, bu görüşün tersi bir görüş bana tümüyle tehlikeli görünüyor. Bu görüşün tersi bir görüş son yenilikçilerin (2) görüşlerine çok yakın görünüyor. Bu kişilere göre evrenin güzelliği ve Tanrı'nın yapıtlarında bulduğumuz iyilik Tanrı'yı kendilerine göre anlayan insanların yanılgılarından başka bir şey değildir. Ayrıca, şeyler herhangi bir iyilik kuralıyla değil de Tanrı'nın istemiyle iyidirler diyerek, bence hiç düşünmeden Tanrı sevgisini ve Tanrı'nın tüm değerini yıkıyorlar. Yaptığının tersini yaptığı zaman da övülesi olanı yaptıklarıyla ne diye övmeli? Demek ki, geriye yalnızca zorbaca bir güç kalınca, istem usun yerini tutunca, tiranın tanımına uygun olarak güçlünün hoşuna giden doğru olunca Tanrı'nın adaleti ve bilgeliği nerede kalır? Öte yandan, bence, her istem herhangi bir isteme nedeni gerektirir, bu neden de doğal olarak istemi önceler. Bunun için metafizikle ve geometriyle ilgili ölümsüz doğruların ve buna bağlı olarak da iyilik, adalet ve yetkinlik kurallarının ancak Tanrı isteminin bir sonucu olduğunu söyleyen bazı filozofların (3) bu sözlerini tümüyle garip buluyorum, oysa bence bunlar ancak Tanrı'nın istemine de, özüne de bağlı olmayan anlığının sonuçlarıdırlar.


Tanrı daha iyisini yapabilirdi diyen inananlara karşı

Tanrı yapıtlarının en son yetkinlikte olmadığını söyleyerek ve Tanrı daha iyisini yapabilirdi diyerek yürekli bir savunuya giren bazı çağdaşların (4) görüşlerini de onaylamıyorum. Çünkü bence bu görüşün sonuçları Tanrı'nın değerine tümüyle ters düşer. "Uti minus malum habet rationem boni, ita minus bonum habet rationem mali." (5) Eylemi elden geldiğince yetkin yapmamak yetkinliksiz eylemde bulunmaktır. Falanca mimar yapıtını daha iyi yapabilirdi demek, o mimarın yapıtında eksiklik bulunduğunu söylemektir. Tanrı yapıtlarının iyiliğini doğrulayan Kutsal Kitap'a da karşıttır bu. Çünkü yetkinliksizlikler sonsuza kadar iner, öyle ki Tanrı yapıtını nasıl yaparsa yapsın onun yapıtı daha az yetkin yapıtlarla karşılaştırıldığında daha iyi olacaktır, yeterse bu. Ama böyle övülen bir şey övülmeye değer değildir. Tanrı kitabında ve aziz babaların yazılarında da benim görüşümü destekleyecek birçok bölüm bulunacağına inanıyorum. Ama onlarda bu yeni düşünürlerin (6) görüşlerini destekleyecek bölümler bulunmayacaktır. Bu yeni düşünürlerin görüşleri bence tüm Eskiçağ'da bilinmeyen görüşlerdir, bu görüşler evrenin genel uyumu ve Tanrı davranışının gizli nedenleri üzerine sahip olduğumuz çok az bir bilgi üzerine temelleniyor. Bu da birçok şeyin daha iyi olabileceğini düşünme konusunda yüreklendiriyor bizi. Ayrıca bu yeniler bazı çok ince düşünceler üzerinde dirençle duruyorlar, bu düşünceler de pek sağlam temelleri olmayan düşüncelerdir, çünkü bu kişiler kendinden daha yetkin bir şey bulunmayan bir yetkinin varlığına inanmazlar, bu da bir yanılgıdır.

Yüce usa göre yetkinlik içinde eylemde bulunmak en yüce özgürlük değilmiş gibi bu kişiler böylece Tanrı'nın özgürlüğünü desteklediklerine inanırlar. Tanrı, isteminin herhangi bir nedeni olmadan eylemde bulunur diye düşünmek, böyle bir şeyin olamayacağı bir yana, Tanrı'nın değerine yaraşır bir görüş değildir. Örneğin Tanrı'nın A ile B arasında bir seçim yaptığını, A'yı B'ye yeğ tutması için hiçbir neden bulunmamakla birlikte A'yı seçtiğini düşünelim. En azından, bu eylem Tanrı'ya yaraşır bir eylem değildir bana kalırsa. Çünkü her övgünün "ex hypothesi" (7) olarak burada bulunmayan herhangi bir nedene dayanması gerekir. Oysa Tanrı kendine yaraşmayan bir eyleme girişmez bence.

Tanrı sevgisi Tanrı'nın yaptıklarından tam anlamıyla hoşnut olmayı ve Tanrı'nın yaptıklarını tam anlamıyla benimsemeyi gerektirir, bunun için sekinci (8) olmak gerekmez.

O büyük doğrunun genel bilgisi, yani Tanrı olası olan en yetkin ve en istenir biçimde eylemde bulunur doğrusunun bilgisi, bence Tanrı'ya her şeyin üstünde borçlu olduğumuz sevginin temelidir. Çünkü seven kişi hoşnutluğunu sevgilisinin kendisinin ve eylemlerinin mutluluğunda ya da yetkinliğinde arar. "Idem velle et idem nolle vera amicitia est." (9) Bence,Tanrı'nın istediğini istemeye hazır olunmadığı zaman, onun istediği şeyi değiştirmek gücüne sahip olunduğu zaman Tanrı'yı sevmek güçtür. Bana kalırsa, Tanrı'nın yaptıklarından hoşnut olmayanlar, amaçları ayaklanmacıların amaçlarından pek ayrı olmayan hoşnutsuz uyruklara benzerler.

Bu durumda, bu ilkelere göre Tanrı sevgisine uygun olarak eylemde bulunmak için zor altında sabırlı olmamız yetmez, Tanrı istemiyle başımıza gelen her şeyden hoşnut olmamız gerekir diye düşünüyorum. Böyle bir benimseyişi geçmişle ilgili olarak düşünüyorum. Gelecek konusunda ne sekinci olmak doğru, ne de eskilerin "logon aergon" yani tembel akıl dediği sofistliğe göre elleri kolları kavuşturup Tanrı'nın yapacağı şeyi beklemek doğrudur. Ama usumuz yettiğince Tanrı'nın görünür istemine göre davranmalıyız, bu arada genelin iyiliğine elimiz erdiğince katkıda bulunmaya çalışmalıyız, özellikle bizimle ilgili olanın, bize yakın olanın, az ötemizde olanın güzelliğe ve yetkinliğe ermesi için elimiz erdiğince katkıda bulunmaya çalışmalıyız. Çünkü olaylar bize Tanrı'nın iyi niyetimizin şimdilik etkili olmasını istemediğini gösterse de, bundan Tanrı bizim yaptığımızı istemiyor diye bir anlam çıkaramayız. Tersine, efendilerin en iyisi olan Tanrı yalnızca doğru yönelim bekler, en iyi amaçların gerçekleştirilebilmesi için uygun olan yeri ve zamanı yalnızca o bilir.

Tanrısal davranışın yetkinliğiyle ilgili kuralların neye dayandığı, yolların basitliğiyle sonuçların zenginliğinin birbiriyle dengeli olduğu üzerine.

Tanrı'ya güvenmek, Tanrı'nın her yaptığını iyi yaptığına, Tanrı'yı sevenlere hiçbir şeyin zarar vermeyeceğine inanmak gerekir demek ki. Ama özellikle Tanrı'yı bu evrensel düzeni seçmeye, günahlara karşı dirençli olmaya, kurtarıcı iyiliklerini belli bir biçimde dağıtmaya götüren nedenleri tanımaya çalışmak sonlu bir ruhun yetkinliklerini aşar, hele bu ruh daha Tanrı'yı görme sevincine ermemişse.

Gene de şeylerin yönetiminde Tanrı kayrasının etkinliği konusunu ilgilendiren bazı genel belirlemelere ulaşmak olasılığı vardır. Şöyle de diyebiliriz: yetkin bir biçimde davranan kişi en iyi problemleri kurmayı bilen usta bir geometriciye benzer, yapının yapımı için yerini ve parasını en iyi kullanan, yapının güzelliğini bozabilecek şeyleri ortadan kaldıran bir mimara benzer, hiçbir şeyi ham ve kısır bırakmayacak biçimde malını mülkünü kullanan iyi bir aile babasına benzer, istediği etkiyi seçilebilecek en basit yolla yaratabilen usta bir makiniste benzer, küçücük bir kitaba en büyük güzellikleri sığdıran bilgin bir yazara benzer. Varlıkların en yetkinleri, en az yer kaplayanları, yani birbirlerini en az engelleyenleri ruhlardır. Ruhların yetkinliği erdemleridir. Bu yüzden şu konuda hiçbir kuşkumuz olmamalıdır: Tanrı'nın başlıca amacı ruhların mutluluğudur, Tanrı bu mutluluğu genel düzenin elverdiği ölçüde gerçekleştirir. Bu konuda daha söyleyeceklerimiz var.

Tanrı yollarının basitliği konusuna gelince, bu basitlik tam tamına araçlarla ilgilidir, buna karşılık çeşitlilik, zenginlik, bolluk da amaçlarla ya da sonuçlarla ilgilidir. Bunlardan biri öbürüyle dengeli olmalıdır, nasıl bir yapı için ayrılan paranın yapının öngörülen büyüklüğü ve güzelliğiyle dengeli olması gerekirse. Gerçekten, Tanrı hiçbir harcamada bulunmaz. Tanrı'nın harcaması imgesel dünyasını yaratmak için varsayımlar ortaya koyup duran filozofun harcamasından daha azdır, çünkü gerçek bir dünya yaratabilmek için kararlar vermek yeter Tanrı'ya. Ama erdem konusunda kararlar ve varsayımlar birbirlerinden ne kadar bağımsız olurlarsa o ölçüde harcamaların yerini tutarlar. Çünkü us varsayımlarda ya da ilkelerde çokluktan kaçılmasını buyurur. Aşağı yukarı gökbilimde her zaman en basit dizgenin benimsenmesi gibi.
 

Tanrı düzeni aşan hiçbir şey yapmaz, düzenli olmayan olayların varlığını düşünemeyiz bile.

Genellikle Tanrı'nın eylemlerini olağan eylemler ve olağanüstü eylemler olmak üzere ikiye ayırırlar. Ama Tanrı'nın düzen dışında hiçbir şey yapmadığını düşünmek doğru olur. Böylece olağanüstü diye alınan şeyler yaratıklar arasında kurulmuş bazı özel düzenlerle ilgilidir. Çünkü, evrensel düzene gelince, bu düzende her şey uyarlıdır. Gerçek olan yalnızca dünyada tam tamına düzensiz bir şeyin varolamayacağı değil, aynı zamanda böyle bir şeyin tasarlanamayacağıdır. Çünkü birinin bakla falı açar gibi gülünç bir işe kalkıp kâğıdın orasına burasına gelişigüzel bir biçimde noktalar koyduğunu düşünelim. Bence, kavramı belli bir kurala göre durağan ve birbiçim olan, böylece bir elin belirlediği biçimde bütün noktalarında geçilebilen bir çizgi düşünülebilir.

Biri bir çırpıda bir çizgi çiziversin, bu çizgi bazen doğru, bazen daire, bazen daha başka bir şey olsun; bu çizginin tüm noktaları için ortak olan, değişmelerin tümünü belirleyen bir kavram, bir kural, bir denklem bulunabilir. Örneğin hiçbir insan yüzü yoktur ki çevresi geometrik bir çizginin parçası olmasın ve belli bir düzenlenmiş devinimle bir çırpıda çizilmesin. Ama bir kural çok karmaşıksa ona uygun olan şey karmaşıklık diye alınır.

Böylece, denilebilir ki, Tanrı dünyayı ne biçimde yaratmış olursa olsun, dünya her zaman düzenli olacaktır ve belli bir genel düzen içinde bulunacaktır. Ama Tanrı dünyaların en yetkinini seçmiştir, yani hem varsayımlar açısından en basit olanını, hem olgular açısından en zengin olanını seçmiştir - çizilmesi çok kolay, özellikleri ve sonuçları pek güzel ve pek geniş bir geometrik çizgi gibi. Bu karşılaştırmaları tanrısal bilgeliğin eksik bir görünümünü çizmek ve yeterince açıklanamayan şeyi herhangi bir biçimde kavramak yolunda zihnimizi yükseltebilecek şeyi söylemek için yapıyorum. Ama bunu yaparken tüm evrenin bağlı olduğu büyük gizi açıklamakta olduğumu söylemek istemiyorum.

Mucizelerin ikincil kurallara karşıt olmakla birlikte genel düzene uygun oldukları üzerine ve Tanrı'nın genel ya da özel herhangi bir isteme göre neler isteyip nelere izin vereceği üzerine.

Düzende bulunmayan bir şey kendini gerçekleştiremeyeceği için mucizeler de doğal olaylar kadar düzenin içindedirler. Bunlara doğal olaylar diyoruz, çünkü bunlar şeylerin doğası dediğimiz bazı ikincil kurallara uymaktadırlar. Ve diyebiliriz ki bu doğa Tanrı'nın bir alışkanlığıdır, Tanrı kendisini ve kuralları kullanmaya götüren nedenden daha güçlü bir neden uğruna bu alışkanlığı bırakabilir.

Genel ve özel istemlere gelince, şeyleri ele alış biçimimizden giderek, Tanrı her şeyi seçmiş olduğu en yetkin düzene uygun olan en genel istemine göre yapıyor diyebiliriz. Ama ayrıca Tanrı'nın özel istemleri de vardır, bu istemler yukarıda andığımız ikincil kuralların dışında kalır, çünkü evrenin tüm sırasını düzene koyan yasaların en geneli kuraldışıdır.

Şunu da söyleyebiliriz: Tanrı kendi özel isteminin nesnesi olan her şeyi ister; ama genel istemin nesnelerine gelince -öbür yaratıkların ve özel olarak da ussal yaratıkların eylemleri bunlardandır ve Tanrı bunlara yönelmek ister- burada iki şeyi ayırdetmek gerekir: eylem kendinde iyiyse, diyebiliriz ki Tanrı bu eylemi ister ve bazen de buyurur, bu eylem gerçekleşmese de; ama eylem kendinde kötüyse ve eylem -şeylerin düzeni, özellikle de ceza ve kefaret kötülüğü düzelttiği ve kötülüğü bol bol dengelediği için, bu durumda da düzende hiç kötülük olmadığı zamana göre daha da yetkinlik bulunacağı için- ancak rastlantıyla iyi duruma gelebiliyorsa, o zaman Tanrı kendi koyduğu doğa yasalarından ötürü eyleme yönelse de -çünkü bundan daha büyük bir iyilik elde edebilecektir- o eylemi istediği söylenemez ama o eyleme izin verdiği söylenebilir.

Tanrı'nın eylemleriyle yaratıkların eylemlerini ayırdetmek için bireysel bir töz kavramının ne olduğu açıklanıyor.

Tanrı'nın eylemlerini yaratıkların eylemlerinden ayırmak çok güçtür; bazı insanlar Tanrı'nın her şeyi yaptığına inanırlar, bazılarına göre de Tanrı'nın tüm yaptığı şey daha önce yaratıklara vermiş olduğu gücü korumaktır: bunlardan birinin ya da öbürünün ne ölçüde söylenebileceği aşağıda gösterilecektir. Eylemler ve edimler tam tamına bireysel töze bağlı oldukları için (actiones sunt suppositorum) (10) böyle bir tözün ne olduğunu açıklamak gerekir.

Gerçekten birçok yüklem bir tek özneye bağlı olduğu ve bu özne de başka herhangi bir özneye bağlı olmadığı zaman buna bireysel töz adı verilir; dahası var, çünkü bu açıklama sözsel bir açıklamadır. Öyleyse belli bir özneye gerçek olarak bağlı olmanın ne anlama geldiğini göz önünde tutmak gerekiyor.

Elbette her doğru önermenin temeli şeylerin doğasında bulunur; bir önerme özdeş değilse, yani yüklem açık bir biçimde öznede içerilmiş değilse, onun öznede gücül olarak bulunması gerekir; filozofların yüklem öznededir derken "in-esse" diye belirledikleri şey budur. Bu durumda her zaman öznenin terimi yüklemin terimini kapsayacaktır, öyle ki konunun kavramını tam olarak anlayan bir kişi yüklemin ona bağlı olduğu yargısına varacaktır.

Bu durumda şunu diyebiliriz: bireysel bir tözün doğası ya da tam bir varlığın doğası öylesine tam bir kavrama sahiptir ki bağlı olduğu öznenin tüm yüklemlerini içermeye ve çıkarsatmaya yeterlidir. Oysa rastlantı dediğimiz şey, kavramı bağlanacağı özneye bağlanabilecek şeylerin tümünü içermeyen bir varlıktır. Böylece Büyük İskender'e bağlanan kral niteliği, özne göz önünde tutulmamış olduğundan, bir birey için yeterince belirgin değildir ve aynı öznenin öbür niteliklerini içermez, oysa İskender'in bireylik kavramını ya da "o oluş"unu gören Tanrı, onda aynı zamanda gerçekten onunla ilgili olarak söylenebilecek tüm yüklemlerin temelini ve nedenini, örneğin onun Darius'u ve Porus'u yeneceğini, hatta doğal bir ölümle mi yoksa zehirlenerek mi öleceğini "a priori" olarak (deneyle değil) görür. Bizse bunu ancak tarihin yardımıyla görebiliriz. Bu yüzden, şeylerin bağlantısını tam olarak göz önüne alınca şunu söyleyebiliriz: İskender'in ruhunda her zaman başına gelmiş olan şeylerin kalıntıları, başına gelecek olan şeylerin bazı belirtileri, evrende olup geçen şeylerin izleri bulunmaktadır - evrende olup geçen şeyleri bilmek yalnızca Tanrı'ya özgü de olsa.


Her bir tözün kendi yönünden tüm evreni açıklaması ve kavramında tüm olayların içerilmiş, tüm koşullarıyla ve dışsal şeylerin tüm düzeniyle içerilmiş bulunması üzerine.

Birçok ilgi çekici çelişki çıkar bundan, örneğin iki tözün birbirine tıpatıp benzemesi ve ancak "solo numero" (11) değişik olması doğru değildir; Aziz Tommaso'nun bu bakımdan melekler ya da yüce zekâlarla ilgili olarak öne sürdüğü "Quod ibi omne individuum sit species infima" (12) savı, özgül ayrımı geometricilerin biçimleri anladıkları gibi anlamak koşuluyla, tüm tözler için doğrudur; bir töz ancak yaratılışla başlar ve yok oluşla ölür; bir töz ikiye bölünemez; iki tözden bir töz yapılamaz; tözler dönüşürler ama sayıları doğal olarak ne artar, ne eksilir.

Ayrıca her töz bütün bir dünya gibidir, Tanrı'nın ya da tüm evrenin aynası gibidir, her töz Tanrı'yı ya da evreni kendine göre açıklar, her kent onu değişik yerlerden gözleyene nasıl değişik görünürse. Böylece evren varolan tözler sayısınca çoğalmıştır diyebiliriz bir bakıma. Ve Tanrı'nın ünü de yapıtının tüm değişik sunumları sayısınca çoğalmıştır. Şöyle de diyebiliriz: her töz kendinde Tanrı'nın sonsuz bilgeliğinin, tamgüçlülüğünün özyapısını taşır bir anlamda ve Tanrı'ya becerebildiğince öykünür. Çünkü her töz karışık bir biçimde de olsa, evrende geçmişle, şimdiyle, gelecekle ilgili olarak her olanı açıklar, bu da sonsuz bir algıya ya da bilgiye benzer. Tüm öbür tözler de bunu açıkladıklarından ve buna uyarlandıklarından her töz Yaradan'ın tamgüçlülüğüne öykünerek kendi gücünü öbür tözler üzerine yayar diyebiliriz.

Tözsel biçimler düşüncesinde sağlam bir yan vardır ama bu biçimler olaylarda hiçbir şeyi değiştirmez, bunların özel etkileri açıklamakta kullanılmaları gerekir.

Sanırım eskilerin de, derin düşünme alışkanlığına ermiş, birkaç yüzyıl önce dinbilim ve felsefe öğretmiş, içlerinden bazıları azizlik katına yükselmiş usta kişilerin de sözünü ettiğimiz şeyler üzerine bilgisi olmuştur; onların bugün gözden düşmüş bulunan tözsel biçimlerin varlığını benimsemesini ve korumasını sağlayan bu bilgidir. Ama onlar bizim yeni filozoflar topluluğunun sandığı gibi ne öylesine doğruların uzağındadırlar, ne de öylesine gülünç durumdadırlar.

Bu biçimleri ele almak fiziğin ayrıntılarında hiçbir işe yaramayacak, tek tek olayların açıklanmasında kullanılamayacaktır, buna ben de katılırım. Bu konuda bizim skolastikler de, onlara uyan eski hekimler de yanılmışlardır. Bunlar cisimlerin etkilerinin nasıl olduğunu incelemek zahmetine katlanmaksızın yalnızca biçimlerden ve niteliklerden söz ediyorlar, böylece cisimlerin özelliklerini temellendirdiklerini sanıyorlardı; bu, saatlerin vakti nasıl gösterdiğini araştırmadan, bir saatte bulunan vakti gösterme niteliğinin onun tözsel biçiminden geldiğini söylemeye benzer. Gerçekte, saatin bakımını başkası yapacaksa, saati satın alana yetebilir bu.

Ancak biçimlerin böylece eksik ve kötü kullanılışı, bilinmesi metafizikte çok gerekli olan bir şeyi bizim gözümüzden kaçırmamalıdır, bu öyle bir şeydir ki bence insan ilk ilkeleri onsuz tanıyamaz, o olmadan zihnini cisimsel olmayan doğaların bilgisine, Tanrı'nın eşsiz yapıtlarının bilgisine yükseltemez.

Bununla birlikte, nasıl ki bir geometrici süreklinin yapısındaki ünlü karmaşıkla uğraşarak kafasını karıştırmak gereksinimi duymazsa, bir ahlakçı filozof, daha ötede bir hukukçu ya da bir siyasetçi özgür seçişle Tanrı vergisi arasındaki uzlaşmada ortaya çıkan büyük güçlükleri aşmak için çabaya girmek gereksinimi duymazsa (öyle ya, felsefede ve dinbilimde gerekli ve önemli olan tartışmalara girmeden, geometrici tüm göstermelere ulaşabilir ve siyaset adamı kendi sorunlarını çözebilir), bunun gibi fizikçi de bazen daha önce yapılmış daha basit deneylerden yararlanarak, bazen geometrinin ve mekaniğin göstermelerinden yararlanarak, hiçbir zaman bir başka alanın genel belirlemelerine gereksinim duymaksızın deneylerinin temellerini ortaya koyabilecektir; bu fizikçi Tanrı'nın yardımına, bir ruha, bir Archaeus'a, buna benzer bir şeye başvurursa, uygulama alanında önemli bir karar verileceği sıra yazgının doğası ve özgürlüğümüzün doğası üzerine büyük usavurmalara girmeye kalkan biri gibi garip bir iş yapmış olur. İnsanlar yazgının ne olduğu üzerine zihinlerini yorarak bu yanlışı sık sık kendiliklerinden yaparlar, bu yüzden bazen iyi bir çözüme ulaşmaktan ya da gerekli bir çalışmayı gerçekleştirmekten geri kalırlar.

Skolastikler denen dinbilimcilerle filozofların düşüncelerini büsbütün aşağılamamak konusunda.

Eski felsefeye bir anlamda eski değerini kazandırmayı ve hemen hemen tümüyle atılmış tözsel biçimleri "postliminio" geri getirmeyi önermekle büyük bir tutarsızlığa düştüğümü biliyorum; modern felsefe üzerine çok düşündüğümü, fizikte deneylere ve geometride göstermelere çok zaman ayırdığımı, bu varlıkların hiçliğine uzun zaman inandığımı bilirlerse, Aziz Tommaso'ya ve zamanın öbür kişilerine çağdaşlarımızın yeterince adaletli davranmadıklarını, skolastik filozoflarda ve dinbilimcilerde -yolunca yordamınca kullanmak koşuluyla- sanıldığından daha büyük bir sağlamlık bulunduğunu görmemi sağlayan çalışmalar yaptıktan sonra, onları kendime karşın ve neredeyse zorla benimsediğimi bilirlerse beni bir çırpıda suçlayamazlar. Şuna da inanıyorum: doğru ve derin düşünen bir kafa bunların düşüncelerini analitik geometricilerin yaptığı biçimde aydınlatıcı ve sindirici bir tutumla ele almak güçlüğüne katlansa, onlarda çok önemli ve tümüyle gösterilebilir nice doğrudan oluşan bir hazine bulacaktır.

Uzama dayanan kavramlarda imgelemsel bir şey bulunduğu, bunların cisimlerin tözünü kuramayacakları üzerine.

Belirlemelerimizi sırasını bozmadan ele alalım: sanırım, tözün yukarıda açıkladığım doğası üzerine kafa yoracak kişi şunu görecektir: cismin tüm yapısı yalnızca uzamdan kurulmuş değildir, onda ruhlarla ilgili olan ve genel olarak tözsel biçim diye adlandırılan herhangi bir şeyin varlığını da zorunlu olarak görmek gerekir, bu şey olayları ve hayvanların ruhu varsa hayvanların ruhunu hiç mi hiç değiştirmemekle birlikte. Şu da gösterilebilir: büyüklük, biçim, devinim kavramları sanıldığı kadar seçik kavramlar değildir, bunlar imgesel ve algılarımızla ilgili bazı şeyler taşırlar, bizim dışımızda, şeylerin doğasında gerçekten bulunup bulunmadığı konusunda kuşkulu olduğumuz renk gibi, sıcaklık gibi niteliklerde ya da bunlara benzer niteliklerde (genellikle daha büyük ölçüde) olduğu gibi. Bu yüzden bu nitelikler hiçbir töz oluşturmazlar. Cisimlerde şimdi söylediğimizin dışında herhangi bir özdeşlik ilkesi yoksa, hiçbir cisim varlığını bir andan çok sürdüremeyecektir

Bununla birlikte öbür cisimlerin ruhları ve tözsel biçimleri ussal ruhlardan çok ayrıdır, yalnızca ussal ruhlar bilirler eylemlerini, bu ussal ruhlar doğal bir ölümle ölmedikleri gibi ne olduklarının bilgisinin temelini de her zaman korurlar; bu da onları cezaya ve armağana yatkın kılar, onları Tanrı'nın egemen olduğu evren cumhuriyetinin yurttaşları yapar, dolayısıyla tüm öbür yaratıklar onlara hizmet ederler. Bu konuyu az sonra daha geniş olarak ele alacağız.

Her kişinin bireylik kavramı onun başına gelecekleri kesinlikle içerdiğinden bu kavramda her olayın doğuşunun "a priori" kanıtlarını ya da şu olayın öbüründen neden daha önce olduğunu görebiliriz. Ancak bu doğrular ne ölçüde kesin olurlarsa olsunlar gene de olumsal olmaktan kurtulamazlar, çünkü Tanrı'nın ya da yaratıkların özgür seçişine, onların seçmeyi zorunlu kılmadan eğilimli kılan özgür seçişine dayanırlar.

Daha ileriye gitmeden önce, yukarıda göstermiş olduğumuz temellerden doğabilecek büyük bir güçlüğü ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Şöyle demiştik: bireysel töz kavramı başına gelebilecek her şeyi tam tamına içerir; bu kavrama bakarak gerçekte onunla ilgili olarak söylenebilecek her şeyi söyleriz, dairenin doğasında daireden çıkarsanabilecek tüm özellikleri görebildiğimiz gibi. Ama bu durumda olumsal doğrularla zorunlu doğrular ayrımı kalkmış, insan özgürlüğüne yer kalmamış, mutlak bir yazgı tüm eylemlerimize de dünyanın öbür olaylarına da egemen olacakmış gibi görünüyor. Ben bunu şöyle yanıtlayacağım: kesin olanla zorunlu olanı birbirinden ayırmak gerekir: herkes gelecek olumsalların sağlanmış olduğu, çünkü Tanrı'nın onları öngördüğü üzerinde ortak görüşe sahiptir, ama bu onların zorunlu oldukları anlamına gelmez. Ama (diyecekler) herhangi bir tanımdan ya da kavramdan herhangi bir sonuç çıkarıldığında bu sonuç zorunludur. Oysa herhangi bir kişinin başına gelebilecek bir şeyin, o kişinin doğasında ya da kavramında gücül olarak bulunduğunu öne sürüyoruz, daireyle ilgili özelliklerin daire kavramında bulunması gibi. Bu durumda güçlük ortadan kalkmamıştır. Bu güçlüğü sağlam bir biçimde giderebilmek için şöyle diyeceğim: bağlantı ya da birbirini izleme iki türlü olur, biri mutlak olarak zorunludur, karşıtı çelişki içerir, böylesi bir çıkarsama geometrinin doğruları gibi ölümsüz doğrularda bulunur; öbürü ancak "ex hypothesi" zorunludur, ne var ki kendinde olumsaldır, karşıtı da çelişki içermez. Bu bağlantı tam tamına arı fikirler üzerine ve Tanrı'nın basit anlığı üzerine değil, Tanrı'nın özgür buyrultularına ve evrendeki sıralanışa dayanır.

Bir örnek verelim: Julius Caesar cumhuriyetin sürekli diktatörü ve efendisi olacağına ve Romalıların özgürlüğünü ortadan kaldıracağına göre, bu eylem kavramında içerilmiştir, çünkü biz böyle bir konunun tam yetkin kavramının doğasının,yüklemi de içerebilmesi için, her şeyi "ut possit in esse ubjecto" (13) kavradığını varsayarız. Denebilir ki Caesar bu eylemi bu kavram ya da fikir dolayısıyla gerçekleştirmekte değildir, çünkü bu eylem Tanrı her şeyi bildiği için Caesar'a uymaktadır. Buna karşılık kesinlikle şunlar söylenecektir: onun doğası ya da biçimi bu kavrama uymaktadır ve Tanrı ona bu kişiliği verdiği için de onun bu kişiliğe uygun olması gerekmektedir. Ben de gelecekteki olumsal olayları öne sürerek şunu söyleyebilirim: onların gerçekliği ancak Tanrı'nın anlığında ve istemindedir. Tanrı onlara bu biçimi önceden verdiğine göre onların gene buna uymaları gerekir.

Ama bu güçlükleri başka benzer güçlüklerle örnekleyerek hoşgördürmeye çalışmaktansa onları ortadan kaldırmayı daha uygun bulurum, şimdi şurada söyleyeceklerim her ikisini ortadan kaldırmaya yarayacaktır. Şimdi bağlantılar arasındaki ayrılığı ele almak gerekiyor, diyorum ki önceselliklere uygun olarak gerçekleşen şey kesindir ama zorunlu değildir, onun tersini yapan kişi onun gerçekleşmesinin (ex hypothesi) olmazlığına karşın kendinde olmaz olan bir şey yapmış olmaz. Çünkü biri çıksaydı da Caesar konusuyla onun "mutlu girişimi" yüklemi arasındaki bağlantıyı kanıtlamaya yarayan göstermeyi sonuna erdirebilseydi şunu göstermiş olurdu: Caesar'ın gelecekteki diktatörlüğü temellerini onun kavramında ya da doğasında bulur; bu kavram ya da doğada onun Rubicon ırmağı kıyılarında durmak yerine bu ırmağı geçmeye karar verişinin, Pharsalus savaşından yenik çıkacak yerde savaşı kazanışının nedeni yatar, olayların böyle gelişmesi usa uygundur ve dolayısıyla kesindir, ama kendinde zorunlu değildir ve karşıtı çelişki içermez. Tanrı'nın az yetkini gerçekleştirmesinin usa yatkın ve kesin olmasına benzer bu.

Caesar'ın bu yüklemiyle ilgili bu göstermenin sayılarla ya da geometriyle ilgili göstermeler kadar mutlak olmadığını, ama Tanrı'nın insan doğası üzerine verdiği, insanın her zaman (özgürce de olsa) en iyi görüneni gerçekleştireceği konusundaki buyrultusuna (birincinin ardından verdiği buyrultuya) dayanan şeyler düzenini varsaydığını söyleyebiliriz. Bu tür buyrultular üzerine temellenmiş her doğru kesin olmakla birlikte olumsaldır, çünkü bu buyrultular şeylerin olasılığını değiştirmezler, daha önce de söylediğim gibi, Tanrı her zaman kesin bir biçimde en iyiyi seçse de, bu daha az yetkin olanın olası olmasını ve olası kalmasını engelleyemez -daha az yetkin olan gerçekleşmese bile-, çünkü onun gerçekleşmesini önleyen şey onun olası olmayışı değil yetkin olmayışıdır. Karşıtı olası olan şey zorunlu değildir.

Demek ki bu tür güçlükler ne kadar büyük görünürlerse görünsünler ortadan kaldırılabilecek güçlüklerdir (gerçekten bu güçlüklere yönelen her kişi bunların ağırlığını aynı ölçüde duymuştur), yeter ki tüm olumsal önermelerin öyle olmaları için değil de böyle olmaları için nedenler bulunduğunu ya da (bu da aynı şeydir) doğruluklarının "a priori" kanıtları bulunduğunu, bu kanıtların onları kesin kıldığını, bu önermelerdeki özne-yüklem bağlantısının her ikisinin doğasında temelleri bulunduğunu, ancak bunların zorunlu göstermeleri olmadığını, çünkü bu nedenlerin ancak olumsallık ilkesine ya da şeylerin varlığı ilkesine, yani eşit ölçüde olası olan şeyler arasında en iyi olan ya da en iyi görünene dayandığını, oysa zorunlu doğruların çelişmezlik ilkesi üzerine ve Tanrı'nın özgür istemiyle yaratıkların özgür istemi göz önünde tutulmadan özlerin olası oluşu ya da olası olmayışı üzerine temellendiğini iyice düşünmek gerekir.

Tanrı evren üzerine sahip olduğu değişik görüşlerine göre çeşitli tözler yaratır; Tanrı'nın araya girişiyle her tözün kendine özgü doğası şu özelliğe sahip olmuştur: tözlerden birinde olan bir şey tüm öbür tözlerde olan biteni karşılar, ama tözler birbirleri üzerinde eylemde bulunmazlar.

Tözlerin doğasının ne olduğunu bir anlamda öğrendik, şimdi tözlerin aralarındaki bağımlılığı, eylemlerini ve edimlerini açıklamaya çalışalım. Apaçık görünen bir şey var: yaratılmış tözler Tanrı'ya bağımlıdırlar, Tanrı onları korur, ayrıca biz düşüncelerimizi nasıl üretiyorsak o da tözleri bir tür türümle (14 ) yaratır. Çünkü Tanrı, değerini göstermek için yaratmayı uygun gördüğü olguların genel dizgesini, deyim yerindeyse, her yana ve her türlü çevirir; tambilirliğinden kaçan herhangi bir ilişki bulunmadığı için de dünyanın tüm yüzlerini tüm olası biçimlerde gözler. Evrene belli bir yerden bakmakla elde edilen her görüşün sonucu, evreni bu görüşe uygun bir biçimde açıklayan bir tözdür. - Tanrı, düşüncesini etkin kılmak ve bu tözü yaratmak istediği zaman böyledir bu. Tanrı'nın görüşü nasıl her zaman doğruysa algılarımız da doğrudur, ama bizim olan ve bizi aldatan yargılarımızdır.

Yukarıda da belirttik, şimdi söylediklerimiz de gösteriyor: her töz apayrı bir dünya gibidir, Tanrı'dan başka bir şeye bağlı olmayan bir dünya gibidir; böylece tüm olgular yani başımıza gelebilecek her şey varlığımızın sonuçlarıdır ancak; bu olgular doğamıza uygun olan, bir başka deyişle bizdeki dünyaya uygun olan belli bir düzeni sürdürürler, bu düzene dayanarak bizler davranışımızı düzenlemek için gelecekteki olguların başarılarıyla doğrulanan yararlı gözlemler yapabiliriz, yani böylece çok zaman yanılgıya düşmeksizin geçmişe dayanarak gelecek üzerine yargılar verebiliriz, ve sıkıntıya düşmeden, olgular bizim dışımızda mı değil mi, başkaları da olguları görüyor mu demeden bu olguların gerçek olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, tüm tözlerin algıları ya da anlatımları birbirlerini yanıtlarlar, öyle ki tözlerin her biri gözlemlediği bazı nedenleri ve yasaları incelikle izlerken, aynı şeyi yapan bir başka tözle karşılaşacaktır. Belli bir günde belli bir yerde toplaşmaya sözleşmiş birkaç kişinin gerçekten istekli oldukları zaman bu toplaşmayı gerçekleştirebilecekleri gibi. Tümü aynı olguları açıklasa da, buna göre tümünün tam tamına aynı anlatımı ortaya koyması gerekmez, bu anlatımların orantılı olması yeter. Birçok izleyicinin aynı şeyi gördüğünü sanması ve bu sanı üzerinde birbiriyle gerçekten anlaşması, ama gene de her birinin kendi ölçülerine göre görmesi ve konuşması gibidir bu da.

Tözsel olguların karşılıklı uyumunun nedeni yalnızca Tanrı'dır, birinde özel olanı tümüne genel kılan yalnızca Tanrı'dır, böyle olmasaydı hiçbir bağlantı olmazdı (tüm bireyler sürekli olarak Tanrı'dan türerler, Tanrı evreni bireylerin gördüğü gibi görmez, onların gördüğünden başka görür). Genel olarak benimsenmiş olmamakla birlikte oldukça uygun bir biçimde şöyle diyebiliriz: tek bir töz hiçbir zaman başka bir tek töz üzerinde etkide bulunamaz ve onun etkisinde kalamaz. Şunu göz önünde tutmalıyız: herhangi bir tözün başına gelen bir şey, yalnızca o tözün "fikir"inin ya da "tam kavram"ının bir sonucudur, çünkü bu fikir tüm yüklemleri ve olguları içerir, ve tüm evreni açıklar. Gerçekten bize her şey ancak düşüncelerden ve algılardan gelebilir, tüm gelecek düşüncelerimiz ve algılarımız olumsal da olsalar önceki düşüncelerimizin ve algılarımızın sonucudurlar, öyle ki şu anda benim başıma gelen ya da bana görünen şeyleri bir bir ortaya koymak elimde olsaydı, onlarda bundan böyle tüm olacak olanları ve tüm görünecek olanları görebilirdim. Benim dışımdaki her şey yıkılıp gitseydi de yalnızca Tanrı'yla ben kalsaydık bile bu böyle olurdu ve benim başıma aynı durumlar gelirdi. Ama belli bir biçimde görüp seçebildiğimiz şeyleri bizim üzerimizde eylemde bulunan nedenler gibi gördüğümüz bazı başka şeylere uladığımızdan, bu yargının temelini ve onda gerçek olan yanı ele almamız gerekecek.

Sonlu bir tözün bir başka töz üzerindeki eylemi, Tanrı onları uyuşmaya zorladığı ölçüde, eyleme uğrayan tözün anlatım derecesinin azalması, eylemdeki tözün anlatım derecesinin artması biçiminde olur.

Ama uzun bir tartışmaya girmeden, metafizik dili uygulamanın alanıyla uyuşturabilmek için şunu belirlemek yeter: daha yetkin olarak açıkladığımız olguları özellikle ve haklı olarak kendimize ulamaktayız, başka tözlere de en iyi açıkladıkları şeyi ulamaktayız. Böylece her şeyi açıklamak açısından sonsuz uzamı olan bir töz, açıklama biçiminin az ya da çok yetkin oluşuna göre sınırlı olur. Tözlerin birbirlerini engellemelerini ya da sınırlamalarını buna göre anlayabiliriz ve sonuç olarak bu konuda şunu söyleyebiliriz: tözler birbirleri üzerinde eylemde bulunurlar, tözler sanki birbirleriyle uyuşmak zorunda bırakılmışlardır. Çünkü birinin anlatımını artıran öbürünün anlatımını azaltan bir değişiklik olabilir. Tek bir tözün erdemi Tanrı'nın değerini iyi açıklamaktadır, işte bu noktada az sınırlanmıştır o. Her şey, erdemini ya da gücünü kullandığı zaman yani eylemde bulunduğu zaman iyiye doğru değişir ve yayılır: birçok töze uğrayan bir değişiklik olduğunda (her değişiklik tümünü ilgilendirmektedir) şöyle denebilir sanıyorum: daha büyük bir yetkinlik derecesine ulaşan ya da daha yetkin bir anlatım derecesine yükselmiş olan töz gücünü kullanır ve eylemde bulunur, daha az yetkinliğe düşmüş olan da güçsüzlüğünü gösterir ve edilginleşir. Bence algısı olan bir tözün tüm eylemi bazı tutkulu istekleri, her edilginleşmesi de bazı acıları getirir ya da tersi olur, bununla birlikte şimdiki bir yararın daha sonra daha büyük bir kötülükle yıkıldığı olmuştur. Eylemde bulunarak yani gücünü kullanarak ve bundan haz duyarak günah işlenebilmesi buradan gelir.

Tanrı'nın olağanüstü etkinliği özümüzün açıkladığı şeyde içerilmiştir, çünkü bu anlatım her şeye yayılır, ama doğamızın güçlerini, yani sonlu olan ve bazı ikincil kurallara bağlı bulunan açıkseçik anlatımımızı aşar.

Şimdi, tözlere olağanüstü ya da doğaüstü bir şey uğramayacağına göre, çünkü tözlerin tüm olayları doğalarının bir sonucu olduğuna göre, bize Tanrı'nın bazen insanları ve öbür tözleri olağanüstü ve mucizeli bir etkinlikle nasıl etkileyebildiğini açıklamak kalıyor. Bazı ikincil kuralların üstünde olsalar da her zaman genel düzenin evrensel yasasına uygun bulunan evren mucizeleriyle ilgili olarak yukarıda söylediklerimizi anımsamamız gerekiyor. Her kişi ya da her töz , büyük dünyayı açıklayan bir küçük dünya gibi olduğuna göre, Tanrı'nın bu töz üzerindeki olağanüstü eylemi, bu tözün özüyleya da bireylik kavramıyla açıklanan evrenin genel düzeninde içerilmiş bulunsa da mucizeli olmaktan geri kalmaz. Bu yüzden biz doğamızın açıkladığı her şeyi doğamızın içinde görürsek doğamız için hiçbir şey doğaüstü olmaz, çünkü doğamız her şeye yayılır: bir sonuç her zaman nedenini açıklar ve Tanrı tözlerin gerçek nedenidir. Ama doğamızın en yetkin biçimde açıkladığı her şey özel olarak doğamıza bağlı olduğundan -çünkü onun gücü buna dayanır ve az önce açıkladığım gibi bu güç sınırlıdır- doğamızın güçlerini hatta tüm sınırlı doğaların güçlerini aşan birçok şey vardır. Sonuç olarak, daha açık bir biçimde konuşabilmek için şöyle diyeceğim: Tanrı'nın mucizeleri ve etkileri şu özelliği gösterirler: bir yaratılmış ruh, ne kadar aydınlanmış olursa olsun, onları usavurmasına dayanarak önceden kestiremez, çünkü genel düzenin seçik kavrayışı tümünü aşar: oysa doğal diye adlandırılan her şey yaratıkların anlayabildikleri daha az genel kurallara bağlıdır. Sözlerin anlamlar kadar kınanamaz olabilmesi için bazı konuşma biçimlerini bazı düşüncelere bağlamak iyi olur, tüm açıkladığımızı içerene özümüz ya da fikrimiz diyebiliriz ve bu öz ya da fikir bizim Tanrı'yla bağımızı açıkladığı için sınırsızdır, hiçbir şey onu aşamaz. Ve bizde sınırlı olan şey doğamız ya da gücümüz diye adlandırılabilir, bu yüzden tüm yaratılmış tözlerin doğalarını aşan şey doğaüstüdür.

 

1      2      3      4