|
|
................... |
|
|
DENEMELER
-1 |
Montaigne
Çeviri:
Sabahattin Eyuboğlu
Cem Yayınevi |
|
|
................... |
|
................... |
HAYAT VE FELSEFE
Çok gariptir; çağımızda işler o hale geldi ki felsefe, anlayışlı
insanlar
arasında bile, ne teorik ne pratik hiçbir yararı ve değeri olmayan
boş
ve kuru bir laf olup kaldı. Bence bunun nedeni, felsefenin ana
yollarını sarmış olan safsatalardır. Felsefeyi, çocuklar için
ulaşılmaz, asık suratlı, çatık kaşlı ve belalı göstermek büyük bir
hatadır.
Onun
yüzüne bu sahte, bu kaskatı bu çirkin maskeyi kim takmış? O ki hep
bayram ve hoş zaman içinde yaşamayı emreder bize. Gamlı ve buz
gibi soğuk bir yüz içimizde felsefenin barınamadığını gösterir.
Felsefeyi barındıran ruh, kendi sağlığıyla bedeni de sağlam
etmeli.
Huzur ve rahatın ışığı ta dışardan görünmelidir. Dış varlığı kendi
kalıbına uydurmalı ve böylece ona sevimli bir gurur, hareketli ve
neşeli bir tavır, memnun ve güleryüzlü bir hal vermelidir.
Bilgeliğin
en açık görüntüsü, sürekli bir sevinçtir. Onun durumu, aydan daha
yukarda olan şeylerin durumu gibidir. Hem de rahat. Müritlerini
çamur ve kir içinde yaşatan felsefe değil, Barocco ve
Baralipton'culardır. (Skolastikte bazı önerme türleriyle ilgili
uydurma
sözcükler.) Onlar felsefenin yalnız adını duymuşlardır. Yoksa
nasıl
olur? Felsefe ruhun fırtınalarını dindirmeyi, açlığı ve hastalığı
gülerek
karşılamayı, birtakım uydurma müneccim işaretleriyle değil, doğal
ve
somut yollarla öğretmeye çalışır. Felsefenin amacı erdemdir; bu
erdem de, medresenin söylediği gibi, sarp, yalçın ve çıkılmaz bir
dağın başına dikilmiş değildir. Ona yaklaşanlar, tersine güzel,
bereketli ve çiçekli bir ova içinde görürler onu. Orada erdem yine
her
şeyden yüksektedir; fakat yerini bilen olunca, ona gölgeli,
çimenli,
güzel kokulu yollardan, güle söyleye, göklerin kubbesi gibi rahat
ve
dümdüz bir inişle varılabilir. Bazıları bu yüksek, bu güzel, bu
zafer
sevinci dolu, aşk dolu, tadına doyulmaz, yiğitliğine ulaşılmaz
erdemin,
tatsızlığa, rahatsızlığa, korkuya, zorbalığa açıkça ve amansızca
düşman olan, kendine doğayı kılavuz, mutluluğu ve zevki eş bilen
erdemin semtine uğramadıkları için gitmişler, güçsüzlüklerine
uygun
olarak, böyle kasvetli, titiz, somurtkan, eli sopalı, asık
suratlı,
anlamsız bir erdem örneği tasarlamışlar ve onu, insanları
korkutmaya
mahsus bir umacı gibi, dünyadan uzak bir kayalığın üstüne,
dikenlikler arasına koymuşlar...
Gerçek erdem zengin, kudretli ve bilgili olmasını, mis kokulu
yataklarda yatmasını bilir. Hayatı sever; güzelliği de, şanı ve
onun da,
sağlığı da sever. Fakat onun öz be öz işi, bu nimetler ölçü ile
kullanmasını ve yiğitçe bırakıp gitmesini bilmektir: Çetinliğinden
çok
daha fazla büyüklüğü olan bir iş, ki onsuz her hayat bozuk,
karışık ve
şekilsizdir ve bu yüzden tehlikeli engeller, dikenlikler ve
ejderhalarla
dolmaya elverişlidir. Eğer eğitilecek genç, acayip yaratılışlı
olur da
güzel bir yolculuk hikayesi, yahut anlayabileceği bir felsefe
konusu
yerine masal dinlemeyi yeğ tutarsa, arkadaşlarının genç dinç
yüreklerini coşturan davullar çalındığı zaman o, kendisini
hokkabaz
oyunlarına çağıran arkadaşının yanına giderse, bir savaştan toz
toprağa ve zafere bürünüp dönmeyi, top oyunundan yahut balodan bir
armağanla dönmekten daha hoş ve daha çekici bulmazsa, bu genç için
bir tek çare görüyorum: Eğitmeni onu daha çocukken, kimseye
duyurmadan boğar; yahut da bu gence, bir düka'nın oğlu bile olsa
herhangi bir şehirde pastacılık yaptırılır. Platon der ki,
çocuklara
babalarının yeteneklerine göre değil, kendi yeteneklerine göre
meslek
bulmak gerekir.
Mademki asıl felsefe bize yaşamayı öğreten felsefedir ve mademki
çocuğun da öbür yaştakiler gibi, ondan alacak olduğu dersler
vardır,
niçin çocuğa felsefe öğretilemezmiş:
Udum et molle lutum est; nunc properandus, et acri Fingendus sine
fine rota (Persius)
Çamur yumuşak ve ıslak; çabuk, çabuk olalım. Durmadan dönen
çark biçim versin ona.
Bize yaşamayı ömür geçtikten sonra öğretiyorlar. Cicero dermiş ki,
iki insan hayatı yaşayacak olsam bile, lirik şairleri incelemeye
zaman
harcamam. Bence bu dırdırcılar daha hazin bir şekilde yararsızdır.
Çocuğumuzun o kadar yitirecek zamanı yoktur: Pedagogların elinde
ancak hayatının ilk on beş, on altı yılını geçirebilir: Geri kalan
zaman
hayatındır. Bu kadar kısa bir zamanı zorunlu bilgilere verelim;
üst
yanı emek israfıdır. Hayatımızın işine yaramayan bütün bu çetrefil
diyalektik oyunlarını kaldırıp atın; iyi seçmesini ve iyi
açıklamasını
bilmek koşuluyla basit felsefe konuları alın: Bunlar Boccacio'nun
masalından daha kolay anlaşılır. Bir çocuk buları sütnineye
verildiği
andan itibaren okuma yazmadan çok daha kolay öğrenebilir.
Felsefenin insanlara, yaşamaya başlarken de, ölüme doğru giderken
de söyleyecekleri vardır. (Kitap 1, bölüm 26)
YASALAR ÜSTÜNE
Yasalar doğru oldukları için değil yasa oldukları için yürürlükte
kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıl dışı bir güçten gelir,
başka bir
şeyden değil. Mistik olmak işlerine gelir. Yasa koyanlar da çok
kez
budala, ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir.
Nasıl
olursa olsunlar, insandırlar sonunda, her yaptıkları şey ister
istemez
sudan ve değişkendir.
Yasalardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan
ne
vardır? (Kitap 3, bölüm 13)
Bir filozofu çiftleşirken yakalayıp, ne yapıyorsun diye sormuşlar:
Bir
insan ekiyorum diye cevap vermiş serinkanlılıkla ve hiç utanmadan.
Sarmısak ekerken görülmekle bu işi yaparken görülmek arasında
ayrım yokmuş onun için. (Kitap 2, bölüm 12)
BİLGİ VE DÜŞÜNCE
Öğrenimden kazancımız daha iyi ve daha akıllı olmaktır. Epiharmus
(Pythagoras okulundan bir filozof.) der ki, insan düşünce ile
görür ve
duyar; her şeyden yararlanan her şeyi düzene sokan, başa geçip
yöneten düşüncedir; geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır. Şu
kesin ki çocuğa kendiliğinden bir şey yapmak özgürlüğünü
vermemekle onu korkak bir köle durumuna sokuyoruz. Retorika ve
gramer üstüne, Cicero'nun şu veya bu cümlesi üstüne öğrencisinin
ne
düşündüğünü kim sormuştur? Bunları Tanrı sözü gibi belleğimize
basmakalıp yapıştırırlar; harfler ve sözcükler, anlatılan şeyin
kendisi
haline gelir. Ezber bilmek, bilmek değildir; belleğimize emanet
edilen
her şeyi saklamaktır. İnsan, kendiliğinden bildiği her şeyi
ustasına
bakmadan, kitaptaki yerini aramadan, istediği gibi kullanır.
Tümüyle
kitaptan bir bilgi ne sıkıcı bilgidir! Böyle bir bilgi bir süs
olarak
kullanılsın: Ama temel olarak değil. Nitekim Platon, gerçek
felsefenin
sağlam irade, inanç ve dürüstlük, amaçları başka olan öteki
bilimlerinse yalnızca süs olduğunu söyler. (Kitap 1, bölüm 26)
YAŞAMAK VE ÇALIŞMAK
Doğa bir ana gibi davranmış bize: İstemiş ki ihtiyaçlarımızı
gidermek zevkli bir iş de olsun üstelik: Aklımızın istediği şey,
iştahımızın da aradığı şey olsun: Onun kurallarını bozmaya
hakkımız
yok.
Caesar'ın ve İskender'in, en büyük işleri başarırken, doğal ve
budan
ötürü gerekli ve akla uygun zevkleri bol bol tattıklarını görünce,
buna
ruhu gevşemek demem; tersine, o zor işleri ve yorucu düşünceleri
dinç
bir yürekle günlük hayatın bir parçası haline sokmak, ruhu
sağlamlaştırmaktır derim. Zevklerin gündelik zaferlerini
olağanüstü iş
saymışlarsa bilge adamlarmış. Biz pek şaşkın varlıklarız: Filanca
hayatını işsiz güçsüz geçirdi, deriz; bugün hiçbir şey yapmadım,
deriz
-Bir şey yapmadım ne demek? Yaşadınız ya! Bu sizin yalnız başlıca
işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir: Bana büyük işler
çevirmek
olanağını verselerdi, neler yapmaya gücüm olduğunu gösterirdim,
deriz. Önce siz kendi hayatınızı düşünmeyi, çevirmeyi bildiniz mi?
Bildinizse bütün işlerin en büyüğünü görmek için büyük fırsatlara
ihtiyaç yoktur hangi mevkide olursa olsun, perde arkasında da,
perde
önünde de insan kendini gösterir. Bizim işimiz kitap doldurmak
değil,
ahlakımızı yapmaktır; savaşmak ülke kazanmak değil, yaşayışımıza
dirlik düzenlik getirmektir; En büyük en onurlu eserimiz doğru
dürüst
yaşamaktır. Geri kalan her şey, başa geçmek, para yapmak, binalar
kurmak, nihayet ufak tefek eklentiler, yollardır. Bir komutanın,
az
sonra hücum edecek olduğu bir kalenin eteğinde dostlarıyla tümüyle
serbest ve rahatça, kaygısızca sohbete dalması, Brutus'un herkesin
kendisine ve Roma'nın özgürlüğüne karşı pusu kurduğu bir sırada
gece dolaşmalarından birkaç saat çalarak tam bir sessizlik içinde
Polybius'u okuyup notlar yazması ne güzel bir şey! Düşündükçe içim
açılır. Ancak küçük ruhlar işlerin ağırlığı altında ezilir;
onlardan
sıyrılmayı, bir yerde durup yeniden başlamayı bilmezler.
O fortes pejoraque passi
Mecum saepe viri, nunc vino pellite curas;
Cras ingens iterabimus aequor. (Horatius)
Ey benimle bunca çetin işler görmüş yiğitler,
Bugün, dertlerinizi şarapla giderin
Yarın engin denize açılacağız. (Kitap 3, bölüm 13)
RUH VE BEDEN
Güzellik, insanlar arasında, çok tutulan bir şeydir. Aramızda ilk
anlaşma onunla başlar. İnsan ne kadar vahşi, ne kadar kötü
yaratılışlı
olursa olsun onun büyüsüne kapılmaktan kendini alamaz. Bedenin
varlığımızdaki payı ve değeri büyüktür. Bu bakımdan onun yapısına
ve düzenine verilen önem pek yerindedir. İki temel taşımızı (ruh
ve
bedeni) birbirinden ayırmak, koparmak isteyenler yanılıyorlar tam
tersine onları çiftleştirmek, birleştirmek gerek. Ruhtan istenecek
şey
bir köşeye çekilmek, kendi kendine düşünmek, bedeni hor görüp
kendi başına bırakmak değil (Hoş, bunu ancak sahte bir çeşit
maymunlukla yapabilir ya), ona bağlanmak, onu kucaklamak, sevmek,
ona arkadaşlık ve kılavuzluk etmek, öğüt vermek, yanlış yola
saptığı
zaman geri çevirmek, kısacası onunla evlenmek, ona gerçekten bir
koca olmaktır. Ta ki ikisinin hareketleri arasında başkalık ve
karşıtlık
değil, uygunluk ve benzerlik olsun. |
|
1
2
3 |
|
|
|
|
|
|
|