II. SORUNUN SOMUT TARİHSEL KONUMU
Herhangi bir toplumsal sorun incelendiğinde, o sorunun, belirli
tarihsel sınırlar içinde formüle edilmesi ve eğer özel olarak bir
ülke söz konusuysa (örneğin belli bir ülke için ulusal program
gibi) o ülkeyi öteki ülkelerden aynı tarihsel dönem içinde
ayırdeden özelliklerin hesaba katılması, Marksist teorinin kesin
bir gereğidir.
Marksizm'in bu kesin gereği, tartışmakta olduğumuz sorunda, nasıl
bir tutumu zorunlu kılar?
İlkin, ulusal hareket bakımından birbirinden esasta farklar
taşıyan kapitalizmin iki dönemi arasında kesin bir ayrım
yapılmasını gerektirir. Bir yanda, feodalizmin ve mutlakıyetin
yıkılışı dönemi, ulusal hareketlerin ilk kez yığın hareketleri
haline geldikleri ve basın aracılığıyla, temsili kurumlara katılma
vb. yoluyla halkın bütün sınıflarının şu ya da bu biçimde siyasal
yaşama çekildiği burjuva demokratik toplum ve devletlerin kuruluşu
dönemi. Öte yanda, uzun zamandan beri kurulmuş olan anayasa
düzenleriyle, proletarya ile burjuvazi arasında gelişip güçlenmiş
uzlaşmaz çelişkisiyle kesin olarak kristalleşmiş kapitalist
devletler dönemi kapitalizmin çöküşünün öngünü diye
adlandırabileceğimiz dönem vardır.
Birinci dönemin tipik özellikleri, genel olarak siyasal özgürlük
ve özel olarak ulusal haklar uğruna savaşım için, ulusal
hareketlerin uyanması ve nüfusun en kalabalık ve en (sayfa 60)
"uyuşuk" bölümünü oluşturan köylülerin harekete çekilmesidir.
İkinci dönemin tipik özellikleri, yığınsal burjuva demokratik
hareketlerin bulunmayışı, gelişmiş kapitalizmin, ticari ilişkilere
tam olarak sürüklenmiş olan ulusları bir araya getirirken,
bunların her gün artan ölçüde birbirlerine, karışmalarını
sağlarken, uluslararası ölçüde birleşmiş olan sermaye ile
uluslararası işçi hareketi arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ön plana
çıkarmasıdır.
Elbette ki, bu iki dönemi, su geçirmez bölmeler içinde birbirinden
ayrı tutamayız; bu iki dönem arasında çok sayıda geçici bağlar
vardır, nasıl ki, ayrı ayrı ülkeler, ulusal gelişme hızı
bakımından, nüfusun ulusal bileşimi ve dağılımı bakımından
birbirlerinden farklıysalar. Belirli bir ülkenin Marksistleri, bu
genel tarihsel ve somut koşulları hesaba katmadan ulusal
programlarını saptayamazlar.
Ve, işte burada, biz, Rosa Luxemburg'un iddialarındaki en zayıf
noktayla karşılaşmış oluyoruz. Kendisi büyük bir gayretkeşlikle
programımızın 9. maddesine karşı birçok "sert" sözcükler
kullanmakta, bu maddenin "aşırı ölçüde kapsayıcı" olduğunu,
"yavanlıklar", "metafizik ibareler" içerdiğini vb. ad infinitum
(durmadan -çn.) söylemektedir. Metafiziği (Marksist anlamda
metafiziği, yani anti-diyalektiği) ve boş soyutlamaları böyle
görkemli biçimde suçlayan bir yazarın, sorunun, somut tarihsel
tahlilinin nasıl yapılacağına ilişkin bir örnek vermesini beklemek
doğaldır. Biz, belirli bir ülke için -bu, Rusya' dır- belirli bir
dönemde -bu, 20. yüzyılın başlangıcıdır-, marksistlerin ulusal
programını tartışıyoruz ama Rosa Luxemburg, Rusya'nın hangi
tarihsel dönemden geçmekte olduğu ve o belirli ülkenin, o belirli
dönemde ulusal sorununun ve ulusal hareketlerinin somut
özelliklerinin ne olduğu sorununu ele alıyor mu?
Hayır; o, bu konuda kesinlikle hiç bir şey söylemiyor! Onun
yapıtında, ulusal sorunun Rusya'da bugünkü tarihsel dönemdeki
durumuna, ya da özellikle bu bakımdan Rusya'nın (sayfa 61)
ayırdedici çizgilerinin tahliline ilişkin en küçük bir ima bile
bulamazsınız!
Bize, ulusal sorunun, Balkanlarda, İrlanda'dakinden farklı
olduğunu; Marx'ın 1848'in somut koşullarında Polonya ve Çek ulusal
hareketlerini şu biçimde değerlendirdiğini (Marx'tan aktarmaları
içeren bir sayfa); Engels'in İsviçre'nin orman kantonlarının
Avusturya'ya karşı savaşımını ve 1315'teki Morgarten Savaşını şu
biçimde değerlendirdiğini (Engels'ten aktarmalar ve bunlar
üzerinde Kautsky'nin yorumlarını içeren bir sayfa); Lassalle'ın
16. yüzyılda Almanya'daki köylü savaşını gerici bir savaş
saydığını vb. söylemektedir.
Bu yorumların ve aktarmaların yeni bir şey olduğu söylenememekle
birlikte, hiç değilse, Marx'ın, Engels'in ve Lassalle'ın ayrı ayrı
ülkelerde somut tarihsel sorunların tahliline nasıl bir yaklaşımda
bulunduklarım tekrar tekrar anımsatmak okur için ilginçtir ve Marx
ile Engels'ten bu eğitici aktarmaların okunması, Rosa Luxemburg'un,kendisini
nasıl gülünç bir duruma düşürdüğünü en çarpıcı biçimde ortaya
koymaktadır. Yazar belâgat ve kızgınlıkla, değişik ülkelerde ve
değişik dönemlerde ulusal sorunun somut tarihsel tahlilinin
yapılması gerektiğini savunuyor ama Rusya'nın, 20. yüzyılın
başlangıcında, kapitalizmin gelişmesinde, hangi tarihsel aşamadan
geçmekte olduğunu ya da bu ülkede ulusal sorunun kendine özgü
özelliklerini belirlemek için en ufak bir çaba göstermiyor. Rosa
Luxemburg'un, başkalarının sorunu Marksist biçimde nasıl ele
aldıklarına ilişkin örnekler vermesi, sanki cehenneme giden yolun
ne kadar sık olarak iyi niyetlerle döşendiğini, güzel öğütlerin ne
kadar sık olarak pratikte bu öğütlere uyma isteksizliğini ya da
yeteneksizliğini gizlemeye yaradığını kasıtlı olarak belirtmek
içindir.
İşte örnek olarak gösterilebilecek bir kıyaslama. Polonya'nın
bağımsızlığı istemine karşı çıkarken Rosa Luxemburg, (sayfa 62)
Polonya'nın hızlı "sınai gelişmesini" ve bu ülkenin mamullerinin
Rusya'da satılmasını belirttiği, 1898'deki yapıtına atıfta
bulunmaktadır. Söylemeye gerek yok ki, bundan, ulusların kendi
kaderini tayin etme, hakkı sorunuyla ilgili hiç bir sonuç
çıkarılamaz; bu, yalnızca, dört bir yanı eşraf egemenliğindeki
Polonya'nın vb. yok olmakta olduğunu tanıtlar ama Rosa Luxemburg,
kaşla göz arasında, hep Rusya ile Polonya'yı birleştiren etkenler
arasında modern kapitalist ilişkilerin, salt iktisadi etkenlerin
şimdi üstün geldiği sonucuna varmaktadır.
Bundan sonra bizim Rosa, özerklik sorununa geçiyor ve yazısının
başlığı genel olarak "Ulusal Sorun ve Özerklik" olduğu halde,
Polonya Krallığının özerkliğe özel bir hakkı olduğunu iddia etmeye
başlıyor (bkz: Prosveşçenye, 1913, n° 12). Polonya'nın özerklik
hakkını desteklemek için, Rosa Luxemburg, besbelli ki, Rusya'nın
devlet sistemini, iktisadi, siyasal ve toplumsal özelliklerini ve
her günkü yaşamıyla -"Asya despotizmi" kavramını oluşturan
çizgiler topluluğuyla değerlendirmektedir (Przeglad, n° 12, s.
137).
Bilindiği gibi o tipte bir devlet sistemi, iktisadi düzende
kapitalizm-öncesi ataerkil özelliklerin tam olarak egemen
bulunduğu ve meta üretimi ile sınıf farklılaşmalarının pek az
gelişmiş bulunduğu durumlarda büyük kararlılığa sahiptir ama eğer
devlet sisteminin açık bir kapitalizm-öncesi nitelik taşıdığı bir
ülkede, kapitalizmin hızla gelişmekte olduğu, ulusal sınırları
belli bir bölge varsa, o zaman kapitalizm ne kadar hızla
gelişirse, bu bölge ile kapitalizm-öncesi devlet sistemi
arasındaki çelişki o ölçüde artacak ve daha ileri durumda olan
bölgenin, "modern kapitalist" bağlarla değil, "Asya despotluğu"
bağlarıyla bağlı bulunduğu bütünden ayrılma olanakları o ölçüde
kuvvetlenecektir.
Bu bakımdan Rosa Luxemburg'un uslamlama biçimi, burjuva Polonya
ile ilişkisinde Rus hükümetinin toplumsal (sayfa 63) yapısı
sorununda bir yanlıştır ve o, Rusya'daki ulusal hareketlerin,
somut tarihsel, kendine özgü özellikleri sorununu bile ele
almamaktadır.
Bu sorun üzerinde bizim durmamız gerekiyor. |