...................
ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI   -2

Viladimir İliç Ulyanov Lenin
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Şubat-Mayıs 1914
Çeviri: Muzaffer Ardos
S
ol Yayınları, Nisan 1968

                         
...................
...................

II. SORUNUN SOMUT TARİHSEL KONUMU

Herhangi bir toplumsal sorun incelendiğinde, o sorunun, belirli tarihsel sınırlar içinde formüle edilmesi ve eğer özel olarak bir ülke söz konusuysa (örneğin belli bir ülke için ulusal program gibi) o ülkeyi öteki ülkelerden aynı tarihsel dönem içinde ayırdeden özelliklerin hesaba katılması, Marksist teorinin kesin bir gereğidir. Marksizm'in bu kesin gereği, tartışmakta olduğumuz sorunda, nasıl bir tutumu zorunlu kılar?

İlkin, ulusal hareket bakımından birbirinden esasta farklar taşıyan kapitalizmin iki dönemi arasında kesin bir ayrım yapılmasını gerektirir. Bir yanda, feodalizmin ve mutlakıyetin yıkılışı dönemi, ulusal hareketlerin ilk kez yığın hareketleri haline geldikleri ve basın aracılığıyla, temsili kurumlara katılma vb. yoluyla halkın bütün sınıflarının şu ya da bu biçimde siyasal yaşama çekildiği burjuva demokratik toplum ve devletlerin kuruluşu dönemi. Öte yanda, uzun zamandan beri kurulmuş olan anayasa düzenleriyle, proletarya ile burjuvazi arasında gelişip güçlenmiş uzlaşmaz çelişkisiyle kesin olarak kristalleşmiş kapitalist devletler dönemi kapitalizmin çöküşünün öngünü diye adlandırabileceğimiz dönem vardır.

Birinci dönemin tipik özellikleri, genel olarak siyasal özgürlük ve özel olarak ulusal haklar uğruna savaşım için, ulusal hareketlerin uyanması ve nüfusun en kalabalık ve en (sayfa 60) "uyuşuk" bölümünü oluşturan köylülerin harekete çekilmesidir. İkinci dönemin tipik özellikleri, yığınsal burjuva demokratik hareketlerin bulunmayışı, gelişmiş kapitalizmin, ticari ilişkilere tam olarak sürüklenmiş olan ulusları bir araya getirirken, bunların her gün artan ölçüde birbirlerine, karışmalarını sağlarken, uluslararası ölçüde birleşmiş olan sermaye ile uluslararası işçi hareketi arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ön plana çıkarmasıdır.

Elbette ki, bu iki dönemi, su geçirmez bölmeler içinde birbirinden ayrı tutamayız; bu iki dönem arasında çok sayıda geçici bağlar vardır, nasıl ki, ayrı ayrı ülkeler, ulusal gelişme hızı bakımından, nüfusun ulusal bileşimi ve dağılımı bakımından birbirlerinden farklıysalar. Belirli bir ülkenin Marksistleri, bu genel tarihsel ve somut koşulları hesaba katmadan ulusal programlarını saptayamazlar.

Ve, işte burada, biz, Rosa Luxemburg'un iddialarındaki en zayıf noktayla karşılaşmış oluyoruz. Kendisi büyük bir gayretkeşlikle programımızın 9. maddesine karşı birçok "sert" sözcükler kullanmakta, bu maddenin "aşırı ölçüde kapsayıcı" olduğunu, "yavanlıklar", "metafizik ibareler" içerdiğini vb. ad infinitum (durmadan -çn.) söylemektedir. Metafiziği (Marksist anlamda metafiziği, yani anti-diyalektiği) ve boş soyutlamaları böyle görkemli biçimde suçlayan bir yazarın, sorunun, somut tarihsel tahlilinin nasıl yapılacağına ilişkin bir örnek vermesini beklemek doğaldır. Biz, belirli bir ülke için -bu, Rusya' dır- belirli bir dönemde -bu, 20. yüzyılın başlangıcıdır-, marksistlerin ulusal programını tartışıyoruz ama Rosa Luxemburg, Rusya'nın hangi tarihsel dönemden geçmekte olduğu ve o belirli ülkenin, o belirli dönemde ulusal sorununun ve ulusal hareketlerinin somut özelliklerinin ne olduğu sorununu ele alıyor mu?

Hayır; o, bu konuda kesinlikle hiç bir şey söylemiyor! Onun yapıtında, ulusal sorunun Rusya'da bugünkü tarihsel dönemdeki durumuna, ya da özellikle bu bakımdan Rusya'nın (sayfa 61) ayırdedici çizgilerinin tahliline ilişkin en küçük bir ima bile bulamazsınız!

Bize, ulusal sorunun, Balkanlarda, İrlanda'dakinden farklı olduğunu; Marx'ın 1848'in somut koşullarında Polonya ve Çek ulusal hareketlerini şu biçimde değerlendirdiğini (Marx'tan aktarmaları içeren bir sayfa); Engels'in İsviçre'nin orman kantonlarının Avusturya'ya karşı savaşımını ve 1315'teki Morgarten Savaşını şu biçimde değerlendirdiğini (Engels'ten aktarmalar ve bunlar üzerinde Kautsky'nin yorumlarını içeren bir sayfa); Lassalle'ın 16. yüzyılda Almanya'daki köylü savaşını gerici bir savaş saydığını vb. söylemektedir.

Bu yorumların ve aktarmaların yeni bir şey olduğu söylenememekle birlikte, hiç değilse, Marx'ın, Engels'in ve Lassalle'ın ayrı ayrı ülkelerde somut tarihsel sorunların tahliline nasıl bir yaklaşımda bulunduklarım tekrar tekrar anımsatmak okur için ilginçtir ve Marx ile Engels'ten bu eğitici aktarmaların okunması, Rosa Luxemburg'un,kendisini nasıl gülünç bir duruma düşürdüğünü en çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Yazar belâgat ve kızgınlıkla, değişik ülkelerde ve değişik dönemlerde ulusal sorunun somut tarihsel tahlilinin yapılması gerektiğini savunuyor ama Rusya'nın, 20. yüzyılın başlangıcında, kapitalizmin gelişmesinde, hangi tarihsel aşamadan geçmekte olduğunu ya da bu ülkede ulusal sorunun kendine özgü özelliklerini belirlemek için en ufak bir çaba göstermiyor. Rosa Luxemburg'un, başkalarının sorunu Marksist biçimde nasıl ele aldıklarına ilişkin örnekler vermesi, sanki cehenneme giden yolun ne kadar sık olarak iyi niyetlerle döşendiğini, güzel öğütlerin ne kadar sık olarak pratikte bu öğütlere uyma isteksizliğini ya da yeteneksizliğini gizlemeye yaradığını kasıtlı olarak belirtmek içindir.

İşte örnek olarak gösterilebilecek bir kıyaslama. Polonya'nın bağımsızlığı istemine karşı çıkarken Rosa Luxemburg, (sayfa 62) Polonya'nın hızlı "sınai gelişmesini" ve bu ülkenin mamullerinin Rusya'da satılmasını belirttiği, 1898'deki yapıtına atıfta bulunmaktadır. Söylemeye gerek yok ki, bundan, ulusların kendi kaderini tayin etme, hakkı sorunuyla ilgili hiç bir sonuç çıkarılamaz; bu, yalnızca, dört bir yanı eşraf egemenliğindeki Polonya'nın vb. yok olmakta olduğunu tanıtlar ama Rosa Luxemburg, kaşla göz arasında, hep Rusya ile Polonya'yı birleştiren etkenler arasında modern kapitalist ilişkilerin, salt iktisadi etkenlerin şimdi üstün geldiği sonucuna varmaktadır.

Bundan sonra bizim Rosa, özerklik sorununa geçiyor ve yazısının başlığı genel olarak "Ulusal Sorun ve Özerklik" olduğu halde, Polonya Krallığının özerkliğe özel bir hakkı olduğunu iddia etmeye başlıyor (bkz: Prosveşçenye, 1913, n° 12). Polonya'nın özerklik hakkını desteklemek için, Rosa Luxemburg, besbelli ki, Rusya'nın devlet sistemini, iktisadi, siyasal ve toplumsal özelliklerini ve her günkü yaşamıyla -"Asya despotizmi" kavramını oluşturan çizgiler topluluğuyla değerlendirmektedir (Przeglad, n° 12, s. 137).

Bilindiği gibi o tipte bir devlet sistemi, iktisadi düzende kapitalizm-öncesi ataerkil özelliklerin tam olarak egemen bulunduğu ve meta üretimi ile sınıf farklılaşmalarının pek az gelişmiş bulunduğu durumlarda büyük kararlılığa sahiptir ama eğer devlet sisteminin açık bir kapitalizm-öncesi nitelik taşıdığı bir ülkede, kapitalizmin hızla gelişmekte olduğu, ulusal sınırları belli bir bölge varsa, o zaman kapitalizm ne kadar hızla gelişirse, bu bölge ile kapitalizm-öncesi devlet sistemi arasındaki çelişki o ölçüde artacak ve daha ileri durumda olan bölgenin, "modern kapitalist" bağlarla değil, "Asya despotluğu" bağlarıyla bağlı bulunduğu bütünden ayrılma olanakları o ölçüde kuvvetlenecektir.

Bu bakımdan Rosa Luxemburg'un uslamlama biçimi, burjuva Polonya ile ilişkisinde Rus hükümetinin toplumsal (sayfa 63) yapısı sorununda bir yanlıştır ve o, Rusya'daki ulusal hareketlerin, somut tarihsel, kendine özgü özellikleri sorununu bile ele almamaktadır.

Bu sorun üzerinde bizim durmamız gerekiyor.

 
1      2      3      4      5      6      7      8      9      10      11-Dipnotlar