VI. NORVEÇ'İN İSVEÇ'TEN AYRILMASI
Rosa Luxemburg, bu örneği ele alıyor ve konuyu şöyle tartışıyor:
"Federatif ilişkiler tarihinin son olayı, Norveç'in İsveç'ten
ayrılması, -ki bu, Polonya sosyal-yurtsever basını tarafından
(bkz: Krakov'da yayınlanan Naprzod(52) adlı gazete) aceleyle,
devlet olarak ayrılma özleminin, gücünün ve ilerici niteliğinin
övülecek bir belirtisi olarak ele alınmıştı- federalizmin ve
onunla birlikte giden ulusal ayrılmanın ilericilik ya da
demokrasinin ifadesi olmadığını pek kısa zamanda kanıtladı.
İsveçli kralın tahtından indirilmesi ve Norveç'i terk etmeye
zorlanması demek olan Norveç "devrimi" diye adlandırılan olaydan
sonra, Norveçliler, bir ulusal referandumla cumhuriyet kurma
önerisini resmen reddederek, hiç istiflerini bozmadan bir başka
kral seçtiler.
Her türlü (sayfa 88) ulusal harekete ve her
bağımsızlık görüntüsüne yüzeyden hayranlık duyanların, "devrim"
diye adlandırdıkları şeyin köylü ve küçük-burjuva bölgeciliğinin
belirtisinden, kendilerine İsveç aristokrasisinin kabul ettirdiği
bir kral yerine, kendi paralarıyla "kendi" krallarına sahip olma
özleminden başka bir şey değildir, ve bu yüzden de bu hareketin
devrimle hiç bir ilgisi yoktur. Aynı zamanda İsveç ile Norveç
arasındaki birliğin dağılması, o zamana kadar mevcut olan
federasyonun, burada da ne ölçüde yalnızca hanedan çıkarlarının
ifadesi olduğunu ve bu bakımdan yalnızca kralcılığın ve
gericiliğin bir şeklini ifade ettiğini hemen gösterdi." (Przeglad.)
İşte Rosa Luxemburg'un bu konuda söylediklerinin tümü bundan
ibarettir! İtiraf edilmelidir ki, tutumunu savunma
olanaksızlığını, buradaki kadar canlı biçimde gözler önüne sermek,
Rosa Luxemburg için bile zor bir iştir.
Sorun, sosyal-demokratların, karışmış ulusal bir devlet içinde
ulusların kendi kaderlerini tayin etme ya da ayrılma haklarını
tanıyan bir programa muhtaç olup olmadıkları sorunuydu, ve şimdi
de sorun budur.
Rosa Luxemburg'un kendisinin andığı Norveç örneği, bu noktada bize
ne söylemektedir?
Yazarımız kıvranıp duruyor, nükteleri ve saldırılarıyla Naprzod'u
yıpratıyor, ama soruyu yanıtlamıyor! Rosa Luxemburg, asıl konu
üzerinde tek bir sözcük söylemekten kaçınabilmek için, güneş
altında her konuya değiniyor! Kuşkusuz, paralarıyla kendi
krallarını tutmak istemekle ve bir ulusal referandumla cumhuriyet
kurma önerisini reddetmekle, Norveç küçük-burjuvazisi, burjuva
dar görüşlülüğünü ve zevksizliğini açığa vurmuştur. Hiç kuşku yok
ki, Naprzod da bunun farkına varmamakla aynı zevksizliği
göstermiştir ama bütün bunların konumuzla ilgisi nedir?
Tartıştığımız konu, ulusların kendi kaderlerini tayin etme (sayfa
89) hakkı ve sosyalist proletaryanın bu hakka karşı benimseyeceği
tutum sorunuydu! Öyleyse niçin Rosa Luxemburg bu soruyu
yanıtlamıyor da sözü dolandırıp duruyor.
Fareye göre kediden kuvvetli hayvan olmadığı söylenir. Rosa
Luxemburg'a göre de besbelli ki, "Fraki"den kuvvetli hayvan yok.
"Fraki", "Polonya Sosyalist Partisi"nin sözde-devrimci hizbine
halk arasında takılan lakaptır, ve Naprzod adındaki Krakov
gazetesi, bu "hizbin" görüşlerini paylaşır. Rosa Luxemburg'un, bu
"hizbin" milliyetçiliğe karşı savaşımında gözü o kadar kararmıştır
ki, o Naprzod'dan başka hiç bir şey görememektedir.
Eğer Naprzod "evet" derse, Rosa Luxemburg, "hayır" demeyi kutsal
görevi sayıyor, ve böyle davranmakla, Naprzod'dan bağımsız
olduğunu göstermediğini, tersine, "Fraki"ye gülünç bir biçimde
bağımlı olduğunu, Krakov'un karınca yuvasınınkinden daha derin ve
daha geniş bir görüş açısından sorunlara yanaşamadığı gerçeği
üzerine bir an durup düşünmüyor. Naprzod, kuşkusuz, Marksizm ile hiç
bir ilgisi bulunmayan berbat bir gazetedir; ama bu, eğer Norveç
örneğini seçmişsek, onu gerektiği gibi tahlil etmemize engel
olmamalı.
Bu örneği, Marksist açıdan tahlil edebilmek için, kötünün kötüsü "Fraki"nin
günahlarıyla uğraşmamalıyız, ilkin, Norveç'in İsveç'ten
ayrılmasının somut tarihsel özelliklerini ve sonra da her iki
ülkenin proletaryasının bu ayrılma dolayısıyla karşılaşmış, olduğu
görevleri ele almalıyız.
Norveç ile İsveç arasındaki coğrafi, iktisadi ve dil bağları
Büyük-Ruslarla birçok öteki Slav ulusları arasındaki bağlardan
daha az sıkı değildir ama Norveç ile İsveç arasındaki birlik,
rızaya dayanan bir birlik değildir, onun için Rosa Luxemburg'un
"federasyon"dan söz etmesi, konunun dışına çıktığının kanıtıdır, ve
o, ne söyleyeceğini bilmediği için, buna, başvurmuştur. Norveç,
Napoléon savaşları sırasında krallar tarafından, Norveçlilerin
iradesine karşı, İsveç'le (sayfa 90) birleştirilmişti; ve
İsveçliler Norveç'i boyunduruk altına alabilmek için, askeri
birlikler, göndermek zorunda kalmışlardı.
Norveç'e istisnai ölçüde geniş özerklik tanınmasına karşın
(Norveç'in kendi parlamentosu vb. vardı), birliğin kurulmasından
sonra ,uzun yıllar Norveç'le İsveç arasında sürekli sürtüşmeler
oldu, ve Norveçliler İsveç aristokrasisinin boyunduruğunu atmaya
uğraştılar. Ensonu Ağustos 1905'te bunu başardılar. Norveç
parlamentosu, İsveç kralının artık Norveç kralı olmadığı kararını
verdi, ve daha sonra Norveç halkı arasında yapılan referandumda
pek büyük çoğunluk (birkaç yüze karşı 200.000) İsveç'ten tam
ayrılma yolunda oy verdi. Kısa bir karasızlık döneminden sonra,
İsveçliler bu ayrılma olgusunu sineye çektiler.
Bu örnek bize, modern iktisadi ve siyasal ilişkiler içinde
ulusların hangi esaslar üzerinde ayrılıp bağımsız ,devlet
kurmalarının olanaklı olduğunu ve bunun gerçekleştiğini, ve
siyasal özgürlük ve demokrasi koşullarında bu ayrılmanın, aldığı
biçimi gösterir.
Tek bir sosyal-demokrat bile, eğer siyasal özgürlük ve demokrasi
kendisini ilgilendiriyorsa (ilgilendirmediği takdirde doğal
olarak o artık sosyal-demokrat değildir), Norveç örneğinin
ulusların ayrılmasıyla ilgili çatışmalarda "Rus biçiminde" değil
de ancak 1905'te Norveç'le İsveç arasında uygulanan biçimde
çözüme gidilmesi için, sınıf bilincine, sahip işçilerin sistemli
propaganda yapmayı ve ortamı hazırlamayı kutsal görevleri
saymaları gerektiğinin pratik kanıtı olduğunu yadsıyamaz.
Programda ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının
tanınması maddesinin taşıdığı anlam tamamen budur ama Rosa
Luxemburg, Norveç küçük-burjuvalarının ve Krakov Naprzod'unun
burjuva zevksizliğine ve dar görüşlülüğüne sert biçimde saldırarak,
kendi teorisini çürüten bir gerçeği atlamaya çalışmıştır; çünkü,
o, pek iyi anlamaktadır ki, bu tarihsel gerçek, ulusların kendi
kaderlerini tayin etme hakkının "ütopya" olduğu, "altın sahanlarda
yemek yemek" vb. (sayfa 91) hakkı gibi bir şey olduğu yolundaki
iddiasını kesin olarak çürütmektedir. Bu gibi ibareler, yalnızca
Doğu Avrupa ulusal-toplulukları arasında bugünkü güçler dengesinin
değişmezliğine, kendini beğenmişçe ve oportünistçe inancı ifade
ederler.
Devam edelim. Öteki sorunlarda olduğu gibi ulusların kendi
kaderlerini tayin etme sorununda da bizim her şeyden önce
ilgilendiğimiz nokta, belirli bir ulusun içinde proletaryanın
kendi kaderini tayin etmesidir. Rosa Luxemburg, bu soruna da
değinmekten kaçınmıştır. Çünkü kendisinin seçmiş olduğu Norveç
örneği temeli üzerinde bu sorunun tahlilinin, "teorisini"
yıkacağını anlamıştır.
Ayrılma üzerine çatışmada Norveç ve İsveç proletaryası nasıl bir
tutum benimsemiştir? Norveç bağımsız bir devlet kurduktan sonra,
Norveç'in sınıf bilinçli işçileri elbette ki, cumhuriyete oy
vereceklerdir, (11*) ve eğer bazı sosyalistler başka türlü oy
verirlerse, bu, yalnızca Avrupa sosyalist hareketinde bazen ne
kadar çok ahmakça küçük-burjuva dar görüşlülüğü ve oportünizmi
bulunduğunu gösterir. Bu konuda iki ayrı görüş olamaz, ve biz, bu
noktaya, yalnızca, Rosa Luxemburg, sözü konu dışına kaydırarak
sorunu karanlığa boğma yolunda çaba gösterdiği için değindik.
Norveç Sosyalist Programının, Norveçli sosyal-demokratları,
ayrılma sorununda belirli bir görüşü savunmaya zorlayıp
zorlamadığını bilmiyoruz. Norveç sosyalistlerinin, Norveç'in
özerkliğinin, sınıf savaşımını serbestçe yürütebilmek için yeteri
kadar alan sağlayıp sağlamadığı, ya da İsveç aristokrasisiyle sonu
gelmeyen sürtüşme ve çatışmaların, iktisadi yaşamın özgürlüğünü
baltalayıp baltalamadığı sorununu, açık bıraktıklarını sanıyoruz
ama bu aristokrasiye karşı gelmenin ve (burjuva dar görüşlülüğünün
sınırları içinde kalsa bile) (sayfa 92) Norveç köylü demokrasisini
desteklemenin, Norveç proletaryasının görevi olduğu gerçeği
tartışılamaz.
Ya İsveç proletaryasının tutumu? İsveçli büyük toprak
sahiplerinin; İsveçli papazların da kışkırtmasıyla, Norveç'e karşı
savaş açılmasından yana oldukları, bilinen bir şeydir. Ve Norveç,
İsveç'ten çok daha zayıf olduğu, daha önce de bir İsveç istilasına
uğradığı, ve İsveç aristokrasisinin kendi ülkesinde büyük ağırlığı
olduğu için, bu savaş kışkırtıcılığı, büyük bir tehlike
yaratabildi. İsveçli Kokoşkinlerin, "ulusların kendi siyasal
kaderlerini tayin etmeleri gibi esnek bir. formülün dikkatle ele
alınması" yolunda çağrılarda bulunarak, korkunç "devletin çözülüp
dağılması" tehlikesi tablolarını çizerek ve "ulusal özgürlüğün"
İsveç aristokrasisinin ilkeleriyle bağdaştığı yolunda güvence
vererek, İsveç halkını aldatma yolunda epeyce zaman ve enerji
harcadıklarına güvenebiliriz. Kuşkusuz, eğer, İsveçli
sosyal-demokratlar, büyük toprak sahiplerinin ve Kokoşkinlerin
ideoloji ve siyasetine karşı çetin bir savaş vermeselerdi, (Kokoşkinlerin
de katıldığı) genel olarak ulusların eşitliğini istemekle
yetinmeyip, ama aynı zamanda ulusların kendi kaderlerini tayin
etme hakkını ve Norveç'in ayrılıp bağımsız devlet kurmada
serbestliğini savunmasalardı, sosyalizm davasına ve demokrasi
davasına ihanet etmiş olurlardı.
İsveçli işçilerin, Norveçlilerin ayrılma hakkını tammış olmaları,
Norveçli ve İsveçli işçilerin kardeşçe sınır dayanışmasının ve
birliğinin güçlenmesine yardım etmiştir. Çünkü bu davranış,
Norveçli işçileri, İsveç işçilerinin İsveç milliyetçiliğine
kapılmadıklarını, Norveçli proleterlerle kardeşliği İsveç
burjuvazisinin ve aristokrasisinin ayrıcalıklarının üzerinde
tuttuklarına inandırmıştır. Avrupa hükümdarlarıyla İsveç
aristokrasisinin Norveç'e zorla kabul ettirdiği bağların
koparılması, Norveçli işçilerle İsveçli işçiler arasındaki bağları
kuvvetlendirdi. İsveçli işçiler, burjuva siyasetinin gösterdiği
bütün değişmelere karşın -burjuva ilişkiler, Norveçlilerin, (sayfa
93) zora başvurularak, yeniden İsveç boyunduruğu altına
alınmalarına neden olabilir- hem İsveç hem de Norveç burjuvazisine
karşı savaşımlarında her iki ulus işçilerinin tam eşitliğini ve
sınıf dayanışmasını koruyabileceklerini ve savunabileceklerini
göstermişlerdir.
Sırası gelmişken belirtelim ki, bu; Rosa Luxemburg ile aramızdaki
görüş ayrılıklarını, Polonya sosyal-demokratlarına karşı
"kullanma" yolunda "Fraki"lerin çabalarının ne kadar temelsiz ve
ciddiyetten uzak olduğunu gösterir. "Fraki"ler, bir proleter
sosyalist parti değil, bir küçük-burjuva milliyetçi partidir,
Polonya sosyal-devrimcileri gibi bir şey. Rus
sosyal-demokratlarıyla bu parti arasında birlik, hiç bir zaman
söz konusu olmamıştır ve olamaz da. Öte yandan, Polonya
sosyal-demokratlarıyla aramızda kurulan sıkı ilişkilerden ve
birlikten ötürü bir tek Rus sosyal-demokrat bile hiçbir zaman
"pişmanlık duymamıştır." Milliyetçi özlemlerin ve tutkuların
derinden etkisi altında bulunan bir ülke olan Polonya'da
gerçekten Marksist, gerçekten proleter ilk partiyi kurmakla
Polonyalı sosyal-demokratlar, büyük bir tarihsel hizmette
bulunmuşlardır ama Polonyalı sosyal-demokratların yaptığı hizmet, Rosa Luxemburg, Rus
Marksistlerinin programının 9. maddesi
hakkında bir sürü saçma-sapan söz etti diye değil, bu olumsuz
duruma karşın büyüktür.
"Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı" sorunu, elbette ki,
Polonyalı sosyal-demokratlar için, Ruslar kadar önemli değildir.
Milliyetçilikten gözü kararmış olan Polonya küçük-burjuvazisine
karşı yürüttüğü savaşımın hızıyla, (belki de bu hız bazen aşırı
ölçülere götürülmüştür) Polonya sosyal-demokratlarının "dozu
kaçırmaları" anlayışla karşılanabilir.Hiç bir Rus marksisti,
Polonya sosyal-demokratları Polanya'nın ayrılmasına karşıdırlar
diye, onları suçlamayı aklından geçirmemiştir. Polonyalı
sosyal-demokratlar, ancak, Rosa Luxemburg gibi, ulusların kendi
kaderlerini tayin etme hakkının Rus Marksistlerinin programında
(sayfa 94) tanınması gereğini yadsımaya kalkıştıkları zaman
yanılgıya düşerler.
Bu, aslında Krakov standartlarıyla ölçüldüğünde uygun olan bir
şeyin, Büyük-Ruslar dahil Rusya'da yaşayan bütün halklara ve
uluslara uygulanmaya kalkışılması gibi bir şeydir. Bu, aslında
Rus sosyal-demokratı değil, enternasyonalist sosyal-demokrat
değil, "ters yoldan Polonya milliyetçisi" olmak demektir.
Çünkü uluslararası sosyal-demokrasi, ulusların kendi kaderlerini
tayin etme hakkının tanınmasından yanadır. Şimdi de bu konuyu
inceleyeceğiz.
|