...................
FELSEFENİN BAŞLANGIÇ İLKELERİ   -2

Georges Politzer
Çeviri: Sevim Belli

                         
...................
...................

İKİNCİ KISIM

FELSEFİ MATERYALİZM

BİRİNCİ BÖLÜM

MADDE VE MATERYALİSTLER


I.
Madde nedir?
II. Birbirini izleyen madde teorileri.
III. Materyalistlere göre madde nedir?
IV. Uzay, zaman, hareket ve madde.
V. Vargı.

İLKİN bütün materyalistler için ortak olan fikirleri, bunu izleyerek bütün materyalistlerin idealist felsefelere karşı kanıtlarını belirttikten eni sonu, bilinemezciliğin yanılgısını gösterdikten sonra, şimdi bu bilgilerden sonuçlar çıkaracağız ve aşağıdaki iki soruya kendi yanıtlarımızı getirerek materyalist
kanıtları güçlendireceğiz:

1. Madde nedir?
2. Materyalist olmanın anlamı nedir?


I. MADDE NEDİR?

Sorunun önemi. Ne zaman önümüzde çözümlenecek bir orun olsa, sorularımızı çok açık bir biçimde sormalıyız. Gerçekten, burada doyurucu bir yanıt vermek o kadar kolay bir iş değildir. Bu soruya yanıt verecek duruma gelebilmemiz için, bir madde teorisi yapmamız gerekir.

Genellikle, insanlar, maddenin, kendisine dokunulabilen, dayanıklı ve katı bir şey olduğunu düşünürler. Eski Yunan'da da madde bu biçimde tanımlanıyordu.

Bugün, bilimlerin yardımıyla, biliyoruz ki, bu tanımlama tam değildir.


II. BİRBİRİNİ İZLEYEN MADDE TEORİLERİ

(Amacımız, bilimsel açıklamalara girişmeden, maddeye ilişkin çeşitli teorileri, olabildiğince yalın bir biçimde gözden geçirmektir.)

Eski Yunanlılarda maddenin, sonsuz olarak bölünemeyen, nüfuz edilemeyen dolu bir gerçek olduğu düşünülüyordu. Parçalar, bir andan sonra artık bölünemez deniyordu ve bu parçacıklara atom (atom = bölünmez) adı veriliyordu. Öyleyse bir masa, bir atomlar kümesi, bir atomlar topağıdır. Gene, bu atomların birbirlerinden farklı oldukları düşünülüyordu; zeytinyağının atomları gibi, pürüzsüz ve yuvarlak
atomlar vardı, sirkenin atomları gibi, pürtüklü ve çengelli atomlar vardı.

Bu teoriyi, dünyanın materyalistçe açıklamasını ilk kez denemiş olan antikçağ materyalisti Demokritos kurmuştur. Demokritos, örneğin, insan bedeninin kaba atomlardan oluştuğunu, ruhun ise daha ince atomlar yığını olduğunu düşünüyordu ve Tanrıların varlığını kabul ettiği ama gene de
her şeyi maddeci bir biçimde açıklamak istediği için, Tanrıların
kendilerinin de son derece ince atomlardan oluştuklarını söylüyordu.

19. yüzyılda bu teori büyük bir değişikliğe uğradı.

Gene, maddenin atomlara bölündüğü, atomların da birbirlerini çeken çok katı parçacıklar olduğu düşünülüyordu. Yunanlıların teorisi terk edilmişti ve bu atomlar, artık pürüzsüz ya da çengel biçiminde kabul edilmiyordu ama nüfuz edilmez, bölünmez olduklarını ve birbirlerine karşı bir çekim
hareketine tutulmuş bulundukları savunulmaya devam ediliyordu.

Bugün, atomun nüfuz edilemez ve parçalara ayrılmaz (yani bölünmez) madde tanesi olmadığı ama atomun kendisinin de atom kütlesinin hemen hemen tümünün yoğunlaşmış bulunduğu bir çekirdeğin çevresinde büyük bir hızla dönen ve elektron denilen parçacıklardan (partiküllerden) oluştuğu
tanıtlanıyor. Atomun kendisi nötr ise de elektronlar ve çekirdek bir elektrik yükü ile yüklüdür ama çekirdeğin pozitif yükü, elektronların taşıdığı negatif yüklerin toplamına eşittir. Madde bu atomlardan oluşmuş bir kütledir ve kendisi üzerinde etkiye bir dirençle karşı koyuyorsa, bu kendisini oluşturan parçacıkların hareketi nedeniyledir.

Maddenin elektriğe ilişkin özelliklerinin bulunuşu, özellikle elektronların keşfedilmesi, 20. yüzyılın başında idealistlerin, bizzat maddenin varlığına karşı bir saldırıya geçmelerine yol açtı. Şöyle iddia ediyorlardı: Elektronda maddi olan hiçbir şey yoktur. Elektron, hareket halindeki elektrik yükünden fazla bir şey değildir. Peki, negatif yükte madde yoksa, pozitif çekirdekte neden olsun? Madde yokolmuştur. Yalnızca enerji vardır!

Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm'de (bölüm V) enerji ile maddenin birbirinden ayrılmaz şeyler olduklarını göstererek, şeyleri yerli yerine oturtmuştur. Enerji, maddidir ve hareket, maddenin varoluş biçiminden başka bir şey değildir. Kısacası, idealistler bilimin bulgularını tersine çevirerek yorumluyorlardı. Bilim, maddenin o zamana kadar bilinmeyen
yönlerini, görünümlerini, apaçık bir biçimde ortaya koyar koymaz, idealistler, hemen, madde ile hareketin birbirinden ayrı iki gerçek oldukları sanıldığı zamanlarda kendisi hakkında sahip olunan eski fikre uygun olmadığı bahanesiyle, maddenin var olmadığı sonucunu çıkarıyorlardı.
(Bu bölümün Birbirini İzleyen Madde Teorileri başlığı altındaki ikinci kesimi, Luce Langevin ve Jean Orcel'in yardımıyla yeniden gözden geçirilerek düzeltilmiştir. Madde yapısının incelenmesinde yüzyılın başından bu yana yapılmış olan ilerlemeler hakkında F. Joliot-Curie'ye bakınız: Textes Choisis, Editions Sociales, s. 85-89.)


III. MATERYALİSTLERE GÖRE MADDE NEDİR?

Bu konuda bir ayrım yapmak zorunludur. İlkin şunu
görmek gerekir:

1. Madde nedir?

sonra,

2. Madde nasıldır?

Materyalistler, birinci soruya, madde bizim ruhumuzdan bağımsız, bir dış gerçektir ve var olmak için bizim ruhumuza gereksinmesi yoktur, yanıtını verirler. Lenin bu konuda şöyle der: Madde kavramı, bize duyum içinde verilen nesnel gerçekten başka bir şey ifade etmez (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 297.)

Şimdi ikinci soruya, yani Madde nasıldır? sorusuna, materyalistler, Buna yanıt vermek bize değil, bilime düşer, diyorlar.

Birinci yanıt, eski çağlardan zamanımıza kadar değişmemiştir:

İkinci yanıt ise değişir ve değişmek zorundadır, çünkü bilimlere, insan bilgilerinin durumuna bağlıdır. Bu, son ve kesin bir yanıt olmuyor.

Görüyoruz ki, sorunu iyi koymak ve idealistlerin iki sorunu birbirine karıştırmalarına izin vermemek mutlaka zorunludur. Bu iki soruyu birbirinden ayırmak, başlıca sorunun birinci soru olduğunu ve bu soruya yanıtımızın, eskiden beri; her zaman değişmez kaldığını göstermek çok gereklidir.

Çünkü maddenin biricik 'özelliği', ki felsefi materyalizm onun tanınmasına bağlıdır, nesnel bir gerçeklik olması, zihnimizin dışında var olması özelliğidir. (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 297.)


IV. UZAY, ZAMAN, HAREKET VE MADDE

Maddenin bizim dışımızda var olduğunu iddia ediyorsak, bunun gerçekliğini gösterdiğimiz için, aynı zamanda biz belirtmiş oluyoruz ki:

1. Madde zaman ve uzay içinde vardır.
2. Madde hareket halindedir.

İdealistler ise, zamanın ve uzayın bizim ruhumuzun fikirleri olduğunu düşünürler (bunu, ilk kez savunan Kant olmuştur). Onlara göre, uzay, şeylere bizim verdiğimiz bir biçimdir ve insan ruhundan doğmuştur. Zaman için de durum aynıdır.

Materyalistler, tersine, iddia ederler ki, uzay bizde değildir ama biz uzayın içinde bulunuyoruz. Gene iddia ederler ki, zaman, yaşamımızın akışının vazgeçilmez koşuludur ve o halde zaman ve uzay, bizim dışımızda var olan maddeden ayrılmazlar.

...her varlığın temel biçimleri uzay ve zamandır ve zaman dışında bir Varlık, uzay dışında bir Varlık denli büyük bir saçmalıktır. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara 1995, s. 106.)

Demek ki, bilinçten bağımsız bir gerçek olduğunu düşünüyoruz. Hepimiz, dünyanın bizden önce de var olmuş olduğuna ve bizden sonra da var olmayı sürdüreceğine inanıyoruz. Dünyanın, var olmak için bize gereksinme duymadığına inanıyoruz. Paris'in bizim doğuşumuzdan önce var olduğu ve
kesin olarak yerle bir edilmedikçe, bizim ölümümüzden sonra da var olacağı inancındayız. Paris'in, kendisini düşünmediğimiz zamanda da var olduğu gibi, hiçbir zaman ayak basmadığımız ve adlarını bile bilmediğimiz on binlerce kentin de bizim haberimiz olmadan var olduklarından eminiz. İnsanlığın genel kanısı bu yoldadır. Bilimler, idealistlerin bütün düzenbazlıklarını sıfıra indiren bu kanıtı, bir açıklığa ve sağlamlığa kavuşturmuşlardır.

Doğa bilimleri, yeryüzünün insanın da başka herhangi bir canlı varlığın da var olmadığı, var olamadığı bir durumda da var olduğunu kesin olarak doğrular. Organik madde çok sonradan gelen bir olgudur, uzun bir evrimin ürünüdür. (V. İ. Lenin, Materyalizm ue Ampiryohritisizm, s. 72.)

Bilimler, bize, maddenin zaman ve uzay içinde var olduğunu tanıtlarken, aynı zamanda maddenin hareket halinde olduğunu da öğretirler. Çağdaş bilimlerin bize sağladıkları bu son belginlik çok önemlidir, çünkü, maddenin hareket yeteneği bulunmadığı, yani eylemsiz olduğu yolundaki eski teoriyi
yıkmaktadır.

Hareket maddenin varoluş biçimidir. Hareketsiz madde maddesiz hareket denli akıl almaz bir şeydir. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 116.)

Biliyoruz ki, dünya, bugünkü durumuyla, her alanda uzun bir evrimin ürünü, bu bakımdan, yavaş ve sürekli bir hareketin ürünüdür. O halde maddenin varlığını ortaya koyduktan sonra, kesinlikle belirtelim ki: Evren hareket
halindeki maddeden başka bir şey değildir ve bu hareket halindeki
madde uzay ve zamandan başka bir şeyin içinde hareket edemez.
(V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 189.)


V. VARGI

Gösterilen bu gerçeklerden şu sonuç çıkıyor ki, Tanrı fikri, evrenin yaratıcısı bir salt ruh fikri anlamsızdır; çünkü, zaman ve uzay dışında bir Tanrı, var olamayacak bir şeydir.

Zaman dışında var olan, yani hiçbir an var olmayan ve uzay dışında var olan, yani hiçbir yerde var olmayan bir Tanrı'ya inanmak için, idealist gizemciliğine katılmak, bu nedenle hiçbir bilimsel denetimi kabul etmemek gerekir.

Materyalistler, bilimin vargılarıyla güçlenmiş olarak, maddenin uzay içinde ve belli bir anda (yani zaman içinde) var olduğunu iddia ederler. O halde evren yaratılmış olamaz, çünkü, Tanrı'ya dünyayı yaratmak için hiçbir an olmamış olan bir an gerekirdi (mademki Tanrı için zaman mevcut
değildir) ve dünyanın hiçten ortaya çıkmış, yani yoktan var edilmiş olması gerekirdi.

Yaradılışı kabul etmek için, demek ki, ilkin evrenin var olmadığı bir anın var olduğunu, sonra da hiçten bir şey çıktığını kabul etmek gerekir ki, bilim bunu kabul edemez.

Görüyoruz ki, idealistlerin kanıtları, bilimlerle karşı karşıya geldiklerinde tutunamazlar; oysa materyalist filozofların kanıtları, bilimlerin kendilerinden ayrılamazlar. Böylece, bir kez daha materyalizm ile bilimleri birbirine bağlayan sıkı ilişkileri belirtmiş oluyoruz.

OKUMA PARÇALARI
- F. Engels, Anti Dühring, s. 116.
- V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Üçüncü
Bölüm, s. 153-161; Beşinci Bölüm, s. 277-349.



İKİNCİ BÖLÜM

MATERYALİST OLMAK NE DEMEKTİR?

I.
Teori ile pratiğin birliği.
II. Düşünce alanında materyalizm yanlısı olmak ne demektir?
III. Pratikte nasıl materyalist olunur?
         a) Sorunun birinci yönü.
         b) Sorunun ikinci yönü.
IV. Vargı.


I. TEORİ İLE PRATİĞİN BİRLİĞİ

Yürüttüğümüz incelemenin amacı, Marksizm’in ne olduğunu tanıtmak, materyalist felsefenin diyalektik materyalizm haline gelerek, Marksizm’le nasıl özdeşleştiğini göstermektir. Daha önceden biliyoruz ki, bu felsefenin temellerinden biri, teori ile pratik arasındaki sıkı bağdır.

Materyalistlere göre maddenin ne olduğunu ve maddenin nasıl olduğunu gördükten sonra, yani bu iki teorik sorudan sonra, materyalist olmanın ne anlama geldiğini, yani materyalistin nasıl davrandığını söylemek zorunludur. Bu da bu sorunların pratik yanıdır.

Materyalizmin esası, düşüncenin kaynağı olarak, varlığı kabul etmektir ama sürekli olarak bunu yinelemek yeterli midir? Materyalizmin tutarlı, gerçek bir yanlısı olmak için:

1. Düşünce alanında;
2. Eylem alanında materyalist olmak gerekir.


II. DÜŞÜNCE ALANINDA MATERYALİZM YANLISI OLMAK NE DEMEKTİR?

Düşünce alanında materyalizm yanlısı olmak, materyalizmin temel formülünü, yani varlığın düşünceyi yarattığı formülünü ve bu formülün nasıl uygulanabileceğini bilmektir.

Varlık düşünceyi yaratır dediğimiz zaman, soyut bir formülü dile getirmiş oluyoruz, çünkü, varlık ve düşünce sözleri soyut sözlerdir. Burada varlık dendiği zaman, söz konusu olan, genel olarak varlıktır; düşünce dendiğinde de genel olarak düşünce denmek isteniyor. Varlık genel olarak düşünce
gibi, öznel bir gerçektir. (Birinci Kısım, Dördüncü Bölüm, öznel gerçek ile nesnel gerçeğin açıklamasına bakınız); öznel gerçek mevcut değildir, bu bir soyutlamadır. O halde Varlık düşünceyi yaratır demek, soyut bir formüldür; çünkü, soyutlamalardan oluşmuştur.

Bunun gibi, örneğin, atları çok iyi tanıyoruz ama attan, söz ettiğimiz zaman, genel olarak at demek istiyoruz; öyleyse genel olarak at bir soyutlamadır.

Eğer atın yerine genel olarak insanı ya da varlığı koyacak olursak, bunlar da gene soyutlamalardır.

Ama, genel olarak at mevcut değilse, nedir var olan? Özel olarak atlar. Ben genel olarak atlara bakıyorum, özel olarak atlara değil diyen bir veteriner, herkesi kendine güldürür, insanlar hakkında aynı şeyleri söyleyecek bir doktor için de durum aynıdır.

Öyleyse, genel olarak varlık yoktur ama, özel nitelikleri olan özel varlıklar vardır. Düşünce için de durum aynıdır.

Diyeceğiz ki, öyleyse, genel olarak varlık soyut bir şeydir. Özel varlık somut bir şeydir; genel olarak düşünce ve özel düşünce için de durum aynıdır.

Materyalist, varlığın nerede olduğunu, düşüncenin nerede olduğunu, bütün durumlarda tanımasını ve somutlaştırmasını bilen kimsedir.

Örnek: beyin ve fikirlerimiz.

Genel soyut formülü, somut bir formüle dönüştürmeyi bilmemiz gerekir. Demek ki, materyalist, beyni varlık olarak ve fikirlerimizi düşünce olarak özdeşleştirecektir. Şöyle düşünecektir: Fikirlerimizi (düşünceyi) yaratan beyindir (varlıktır). Bu, basit bir örnektir ama biz, şimdi daha karmaşık
bir örneği, insan toplumu örneğini ele alalım ve bir materyalistin
nasıl uslamlayacağını görelim.

Toplum yaşamı ana çizgileriyle bir ekonomik yaşamdan ve bir siyasal yaşamdan oluşur. Ekonomik yaşam ile siyasal yaşam arasındaki ilişkiler nelerdir? Somut bir formül haline getirmek istediğimiz bu soyut formülün birinci etkeni nedir?

Materyaliste göre birinci etken, yani varlık, toplumu toplum yapan, ona can veren, ekonomik yaşamdır. İkinci etken, yani düşünce, varlık tarafından yaratılmış olan ve ancak onunla yaşayabilen siyasal yaşamdır.

Demek ki, materyalist, mademki siyasal yaşam, ekonomik yaşamın bir ürünüdür, ekonomik yaşam, siyasal yaşamı açıklar diyecektir.

Burada özeti yapılan bu gözlem, tarihsel materyalizmin  köküdür ve ilk kez Marks ve Engels tarafından yapılmıştır.

İşte daha ince bir başka örnek: ozan. Elbette ki, ozanı açıklamak için sayısız öğeler işin içine karışır ama biz, burada bu sorunun bir yönünü göstermek istiyoruz.

Genellikle denilecektir ki, ozan (şiir) yazar; çünkü esin, onu yazmaya iter. Böyle söylemek, ozanın, neden şunu değil de daha çok bunu yazdığını açıklamaya yeter mi? Hayır.

Kuşkusuz, ozanın kafasında düşünceler vardır ama ozan, aynı zamanda toplum içinde yaşayan bir varlıktır. Göreceğiz ki, ilk etken, ozana kendi özel yaşamını veren toplumdur; ikinci etken, ozanın beyninde taşıdığı fikirlerdir. O halde öğelerden biri, ozanı açıklayan temel öğe, toplum, yani ozanın bu toplum içinde yaşadığı ortam olacaktır. (Ozan ile diyalektiği
okuduğumuz zaman tekrar karşılaşacağız, çünkü o zaman bu sorunu iyice inceleyebilmek için bütün öğelere sahip olacağız.)

Biz, örneklerle görüyoruz ki, materyalist, materyalizmin formülünü her zaman ve her yerde her an ve bütün durumlarda uygulamayı bilir.


III. PRATİKTE NASIL MATERYALİST OLUNUR?

a) Sorunun birinci yönü.

Yukarda gördük ki, üçüncü bir felsefe yoktur ve eğer materyalizmin uygulanmasında tutarlı olunmazsa, ya idealist olunur ya da idealizm ve materyalizm karması gibi bir şey elde edilir.

Burjuva bilgini, incelemelerinde ve deneylerinde her zaman materyalisttir. Bu normaldir, çünkü, bilimde ilerlemek için madde üzerinde çalışmak gerekir ve eğer bilgin, gerçekten, maddenin yalnızca kendi ruhunda var olduğunu düşünseydi, deney yapmayı yersiz, gereksiz bulurdu.

Öyleyse birçok bilgin türü vardır.

1. Tutarlı ve bilinçli materyalist olan bilginler.
(Bakınız: P. Langevin, La Pensee et L'action, Editeurs Français
Reunis, Paris.)

2. Bilmeden materyalist olan bilginler; yani hemen hemen hepsi, çünkü, maddenin varlığını tanımadan bilim yapmak olanağı yoktur ama, bu sonuncular arasında ayrım yapmak gerekir:

a) Materyalizmi izlemeye başlayanlar ama yarı yolda kalanlar, çünkü, bunlar materyalist olduklarını söylemeyi göze alamazlar; bunlar Engels'in utangaç materyalistler dediği bilinemezcilerdir.

b) Tutarsız ve bilmeden materyalist olan bilginler. Onlar, laboratuarda materyalisttir ama işlerinden çıktıklarında idealist, imanlı ve dindar olurlar.

Gerçekte, bu son söylediklerimiz, fikirlerinde bir düzen sağlamayı becerememişler ya da sağlamak istememişlerdir. Kendi kendileriyle sürekli olarak çelişki halindedirler. Zorunlu olarak materyalistçe olan çalışmalarını, felsefe anlayışlarından ayrı tutarlar. Bunlar bilgindir ama gene de
her ne kadar maddenin varlığını kesin olarak yadsımasalar  da şeylerin gerçek içeriğini bilmenin gereksiz olduğunu düşünürler ki, bu de pek bilimsel bir tutum değildir. Bunlar, bilgindir ama gene de hiçbir tanıta gerek duymadan, olanaksız şeylere inanırlar. (Örneğin Pasteur Branly ve daha
başkaları, bilgin olmalarına karşın, Tanr'ya inanıyorlardı, eğer bir bilgin tutarlı ise dinsel inancından vazgeçmelidir.)
Bilim ve (dinsel) inanç, kesin olarak birbirine karşıdır.

b) Sorunun ikinci yönü.

Materyalizm ve eylem: Gerçek materyalistin, bu felsefenin temeli olan formülü, her yerde ve her durumda uygulayan kişi olduğu doğru ise, bunu iyi uygulamaya çok dikkat etmelidir.

Şimdi gördüğümüz gibi, tutarlı olmak gerekir ve tutarlı bir materyalist olmak için de materyalizmi eyleme aktarmak gerekir.

Pratikte materyalist olmak, gerçeği birinci ve en önemli etken olarak, düşünceyi ise ikinci etken olarak alıp, materyalizm felsefesine uygun bir biçimde davranmaktır.

Hiç akıllarına getirmeden düşünceyi birinci etken olarak  alanlar ve böyle aldıkları anda bilmeksizin idealist olanların nasıl bir tutum takındıklarını göreceğiz.

1. Dünyada sanki tek başına imiş gibi yaşayanlara ne denir? Bireyci. O, kabuğuna çekilmiş olarak yaşar; dış dünya, yalnızca onun için vardır. Onun için önemli olan kendisi ve kendi düşüncesidir. O, salt bir idealisttir ya da tekbenci (solipsiste) denilen adamdır. (Bu sözün anlamı için, Birinci Kısım,
İkinci Bölüme bakınız.)

Bireyci bencildir ve bencil olmak, materyalist bir davranış değildir. Bencil, evreni, kendi kişiliğinde sınırlandırır.

2. Öğrenmeye hevesli, öğrenme zevki için öğrenen kimse; öğrenmeyi pek benimser, öğrenmekte de güçlük çekmez ama öğrendiklerini yalnızca kendine saklar. Kendisine ve kendi düşüncesine her şeyden çok önem verir.

İdealist, dış dünyaya, gerçeğe kapalıdır. Materyalist ise, her zaman gerçeğe açıktır; onun için, Marksizm kurslarını izleyenler ve kolayca öğrenenler, öğrendiklerini başkalarına aktarmaya çalışmalıdır.

3. Her şeyi kendine göre düşünen kişi, idealist bir bozulmaya uğrar.

O, örneğin, kendisi hakkında hoş olmayan şeyler söylenmiş bulunan bir toplantı için, kötü bir toplantı diyecektir. Şeyleri böylece çözümlememek gerekir; toplantıyı kendine göre değil ama örgüte göre, toplantının amacına göre yargılamak gerekir.

4. Sektarizm de materyalist bir tutum değildir. Çünkü, sekter (bağnaz) kişi, sorunları anlamıştır, kendi kendisiyle uyum içinde olduğundan, başkalarının da kendisi gibi olması gerektiğini iddia eder. Bu da gene kendi kendine ve kendi kliğine en büyük önemi vermek demektir.

5. Doktriner de metinleri okumuştur, bu metinlerden tanımlamalar çıkarmıştır ama materyalist metinleri aktarmakla yetindiği ve yalnızca bu metinlerle oturup kalktığı zaman, gene idealist olur, çünkü o zaman da gerçek dünya kaybolur. O, öğrendiği formülleri, gerçeğe uygulamadan yineleyip durur. En büyük önemi, metinlere, fikirlere verir. Yaşam onun bilincinde metinler biçiminde olup biter ve genellikle doktrinerlerin, aynı zamanda sekter olduğu da görülür.

Devrimin bir eğitim sorunu olduğunu sanmak ve devrimin zorunluluğu, işçilere bir kez iyice anlatılınca, işçiler bunu anlamalıdırlar, eğer anlamak istemiyorlarsa, ille de devrim yapmaya çalışmak gereksizdir demek de sekterliktir, materyalist bir tutum değildir.

İnsanların anlamadıkları durumları saptamalı, neden böyle olduğunu araştırmalı, baskıyı, burjuva gazetelerinin, radyo ve sinemanın propagandasını gözlemeli ve bildiriler, broşürler, gazeteler ve okullar aracılığıyla ne istediğimizi anlatmak için elden gelen bütün yolları araştırmalıyız.

Gerçek duygusuna sahip olmamak, bulutlar üstünde yaşamak, durumları ve gerçekleri hiç hesaba katmadan pratiğe ilişkin tasarılar yapmak, gerçekleşebilir olup olmadıklarına bakmadan güzel tasarılara birinci derecede önem vermek, idealistçe bir tutumdur. Durmadan eleştirenler ama
işlerin daha iyi yürümesi için hiçbir şey yapmayanlar, hiçbir çözüm önermeyenler, kendi kendilerine karşı eleştiri duygusundan yoksun olanlar, işte bütün bunlar, tutarlı olmayan materyalistlerdir.


IV. VARGI

Bu örneklerle, görüyoruz ki, her birimizde az ya da çok bulunabilen bu kusurlar, idealistçe kusurlardır. Biz, bu gibi kusurlara tutuluyoruz, çünkü biz pratiği teoriden ayırıyoruz ve bizi etki altında tutan burjuvazi, gerçeğe önemini vermememizden hoşlanıyor. İdealizmi tutan burjuvaziye göre, teori
ile pratik tamamen birbirinden ayrı, birbiriyle hiçbir ilişkisi olmayan iki şeydir. Öyleyse bu kusurlar zararlıdır ve biz onlara karşı savaşım vermeliyiz, çünkü sonunda bunlar, burjuvazinin işine yarar. Kısaca, toplumun, eğitimimizin ve kültürümüzün teorik temellerinin bizde yarattığı ve daha çocukluğumuzda içimize kök salmış bu kusurların, burjuvazinin
eseri olduğu ortaya çıkmalı ve onlardan kurtulmalıyız.



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MATERYALİZMİN TARİHİ

I.
Bu tarihi öğrenme zorunluluğu.
II. Marksizm-öncesi materyalizm.
       1. Yunan antikçağı.
       2. İngiliz materyalizmi.
       3. Fransa'da materyalizm.
       4. 18. yüzyıl materyalizmi.
III. İdealizm nereden gelir?
IV. Din nereden gelir?
V. Marksizm-öncesi materyalizmin değerleri.
VI. Marksizm-öncesi materyalizmin kusurları.

Buraya kadar genel olarak materyalizmin ne olduğunu ve bütün materyalistler için ortak olan fikirlerin neler olduklarını inceledik. Şimdi de materyalizmin, çağdaş materyalizme varıncaya kadar, antikçağdan beri nasıl geliştiğini göreceğiz. Kısacası, materyalizmin tarihini, baştan sona kısaca gözden geçireceğiz.

Burada olduğu gibi, birkaç sayfa içinde materyalizmin tarihinin 2 bin yılını açıklamak gibi bir iddiamız yok; yalnızca okura yol gösterecek olan genel bilgileri vermek istiyoruz.

Bu tarihi, kısaca da olsa, iyi incelemek için, şeylerin niçin böyle ortaya çıkmış olduklarını, her an görmekten kaçınılmamalıdır. Bu yöntemi uygulamamaktansa, bazı tarihsel adları anmadan atlayıp geçmek, daha iyidir ama okurlarımızın kafalarını bir sürü adla doldurmak istememekle birlikte, kendilerince az çok bilinen belli başlı materyalist filozofları
tarih sırasına göre anmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Bu nedenle, işi basitleştirmek için, bu ilk sayfaları, konunun sırf tarihsel yanına ayıracağız, sonra, bu bölümün ikinci kısmında materyalizmin evriminin niçin bilinen gelişme biçimini geçirmesi gerektiğini göreceğiz.


I. BU TARİHİ ÖĞRENME ZORUNLULUĞU

Burjuvazi, materyalizmin tarihini sevmez ve bunun içindir ki, burjuva kitaplarında öğretilen bu tarih, tamamen eksik ve her zaman yanlıştır. Bu tarihi tahrif için çeşitli yollar kullanılır:

1. Büyük materyalist düşünürler bilmezlikten gelinemediğine göre, bu düşünürler, materyalist incelemeleri dışında ne yazmışlarsa onlardan söz edilerek anılır ve bunların materyalist filozoflar olduklarını söylemek unutulur.

Liselerde ya da üniversitelerde okutulan felsefe tarihinde böyle unutma olaylarına pek çok rastlanır ve biz örnek olarak, Marks ve Engels'ten önce en büyük materyalist düşünür olan Diderot'yu anacağız.

2. Tarih boyunca, tutarsız ya da bilmeksizin materyalist olan sayısız düşünür yaşamıştır. Yani onlar bazı yazılarında materyalist, bazı yazılarında ise idealist idiler, örneğin Descartes gibi.

Oysa, burjuvazi tarafından yazılan tarih, bu düşünürlerin, yalnızca materyalizmi etkilemekle kalmamış, aynı zamanda bu felsefeden tam bir akımın doğmasını sağlayan materyalist düşüncelerini karanlıkta bırakmıştır.

3. Sonra, eğer bazı düşünürleri gözlerden gizlemede bu iki tahrif yöntemi başarı sağlamazsa, bu düşünürler düpedüz hasıraltı edilir.

İşte böylece, çağının büyük düşünürleri olan Holbach ve Helvetius bilinmeden, 18. yüzyılın edebiyat ve felsefe tarihi öğretilir.

Bu niçin böyledir? Çünkü materyalizmin tarihi, dünyanın sorunlarını anlamak ve bilmek için özellikle öğreticidir ve çünkü, materyalizmin gelişmesi, yönetici sınıfların ayrıcalıklarını destekleyen ideolojiler için uğursuz bir gelişmedir.

Materyalizmin capcanlı ve her zaman hareket halinde bir şey olmasına karşın, burjuvazinin onu yirmi yüzyıldır değişmemiş, donup kalıplaşmış bir öğreti gibi sunmasının nedenleri bunlardır.

Nasıl idealizm bütün bir dizi gelişim evrelerinden geçmişse, materyalizm de geçmiştir. Materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır. (Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 25.)

Özet olarak da olsa, materyalizmin tarihini incelemenin gereğini şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu incelemeyi yapmak için, 1 başlangıçtan (Yunan antikçağından) Marks ve Engels'e kadar; 2 Marks ve Engels'in materyalizminden günümüze kadar olan iki dönemi birbirinden ayırmalıyız. (Bu ikinci kısmı, diyalektik materyalizm ile birlikte inceleyeceğiz.)

Birinci döneme, Marksizm-öncesi (preMarksiste) materyalizm diyoruz, ikincisine Marksist materyalizm ya da diyalektik materyalizm diyoruz.


II. MARKSİZM-ÖNCESİ MATERYALİZM

1. Yunan antikçağı.

Materyalizmin, her zaman bilimlere bağlı ve bilimlerle birlikte evrim gösteren ve ilerleyen bir öğreti olduğunu anımsayalım. Yunan antikçağında İÖ 6 ve 5. yüzyıllarda bilimler, fizikçilerle birlikte boy vermeye başladığı zaman, bu çağın (Thales, Anaksimenes, Heraklitos gibi) en iyi düşünür
ve filozoflarını kendine çeken materyalist bir akım da ortaya çıkıyor. Bu ilk filozoflar, Engels'in dediği gibi, ister istemez diyalektikçi olacaklardır. Bunlar, her yerde hareket, her yerde değişiklik bulunması ve şeylerin birbirlerinden ayrı, tek başlarına değil ama birbirleriyle sıkıca bağlı olduğu
olgusuyla etkilendiler.

Diyalektiğin babası denilen Heraklitos şöyle diyordu:

Hiçbir şey hareketsiz değildir; her şey akar; aynı ırmakta iki kez yıkanılamaz, çünkü ırmak ardı ardına gelen iki an içinde asla aynı ırmak değildir; bir andan ötekine değişmiştir; başka olmuştur.

Heraklitos, ilk olarak, hareketi, değişmeyi açıklamaya çalışır ve şeylerin evriminin nedenlerini çelişkide görür.

Bu ilk filozofların anlayışları doğruydu ama gene de bu anlayışlar bırakıldı, çünkü bu anlayışları önsel (a priorz) olarak formüle etmekle haksız bir duruma düşüyorlardı; bir başka deyişle, bu çağın bilimlerinin durumu, onların ileri sürdükleri fikirleri tanıtlamaya elverişli değildi. Öte yandan
diyalektiğin açılıp gelişmesi için zorunlu olan toplumsal koşullar (bunların neler olduklarını daha ilerde göreceğiz), henüz gerçekleşmemişti.

Ancak çok sonra, 19. yüzyıldadır ki, diyalektiğin doğruluğunu tanıtlamaya (toplumsal ve düşünme düzeyi bakımından) olanak veren koşullar gerçekleşeceklerdir.

Başka Yunan düşünürlerinin de materyalist anlayışları oldu: Demokritos'un hocası olan Leucippos (İÖ 5. yüzyıl) daha o zaman, Demokritos'un teorisini kurduğu atomlar sorununu tartışıyordu.

Demokritos'un öğretilisi Epiküros (İÖ 341-270), felsefesi ortaçağ kilisesi tarafından tamamen tahrif edilmiş olan çok büyük bir düşünürdür. Kilise, felsefi materyalizme karşı kini yüzünden, Epiküros'un öğretisini, son derece ahlaka aykırı ve bayağı tutkuları savunan bir öğreti olarak sunmuştur. Gerçekte ise, Epiküros, dünya zevklerinden elini eteğini çekmiş bir kişi idi ve onun felsefesi, insan yaşamına, bilimsel (dolayısıyla dine karşı) bir temel kazandırmayı hedef alıyordu.

Bütün bu filozoflar, felsefenin, insanlığın yazgısına bağlı olduğu bilincine sahiptiler ve biz, orada daha şimdiden onlar tarafından, materyalizme karşı çıkan resmi teoriye bir muhalefet yürütüldüğünü saptıyoruz.

Ancak antikçağ Yunanistan’ına büyük bir düşünür egemendir. Bu, daha çok idealist olan Aristoteles'tir. Etkisi çok büyük olmuştur. Bu nedenle, onu, özellikle anmamız gerekir. Aristoteles, o çağın, yeni bilimlerin yarattığı boşluklarla dolup taşan insan bilgilerinin bir envanterini hazırlamıştır.
Evrensel bir kafaya sahip olarak bütün konular üzerinde sayısız kitaplar yazmıştır. Yalnızca idealist eğilimleri anılan ama materyalist ve bilimsel yönleri üzerinde durulmayan Aristoteles, bilgisinin evrenselliği ile ortaçağın sonuna kadar, yani yirmi yüzyıl boyunca, felsefe anlayışları üzerinde
çok etkili oldu.

Demek ki, bu dönem boyunca, antikçağ geleneği izlendi ve ancak Aristoteles ile düşünüldü amansız bir baskı, başka türlü düşünenleri kasıp kavuruyordu ama her şeye karşın; ortaçağın sonlarına doğru, maddeyi yadsıyan idealistler ile maddi bir gerçeğin var olduğunu düşünenler arasında bir savaşım başladı.

11 ve 12. yüzyıllarda Fransa'da özellikle İngiltere'de bu çekişme sürdü.

Başlangıçta, materyalizmin geliştiği başlıca ülke, İngiltere'dir. Marks şöyle der:

Materyalizm, Büyük Britanya'nın gerçek çocuğudur. (K. Marks- F. Engels, Kutsal Aile, Sol Yayınları, Ankara 1994, s. 171.)

Kısa bir süre sonra, materyalizm, Fransa'da açılıp gelişecektir. Kısacası, 15 ve 16. yüzyıllarda iki akımın, İngiliz materyalizmi ile Fransız materyalizminin ortaya çıktığını görüyoruz ki, bu iki akımın birleşmesi, 18. yüzyıl materyalizminin gelişmesine çok büyük bir katkıda bulunacaktır.

2. İngiliz materyalizmi.

İngiliz materyalizminin gerçek atası Bacon'dır. Doğa deneyine dayanan bilim, onun gözünde gerçek bilimi oluşturur ve duyulur fizik, gerçek bilimin en soylu parçasıdır. (Marks-Engels, Kutsal Aile, s. 172.)

Bacon, bilimlerin incelenmesinde deneysel yöntemin kurucusu olarak ün yapmıştır. Onun için önemli olan, bilimi, doğanın büyük kitabında okumaktır ve bu, bilimin, Aristoteles'in birkaç yüzyıl önce bıraktığı kitaplarda arandığı bir çağda özellikle ilginçtir.

Örneğin fizik incelemesi yapmak için şöyle bir yol izleniyordu: Belirli bir konuda Aristoteles'in yazdığı parçalar alınıyordu; sonra, büyük bir Tanrıbilimci olan Aquinolu Thomas'ın kitapları alınıyor ve Aquinolu Thomas'ın, Aristoteles'in parçaları üzerine yazdıkları okunuyordu. Profesör ise, kişisel bir yorum yapmıyor, hele ne düşündüğünü hiç söylemiyordu,
ama Aristoteles'i ve Thomas'ı yineleyen üçüncü bir kitaba uyuyordu. İşte ortaçağın skolastik denilen bilimi bu idi: Bu, kitabi bir bilimdi, çünkü yalnızca kitaplarda inceleniyordu.

İşte Bacon, doğanın büyük kitabını incelemeye çağrıda bulunarak, bu skolastiğe, bu donmuş öğrenime karşı çıkıyordu.

Bu çağda bir soru soruluyordu:

Fikirlerimiz nereden geliyor? Bilgilerimiz nereden geliyor? Her birimizin fikirleri var, ev fikri gibi. Materyalistler, bize fikir, evler var olduğu için gelir derler. İdealistler ise, bize ev fikrini Tanrı'nın verdiğini düşünürler. Bacon da fikrin yalnızca şeyler görüldüğü ya da şeylere dokunulduğu için var olduğunu söylüyor ama bunu, henüz tanıtlayamıyordu.

Fikirlerin deneyimden nasıl geldiğini tanıtlamaya ilk girişen Locke ( 1632-1704) olmuştur. Locke, bütün fikirlerin deneyimden geldiğini ve bize, fikirlerimizi yalnız deneyimin verdiğini gösterdi. İlk masa fikri, insana, daha masa olmadan önce gelmiştir, çünkü, o deneyiyle, daha önce de bir ağaç
kütüğünü ya da bir taşı masa gibi kullanıyordu.

İngiliz materyalizmi, Locke'un fikirleri ile, 18. yüzyılın ilk yarısında Fransa'ya geçer; çünkü, bu felsefe, İngiltere'de özel bir biçimde gelişmekte iken, Fransa'da da materyalist bir akım oluşmaktaydı.

3. Fransa'da materyalizm.

Descartes'tan (1596-1650) başlayarak, Fransa'da da açıkça materyalist bir akımın doğuşuna yer verilebilir. Descartes'ın bu felsefe üzerinde büyük bir etkisi olmuştur ama genellikle, ondan söz edilemez.

Feodal ideolojinin, bilimlerin içinde bile capcanlı olduğu, gördüğümüz gibi skolastik bir biçimde inceleme yapıldığı bu çağda Descartes, bu durumla savaşıma girişti.

Dinsel anlayış, feodal ideolojinin içine işlemiştir. Bu bakımdan feodal ideoloji, kilisenin, Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi olarak, gerçeği tekelinde bulundurmasına dikkat eder. Buradan çıkan sonuç şudur ki, düşüncesini, kilise öğreniminin buyruğuna bağımlı kılmayan hiç kimse, herhangi bir
doğru ileri süremez. Descartes, bu anlayışı topa tutuyor. Elbette ki, kiliseye, kilise olarak saldırmaz ama yüreklilikle, her insanın, inansın ya da inanmasın, aklının (doğal ışığın) deneyimiyle gerçeğe ulaşabileceğini öğretir.

Descartes, Yöntem Üzerine Konuşmalar (Discours de la methode) adlı kitabının daha başında Sağduyu, herkesin en iyi paylaştığı şeydir diye açıklar. Bu nedenle, herkes bilim önünde eşit haklara sahiptir ve örneğin, o zamanın hekimliğinin güzel bir eleştirisini (Moliere'in Hastalık Hastası, Descartes'ın eleştirilerinin bir yankısıdır) yapıyordu, çünkü bilimin gerçek bir bilim olması için, tek kanıtları Aristoteles ve Aziz Thomas olan ve kendi zamanına kadar öğretilenin terk edilerek doğanın araştırılması üzerine kurulmuş gerçek bir bilim olmasını istiyordu.

Descartes, 17. yüzyılın başında yaşıyordu; bunu izleyen yüzyılda devrim patlak vermişti, bu nedenle denilebilir ki, o, yeni bir dünyaya, doğmakta olan dünyaya girmek üzere, kaybolmakta olan bir dünyadan çıkıyordu. Bu durum, Descartes'ı bir uzlaştırıcı yapar; o, materyalist bir bilim yaratmak
ister ama aynı zamanda da idealisttir, çünkü dini kurtarmak ister.

Onun çağında niçin yaşayan hayvanlar vardır? diye bir soru sorulduğu zaman, Tanrıbilimin hazır yanıtlarına tamamen uygun olan, çünkü onları yaşatan bir ilke vardır, diye karşılık verilirdi. Descartes, tersine, hayvan yaşamı yasalarının yalnızca maddede bulunduğunu savunuyordu. Ayrıca,
öteki makinelerin demirden ve tahtadan yapılmış olmaları gibi, hayvanların da etten, kastan yapılma makinelerden başka bir şey olmadıklarına inanıyor ve bunu iddia ediyordu. Hatta, ne bu makinelerin, ne de ötekilerin duyumları olmadıklarını düşünüyordu ve onun felsefesiyle övünen kişiler,
Port-Royal manastırında haftalarca süren incelemeleri sırasında köpeklere bir şey batırıldığı zaman, şöyle diyorlardı: Doğa ne kadar iyi yapılmış, sanılır ki acı duyuyorlar!

Materyalist Descartes'a göre hayvanlar, demek ki, birer makine idi ama insan, o başka, çünkü onun bir ruhu var, diyordu idealist Descartes...

Descartes'ın geliştirdiği ve savunduğu fikirler, bir yandan açıkça materyalist olan bir felsefe akımı, beri yandan da idealist bir akım doğuracaktır.

Karteziyen (dekartçı) materyalist kolu sürdürenler arasında yalnızca La Mettrie (1709-1751) üzerinde duracağız. La Mettrie, bu makine-hayvan tezini alarak, onu insana kadar genişletir. Niçin insan da bir makine olmasın? O, insan ruhunun kendisini de fikirlerin mekanik bir biçimde hareket ettikleri bir mekanizma olarak görür.

İşte bu dönemde İngiliz materyalizmi, Locke'un fikirleri ile Fransa'ya girer. Bu iki akımın bileşiminden, daha gelişmiş bir materyalizm doğacaktır. Bu da şu olacaktır:

4. 18. yüzyıl materyalizmi.

Bu materyalizm, aynı zamanda alkışlanmaya değer yazarlar ve düşünce savaşçıları olmasını da bilen filozoflar tarafından savunuldu; bunlar, her zaman toplumsal kurumları ve dini eleştirdikleri, teoriyi pratiğe uyguladıkları ve iktidara karşı sürekli savaşım halinde oldukları için, zaman zaman
Bastille ya da Vincennes zindanlarına atıldılar.

Bunlar, çalışmalarını büyük Ansiklopedi'de topladılar ve orada materyalizmin yeni doğrultusunu saptadılar. Ayrıca, büyük bir etki yarattılar, çünkü, Engels'in de dediği gibi, bu felsefe, bütün kültürlü gençliğin inancıydı.

Bu, Fransız felsefe tarihinde de Fransız özelliği taşıyan bir felsefenin gerçekten halka malolduğu tek çağ oldu.

1713'te Langres'da doğan ve 1784'te Paris'te ölen Diderot, bütün bu harekete egemendir. Burjuva tarihinin söylemediği ama her şeyden önce söylenmesi gereken şey, Diderot'nun, Marks ve Engels'ten önce, en büyük materyalist düşünür olduğudur. Lenin, Diderot'nun, çağdaş (diyalektik)
materyalizmin sonuçlarına hemen hemen ulaştığını söyler.

Diderot, gerçek bir militan olmuştur; her zaman kiliseye karşı, toplumsal duruma karşı savaşmış, zindanları tanımıştır. Çağdaş burjuvazi tarafından yazılan tarih, onu çoğu kez hasıraltı etmiştir. Diderot'nun materyalizm üzerindeki pek büyük etkisini anlamak için Diderot ile d'Alembert'in Diyalogları'nı, Rameau'nun Yeğeni'ni, Kaderci Jacques'ı okumak gerekir.
(Bakınız: Halk Klasikleri koleksiyonunda (Editions Sociales)
yayınlanmış olan, Diderot (6 cilt), Holbach, Helvetius, La Mettrie ve
Morelly ile, bir ölçüde de Rousseau ve Voltaire'in metinleri.)

19. yüzyılın ilk yarısında tarihsel olaylar nedeniyle, materyalizmde bir gerileme görüyoruz. Bütün ülkelerin burjuvazisi, idealizm ve dinden yana büyük bir propagandaya başlıyor, çünkü, o, yalnızca ilerici (materyalist) fikirlerin yayılmasını istememekle kalmıyor, ayrıca iktidarı elinde tutabilmek
için düşünürleri ve yığınları uyutmaya da gereksinme duyuyor.

İşte o sırada Almanya'da Feuerbach'ın, bütün idealist filozofların ortasında materyalizmi, içtenlikle yeniden tahta çıkartarak (F. Engels, Ludwig Feuerbach ue Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 18.) materyalist inançlarını açıkladığını görüyoruz.

Feuerbach, dinin eleştirisini kökünden geliştirerek, materyalizmin unutulmuş olan temellerini sağlıklı ve gününe uygun bir biçimde yeniden ele alıyor ve böylece çağının filozoflarını etkiliyor.

19. yüzyılda sayesinde bilimlerin çok büyük bir ilerleme kaydettiği, özellikle üç büyük buluşun yapıldığı döneme, canlı hücrenin, enerjinin dönüşümünün, evrimin (Darwin) bulunuşu (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 45.) dönemine geliyoruz; bunlar, Feuerbach tarafından etkilenmiş olan Marks ve Engels'in, bize çağdaş ya da diyalektik materyalizmi vermek üzere, materyalizmi geliştirmelerine
yol açacaktır.

Marks ve Engels'ten önceki materyalizmin tarihini, çok kısa olarak, görmüş bulunuyoruz. Marks ve Engels, kendilerinden önce gelen materyalistlerle, birçok ortak noktalarda aynı görüşte olmakla birlikte, aynı zamanda bu eski materyalistlerin yapıtlarında birçok kusur ve boşluk olduğunu düşünüyorlardı.

Onların Marksizm-öncesi materyalizmde yaptıkları değiştirmeleri anlamak için, bu kusur ve boşlukların neler olduğunu ve niçin böyle olduğunu araştırmak kesin olarak zorunludur.

BAŞKA bir deyişle, materyalizmin ilerlemesine katkısı olan çeşitli düşünürleri bir bir saydıktan sonra, bu ilerlemenin nasıl ve hangi anlamda gerçekleştiğini ve neden şu ya da bu biçimde bir evrim gösterdiğini araştırmasaydık, materyalizmin tarihinin incelenmesi eksik kalırdı.

Özellikle 18. yüzyıl materyalizmi ile ilgileniyoruz, çünkü bu materyalizm, materyalizm felsefesinin çeşitli akımlarının sonucu olmuştur.

Şu halde bu materyalizmin yanılgıları nelerdi, eksik yanları nelerdi, onları inceleyeceğiz ama şeylere, hiçbir zaman tek yanlı bir anlayışla değil, tersine, bütün yönlerini ele alan bir anlayışla bakmamız gerektiğinden, bu materyalizmin erdemlerini, değerli yanlarının neler olduğunu da belirteceğiz.

Başlangıcında diyalektik olan materyalizm, bu temeller üzerinde gelişmesini sürdüremedi. Bilimsel bilgilerin yetersizliği nedeniyle, diyalektik düşünme tarzı bırakılmak zorunda kalındı. Önce bilimleri yaratmak ve geliştirmek gerekiyordu. Süreçleri incelemeden önce, şeyleri incelemek gerekiyordu. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ue Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, s. 44.)

Demek ki, materyalizm ile bilimler arasındaki sıkı birlik, bu felsefeye, daha sağlam ve bilimsel temeller üzerinde yeniden diyalektik materyalizm haline, yani Marks ve Engels'in materyalizmi haline gelme olanağını sağlayacaktır.

Öyleyse, materyalizmin doğum kaydını, bilimin doğum kaydı yanında bulacağız ama, biz materyalizmin nereden geldiğini her buluşumuzda idealizmin nereden geldiğini de ortaya koyabileceğiz.


III. İDEALİZM NEREDEN GELİR?

İdealizm, tarih boyunca, eğer dinin yanı başında var olabilmiş, din tarafından hoşgörüyle karşılanmış ve onanmışsa, bu, aslında idealizmin dinden doğmasından ve dinden türemesindendir.

Lenin, bu konuda öğrenmemiz gereken bir formül yazmıştır: İdealizm, dinin arıtılmış ve inceltilmiş bir biçiminden başka bir şey değildir. Bu, ne demektir? Bu, idealizm, kendi anlayışlarını dinden çok daha esnek bir biçimde sunabilir demektir. Evrenin, karanlıklar üstünde yüzmekte olan
bir ruh tarafından yaratılmış olduğunu, Tanrı'nın maddesiz olduğunu iddia etmek, sonra, birdenbire dinin yaptığı gibi, Tanrı'nın (kelam ile) konuştuğunu ve Tanrı'nın bir oğlu olduğunu (İsa) açıklamak, bunlar kabaca sunulmuş bir dizi fikirlerdir.

İdealizm, dünyanın ancak bizim düşüncemizde bizim ruhumuzda var olduğunu iddia etmekle, kendini daha üstü kapalı bir biçimde sunar. Aslında biz biliyoruz ki, bu da öz olarak aynı anlama gelir ama biçim olarak daha az kaba ve daha incedir. Bunun için idealizm, dinin inceltilmiş biçimidir.

İdealizm daha da işlenmiş, daha da inceltilmiştir, çünkü idealist filozoflar, tartışmalarda Berkeley'in diyalogları Philonoüs'ün zavallı Hylas'a yaptığı gibi, soruları önceden görüp önlemeyi ve tuzaklar kurmayı bilirler.

Ancak idealizm dinden gelir demek, sorunu kısaca geçiştirmek, ertelemektir ve biz hemen kendimize sormalıyız, o halde:


IV. DİN NEREDEN GELİR?

Engels, bu konuda bize çok açık bir yanıt vermiştir: Din, insanın sınırlı anlayışlarından doğmuştur. (Sınırlı burada dar anlamındadır.)

İlk insanlar için bu bilgisizlik iki kattır: doğayı bilmemek, kendi kendilerini bilmemek. İlkel insanların tarihini incelerken, sık sık bu ikili bilgisizliği düşünmek gerekir.

Gene de ilerlemiş bir uygarlık saydığımız Yunan antikçağında bu bilgisizlik, bize çocuksu görünür; örneğin, Aristoteles'in yeryüzünün hareketsiz olduğunu, evrenin merkezi olduğunu ve gezegenlerin yeryüzünün çevresinde döndüğünü düşündüğünü gördüğümüz zaman. (Aristoteles'e göre, bu gezegenler 46 taneydi, bunlar bir tavana çakılı çiviler gibi kımıldamadan ve bir bütün halinde yeryüzünün çevresinde dönmekte idi...)

Yunanlılar, su, toprak, hava ve ateş dedikleri ve artık ayrıştırılamayan
dört öğenin var olduğunu düşünüyorlardı. Bütün bunların yanlış olduğunu biliyoruz, çünkü şimdi artık suyu, toprağı ve havayı kendi öğelerine ayırabiliyoruz ve ateşi de bu yukarıdakilerle aynı türden bir cisim saymıyoruz.

Yunanlılar, bizzat insan hakkında da çok bilgisizdiler, çünkü organlarımızın görevlerini bilmiyorlardı ve örneğin yüreğin, cesaretin merkezi olduğunu sanıyorlardı.

Daha o zamandan çok ilerlemiş saydığımız Yunan bilginlerinin bilgisizliği bu kadar büyük olduğuna göre, onlardan binlerce yıl önce yaşamış insanların bilgisizliği ne olur? İlkel insanların doğa ve kendileri hakkındaki anlayışları; bilgisizlik yüzünden gelişmemişti ama bu insanlar,
her şeye karşın, eşyayı açıklamaya çalışıyordu. İlkel insanlar hakkında elimizde bulunan bütün belgeler, bize, düşlerin, bu insanların kafalarında düşüncelerinde çok yer tuttuğunu söyler. Daha ilk bölümümüzde insanın bir eş varlığı olduğuna inanarak, bu düşler sorununu, nasıl çözümlemiş
olduklarını gördük. Başlangıçta, bu eşe ayrıca maddi kıvamı olan bir tür saydam ve hafif bir beden atfediliyordu. İnsanda ölümden sonra da yaşamını sürdüren maddesiz bir ilke, ruhsal bir ilke olduğu anlayışı, çok sonra doğmuştur. (Ruhsal, yani spiritüel sözcüğü, ruhtan, yani esprit'den gelir ki, esprit, Latincede soluk demektir; son nefes ile birlikte giden
soluk esnasında ruh (can amae) çıkar ve yalnız ikincinin varlığı sürer gider.) Öyleyse, düşünceyi ve düşü açıklayan ruhtur.

Ortaçağda insanların, ruh üzerine garip anlayışları vardı. Yağlı bir bedende ince bir ruh, ince bir bedende ise büyük bir ruh olduğu düşünülüyordu. Bunun içindir ki, bu çağda çileciler (zahitler, ascetes), büyük bir ruhları olsun diye, ruha büyük bir barınak yapmak için sık sık uzun süren oruç tutuyorlardı.

İlkel insanlar, önce saydam eş biçiminde ve sonra ruh biçiminde insanın ölümünden sonra da yaşadığı ruhsal ilkeyi benimseyerek, Tanrıları yarattılar.

İlkin insandan daha güçlü, gene de maddi bir biçimde bulunan varlıklara inanırken, buradan yavaş yavaş bizimkinden üstün bir ruh biçiminde Tanrıların varlığına inanmaya vardılar. Böylece, Yunan antikçağında olduğu gibi, her birinin belirli bir görevi olan birleşik birçok Tanrı yarattıktan
sonra, buradan tek Tanrı anlayışına ulaştılar. İşte o zaman, günümüzdeki tekTanrıcı din (TekTanrıcılık (Monotheisme), Yunanca monos: bir tek - ve theos: Tanrı sözlerinden oluşur.) yaratılmış oldu. Böylece açıkça görüyoruz ki, dinin kökeni, bugünkü biçimiyle bile, bilgisizlik olmuştur.

Demek ki, idealizm, insanın sınırlı, dar anlayışlarından, bilgisizliğinden doğuyor; oysa materyalizm, tersine, bu sınırların geriye itilmesinden, geriletilmesinden doğar.

Felsefe tarihi boyunca, idealizm ile materyalizm arasındaki bu sürekli savaşıma tanık olacağız. Materyalizm bilgisizliğin, sınırlarını geriletmek ister ve bu, materyalizmin zaferlerinden biri, erdemlerinden biri olacaktır. İdealizm ve onu besleyen din, tersine, bilgisizliğin sürdürülmesi için,
yığınların bu bilgisizliğinden, onlara baskıyı, ekonomik ve toplumsal
sömürüyü kabul ettirmede yararlanmak için bütün çabaları harcar.


V. MARKSİZM-ÖNCESİ MATERYALİZMİN DEĞERLERİ

Yunanlılarda embriyon halinde bir bilim oluşur oluşmaz, materyalizmin de doğduğunu gördük. Bilim geliştiği zaman, materyalizm de gelişir ilkesini izleyerek, tarih boyunca şunları saptıyoruz:

1. Ortaçağda bilimlerde zayıf bir gelişme, materyalizmde bir duraklama.

2. 17 ve 18. yüzyıllarda bilimlerde çok büyük bir gelişmeye uygun düşen materyalizmde büyük bir gelişme. 18. yüzyıl Fransız materyalizmi, bilimlerdeki gelişmenin dolaysız sonucudur..

3. 19. yüzyılda sayısız büyük buluşlara tanık oluyoruz ve materyalizm, Marks ve Engels ile büyük bir değişikliğe uğruyor.

4. Bugün, bilimler ve aynı zamanda da materyalizm büyük bir hızla ilerlemektedir. En iyi bilginlerin, çalışmalarında diyalektik materyalizmi uyguladıkları görülmektedir.

Demek ki, idealizm ile materyalizmin kökenleri tamı tamına  birbirine karşıdır; ve biz, yüzyıllar boyunca, bu iki felsefe arasında yalnızca akademik olmayan ve zamanımızda da devam eden bir savaşım olduğunu görüyoruz.

İnsanlık tarihinin içinde geçen bu savaşım, bilim ile bilgisizlik arasındaki savaşımdır, iki akım arasındaki savaşımdır. Biri, insanlığı bilgisizliğe doğru çeker, onu bu bilgisizlik içinde tutar; öteki, tersine, bilgisizliğin yerine bilimi koyarak insanları özgür kılmaya, kurtarmaya yönelir.

Bu savaşım, engizisyon döneminde olduğu gibi, zaman zaman, çetin biçimler almıştır. Engizisyon için, başka birçok örnek arasında Galilei örneğini alabiliriz. Galilei dünyanın döndüğünü ileri sürer. Bu, İncil'le ve Aristoteles ile çelişen yeni bir bilgidir: eğer dünya dönüyorsa, demek ki evrenin merkezi değildir, kısaca evren içinde bir noktadır, öyleyse
yapmamız gereken şey, düşüncelerimizin sınırlarını genişletmek olmalıdır. Acaba Galilei'nin bu buluşu karşısında ne yapılıyor?

İnsanlığı bilgisizlik içinde tutmak için dinsel bir mahkeme kurulur ve Galilei pişman olmaya zorlanır. (Galilei davası için bakınız: P. Laberenne, L'Origine des Mondes, Editeurs Français Reunis.) İşte, bilgisizlik ile bilim arasındaki savaşıma bir örnek.

Şu halde bu çağın filozoflarını ve bilginlerini, bilgisizliğin bilime karşı savaşımı içindeki yerlerine bakarak yargılamalıyız; ve göreceğiz ki, onlar, bilimi savunurken, kendileri de bilmeden materyalizmi savunmaktaydılar. Bunun gibi, Descartes da bize, düşünceleriyle, materyalizmi ileri götürebilmiş olan fikirler vermiştir.

Ayrıca, bu savaşımın, tarih boyunca, yalnızca teorik bir savaşım değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir savaşım olduğunu da iyi görmek gerekir. Egemen sınıflar, bu savaşta her zaman bilgisizlikten yanadırlar. Bilim devrimcidir ve insanlığın kurtuluşuna katkıda bulunur.

Burjuvazinin durumu ilginçtir. 18. yüzyılda burjuvazi, feodal sınıfın egemenliği altındadır ve o sıralarda bilimden yanadır; bilgisizliğe karşı bir savaşım yürütür ve bize Ansiklopedi'yi (Bakınız: Pages Choisies de L'Encyclopedie, Les Classiques du Peuple, Editions Sociales.) verir. 20. yüzyılda burjuvazi egemen sınıftır ve bilgisizlikle bilim arasındaki bu savaşımda o, eskisinden çok daha büyük bir vahşetle bilgisizlikten yanadır
(hitlerciliği inceleyiniz).

Şu halde görüyoruz ki, Marksizm-öncesi materyalizm, önemli bir rol oynamıştır ve tarihsel önemi çok büyük olmuştur. Marksizm-öncesi materyalizm, bu bilgisizlikle bilim arasındaki savaşım boyunca, dine, yani bilgisizliğe karşı olabilen genel bir dünya anlayışı geliştirebilmiştir ve gene materyalizmin bu evrimi, materyalizm çalışmalarının bu ardı ardına
sıralanışı iledir ki, diyalektik materyalizmin meydana çıkabilmesi için gerekli koşullar gerçekleşebilmiştir.


VI. MARKSİZM-ÖNCESİ MATERYALİZMİN KUSURLARI

Materyalizmin evrimini anlamak ve kusurlarını ve boşluklarını iyi görebilmek için, bilimle materyalizmin birbirine bağlı olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir.

Başlangıçta, materyalizm, bilimlere göre daha öndeydi ve onun içindir ki, bu felsefe, kendisini hemen kabul ettiremedi. Diyalektik materyalizmin haklı olduğunu tanıtlamak için, bilimleri kurmak ve geliştirmek gerekiyordu ama bu yirmi yüzyıldan fazla bir zaman almıştı. Bu uzun dönem içinde materyalizm, bilimlerden, özellikle de bilimsel düşünüşten ve aynı zamanda en çok gelişmiş özel bilimlerden etkilendi.

Bunun içindir ki, geçtiğimiz yüzyılın (yani 18. yüzyılın) materyalizmi her şeyden çok mekanikçi idi, çünkü bu çağda bütün doğa bilimleri arasında yalnız mekanik ve henüz ancak -yeryüzündeki ve gökyüzündeki- katı cisimlerin mekaniği, kısaca yerçekimi mekaniği belli bir olgunlaşma durumuna ulaşmıştı. Kimya henüz çocuksu, filojistik biçimiyle vardı. Biyoloji henüz kundaktan çıkmamıştı; bitkisel ve hayvansal organizmalar ancak kabaca incelenebilmişti ve ancak salt mekanik nedenlerle açıklanıyorlardı; Descartes için hayvan nasıl bir makine ise, 18. yüzyılın materyalistlerine göre de insan öyle bir makineydi. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 25.)

Hıristiyan ortağın kış uykusu döneminden sonra, bilimlerin uzun ve yavaş evriminden çıkmış olan materyalizm, işte bu durumdaydı.

Dünyayı büyük bir mekanizma olarak kabul eden bu dönemin büyük yanılgısı, her şeyden, mekanik denilen bu bilimin yasalarına göre sonuç çıkarmak olmuştur. Hareket, basit bir mekanik hareket sayılarak, aynı olayların da durmadan yenilenmesi gerektiği düşünülüyordu. Şeylerin makine yanı görülüyor ama yaşayan yanı görülmüyordu. Onun için
bu materyalizme mekanik (ya da mekanikçi) materyalizm denir.

Bir örnek verelim: Bu materyalistler, düşünceyi nasıl açıklıyorlardı? Şöyle: Nasıl karaciğer safrayı salgılarsa, beyin de düşünceyi salgılar! Bu dar bir düşünüştür! Marks'ın materyalizmi, tersine, bir dizi açıklık getirir. Düşüncelerimiz yalnızca beyinden gelmez. Fikirlerimizin, düşüncelerimizin
niçin şöyle değil de böyle olduğunu anlamaya çalışmamız gerekir; o zaman, bizim fikirlerimizi, toplumun, çevrenin vb. belirlediğinin farkına varırız. Mekanikçi materyalizm, düşünceyi basit bir mekanik olay olarak kabul eder. Oysa düşünce, daha üstün bir şeydir. Mekanik yasaların da elbette ki işlediği, etkili olduğu ama daha üst sıradan yasalarca daha geri plana atıldıkları kimyasal ve organik yapıdaki olaylara da yalnız tek başına mekaniğin uygulanması, klasik Fransız materyalizminin özgül ama o dönem için kaçınılmaz darlıklarından biridir. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 25.)

İşte 18. yüzyıl materyalizminin birinci büyük yanlışı. Bu yanılgının sonuçları şunlardı ki, o, genel olarak tarihi, yani tarihsel gelişmenin bakış açısını, süreci bilmiyordu; bu materyalizm, dünyanın evrim göstermediğini, düzenli
aralıklarla birbirine benzer durumların yeniden ortaya çıktığını düşünüyordu ve insanın ve hayvanların evrimi diye bir şeyi de aklından geçirmiyordu.

Bu materyalizmin ikinci özgül darlığı, evreni bir süreç olarak, kesintisiz tarihsel gelişme yolunda bir madde olarak kavramadaki yetersizliğidir. Bu, o çağda doğa bilimlerinin ulaşmış oldukları düzeye ve bu doğa bilimlerine bağlı olan metafizik, (Bundan sonraki kısımda metafizik yöntemin incelenmesine başlayacağız.) yani anti-diyalektik felsefe tarzına uygun düşüyordu. Doğanın, aralıksız sürüp giden bir hareket içinde olduğu biliniyordu ama, çağın fikirlerine göre, bu hareket, gene aynı şekilde aralıksız sürüp giden bir çember çiziyordu ve bu yüzden de hiç ilerlemiyordu; daima aynı sonuçları veriyordu. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 26.)

İşte bu materyalizmin ikinci yanlışı.

Üçüncü yanılgısı, kendi düşüncelerine fazla dalması, içine kapanmasıdır; bu materyalizm, insan eyleminin dünyadaki ve toplumdaki rolünü yeteri kadar görmüyordu. Marks'ın materyalizmi, dünyayı yalnız açıklamakla yetinmememizi, aynı zamanda onu değiştirmemiz gerektiğini de öğretir. İnsan, tarihte, dünyayı değişikliğe uğratabilecek etkin bir öğedir.

Rus komünistlerinin eylemi, yalnızca devrimi hazırlamak, yapmak ve başarıya ulaştırmak yeteneğinin değil, aynı zamanda 1918'den beri, büyük güçlüklerin ortasında sosyalizmi kurmak yeteneğinin de canlı bir örneğidir.

Marksizm-öncesi materyalizm, bu insan eylemi anlayışının bilincinde değildi. O çağda insan ortamın (Toplumsal ortam söz konusudur.) bir ürünüdür diye düşünülüyordu; oysa Marks bize öğretiyor ki, ortam, insanın bir ürünüdür ve öyleyse insan da başlangıçta verilen bazı koşullar altında kendi öz etkinliğinin ürünüdür. İnsan nasıl ortamın etkisine uğrarsa, kendisi de ortamı, toplumu değiştirebilir; öyleyse, buna göre, kendisini de değiştirebilir.

Demek ki, 18. yüzyılın materyalizmi, fazlaca düşüncelerine dalıp kalıyordu, çünkü her şeyin bir tarihsel gelişmesi olduğunu bilmiyordu ama bu, o zaman için kaçınılmaz bir şeydi; çünkü bilimsel bilgiler, dünyayı ve şeyleri eski düşünme yönteminden, yani metafizikten başka bir yöntem kullanarak
kavrayabilmek için yeteri kadar ileri gitmemişti.

OKUMA PARÇALARI
- K. Marks-F. Engels, Kutsal Aile, s. 168-179.
- Karl Marks, Feuerbach Üzerine Tezler, Alman İdeolojisi,
s. 20-26.
- Plehanov, Materyalizm Tarihi Üzerine Deneme (Holbach,
Helvetius, Marks), Editions Sociales, 1957.

 

1      2      3      4      5      6      7-Dizin