...................
FELSEFENİN BAŞLANGIÇ İLKELERİ   -5

Georges Politzer
Çeviri: Sevim Belli

                         
...................
...................
BEŞİNCİ KISIM

TARİHSEL MATERYALİZM

BİRİNCİ BÖLÜM

TARİHİN DEVİNDİRİCİ GÜÇLERİ


I.
Sakınılması gereken yanlış bir düşünce.
II. Toplumsal varlık ve bilinç.
III. İdealist teoriler.
IV. Toplumsal varlık ve yaşam koşulları.
V. Sınıf savaşımları; tarihin devindiricisi.

Fikirlerimiz nereden gelir sorusuyla birlikte, araştırmalarımızı da daha ilerilere götürmek gerekir. 18. yüzyıl materyalistleri gibi, karaciğerin safrayı salgıladığı gibi beynin de düşünceyi salgıladığını düşünürsek, bu soruya da
doğanın ruhu yarattığı, dolayısıyla fikirlerimizin doğanın ürünleri olduğu, beynin ürünleri olduğu yanıtını veririz.

Öyleyse şöyle denecektir: Tarihi, kendi iradeleri tarafından itilen insanların eylemi yapar; iradeleri ise o insanların fikirlerinin ifadesidir, fikirlerin kendileri ise insanların beyninden gelir ama dikkat!


I. SAKINILMASI GEREKEN YANLIŞ BİR DÜŞÜNCE

Biz, Büyük Devrimi, filozofların beyinlerinde doğmuş fikirlerin uygulanmasının bir sonucudur diye açıklarsak, bu, sınırlı, yetersiz bir açıklama ve materyalizmin kötü bir uygulaması olur.

Çünkü görülmesi gereken şudur: bu çağın düşünürlerince ortaya atılan bu fikirleri yığınlar niçin benimsedi? Diderot, bu fikirleri kavramakta, niçin tek başına değildi? Ve niçin 16. yüzyıldan beri beyinlerin büyük bir çoğunluğu hep aynı fikirleri yoğuruyordu?

Acaba, bu beyinler, birdenbire, aynı ağırlığa ve aynı kıvrıntılara mı sahip oldular? Hayır. Fikirlerde değişmeler var, ama kafatası içinde bir değişme olmamış.

Fikirlerin böyle beyinle açıklanması, materyalist bir açıklama olarak görünür ama Diderot'nun beyninden söz etmek, gerçekte Diderot'nun beyninden, fikirlerinden söz etmektir ve o halde bozulmuş, yanıltılmış materyalist bir teoridir; bu teoride fikirlerle birlikte, idealist eğilimin de doğmakta olduğunu görüyoruz.

Daha önceki tarih-eylem-irade-fikirler zincirine dönelim. Fikirlerin bir anlamı, bir içeriği vardır: İşçi sınıfı, örneğin, kapitalizmin devrilmesi için savaşım verir. Bu, savaşım halindeki işçiler tarafından düşünülür. Kuşkusuz, onlar bir beyinleri olduğu için düşünürler ve buna göre beyin, düşünmek
için zorunlu bir koşuldur ama yeterli koşul değildir. Beyin, fikirlere sahip olmanın maddi olgusunu açıklar ama neden şu fikirlere değil de daha çok bu fikirlere sahip olunduğunu açıklamaz.

İnsanları harekete geçiren ne varsa, hepsi zorunlu olarak onların beyninden geçer ama bunun beyinde alacağı biçim, koşullara çok bağlıdır. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 49.)

Öyleyse fikirlerimizin içeriğini, yani örneğin kapitalizmi devirme fikrinin bizde oluşmasını nasıl açıklayabiliriz?


II. TOPLUMSAL VARLIK VE BİLİNÇ

Biliyoruz ki, fikirlerimiz, şeylerin yansılarıdır; fikirlerimizin taşıdıkları amaçlar da şeylerin yansılarıdır ama hangi şeylerin?

Bu soruyu yanıtlamak için, insanların nerede yaşadıklarına, onların fikirlerinin nerede ortaya çıktığına bakmak gerekir. Şimdi saptıyoruz ki, insanlar, kapitalist bir toplumda yaşıyorlar ve onların fikirleri bu toplum içinde ortaya çıkıyor ve bu fikirler, bu insanlara, bu toplumdan geliyor.

İnsanların varlığını belirleyen, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. (Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz. Sol Yayınları, Ankara 1993, s.23.)

Bu tanımlamada Marks'ın, insanların varlığı dediği şey, biziz, biz olduğumuz şeydir; bilinç ise, bizim düşündüğümüz, istediğimiz şeydir.

Genellikle, içime işlemiş derin bir ülkü uğruna savaşım veriyorum, denir ve bundan bizim varlığımızı belirleyen şeyin, bizim bilincimiz olduğu sonucu çıkarılır; biz, bir şey yapıyoruz, çünkü öyle düşünüyoruz ve öyle istiyoruz.

Böyle söylemek büyük bir yanlıştır, çünkü gerçekte bizim bilincimizi belirleyen toplumsal varlığımızdır.

Proleter olan bir varlık proleterce düşünür ve burjuva olan bir varlık, burjuvaca düşünür (neden her zaman böyle olmadığını daha ilerde göreceğiz) ama, genel biçimiyle bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 37.)


III. İDEALİST TEORİLER

İdealistler derler ki, bir proleter, proleter gibi düşündüğü için proleterdir ya da bir burjuva, burjuva gibi düşündüğü için burjuvadır.

Biz de tersine, deriz ki, eğer onlar bir proleter ya da bir burjuva gibi düşünüyorlarsa, bu, bir proleter ya da bir burjuva olmamalarındandır. Bir proleter, proleter olduğu için proletarya sınıfının bilincine sahiptir.

Burada iyice dikkat etmemiz gereken bir şey, idealist teorinin pratik bir sonucu olduğudur. Deniliyor ki, burjuva  olunuyorsa, bu, burjuva gibi düşünüldüğündendir; öyleyse, artık burjuva olmamak için, söz konusu olan düşünüş biçimini değiştirmek yeterlidir ve burjuva sömürüsünü durdurmak
için de patronları ikna etmeye çalışmak yeterlidir. Bu da Hıristiyan sosyalistler tarafından savunulan bir teoridir; aynı zamanda bu ütopyacı sosyalizmin kurucularının da teorisi olmuştur.

Ama bu, aynı zamanda kapitalizme karşı, onu ortadan kaldırmak için değil ama daha akla-yatkın olmasını sağlamak için savaşım veren faşistlerin de teorisidir. Bunlar patronların, işçileri sömürdüklerini anladıkları zaman, artık sömürmeyeceklerini söylerler. İşte baştan sona idealist ve tehlikeli bir teori.


IV. TOPLUMSAL VARLIK VE YAŞAM KOŞULLARI

Marks, bize, toplumsal varlıktan söz eder. Toplumsal  varlık ile ne demek istemektedir?

Toplumsal varlık, insanların içinde yaşadıkları toplumun maddi yaşam koşulları tarafından belirlenir.

İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların bilinçleri değildir; bu maddi koşullar, onların bilinçlerini belirler.

Maddi yaşam koşulları denen şey nedir? Toplumda zenginler vardır, yoksullar vardır ve onların düşünüş biçimleri ayrı ayrıdır; onların aynı bir konu üzerindeki fikirleri değişiktir. Bir yoksul, bir işsiz için, otobüse binmek bir lükstür ama kendi özel arabası olan bir zengin için, bir aşağılanmadır.

Yoksulun otobüs konusundaki fikirleri, acaba yoksul olduğu için mi vardır, yoksa bu fikirlere, otobüse bindiği için mi sahiptir? Yoksul olduğu için. Yoksul olmak, burada; onun yaşam koşuludur.

Öyleyse, insanların yaşam koşullarını açıklayabilmek için, niçin zenginler vardır, niçin yoksullar vardır, ona bakmak gerekir.

Üretimin ekonomik sürecinde benzer yer tutan (yani bugünkü kapitalist düzende üretim araçlarına sahip olan - ya da tersine, üretim araçları üzerinde çalışıp da ona sahip olmayan) bir insanlar grubu, belirli bir ölçüde aynı maddi yaşam koşullarına sahip olan bir insanlar grubu, bir sınıf oluşturur ama bir sınıf kavramı, sınıf düşüncesi, zenginlik ya da
yoksulluk kavramına indirgenemez. Bir proleter, bir burjuvadan daha fazla kazanabilir ama bu yüzden daha az proleter değildir, çünkü o, bir patrona bağlıdır ve çünkü onun ne yaşamı güven altına alınmıştır, ne de o bağımsızdır. Varlığın koşulları, yalnızca kazanılan para ile oluşmaz, toplumsal görev ile oluşur ve o zaman şu zincirlemeyi elde ediyoruz:

İnsanlar fikirlerinin ifadesi olan iradeleri doğrultusunda eylemleri ile tarihlerini yaparlar. Fikirleri ise, insanların içinde bulundukları maddi yaşam koşullarından, yani onların bir sınıfın mensubu olmalarından gelir.


V. SINIF SAVAŞIMLARI, TARİHİN DEVİNDİRİCİSİ

İnsanlar bir şey yaparlar, çünkü bazı fikirleri vardır. Onlar, bu fikirlerini, maddi yaşam koşullarına borçludurlar, çünkü onlar, bu ya da diğer sınıftandırlar. Bu demek değildir ki, (kapitalist) toplumda yalnızca iki sınıf vardır; birçok sınıf vardır. Başlıca iki sınıf savaşım halindedir: burjuvazi
ve proletarya.

Demek ki, fikirlerin arkasında sınıflar bulunur.

Toplum, birbirlerine karşı savaşım veren sınıflara bölünmüştür. Böylece, eğer insanların fikirleri incelenirse, bu fikirlerin de çatışma halinde oldukları ve bu fikirlerin arkasında birbirleriyle çatışma halinde olan sınıfların bulunduğu görülür.

Şu halde tarihin devindirici güçleri; yani tarihi açıklayan şey, sınıf savaşımlarıdır.

Eğer sürekli bütçe açığını örnek olarak alırsak, görürüz ki, iki çözüm vardır: biri, mali Ortodoksluk (geleneksel ilkelere uygunluk), yani yeni tasarruflara, yeni istikrazlara, yeni vergilere vb. devam ederek açığı kapamak; öteki çözüm ise, bu açığı zenginlere ödettirmektir.

Bu fikirler çevresinde siyasal bir savaşım olduğunu görürüz ve genellikle, bu konuda bir anlaşma sağlanamamasına üzülünür ama Marksistler, bu siyasal savaşımın ardında yatan gerçeği anlamak isterler ve araştırırlar; araştırınca da toplumsal savaşımı, yani sınıf savaşımını bulurlar. Birinci
çözümden yana olanlar (kapitalistler) ile zenginlere ödettirmeden yana olanlar (orta sınıflar ve proletarya) arasındaki savaşım olduğunu görürler.

Öyleyse, diyecektir Engels, hiç değilse modern tarihte, bütün siyasal savaşımların sınıf savaşımları oldukları ve sınıfların bütün kurtuluş savaşımlarının, zorunlu olan siyasal biçimlerine karşın -çünkü her sınıf savaşımı bir siyasal savaşımdır- son tahlilde ekonomik kurtuluş sorunu çevresinde döndükleri tanıtlanmıştır. (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesi'nin Sonu, s. 50. - Gene bakınız: Marks-Engels, Komünist Parti Manifestosu ve Komünizmin İlkeleri, Sol Yayınları, Ankara
1993, s. 109 vd.; V. İ. Lenin, Karl Marks, Marks-Engels-Marksizm,
Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 11 vd..)

Böylece, tarihi açıklamak için, daha önce öğrendiğimiz zincire eklenecek bir halkamız daha oluyor: eylem, irade fikirler, fikirlerin arkasında sınıflar, sınıfların arkasında da ekonomi. Demek ki, tarihi açıklayan gerçekten sınıf savaşımlarıdır ama sınıfları belirleyen ekonomidir.

Bir tarih olayını açıklamak istediğimiz zaman, savaşım veren fikirler nelerdir, onları incelemek, fikirlerin gerisinde sınıfları araştırmak ve son olarak da sınıfların temel özelliklerini belirleyen ekonomik tarzı belirtmek zorundayız.

Şimdi gene, sınıfların ve ekonomik tarzın nereden geldiği sorulabilir (diyalektikçiler ardı ardına bütün bu soruları sormaktan korkmazlar, çünkü her şeyin kaynağını bulmak gerektiğini bilirler). Bu, bundan sonraki bölümde ayrıntılı olarak öğreneceğimiz konudur ama şimdiden diyebiliriz ki:

Sınıfların nereden geldiklerini bilmek için, toplumun tarihini incelemek gerekir, o zaman bugün karşılaştığımız sınıfların, daima aynı sınıflar olmadığı görülecektir. Eski Yunan'da köleler ve efendileri; ortaçağda serfler ve senyörler (feodal beyler); sonra da (bu sıralamada basitleştirildiği üzere)
burjuvazi ve proletarya.

Bu tabloda saptıyoruz ki, sınıflar değişiyorlar ve nedenini araştırdığımız zaman, görüyoruz ki, ekonomik koşullar değiştiği için sınıflar da değişmişlerdir (ekonomik koşullar şunlardır: üretimin, dolaşımın, üleşimin ve zenginlikleri tüketimin yapısı ve, geri kalan her şeyin son koşulu olarak, üretim biçimi, teknik).

İşte gene Engels'ten bir parça:

Burjuvazi ve proletarya, her ikisi de ekonomik koşulların, daha doğrusu üretim tarzının dönüşümü sonucu oluşmuşlardı. Bu dönüşüm, ilkin lonca tezgahından manüfaktüre, manüfaktürden de makineler kullanan, su buharı ile işleyen ve bu iki sınıfı geliştirmiş olan geniş-ölçekli sanayiye geçiştir.
(F. Engels,  Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesi'nin Sonu, s. 50.)

Demek ki, son tahlilde tarihin devindirici güçlerini, bize aşağıdaki zincirleme vermektedir:

a) Tarih, insanların eseridir.
b) Tarihi yapan eylem, insanların iradesiyle belirlenir.
c) Bu irade onların fikirlerinin ifadesidir.
d) Bu fikirler, insanların içinde yaşadıkları toplumsal koşulların yansısıdır.
e) Sınıfları ve onların savaşımını belirleyen, bu toplumsal koşullardır.
f) Sınıfların kendileri, ekonomik koşullar tarafından belirlenirler.

Bu zincirlemenin hangi biçimler altında ve hangi koşullarda
akıp geçtiğini açıklıkla belirtmek için diyoruz ki:

1. Fikirler, yaşamda siyasal planda açığa çıkarılırlar.
2. Fikir savaşımlarının arkasındaki sınıf savaşımları toplumsal planda açığa çıkarılırlar.
3. Ekonomik koşullar (tekniğin durumu ile belirlenmiş
bulunan) ekonomik planda ifadelerini bulurlar.

OKUMA PARÇALARI
- Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz.
- Marks-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri.



İKİNCİ BÖLÜM

SINIFLAR NEREDEN GELİR?

EKONOMİK KOŞULLAR NEREDEN GELİR?

I. Birinci işbölümü.
II. Toplumun sınıflara ilk bölünüşü.
III. İkinci büyük işbölümü.
IV. Toplumun sınıflara ikinci bölünüşü.
V. Ekonomik koşulları belirleyen şey.
VI. Üretim tarzları.
VII. Uyarılar.

Gördük ki, tarihin devindirici güçleri, son tahlilde ekonomik koşulların belirledikleri sınıflar ve sınıfların savaşımlarıdır.

Bu zincirleme sırası şöyleydi: İnsanların kafalarında kendilerini bir şey yapmaya iten fikirler vardır. Bu fikirler, insanların içinde yaşadıkları maddi yaşam koşullarından doğmaktadır. Bu maddi yaşam koşullarını insanların toplum içindeki yerleri, yani ait oldukları sınıf belirler ve sınıflar ise, toplumun içinde geliştiği ekonomik koşullar tarafından belirlenir.

Ama bu durumda ekonomik koşulları ve bu koşulların yarattıkları sınıfları belirleyen nedir, onu görmemiz gerekir. Şimdi bunu inceleyeceğiz.


I. BİRİNCİ BÜYÜK İŞ BÖLÜMÜ

Toplumun evrimi incelenirken ve geçmişteki olaylar ele  alınırken, ilkin, toplumun her zaman sınıflara bölünmüş olmadığı görülür. Diyalektik, her şeyin kökenini araştırmamızı ister; biz de çok uzak bir geçmişte, sınıfların bulunmadığını görüyoruz. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin
Kökeni'nde şöyle der: Toplumun geçmiş bütün aşamalarında üretim, her şeyden önce, ortaklaşa bir üretimdi; tıpkı tüketimin de az çok geniş komünist topluluklar içinde ürünlerin doğrudan doğruya üleşimiyle yapılmış olduğu gibi. (Friedrich Engels; Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 179; ayrıca bkz: 163-165.)

Bütün insanlar üretime katılırlar; bireysel iş aletleri özel  mülkiyettir ama ortaklaşa kullanılanlar ortaklığa (communaute) aittir. Bu alt aşamada işbölümü; yalnızca cinsler arasında ardır. Erkekler avlanır, balık tutar vb., kadınlar ise eve bakar. Kişiye özgü ya da özel çıkarlar yoktur.

Ancak insanlar bu dönemde durup kalmadılar ve insanların yaşamında ilk değişme, toplumdaki işbölümü olacaktır.

İşbölümü, yavaş yavaş, bu üretim süreci içine sızar. (Agy, s. 179.)

Bu ilk olguda insanlar önce hayvanları evcilleştirdiler, daha sonra, esas çalışma kolları olan hayvan yetiştirme ve  hayvan sürülerinin korunmasına geçtiler. Çoban aşiretler, kendilerini öteki barbarlardan ayırdılar: birinci büyük toplumsal işbölümü. (Agy, s. 165.)

Demek ki, ilk üretim tarzı olarak avlanmayı ve balık avını; ikinci üretim tarzı olarak ise, çoban kabilelerin doğuşuna yol açan hayvan yetiştiriciliğini görüyoruz.

İşte toplumun ilk kez sınıflara bölünüşünün temelinde yatan, bu birinci işbölümüdür.


II. TOPLUMUN SINIFLARA İLK BÖLÜNÜŞÜ

Bütün çalışma kollarındaki -hayvancılık, tarım, ev sanayi üretim artışı, insan emek-gücüne, kendisine gerekenden daha çoğunu üretmek yeteneğini kazandırdı. Bu, aynı zamanda her gens, ev topluluğu ya da karı-koca ailesi
üyesine düşen günlük iş tutarını artırdı. Yeni emek güçlerine başvurmak gerekli duruma geldi. Savaş bunları sağladı: savaş tutsakları köle haline getirildiler. Birinci büyük toplumsal işbölümü, emek üretkenliğini, dolayısıyla servetleri artırıp üretim alanını genişleterek, o günkü tarihsel
koşullar içinde zorunlu olarak köleliği getirdi. Birinci büyük toplumsal işbölümünden, toplumun iki sınıf: efendiler ve köleler, sömürenler ve sömürülenler biçimindeki ilk büyük bölünüşü doğdu. (F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 166.)

Şimdi uygarlığın eşiğine gelmiş bulunuyoruz. En aşağı aşamada insanlar yalnızca doğrudan doğruya kişisel gereksinmeleri için üretiyorlardı; zaman zaman, yapılan değişimler, yalnızca rastlantı sonucu elde kalan fazlalıkla ilgili tek tek olaylardı. Barbarlığın orta aşamasında çoban halklar arasında sürü, belirli bir büyüklük kazanınca, davarın, bir mülk durumuna geldiğini görürüz; düzenli bir değişimin koşulları da bundan doğar. (Agy, s. 170.)

Öyleyse, bu sırada toplumda iki sınıf buluyoruz: Efendiler ve köleler. Sonra toplum, yaşamını sürdürecek ve yeni gelişmelere uğrayacaktır. Yeni bir sınıf doğacak ve büyüyecektir.


III. İKİNCİ BÜYÜK İŞBÖLÜMÜ

Servet hızla arttı ama bireysel servet olarak; dokumacılık, madenlerin işlenmesi ve gitgide farklılaşan öteki zanaatlar, üretime, artan bir çeşitlilik ve yetkinlik veriyordu; bundan böyle, tahıl, sebze ve meyvelerin yanı sıra, tarım, elde edilmeleri öğrenilmiş bulunan zeytinyağı ve şarabı da sağlamaktaydı.

Böylesine çeşitli bir çalışma, artık aynı birey tarafından yürütülemezdi; ikinci büyük (toplumsal -ç.) işbölümü gerçekleşti: küçük zanaatlar, tarımdan ayrıldı. Üretimde ve onunla birlikte emek üretkenliğindeki sürekli artış, insan emek-gücünün değerini artırdı; önceki aşamada başlangıç
durumunda ve yer yer görülen kölelik, şimdi toplumsal sistemin esaslı bir unsuru (bileştireni, composant'ı) durumuna gelir, köleler basit yardımcılar olmaktan çıkarlar; tarlalarda ve atölyede düzinelerle köle işe sürülür. Üretimin, başlıca iki kola: tarım ve küçük sanayiye ayrılmasıyla doğrudan
doğruya değişim için üretim doğar; bu, meta üretimidir. Meta üretimiyle, ... ticaret doğar. (Friedrich Engels, Ailenin; Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 168.)


IV. TOPLUMUN SINIFLARA İKİNCİ BÖLÜNÜŞÜ

Böylece, birinci büyük işbölümü, insan çalışmasının (işin) değerini artırıyor, zenginliklerde bir artma yaratıyor, bu da yeni baştan işin değerini artırıyor ve ikinci bir işbölümünü zorunlu kılıyor: zanaatlar ve tarım. Bu aşamada üretimin aralıksız artması ve buna paralel olarak insana ait emek-gücünün öneminin yükselmesi, köleleri vazgeçilmez duruma getiriyor, ticaret için üretimi, onunla birlikte de üçüncü bir sınıfı: tüccarlar sınıfını yaratıyor.

Demek ki, bu aşamada toplumda üçlü bir işbölümü ve üç sınıf var: tarımcılar, zanaatçılar, tüccarlar. Burada ilk kez üretime katılmayan bir sınıf görüyoruz ve bu sınıf, tüccarlar sınıfı öteki iki sınıfa egemen olacaktır.

Barbarlığın yukarı aşaması, bize, tarımla küçük sanayi arasında yeni bir işbölümü ve bunun sonucu, çalışma ürünlerinin daima artan bir parçasının doğrudan doğruya değişim için üretilmesini getirir; bireysel üreticiler arasındaki değişimin, toplum için dirimsel bir zorunluluk kazanması da bundan doğar. Uygarlık, özellikle kent ve köy arasındaki karşıtlığı daha da belirgin bir duruma getirerek (iktisadi bakımdan, ilkçağdaki gibi, kent köye ya da ortaçağdaki gibi; köy kente egemen olabilir), daha önce var olan bütün bu işbölümlerini güçlendirip geliştirir ve onlara, kendine özgü ve çok
önemli bir üçüncü işbölümünü ekler: artık, üretimle değil yalnızca ürünlerin değişimiyle uğraşan bir sınıf doğurur tüccarlar. O zamana kadar, sınıfların oluşumundaki bütün izler üretime bağlanıyorlardı; bunlar üretime katılan kimseleri, az çok geniş bir ölçek üzerinde yönetici ve yürütücü ya da üretici olarak bölüyorlardı. Burada sahneye, ilk kez olarak, üretime herhangi bir biçimde katılmaksızın, onun yönetimini ele geçiren ve üreticileri iktisadi bakımdan egemenliği altına alan bir sınıf girer; bir sınıf ki, iki üretici arasında zorunlu aracı olarak geçinir ve her ikisini de sömürür. Üreticileri değişim zahmet ve riskinden kurtarmak bahanesiyle, ürünlerinin satışını en uzak pazarlara kadar yaymak ve böylece nüfusun en yararlı sınıfı olmak bahanesiyle, gerçekte çok küçük hizmetler için, karşılık (salaire) olarak, yerli üretimin olduğu kadar yabancı üretimin de kaymağını alan, hızla büyük servetler ve buna uygun düşen toplumsal bir etkililik
kazanan ve böyle olduğu için de sonunda o da kendine özgü bir ürünü - devirli ticari bunalımları oluşturana kadar, uygarlık dönemi içinde durmadan yeni saygınlıklar ve üretimde durmadan artan bir egemenlik sahibi olan bir kar düşkünleri, bir gerçek toplumsal asalaklar sınıfı oluşur. (F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 170-171.)

Böylece, ilkel komünizmden başlayarak, bizi kapitalizme götüren zincirleme sırayı görüyoruz.

1. İlkel komünizm.
2. Yabanıl (vahşi) kabilelerle çoban kabileler arasında bölünme (birinci işbölümü: efendiler, köleler).
3. Tarımcılarla zanaatçılar arasında bölünme (ikinci işbölümü).
4. Tüccar sınıfının doğuşu (üçüncü işbölümü), ki bu,
5. Devresel olarak ticari bunalımları doğuruyor (kapitalizm).

Şimdi artık sınıfların nereden geldiklerini biliyoruz ve geriye bunu incelemek kalıyor:


V. EKONOMİK KOŞULLARI BELİRLEYEN ŞEY

İlkin, bizden önce gelen çeşitli toplumları çok kısaca gözden geçirelim.

Antikçağ toplumlarından önceki toplumları ayrıntılı bir içimde incelemek için yeterli belgelerimiz yok ama örneğin Eski Yunanlılarda efendilerin ve kölelerin bulunduğunu ve tüccarlar sınıfının daha o zamandan gelişmeye başladığını biliyoruz. Sonra, ortaçağda senyörleri ve serfleriyle feodal
toplum, tüccarların gittikçe daha büyük bir önem kazanmalarına
olanak verir. Bunlar, şatoların yakınlarında bourg (burjuva adı buradan gelir) denilen kasabalarda toplaşırlar; öte yandan ortaçağda kapitalist üretimden önce, yalnız küçük üretim vardı, ki bu küçük üretimin birinci koşulu, üreticinin kendi iş aletlerinin sahibi olması idi. Üretim araçları bireye ait bulunuyordu ve ancak bireysel kullanıma göre ayarlanmışlardı. Bu bakımdan üretim araçları, sıradan, küçük ve sınırlı idiler. Bu üretim araçlarını yoğunlaştırmak ve genişletmek, onları modern üretimin güçlü araçları haline dönüştürmek, kapitalist üretimin ve burjuvazinin tarihsel
rolü idi.

Burjuvazi, 15. yüzyıldan bu yana, basit elbirliği, manüfaktür ve modern sanayi olmak üzere, üç evrede bunu başarmıştır. Burjuvazi, cüce üretim araçlarını, onları aynı zamanda bireysel üretim araçları olmaktan çıkarıp, insanların ancak ortaklaşa (elbirliğiyle) işletebileceği toplumsal üretim araçları haline getirmiştir. (Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, s. 82.)

Öyleyse görüyoruz ki, sınıfların evrimine paralel olarak (efendiler ve köleler; senyörler ve serfler.), servetlerin üretimi, dolaşımı, dağılımı koşulları, yani ekonomik koşullar, evrim gösterir ve ekonomik evrim, adım adım ve paralel olarak üretim biçimlerinin evrimini izler.


VI. ÜRETİM TARZLARI

Öyleyse bunu, üretim biçimleri, yani büyük küçük her çeşit aletin durumu, onların kullanımı, iş yöntemleri, kısaca, teknik durum, ekonomik koşullar belirler.

Kapitalist üretimden önce yani ortaçağda her yerde emekçilerin kendi üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetine dayanan küçük üretim görülüyordu... Çalışma araçları, bireyin, yalnızca bireysel kullanım için hesaplanmış çalışma araçları idi ... Bu dağınık ve daracık üretim araçlarını bir araya toplayıp genişletmek, onları bugünkü üretimin güçlü kaldıraçları durumuna getirmek (gerekiyordu). Bireysel atölye yerine, yüzlerce ve binlerce insanın elbirliğini egemenlik altında bulunduran fabrika geçti ve tıpkı üretim araçları gibi, üretim, bir dizi bireysel eylem durumundan, bir dizi toplumsal eylem durumuna ve ürünler de bireysel ürünler durumundan toplumsal ürünler durumuna dönüştü. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 386.)

Burada görüyoruz ki, üretim biçimlerinin evrimi, üretici güçleri tamamen dönüştürmüştür. Oysa, iş aletleri kolektifleşmiş olmakla birlikte mülkiyet düzeni bireysel olarak kalmıştır! Ancak, birçok kişinin ortaklaşa işe koyulmasıyla işleyebilen makineler bir tek adamın mülkiyeti olarak kaldı.
Gene görüyoruz ki: Üretici güçlerin, kendini kapitalistlere de kabul ettiren toplumsal niteliğinin kısmi tanınması. Büyük üretim ve ulaştırma örgenliklerinin, önce hisse senetli şirketler, sonra tröstler, en sonra da devlet tarafından sahiplenilmesi. Burjuvazi artık gereksiz bir sınıf olarak görünür; onun tüm toplumsal işlevleri, ücretli görevliler tarafından
yerine getirilir. (Friedrich Engels, agy, s. 405.)

Bir yandan, makinelerde rekabetin her fabrikatör için zorunlu kıldığı o gittikçe artan sayıda emekçinin yerinden olması ile tamamlanan yetkinleşme. Yedek sanayi ordusu. Öte yandan, üretimin sınırsız genişlemesi ve rekabet karşısında her fabrikatör için (bunun -ç.) zorunluluğu. Her iki yandan da üretken güçlerin işitilmemiş gelişmesi, arzın talepten fazlalığı, pazarların dolup taşması, her on yılda bir bunalımlar, kısır döngü: burada üretim araçlarında ve üründe fazlalık - orada işsiz ve geçim araçlarından yoksun emekçilerde fazlalık ama bu iki üretim ve toplumsal esenlik kaldıracı, birlikte işleyememektedir, çünkü kapitalist üretim tarzı,
üretici güçleri çalışmaktan ve ürünleri, önce sermayeye dönüşmedikleri
sürece, dolaşımdan alıkor. (Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, s. 101.)

Toplumsal, ortaklaşa hale gelen iş ile bireysel kalan mülkiyet arasında çelişki vardır. O zaman Marks'la birlikte diyeceğiz ki: Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. (Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz, s. 23.)


VII. UYARILAR

Bu bölümü bitirmeden önce bazı uyarılarda bulunmak ve bu incelemede daha önce incelemiş olduğumuz diyalektiğin bütün temel özelliklerini ve yasalarını bulduğumuzu belirtmek gereklidir.

Gerçekten, toplumların tarihini, sınıfların ve üretim biçimlerinin tarihini büyük bir hızla izlemiş bulunuyoruz. Bu son incelemenin her bölümünün ötekilere ne kadar bağımlı olduğunu görüyoruz. Bu tarihin, özünde devinmekte, değişmekte olduğunu ve toplumların evriminin her aşamasında
meydana gelen değişmelere, bir iç savaşıma, tutucu öğelerle ilerici öğeler arasındaki bir savaşıma, her toplumun yıkımı ve yeni bir toplumun doğuşu ile sonuçlanan bir savaşıma yol açtığını saptıyoruz. Bu toplumların her birinin, kendinden önce gelenden çok ayrı, çok değişik bir temel özelliği, bir yapısı vardır. Bu köklü dönüşümler, kendi başlarına önemsiz görünen ama belirli bir noktada üst üste gelip birikmeleriyle ani, devrimci bir değişmeye yol açacak bir durum yaratan  olayların birikmesinden sonra meydana gelirler.

Öyleyse, burada diyalektiğin temel özelliklerini ve büyük yasalarını yeniden karşımızda buluyoruz, şöyle ki:

Şeylerin ve olayların karşılıklı bağımlılığı.
Diyalektik hareket ve diyalektik değişme.
Otodinamizm (özgüç).
Çelişki.
Karşılıklı etki.
Ve sıçramalı evrim (niceliğin niteliğe dönüşmesi).

OKUMA PARÇALARI
- Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin
Kökeni.
- Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm.
 

1      2      3      4      5      6      7-Dizin