...................
HAKSIZ YÖNETİME KARŞI    -2

Henry D. Thoreau
Çeviri: Vedat Günyol

                         
...................
...................
SEÇME PARÇALAR

Bir insanı, haksızlık yaptığına inandırmak istiyorsan, sen kendin haklı davran ama onu inandırmaya çalışma. İnsanlar gördüklerine inanırlar. Bırak görsünler. Gereğinden çok ahlaklı olma. Yaşamda pek çok şeyden yoksun bırakırsın kendini. Ahlakın da üstünde olsun gözün. Yalnızca iyi olmaya değil, bir işe yaramaya bak.



Çalışkan olmak elvermez - karıncalar da çalışkandır. Ne için çalışıyorsun amacın ne, onu söyle!



Herkes için yalnızca bir tür besinlik yoktur. İşlettiğiniz yetilerinizi beslemelisiniz ve besleyeceksiniz. Bedence yorulan işçi, kafaca yorulan bilginin istediği yiyeceği istemez. İnsanlar, hayvanlar gibi, çılgıncasına çalışmamalıdırlar ama insanın hem bedeni hem kafası işlemeli, elinden geldiği ya da olabildiği kadar hem çalışmalı hem dinlenmeli; o zaman, çalışma öyle bir duruma gelir ki, beden acıkınca kafa da acıkır ve aynı besin ikisine de yeter. Yoksa fazla çalışan bedenin yitirdiği enerjiyi yerine koyan besin, çalışmayan kafayı baskısı altına alır, yozlaşan bilgin de bütün besinleri bayağı, köle gibi çalışanların yaşamını normal görmeye başlar.



İnsan ekmeğini alnının teriyle kazanır, burası doğru; ama alnının ardındaki kafasının teriyle de kazanmalı ekmeğini. Bedeni ancak beden besleyebilir. Ben yaşamımda pek az ekmek tattım. Tattıklarım da çoğu zaman hayvan yemi, posa gibi şeylerdi. Kafayla yüreği besleyen ekmeğe gelince, hemen hiç tatmadım. Zenginlerin sofralarında bile bir tanecik olsun bulamazsınız ondan.



Ekmeğimizin ekşimiş, sindirilmesi güç olması gerekmez. Doğa akıl için neyse, beden için de o. Düşlem gücümüzü beslediği gibi bedenimizi de besler. Çünkü, ne dediğini bilir ve dediğini yapmaya hazırdır. Doğa, yalnızca ozanın gözünde güzel değildir. Yalnızca gökkuşağı, güneşin batışı güzel değil, insanın karnını doyurması, sırtına bir şey giymesi, bir dam altında oturması, doğru dürüst ısınması da güzeldir. Bunlar da insanı esinleyebilir. İnsanın yaşamından atılamayacak hiçbir kaba ve iğrenç şey yoktur. Ömrümüz boyunca, düşlem gücümüzün bulup çıkardığı bütün kusurları da düzeltmeye çalışmalıyız. Gökler ne kadar derinse, bizim özlemlerimiz de o kadar yüksektir. Bir ağaç ne kadar boy atmayı özlerse, kendine o kadar yüksek bir atmosfer bulur. Her insan, hemen hemen karşı konmaz bir güce kafa tutmalıdır.



İnsan olmayı göze alabilen bir adam nasıl güçsüz olur? En körpe bitki bile en sert toprağı ve kaya çatlaklarını zorlayıp boy atar ama bir insana gelince, hiçbir maddesel güç duramaz karşısında onun. Ciddi bir insan, ne büyük bir kama ne korkunç bir tokmak, ne yaman bir gülledir! Karşısında durabilene aşk olsun!



Bir insanın iyi ya da kötü olması önemlidir. Yaşamı, doğru ya da eğri olabildiği gibi, bir yüzkarası ya da bir onur olabilir onun için. İyi insan kendini kurar, kötü insansa yıkar.



Her ne yaparsak yapalım, inançla yapalım (eğer çekingensek, o zaman da çekingen davranalım), daha fazla ışık beklemeksizin, gerektiği kadarıyla yetinelim.



Eğer bir insan tutacağı yol konusunda duraksamalar içindeyse, olduğu yerde kalsın, kımıldamasın. Bırakın, kuşkularına saygı göstersin. Çünkü, kuşkularda da tanrısal yanlar olabilir. İnancımızın az olması hayıflanılacak bir şey değildir ama asıl hayıflanılacak yanımız, hiçbir şeye bağlı olmamamızdır. İnanç bir şeye bağlılıkla kazanılır.



Çoğu insan, bir bakıma özgür olan bu ülkede bile, salt bilgisizlik ve yanılgılar yüzünden, bir takım ıvır zıvır, bayağı günlük işlerle boşuna uğraşıp duruyor, yaşamın en güzel meyvelerini toplayamaz duruma geliyor. Parmakları, çalışa çalışa bu meyveleri koparamayacak kadar beceriksizleşiyor. Bugünün çalışan insanı, günlük yaşayışında gerçek bütünlüğünü kazanıp elde tutmaya vakit bulamıyor; insanlarla insanca bağlar kurup sürdürmeyi göze alamıyor, onun için de emeği piyasada değerini yitiriyor. Hiçbir şeye verecek vakti yok. Çünkü, bütün vaktini makine gibi çalışıp makineleşmek yolunda harcayabiliyor ancak. Dağarcığındaki az buçuk bilgisini kullanmak zorunda olduğuna göre, gelişmesi için giderilmesi gereken şeyi, yani bilgisizliğini nasıl anımsasın? Üstüne bir takım yargılar yürütmeden önce, boş zamanlar sağlayalım ona, bedavadan giydirip kuşatalım ve yürekten ağırlayalım onu. Yapımızın en güzel yanlarını özenle ele alarak uzun ömürlü kılabiliriz, tıpkı meyveye duran çiçekler gibi ama biz ne kendimize, ne de başkasına karşı böylesine bir sevgiyle davranmıyoruz.



Gerçek bir yaşam sürmeye kalkmak, tıpkı uzak bir yolculuğa çıkmak, dört bir yanımızı, git gide yeni sahneler, yeni insanlarla çevrili görmektir. Eski günlerimden kopamadığım sürece, gerçek anlamda yeni ve daha iyi bir yaşam sürmediğimi bilirim. Dış görünüş, iç yaşamımızın dışıdır yalnızca. Giysiler insanların içini gizlemez, dışa vurur. İnsanlar kendilerinin gerçek giysileridir.



Her türlü değişme, üzerinde düşünülmesi gereken, her an olagelen bir mucizedir. Konfüçyüs şöyle der: "Bildiğimizi bildiğimizin, bilmediğimizi de bilmediğimizin ayrımında olmak, gerçek bilginin ta kendisidir." Bir insan düşlemindekini aklına uygulayabildi mi, o zaman, herkes yaşamını bu temel üzerine kurabilir er geç.



Geçen gün bir gemiyle birlikte suya gömülenlerin birkaçı paranın ağır bir nesne olduğunu anlayıvermişler birden. Paranın ağırlığıyla övünen insanı düşünün. Sanki insanı pek çok zenginleştirmiş böylesine para! Okyanusun ortasında sırtında bir çuval altın, çırpınıp duran bir insan son soluğunda: "Ben yüz bin dolarlık adamım" diye bağırabilirmiş sanki! Ben insanların karada da boşu boşuna, hem de daha da umutsuzcasına çırpındıklarını görüyorum. Birinci durumda insanlar boğulmaktansa çuvalı suya bırakıyorlar; ikincide ise bırakmıyor, tutuyorlar onu, sonra da batıyorlar onunla birlikte, hem de şaşmamacasına.



Hintliler dünyanın bir fil, filin bir kaplumbağa, kaplumbağanın da bir yılan sırtında durduğunu sanırlarmış. Her ne kadar önemli bir rastlantı değilse de şunu söylemek yerinde olacak. Son zamanlarda Asya'da bir kaplumbağa fosili bulmuşlar, mübarek sırtında bir fil taşıyacak kadar büyükmüş. Doğrusunu isterseniz, zaman ve gelişme düzenini aşan bu korkunç düşler hoşuma gitmiyor da değil. Bunlar aklın en yüce oyalanmalarıdır. Keklik nohuttan hoşlanır ama kendisiyle birlikte tencereye atılan nohutlardan değil.



Törelerimiz ermişlerle sıkı ilişkiler yüzünden bozulmuşlardır. Peygamberler insanın umutlarını güçlendirecek yerde korkularını yatıştırmışlardır daha çok. Başlı başına bir nimet olan yaşamın yalın ve içten bir övgüyle karşılandığına pek rastlayamazsınız. Başkalarının sağlığı ve başarısı, benden uzak olsalar da ferahlık verir içime. Hastalık ve başarısızlık, ne denli olağan gelse, yine de üzer beni. Onun için, insanlığı ilkel bir takım yollardan diriltmek istersek, önce doğa kadar yalın ve iyi olalım, alnımızın üstündeki bulutları dağıtalım ve iliklerimize kadar yaşam sokalım...
 

1      2