|
|
................... |
|
|
Noam Chomsky ile Söyleşi
ENTELEKTÜELLER ve KAMU HAYATINA KARŞI SORUMLULUKLARI |
Robert Borofsky
Çeviri:
İlke Uğur, Ozan Uysal
Boğaziçi Üniversitesi Çeviri Kulübü |
|
|
................... |
|
................... |
Robert Borofsky: Powers and
Prospects’te “ahlaki fail olarak bir yazarın sorumluluğu, insani
önem taşıyan sorunlar hakkındaki doğruları bunun için bir şeyler
yapabilecek bir okuyucu kitlesine ulaştırmaya çalışmaktır.” diye
yazmışsınız. Bunu genelleştirerek entelektüeller ve akademisyenler
için de söyleyebilir misiniz?
Noam Chomsky: Eğer bir insan yazar ya da konuşmacı olmamayı
seçiyorsa, o zaman (tanım gereği) bu insan, sizin benden
alıntıladığınız şekilde “insani önem taşıyan sorunlar hakkındaki
doğruları, bunun için bir şeyler yapabilecek bir okuyucu kitlesine
ulaştırmak” yönünde bir çabaya girmiyor, belki sadece kendi yakın
çevresiyle yetiniyor demektir. Bu insana “entelektüel” denilip
denilmemesi gerektiği, konuyu bir terminoloji sorununa indirgemek
gibi geliyor. Akademisyenlere gelince ben, ahlaki fail olarak
onların sorumluluklarının neden diğerlerinden – özellikle de bir
ölçüde ayrıcalık ve güce, dolayısıyla da bu avantajların getirdiği
sorumluluklara sahip olanlardan - prensipte farklı olması
gerektiğini anlamıyorum.
Robert Borofsky: Uzun zaman önce (1967’de), New York Review of
Books’ta, “doğruları söylemek ve yalanları açığa çıkarmak
entelektüellerin sorumluluğudur” diye belirttiniz. Bununla
Foucault’nun “iktidara karşı doğruları konuşmak” şeklindeki
popüler ifadesine paralel bir yorumda mı bulunuyorsunuz yoksa daha
kapsamlı bir şeylere mi gönderme yapıyorsunuz?
Noam Chomsky: NYRB’den alınan cümlenin, bu kısaltılmış haliyle
anlaşılması oldukça güç. Daha uygun bir ifade sizin Powers and
Prospects’ten aldığınız. Bu ifadeyi, Avustralya’da 1996 yılında
“yazarların ve entelektüellerin sorumlulukları” hakkında konuşmak
üzere davet edildiğim bir yazarlar konferansında kullanmıştım.
Aslında bu soruyu “şaşırtıcı” bulduğumu söylemiştim, çünkü bunun
hakkında su götürmez gerçeklerin ötesinde söyleyecek bir şey
bilmiyorum. Fakat belki de bunlar tekrar tekrar ifade etmeye değer
ilkeler, çünkü “genel olarak kelimelerle olmasa bile pratikte
sürekli inkar ediliyorlar.” Bu nedenle son derece önemli ve
yerinde bulduğum bir dizi örnek vermiştim.
O konuşmada ayrıca “iktidara karşı doğruları konuşmak” çağrısı
hakkında da bazı yorumlarda bulunmuştum, bunları belki burada
tekrarlayabilirim:
İktidara karşı doğruları konuşmak pek o kadar da onurlu bir iş
değil. Kişi bu doğruları dert edinecek bir dinleyici kitlesi
arayıp bulmalı ve dahası (diğer bir önemli nitelik), bunu bir
dinleyici kitlesi olarak değil, ortak kaygılar taşıyan ve
kendisinin de yapıcı bir biçimde katılabileceği bir topluluk
olarak görmeli. ONLARA değil, ONLARLA BİRLİKTE konuşmalıyız. Her
iyi öğretmenin alışkanlığı bu yöndedir ve her yazar ve entelektüel
için de böyle olmalıdır. Yine de, bu gözlemlerin şaşırtıcı ya da
derin izlenimler olduğunu söylemiyorum. Bana daha çok, en su
götürmez doğrularmış gibi geliyor. Foucault’nun “iktidara karşı
doğruları konuşmak” sözünü kullandığını bilmiyordum. Bunun eski
bir Kuveykır (1) sözü olduğunu sanıyordum. En azından benim
çocukluğumdan beri içinde durduğum bağlam bu. Aslında orijinal
kaynağını hatırlamıyorum. Demin sözünü ettiğim Avustralya
konuşmamda açıkladığım nedenlerden ötürü bu sloganla tam olarak
aynı fikirde değilim.
Robert Borofsky: Yine Powers and Prospects’te, özgür ve açık
toplumlarda büyük ahlaki suçları görmezden gelenlerin - özellikle
de “etkili bir şekilde konuşmak ve hareket etmek için kaynakları,
eğitimleri ve imkanları olan” entelektüellerin - ahlaki ayıpları
hakkında yazmışsınız. Bunun hakkında biraz konuşabilir misiniz?
Özgür ve açık toplumlarda -akademinin içinde ve dışında -
entelektüellerin sorumlulukları sizce nelerdir?
Noam Chomsky: Yine, ahlaki doğruluğun ötesinde söyleyecek bir
şey olduğunu düşünmüyorum. Düşünün ki caddede aç bir çocuk gördüm
ve bu çocuğa yiyecek bir şeyler ısmarlayabilecek durumdayım. Böyle
yapmayı reddedersem ahlaki olarak suçlanabilir miyim? UNICEF’e
göre kolaylıkla önlenebilir hastalıklardan saatte 1000 çocuk
ölüyor; eğer bu çocuklar için aslında rahatlıkla yerine
getirebileceğim şeyleri yapmamayı tercih edersem ahlaki olarak
suçlanabilir miyim? Ya da benim kendi “özgür ve açık toplum”umun
hükümetinin kolaylıkla hafifletilebilecek veya son verilebilecek
canavarca suçlara bulaşmakta olduğu gerçeği karşısında susarsam?
Bu soruların tartışılacak bir tarafı var mı? Alıntı yaptığınız
ifade bundan fazlasını içermiyor.
Ayrıca insanların “etkili bir şekilde konuşup hareket edebilecek
kaynaklara, eğitime, araçlara ve imkanlara sahip oldukları ölçüde”
ahlaki sorumluluklarının da daha fazla olacağı su götürmez.
Aslında bunun akademiyle özel bir ilgisi yok, akademi içinde yer
alanların bu saydığımız özellikler itibariyle hiç görülmemiş
derecede ayrıcalıklı oldukları gerçeği dışında. Daha özgür ve açık
bir toplumda yaşayan insanın sorumlulukları, yine açıktır ki,
doğruluk ve dürüstlük için bedel ödemek zorunda olanlardan çok
daha fazladır. Sovyet Rusya’daki hükümet komiserleri, iktidara
boyun eğdiklerinde en azından korkuyu mazeret olarak
gösterebiliyorlardı. Onların daha özgür ve açık toplumlarda
yaşayan benzerleri ise korkaklıktan başka bir neden gösteremezler.
SAİD’İN ENTELEKTÜELLERLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ İLE BAĞLANTI
Robert Borofsky: Representations of the Intellectual makalesinde
Edward Said şöyle yazar: Entelektüel, toplumda … kimliği belirsiz
bir profesyonele … indirgenemeyecek kadar özel bir kamusal rolü
olan bireydir … entelektüel … bir felsefeyi ya da bir düşünceyi
halk için açık seçik dile getirebilecek bir güce sahiptir. Ve bu
rolün gerektirdiği bazı şeyler vardır, can sıkıcı kimi soruları
kamusal olarak tartışmaya açmak, ortodoksiye karşı koymak ...
hükümetlerin kolaylıkla kafalayamayacağı bir insan olmak ... hasır
altına süpürülen tüm mesele ve insanların temsiliyetini bir
varoluş nedeni olarak üstlenmek. Said’e katılıyor musunuz?
Noam Chomsky: Edward Said kendi tanımladığı anlamda
“entelektüel”in çok onurlu bir temsilcisi. Bu, onun bu terimin
nasıl kullanılacağına dair kendi önerisi. Bu, onun da onaylayacağı
gibi, tabii ki “entelektüel”in standart kullanımını tarif etmiyor.
İnsan terminolojik bir öneriyle, öneri açık bir şekilde sadece
terminolojik olmadığı sürece, ne hemfikir olabilir ne de onu
reddedebilir. “Entelektüel” teriminin yaygın kullanımına uyanların
Said’in buyurduğu şekilde mi hareket etmeleri gerektiği başka bir
soru. Söylemeye bile gerek yok, entelektüellerin bunları yapmaları
gerektiği fakat genel olarak yapmadıkları konusunda onunla
hemfikirim.
Entelektüeller (Terimin standart anlamıyla, Said’in buyurduğu
anlamda değil.) tarihi yazan insanlardır. Eğer yazarlar ve tarihin
nezaretçileri çekici bir imajla karşımıza çıkacak olurlarsa, bunun
ötesine bakmak ve çizilen imajın uygun olup olmadığını sınamak
makul olacaktır. Sanırım böyle bir araştırma oldukça farklı bir
tabloyu açığa çıkaracaktır; yani, saygın ve ayrıcalıklı
entelektüellerin pek çoğunun iktidara boyun eğdiklerini ortaya
çıkaracaktır.
Resmi düşmanlar için kullanılan terimlerle ifade edecek olursak,
kendi toplumlarında ayrıcalık sahibi olup saygı görenler
muhalifler değil “komiserler” ve “aparatçiklerdir”(2) . Bu gözlem
korkarım ki kapsayıcı bir genelleme içeriyor. Buna tarafsızca
bakabilmek için Batı uygarlığına yeterince uzak bir tarihe dönelim
ve Birinci Dünya Savaşı sırasında neler olup bittiğini soralım.
Almanya’da, İngiltere’de, Birleşik Devletler’de saygı duyulan
entelektüellerin tipik davranışı neydi? Her iki yakada da savaşın
soyluluğunu halkın karşısında sorgulayanlara ne oldu? Cevapların
pek farklı olacağını düşünmüyorum.
Robert Borofsky: Said, Antonio Gramsci’yi bir entelektüel
modeli olarak gösteriyor. Siz bugün kimleri entelektüel model
olarak görüyorsunuz?
Noam Chomsky: Benim en etkileyici bulduğum insanlar,
genellikle kendi çağlarında tanınmamış ve tarih içinde unutulmuş
olanlardır. Eylemlerini ve sözlerini takdir ettiğim ve saygı
duyduğum insanlar var. Bunların bazıları “entelektüel” olarak
adlandırılıyor, bazılarıysa adlandırılmıyor.
Tercihen “İNSANLARI” değil eylemleri, düşünceleri, ilkeleri model
almamız gerektiğini düşünüyorum. Hayatının tüm alanlarında,
entelektüel veya değil, “model insan” olarak davranan birini hiç
duymadım; bunun neden önemsenmesi gerektiğini de anlamıyorum.
Sonuçta idollere tapmıyoruz.
Gramsci meselesinde, Faşist hükümet (3) onun Said’in tanımladığı
şekilde bir “model entelektüel” olduğuna hemfikirdi. Bu yüzden,
kendi sözleriyle, “bu beynin çalışmasını yirmi yıl boyunca
durdurmaya” karar verdiler. Gramsci’nin söyledikleri ve
yaptıkları, onların bu değerlendirmelerinin nedenini açıklıyor;
buna rağmen “model entelektüel” terimini onun için ya da başkaları
için kullanmaktan kaçınmalıyız.
MEDYANIN RIZA İMALATINA MEYDAN OKUMAK
Robert Borofsky: Demokratik toplumlarda hükümetler eylemlerini
vatandaşlarından saklamaya daha fazla ihtiyaç duydukları için,
propagandanın bu toplumlarda totaliter olanlardan daha yaygın
olduğunu belirttiniz. Manufacturing Consent’te medyanın egemen
toplumsal grupların gündemini tesis ettiğini ve savunduğunu
kanıtlamaya çalıştınız. Demokrasilerdeki bu baskıyı yıkmak için
bir umut var mı? Gerçekçi olarak ne yapılabileceğini
düşünüyorsunuz?
Noam Chomsky: Demokrasinin ortadan kaldırılmasına cevap, daha
çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok adalettir. Tarih, bu
alanları genişletmek için verilen sonsuz sayıda ilham verici
mücadeleyi, öte yandan acılı geri dönüşleri ve başarısızlıkları
kaydeder. Gerçekçi olarak neyin yapılabileceği tarihsel zamana
bağlıdır. Bu failler için de geçerlidir.
Genelde, daha büyük fırsatlara sahip olup daha az engelle
karşılaşanların, bu hedeflere ulaşmayı kolaylaştırmak için daha
büyük sorumlulukları olduğuna hemfikir olabilmeliyiz. Daha özgür
toplumlardaki ayrıcılıklardan pay almakta yeterince şanslı olan
bizler, bu soruyu sormak yerine cevaplamak için bir şeyler yapıyor
olmalıyız.
Robert Borofsky: Ayrıcalıklı bir sınıf olarak akademisyenlerin,
medyanın mesajlarını eleştirmek için iyi bir konumda oldukları
düşünülebilir. Ancak çabalarının birçoğu isteksizce yapılmış
gözüküyor. Akademisyenler çoğunlukla, iktidar yapılarının, elit
mevkilerini elde tutmaya istekli hizmetçileri midirler?
Noam Chomsky: Akademisyenler çoğunlukla kendi mesleklerine ve
diğer özel uğraşlarına gömülmüş, ideolojik sistemin işleyişine
dair özel bir ilgi duymayan profesyonellerdir. Akademisyenlerin
medyanın iletilerini eleştirmek için sarf ettikleri çabaların
“isteksiz olduğunu” söylemezdim. Farkında olduğum böyle çabalar
nadiren ortaya çıkıyor; çok az akademisyen bu soruya ilgi
gösteriyor.
Çalışma saatlerini bir laboratuarda, bir araştırma kütüphanesinde
ya da bir derslikte geçiren insanlar her şeyden önce elit
konumlarını elde tutmayı ya da geliştirmeyi amaçlayabilirler;
bunun için de iktidar yapılarına zımni destek verebilirler. Ya da
bunu amaçlamayabilirler. Bazıları, “iktidar yapısının
hizmetçileri” olabilirler; ama bu kanıtlanmalıdır. Sanırım, bu pek
çok durumda kanıtlanabilir; fakat kanıtlama yükümlülüğü belirli
durumlarda bu tezi ortaya atan eleştirmenin omuzlarındadır.
Robert Borofsky: Edward Said, entelektüellerin görevlerinden
birinin “… insan düşüncesini ve iletişimini sınırlayan
steryotipleri ve indirgemeci kategorileri parçalamak” olduğunu
iddia ediyor. Bu sizin Manufacturing Consent’te esasen yaptığınızı
düşündüğünüz şey mi?
Noam Chomsky: Özgür düşünce ve iletişimin önündeki engellerin
üstesinden gelecek durumda olan her kim varsa böyle yapmalıdır. En
azından şu kadarı açık görünüyor; örneğin çocuklarına bakan
ebeveynler, zanaatçılar, çiftçiler ya da nezih bir hayat yaşamak
konusunda ciddi olan herkes.
“Entelektüel” terimi geleneksel olarak bu bağlamda, olağan dışı
fırsatları olan insanlar için kullanılır ve her zaman olduğu gibi,
fırsat ahlaki sorumluluğu getirir. Dürüst ve onurlu bir yaşam
sürmek her insanın sorumluluğudur. “Entelektüel” olarak
sınıflandırılacak kadar şanslı olanların, kendi iyi şanslarından
kaynaklanan özel sorumlulukları vardır. Said’in tanımladığı görev
de bunlara dahildir - kesinlikle önemli bir tanesidir.
Edward Herman’la birlikte yazdığımız “Manufacturing Consent”
ticari medyanın yapısının ve kurumsal bağlamının tasviriyle başlar
ve bu verili koşullar altında (ki bunların tartışma götürür bir
tarafı pek yoktur) bir medya ürününün nasıl olabileceğine dair
oldukça basit bazı mantıksal çıkarsamalarda bulunur. Ardından
kitap, bu çıkarsamaları adil ve gerçekten sert bir şekilde sınamak
üzere -öyle olduğunu umuyoruz- seçtiğimiz bir dizi vaka
incelemesiyle devam eder. Bu kitapta ve birlikte ve ayrı ayrı
yaptığımız pek çok çalışmada özetlediğimiz ampirik verilerin,
çıkarsamalara önemli destek sağladığını düşünüyoruz; bunun doğru
olup olmadığını değerlendirmek ise başkalarının işidir.
Tabii ki bir amacımız var: Okuyucuları “zihinsel öz-savunma dersi”
olarak adlandırılabilecek şeyi almaya teşvik etmek ve kendilerinin
devam edebileceği yollar önermek; başka bir deyişle kendilerini
insanları kendi yaşamlarını kontrol edebilen failler olmaktan
çıkarıp pasif öznelere dönüştürmeye ve rıza imal etmeye adanmış
çabaların, altını oymak için insanlara yol göstermek. “Rızanın
imalatı” ve “rıza mühendisliği” kavramlarını biz icat etmedik, bu
aklınızda olsun. Biz onları medyanın önde gelen isimlerden, halkla
ilişkiler endüstrisinden ve akademik camiadan ödünç aldık. Çeşitli
yerlerde tartıştığımız şekilde, “rıza imalatının” öneminin dikkate
alınması, daha özgür toplumlarda artık merkezi bir tema haline
gelmiştir.
Baskı uygulama kapasitesi azaldıkça otorite ve egemenliğin temeli
olarak düşüncenin kontrolüne yönelmek doğaldır. Bu, David Hume’un
belirttiği gibi, temel bir hükmetme prensibidir. Bizim işimiz “bir
ordu askerlerin vücudunu nasıl biçimlendiriyorsa, halkın
düşüncelerinin tüm ayrıntılarını aynı şekilde biçimlendirmeye
çalışanlar karşısında insanlara yardım etmektir. Değilse, kendi
kendilerini görevlendiren “sorumlu insanlar”, “vahşi sürüler”
tarafından engellenmeksizin dünya işlerini rahatlıkla
yürütebileceklerdir. “Vahşi sürüler”, yani halk, iyi yönetilen bir
“demokrasi”de marjinalize edilmeli, atomize olmalı ve kişisel
sorunlarının içinde boğulmalıdır. Belirtilmeyen ama önemli diğer
bir ön kabul ise “sorumlu insanın” bu yüce statüsüne otantik
iktidara yaptığı hizmet sayesinde ulaştığıdır; bu, eğer bağımsız
bir yoldan yürümeyi tercih edecek olurlarsa hayatın derhal
keşfedebilecekleri bir gerçeğidir.
DEMOKRASİ
Robert Borofsky: Birçok röportajınızda, demokrasi için net bir
bakış açısı öne sürüyorsunuz: Toplumdaki merkezi kuruluşların
halkın kontrolü altında olması. Bunu neden bu kadar önemli
gördüğünüzü biraz açar mısınız?
Noam Chomsky: Şu aşikar ki; biz, insanların olabildiğince
özgür olmalarını ve kendilerini ilgilendiren kararların alınma
aşamasında mümkün olduğunca aktif rol oynayabilmelerini
istemeliyiz. Dolayısıyla bu özgürlüklerin önüne konulan kurumsal
engellere karşı çıkmalıyız; örneğin askeri diktatörlükler. Ya da
Merkezi Kurullar tarafından idare edilen devletler. Ekonomik ve
toplumsal yaşama hakim olan sayısız özel güç odaklaşmaları,
“kamuoyunu şekillendirip” -James Madison’un hatırlanmaya değer
tabiriyle- hükümetin “araçları ve tiranları” olmalarını sağlayacak
araçlara sahipler. James Madison bu tabiri, özel güçlerin saltanat
sürmesi halinde demokratik deneyim karşısında oluşabilecek
tehditler hakkında bir uyarıda bulunurken kullanmıştı. Onun
yaşadığı günlerden (ve daha da öncelerden) bu güne, “demokratik
yönetim” üzerine devamlı olarak mücadeleler süregelmiştir.
İnsanlar eylemin ‘‘katılımcısı’’ değil de -‘‘rıza imalatının’’
avukatlarının tavsiye ettikleri gibi söz haklarını periyodik
olarak şu veya bu ‘‘sorumlu insanlar’’ kümesine devreden “ilgili
seyirci topluluğu” mu olmalılar? Yoksa hakları bu yetersiz
sınırları aşmalı mı? Bazen eski güçler yükselişte olabilir,
“demokratik yönetim” aşınmaya uğratılabilir; ama entelektüel
tarihle ilgili olanlar tahmin edeceklerdir ki sloganlar maddi
içeriklerinden yoksun kaldıkça daha ateşli beyan edilecektir. Bir
süredir bu tip bir çağda yaşamaktayız, ancak daha önceden de
olduğu gibi, sürecin geri döndürülemez olduğunu söylemek için
hiçbir sebep yok. Birçok kez “tarihin sonu”nun geldiği ilan edildi
ve de bu tahmin de hep yanlış çıktı.
Robert Borofsky: Birkaç yıl önce, röportajlarınızdan birinde
John Dewey’in “üretimin hedefi, özgür insan üretmektir” iddiasını
lehte alıntılamıştınız. Sizce, bu hedefi gerçekleştirmekte
başarılı olabiliyor muyuz?
Noam Chomsky: Bazıları için başarısızlık olan şey, diğerleri
için başarı olabilir. Bu, onların ‘‘demokratik yönetim’’
mücadelesinde nerede durduklarına bakar. Ya da resmi olarak
onaylanan ancak sürekli olarak görmezden gelinen Evrensel Haklar
Bildirgesi bağlamında vatandaşlık, toplumsal ve ekonomik, ya da
genel anlamda kültürel haklar mücadelesindeki konumlarına.
Şu anki gerileme dönemi dışsal iktidarın emri altında, ‘‘moda
tüketimi’’ ile - bireysel ve toplumsal yaşamın belirlenme sürecine
katılımdan çok - “vahşi sürü” kullanımına karşılık gelecek diğer
“yüzeysel şeylere” sapmış “insan üretimi” hesabına başarılar
kaydediliyor. Ancak bunu başardığı ölçüde, “özgür insan üretmekte”
başarısız oluyor. “Bizim” başarılı mı yoksa başarısız mı
olduğumuz, kim olmayı seçtiğimize bağlı.
ÜNİVERSİTELER
Robert Borofsky: Üniversitelerin –özellikle de ABD’dekilerin-
muhafazakar doğasından bahsediyorsunuz ve buna örnek olarak modern
dilbilimin, akademinin önde gelen merkezlerinden çok uç bölgelerde
gelişmiş olmasını gösteriyorsunuz. Üniversitelerin, statükonun
uşaklarından daha fazlası haline gelebileceğini ümit ediyor
musunuz? Sizce, en iyimser düşüncelerinizle, demokratik bir
toplumda üniversitelerin veya öğretim elemanlarının rolü ne
olabilir?
Noam Chomsky: Bildiğim kadarıyla, ABD’deki üniversiteler diğer
ülkelerdekilere nazaran otorite ve katı doktrinler tarafından daha
az sınırlandırılıyor. Fakat cemiyetlerin “kendilerini koruma” ve
meydan okumalara direnme eğilimi göstermelerini ummak da doğal
olacaktır. Eğilimler, birkaç yüzyıldan beri var olagelen bu tarz
meydan okumalara karşı koyarak ayakta kalan ve gelişen doğa
bilimlerinde oldukça etkisizdir. Dolayısıyla, en iyisi bu tarz
meydan okumaları yüreklendirmek. Politik ve sosyo-ekonomik
alanlarda statükoya hizmet etmek ise farklı bir mesele. Öğretim
elemanlarının veya üniversitelerin oynayabileceği rol için,
önceden bahsettiğim su götürmez gerçeklerden ve bu gerçeklerin dar
kapsamlı entelektüel uğraşlardan daha geniş toplumsal ve gelecek
nesilleri ilgilendiren meselelere kadar çeşitli alanlara
uygulanmasından başka söyleyecek bir şey bulamıyorum. Spesifik
toplumsal meselelerle ilgili, su götürmez gerçeklerden çok daha
farklı olarak söylenebilecek bir sürü şey vardır. Bu söylenenler
de dolayısıyla önemli ve aynı zamanda tartışmalıdır. Bu bizi,
maalesef, burada birkaç kelimeyle ciddi olarak ele alamayacağımız,
yüksek derecede önem arz eden belirli konulara götürecektir.
Robert Borofsky: Birkaç yıl önceki bir röportajda, “iktidarın
toplum içersinde gerçekte nasıl işlediğinin halk tarafından fark
edilmesinin önüne geçecek bir mistifikasyon ağı yaratmakla,
kurumların açıkça akademik bilgiyi kullandığını” belirtmişsiniz.
Sizce bu tarz mistifikasyon ağlarının yaratılması sürecinde,
akademisyenlerin rolü nedir?
Noam Chomsky: Bu gözlem çok daha genel ve ben bunu kesinlikle
onaylayamam. Bu, ana akım akademisyenlerle ilgilidir. Çok ünlü bir
siyasal bilimci, 20 yıl önce yazdığı kült haline gelmiş American
Politics kitabında “ABD’deki iktidarın mimarları, hissedilebilen
fakat görülemeyen bir kuvvet yaratmak zorundadır.” der. Sebebi ise
şudur: “İktidar karanlıkta kaldığı sürece güçlüdür; günışığına
çıktığında buharlaşmaya başlar.” (Samuel Huntington).
Kitap yayınlandığı sırada bilimsel bir mecmuada çıkan
röportajında, Samuel Huntington, akademisyenlerin ve başkalarının
ABD dış politikasının kökleri hakkındaki yalancılığına dair çok
iyi bir örnek vermiştir: “Siz bir işgali veya bir askeri hamleyi,
savaştığınız düşman Sovyetler Birliği imiş şeklindeki bir yanlış
algılamayı yaratacak şekilde pazarlamak zorunda kalabilirsiniz.
ABD’nin, Truman Doktrini’nden bu yana yapmakta olduğu şey de
budur.”
Bu açıksözlü ve dürüst bir saptama. Bilimsel çalışmanın birçok
alanına dair örnekler içeren kapsamlı eleştirel çalışmalar var.
Birçok olayı bizzat kendim tartıştım. Aynı zamanda kamuoyu
karşısına örülen bu tarz mistifikasyon ağlarını çözümleyen
akademik çalışmalardan da çoğu zaman yararlandım ve alıntılar
yaptım. İnandırıcı olmak mevzunu bir yana koyarsak, kesin doğruluk
derecesine sadece yaklaşacak örnekler bile bulmak, tartışmanın
sınırlarını çok daha ileri götürmeden imkansız gözüküyor. Önceden
söylemiş olduklarımı yine de tekrar vurgulayayım: ABD, bu bakımdan
kesinlikle olağandışı değildir; hatta ortalamadan oldukça iyi bir
sicile sahip olabileceğinden korkuyorum.
Robert Borofsky: Ivan Illich, uzmanlık konumuna başvurarak
diğerlerini yetkisizleştiren “güçsüzleştirici uzmanlıklardan” –ya
da gerçekten güçsüzleştirici uzmanlardan– bahsediyor. Elit
uzmanları ve daha da geniş olarak akademisyenleri, hangi dereceye
kadar Amerika’daki statükoya meydan okumaktan ziyade onu
güçlendiren bürokratlardan (4) meydana gelen ‘yeni bir sınıf’
olarak değerlendiriyorsunuz?
Noam Chomsky: Güçlülerle işbirliği yaparken bilimin adını
ağızlarından düşürmeyen, akademisyenleri de içeren bu
entelektüellerin “yeni bir teknokratlar sınıfı” haline geleceği,
19. yüzyılda modern entelijansiyanın oluşum safhasının henüz
başında Bakunin tarafından tahmin edilmişti. Tahminleri genel
olarak gerçekleşti diyebiliriz. Bazılarının, halk devrimi yoluyla
devlet gücünü ele geçirmeye çalışacağını, bunu takiben tarihin en
beter tiranlıklarından biri olan “Kızıl Bürokrasi”yi kuracağını
tahmin etmişti. Bunun yanı sıra başkalarının da iktidarın başka
yerde yattığını göreceğini ve -Dünya Bankası jargonuyla-
“teknokratik yalıtım” içersinde işlevlenme hakkını talep edecek
gizleyiciler, “güçsüzleştiriciler” ve yöneticiler haline gelerek
iktidarın avukatlığını yapacaklarını tahmin etmişti. İkisi de
gerçekleşti.
Ben, her halükarda, kurumlar değiştikçe ve geliştikçe doğal olarak
değişen bu usullerde bir miktar yenilik olduğu şeklindeki çıkarımı
sorgulayacağım. Isaiah Berlin, Bakunin’in “Kızıl Bürokrasisi”nin
entelektüellerini “laik ruhban sınıfı” olarak tarif ediyor ve
erken zamanlardaki dini ruhban sınıftan farklı olmayan
işlevlerinden bahsediyor. Pascal, nefret ettiği Cizvit
entelektüellerin pratiklerine dair yaptığı sert yorumda hırçın bir
dille bu işlevleri tarif ediyor. Sıraladığı bu pratikler arasında
kutsal metinlerin servet, iktidar ve ayrıcalık kazanmak için
yeniden yorumlanmasına dayanan bir rıza imalatı aracı olarak
kullandıkları “yorumun faydası” iddiaları da yer alıyor. Berlin’in
gözlemi oldukça doğru ve Amerika’ya da uyuyor. Önceden belirtilen
sebeplerden ötürü: Rus bürokratlar ve hükümet dairesi başkanları,
en azından, korkuyu hafifletici neden sayıyorlardı.
Genellikle, resmi düşmanımızın gözündeki zerreyi kolaylıkla fark
ederiz ve onu etkili bir belagatla, dürüstmüş pozlarında suçlarız;
ama kendi gözümüzdeki kütleyi fark etmek daha zordur; fakat –yada
daha doğrusu, çünkü- onu fark etmek ve ortadan kaldırmak temel
ahlaki zeminde ve genelde, doğrudan insani neticeleri bakımından
çok daha önemlidir. Entelektüeller, tarihsel olarak bu görevlerin
gerçekleştirilmesinde önemli roller oynamışlardır; İlyiç de,
bilimsel uzmanlık ve spesifik bilgi üzerindeki hak iddialarının
sıklıkla birer araç olarak kullanıldığı gözleminde haklıdır. Böyle
özel bir ehliyete gerçekten hakkıyla sahip olanların, anlaşılan
şeylerin limitlerinin neler olduğunun toplumun geneline açıkça
anlatılması gibi belirli bir yükümlülüğü vardır. Bu limitler,
insani meseleler için önemleri bakımından çoğunlukla çok dardır.
EĞİTİM
Robert Borofsky: Değişik eğitim modelleri olduğundan bahsettiniz.
Kitlesel eğitimin uysallık üretebildiğini söylüyorsunuz. Günümüzde
büyük devlet üniversitelerinde yaşanan şey bu mu? Bağımsızlık ve
yaratıcılık odaklı bir eğitimin nerede yer aldığını
düşünüyorsunuz?
Noam Chomsky: Yine, kitlesel eğitimin kısmi olarak –Ralph
Waldo Emerson’un, kitlesel eğitim taraftarlarını esinlendiren
seçkinlerin korkularını işlediği paradosinden alıntı yapacak
olursak - “onları boğazımızdan uzak tutabilmek için eğitmek”
ihtiyacından kaynaklandığını belirtmekle hiç de orjinal bir şey
yapmış olmuyorum. Daha genel olarak, genişleyen tarım sektöründe
bağımsız çiftçiler uysal işçilere dönüştürülmek için
eğitilmeliydiler. Onların kafasından ücretli işçiliğin kölelikten
farklı olmadığı inancı gibi şeytani düşünceleri çıkarmak
gerekliydi. Bu yakın çağda da devam ediyor, şimdilerde bazen
devlet eğitimine saldırı şeklini alarak.
Sosyal güvenliğe saldırı da benzer bir güdüden kaynaklanıyor.
Sosyal güvenlik, “rasyonel servet artıcıları” olmaktan başka
fonksiyonlar gösterip diğerlerine karşı şefkatli olmamız gerektiği
kavramına dayanmaktadır.
Eğer devlet eğitimine karşı seçkinlerin zaman içersinde gösterdiği
tavırlara bakacak olursak, basit formüllerin açıklayıcı olmaktan
çok uzak olduğunu görürüz. Çelişen eğilimler vardır. Bilimde,
özellikle büyük devlet üniversiteleri yaratıcılığı ve bağımsızlığı
teşvik etmede aktif rol oynamak zorundalar; aksi takdirde ürünler
solacak ve onlarla birlikte servet ve iktidar arzuları da.
En azından kendi deneyimlerime göre, devlet üniversiteleri
yaratıcılığı ve bağımsızlığı teşvik etmekte geri kalmıyorlar ve
hatta genelde tersi gerçekleşiyor. Yaratıcılık ve bağımsızlık
vurgusu eğitim sistemindeki direnişin hanesinde yer alıyor ve
başarılı olmak için nüfusun büyük çoğunluğunun ihtiyaçları ve
meseleleriyle birleştirilmeleri gerekiyor. İnsan onları her yerde
bulabilir.
GELECEK
Robert Borofsky: Sizce akademi için umut var mı? Örneğin, MIT (5)
için umudunuz var mı? Daha genelde, Amerikan üniversiteleri için?
Gerçekçi bir şekilde baktığınızda –kendinizi de uygun gördüğünüz
kategoriye koyarak- yazarların, şairlerin, akademisyenlerin ve
aktivistlerin önümüzdeki on yılda akademi içinde ve dışında neler
başarılabileceğini düşünüyorsunuz?
Noam Chomsky: Sözünü ettiğiniz kategorilerdeki
entelektüellerin tarihte eşi olmayan, olağandışı ayrıcalıklar
yaşamakta olduğunu düşünüyorum. Akademik dünyada baskının,
hainliğin, sahtekarlığın, marjinalleştirmenin ve dışlamanın çirkin
örneklerini bulmak yeterince kolay. Ancak, karşılaştırmalı
standartlara göre kısıtlamalar oldukça sınırlı. Muhalifler eski
günlerde Kremlin’in hakimiyet alanında olduğu gibi hapse
atılmıyorlar. Washington’un hakimiyet alanında olduğu gibi,
beyinleri hüküm süren süper güç tarafından havaya uçurulmuyor –
Amerika’da özel bir ilgi uyandırmasa da, kendimiz hakkında bir
şeyler öğrenmeyi seçiyorsak, bakabileceğimiz birçok örnekten biri.
Kaç tane eğitimli Amerikalı El Salvador’da alçak suikastlara
kurban giden Cizvit entelektüellerinin en azından isimlerini
hatırlayabilir ya da onların yazdıklarını nereden bulabileceğini
bilir? Cevaplar, özellikle düşman topraklardaki benzerlerine olan
tutumlarındaki çarpıcı -ve tarihsel olarak tipik olan- tezat
ortaya konulduğunda açıklayıcı olur.
Olağandışı ayrıcalıklarıyla, Batılı entelektüeller gerçekten de
büyük işler başarabilir. Sınırlar nesnel şartlardan çok arzular
tarafından şekillendiriliyor ve insani arzulara dair yapılacak
tahminler değersiz olacaktır.
Robert Borofsky: Siyasete angaje olmuş bir üniversite için
önereceğiniz vizyon ne olacaktır?
Noam Chomsky: Kişisel olarak, “siyasete angaje olmuş bir
üniversite” fikrinde otuz yıldan fazla bir zaman önce, protesto ve
direnişin dorukta olduğu zamanlarda yazmış olduğum yazılarda (ve
tekrar For Reasons of State’te yayınlandılar) ortaya koyduğum
sebeplerden ötürü tereddütlüyüm. O zamanlar, modern sistemin ve
klasik liberalizmin kurucularından Wilhelm von Humbolt’un tarif
etmiş olduğu üniversite kavramından çok zor yararlanabileceğimizi
düşünmekteydim. Bu, ideallerin değişen şartlara – tabii ki -
adapte edilmesi gerekmesine rağmen; bana bugün de doğru geliyor.
Üniversitedeki bireyler – öğrenciler, öğretim görevlileri,
personel- politik olarak anagaje olmayı tercih edebilirler ve
özgür bir üniversite de bunların doğal seçimler halini aldığı bir
ortamı teşvik etmelidir. Üniversiteler özgür ve bağımsız
olabildiği ölçüde “düzen bozucu” olacaktır; şöyle ki iktidarın
hakim yapıları ve bu yapıların ideolojik destekleri - ciddiye
alındıkları her yerde - doğa bilimlerince beslenen karşıt
tutumlara mukabil eleştiri ve meydan okumayla, karşı karşı
kalacaktır.
Fakat bu, üniversitenin bir kurum olarak “siyasete angaje” olması
gerektiği manasına gelmez. Düşünsel ve eylemsel angajmana ciddi
olarak olanak vermek ve bu tip olanaklara serbest ve bağımsız
ulaşımı teşvik etmek bir şey; üniversitenin kendisinin, bir kurum
olarak doğru konsensüsün gerçekleşeceği, oldukça dar kapsamın
ötesinde angaje olması başka bir şey. Bu tip bir angajman
kafalarda sorular da oluşturacaktır. Bu iki eğilim önemli
açılardan karşıtlıklar taşıyor. Bu akılda bulundurulması gereken
bir ayrım; ne var ki sürekli olarak ortaya çıkan problemler ve
ikilemler çözülmeyi bekleyenlerdir.
DİPNOTLAR:
1)
Şiddete karşı olan,
ayinlerinin çoğu sessizlik içinde geçen bir Hıristiyan mezhebinin
üyesi (ç.n).
2) Sovyetler Birliği’nde
bürorasinin ayrıcalıklı üyeleri (ç.n).
3) The Fascist Government,
1922’de İtalya’da kurulan hükümet (ç.n.).
4) (İng.)Apparatchik: Sovyet
bürokrasisi üyesi (ç.n.)
5) Massachusetts Institute of
Technology: Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (ç.n.) |
|
|
|
|
|
|
|